12 Ocak 2008 Cumartesi

ULUS (MİLLET) BİLMEK İSTİYOR !...



ULUS (MİLLET)
BİLMEK İSTİYOR

Mustafa Nevruz SINACI

Almanya ve Fransa’nın aleyhimizde gelişen aleni tavrı, Hollanda, Yunanistan ve diğer bazı ortakların düşmanca kalkışmalarına rağmen hükümet AB sürecini hızlandırmakta ısrarlı.
ABD’de öteden beri Yahudi, Ermeni ve Rum-Yunan lobi ve diyasporaları tarafından ısrarla sürdürülen zincire şimdi Kanada da katıldı. Üstelik, hem “sözde soykırımın” kabul edilmesi ve hem de “Alevilerin İslâm dışı bir topluluk ve azınlık” olması dayatılıyor. Bunun yanı sıra; Yaklaşık bir asırdır devam eden bir Kürt (aslında Ermeni) devleti furyası var.
Ülkemiz aleyhine sistematik periyotlarla sıkça düzenlenen, ısrarla, inatla ve düşmanca sürdürülen bu ve benzeri sözde sivil inisiyatif, kampanya ve komplolar karşısında hükümetin çok daha duyarlı davranması, hassasiyet göstermesi ve (Kerkük’te olduğu gibi değil) “doğal kırmızı çizgilerin” her ne pahasına olursa olsun korunması beklenirdi. En azından, hukuk-u düvelin mütekabiliyet hükümlerinin işletilmesi bir haktır? Olmadı, mukabele-i bilmisil... Türkiye Cumhuriyeti olmak budur. Şu halde izlenen yol hatadır, tarihi yanılgıdır, gaflet ve dalâlet içinde olmakla birdir. Kaldı ki, 1963 Ankara antlaşmasından günümüze;
AB’nin asla bir medeniyet projesi olmadığı; Emperyalist partnerlerin bir araya gelerek birliği küresel sömürünün iğrenç bir aracı olarak kullandığı; İnsan hakları, adalet, hak, hukuk, demokrasi ve barış söylemlerinin yalan ve sanal olduğu; Türkiye’nin asla tam üye sıfatıyla bu kulübe alınmayacağı ve sadece “kayıtsız-şartsız” müstemleke (sömürülen ülke-manda) misal bir statü çerçevesinde düşünüldüğü; Bunu kolaylaştırmak için ABD’nin BOP ve BİP projeleri muvacehesinde bölünmek ve parçalanmak istendiği, iyice anlaşılmış ve ortaya çıkmıştır.
Allah korusun! dahili ve harici işbirlikçi (hain ve delâillerin kişisel çıkarları uğruna gaflet dalâlet ve hıyanet uykusu içinde olanların) bedhahların çabaları sonuçlansa bile; Batı uygarlığı ile (medeniyetinin değil; zira Avrupa kesinlikle bir medeniyet değildir) ortaklığın yegâne avantajı olan serbest dolaşım, serbest yerleşim, karşılıklı işbirliği, tam mütekabiliyet, entegrasyon ve ekonomik yardım gibi hayati unsurların gerçekleşmeyeceği bizzat kendileri tarafından da açıkça söylenmekte ve ilân edilmektedir.
Bunun yanı sıra: Türk Ordusunun (TSK) rehabilitasyonu (milli-manevi Kemalist ve Türkçü unsurlardan arındırılarak Avrupa’nın bekçisi durum ve konumuna indirgenmesi), ekonominin ise, kökü dışarıda mason-misyoner (ilâh-silâh ve ilâç tüccarlarına), kabalist-ateist-pagan paraya tapan, spekülâtif-sansasyonel, vurguncu-soyguncu-pahacı kesime teslimi; Türk milletinin, Jean Jack Rousseau’nun dediği gibi “kulluğa ve köleliğe alıştırılarak esaretin sevdirilmesi” madde ve manâ imtizacından soyutlanarak materyalist süjeler haline getirilmesi (buna bireyselleşme ve modernite demekteler); Hasılı, Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı, Milli Mücadele Ruhu ve Milli kimliğin yok edilerek, “dünyanın en büyük ve tek medeniyeti” insanlık davası, eşitlik, adalet, hak, hukuk ve fazilet timsali olan şanlı tarihimizin beyinlerden kazınması ve milli hafızanın tümüyle silinmesi amaçlanmaktadır.
Bunu görmeyen kör, anlamayan cahil; Her şeye rağmen “AB” diye dayatan ve inatla diretenler ise, her halde provokatif unsurlar ve ajanlar olsa gerektir.
En vahimi ise; TCK 301. maddenin değiştirilerek Türk insanı ve milletine hakaretin serbest bırakılması. Bunu AB niye ister ? Elbette, ülkelerinde ve gümrük kapılarında yaptığı aşağılama, horlama, insanlık dışı muamele, hakaret ve tezyif yetmezmiş gibi, bir de yüzümüze karşı küfretmek için; Bir takım dönme, devşirme ve sabetayları bu istikamette kullanmak için. Başka ne olabilir ? Olsa olsa bir de, Türk tarihi, kimliği ve inancı ile alay etmek içindir.
Tıpkı zinanın suç olmaktan çıkartılması; İdamın kaldırılması; Hırsızlığa-yolsuzluğa, ekonomik suça ekonomik ceza; Suçluların-maznunların, failin korunup, haksız fiil, tecavüz ve tasalluta muhatap masum, mazlum ve mağdurların kendi kaderlerine terk edilmesi (CMUK) düzenlemesi; Tekelleşme ve tröstleşmesin önünün açılması; Haksız rekabet, fahiş fiyat, stok ekonomisi ve spekülâtörlük patlaması; Denetimin daraltılması; Kayıt ve kapsam dışılığın teşvik edilmesi; Vergide çifte ve çoklu standarda gidilmesi; Özelleştirmelerde peşkeş gibi...
Aslında dahası var. Fakat, olay sadece bundan ibaret değil. Bakınız emarelere:
Türk milleti ve gençliğini bölmeye matuf sinsi cereyanlar hızla geliştiriliyor.
1980 öncesi baronlarınca tezgâhlandığı gibi Sağcılık-Solculuk, Alevilik-Sünnilik, Etnik-Dinsel ve dil ayrımcılığı, AB karşıtlığı-yandaşlığı, ABD karşıtlığı-yoldaşlığı, kapitalist-emperyalist, nasyonal-enternasyonal, dindar-dinsiz ve nihayet yumuşak Müslümanlık (!), sonra da gündeme taşınan Ortodoks İslâm tahrik ve teşvik ediliyor... Tam bir kepazelik.
Yani, Milli Devleti ortadan kaldırmak üzere Jeopolitik–stratejik–istihbari-psikolojik, asimetrik savaş, örtülü işgal ve kültür emperyalizmi yıkıcı faaliyetlerle desteklenerek; AB ve ABD tarafından tahkim ve ikame edilmek suretiyle sürüp gidiyor. Ermeni kaynaklı anarşi, terör ve tedhiş örgütünün ABD taşeronu olduğu en net biçimde ortaya çıkmadı mı ?
Millete sorarlar: Farkında mısınız? Değilseniz, gaflet ve dalâlet içindesiniz demektir.
YASA ÇOK BİLİNÇ YOK: Hükümet, bütün bunlara rağmen yasa ve anayasa peşinde koşmakta. Oysa, ülkemizin dört bir yanında anarşi-terör ve tedhiş kol geziyor. İstanbul, Ulus ve Diyarbakır sabotajlarında görüldüğü ve TSK tarafından katillerin inlerinde bulunduğu gibi; Memlekete bir orduyu donatacak kadar tonlarca (her türden, çoğu asker ve Poliste bile bulunmayan kalitede) ateşli silâh, TNT kalıbı, C4 patlayıcı, mühimmat, mayın ve bombalar sokulmuş durumda. AB’den ! yayın yapan Rojtv yöneticileri lüks villa malikleri olarak Anadolu’da yakalanıyor. Emniyet felç, genel güvenlik dumura uğramış vaziyette. Vatandaşların araçları yakılıyor, canları ve malları tehdit altında. Kalabalık yerlerde şüpheli paketlerden geçilmiyor. Ve, tabii ki ulus/millet/vatandaş soruyor: Devlet yok mu ?.. Eğer varsa, bunca tehdit, tehlike ve tecavüz neden ? İçişleri Bakanlığı sınırlara, Maliye Bakanlığı gümrüklere, sahil koruma denize, polis ve jandarma görev alanına hakim-sahip değil mi nedir ? Köy ve Mahalle Muhtarından başlayıp MİT’e kadar giden bilgi toplama-derleme-değerlendirme ve devleti uyarma kurumları ne iş yapar? İşini yapamayanlar niçin defedilmez?
Yasal boşluk desen yok. Lâkin Hükümet yasalarla meşgul. Çünkü AB öyle istiyor.
Oysa, sadece “bilimin yokluğunda” yasa, “bilincin yokluğunda” ise anayasa gereklidir.
Bilinçsiz toplumlarda Anayasalar da, çok kapsamlı, ciddi ve önemli bir sorundur.
Üstüne üstlük Türkiye, bir taraftan da bu sorunu yaşamaktadır.
Oysa bilim evrenseldir. Namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu ve sorumlu “milli” bir hükümet, AB’de sahip olunan “uygarlık değerlerini” (endüstri, teknoloji, bilim, fen) milletimize teşmil etmek için illâ AB’ye katılmak ve ABD’ye stratejik ortak olmak zorunda mıdır?Elbette hayır.
Sözün özü yine Gazi Mustafa Kemâl ATATÜRK tarafından söylenmiş. Bakın:
“Bir devletin istinat ettiği/dayandığı esaslar ‘istiklâl ve kayıtsız şartsız milli hakimiyet’ den ibarettir. İstiklali tam (bağımsız) denildiği zaman, bittabi ‘siyasi-mali-iktisadi-adli-askeri-harsi (kültürel) ve ilâahir, her hususta istiklâli tam ve serbesti tam demektir. Bu saydıklarımın herhangi birinde istiklâlden mahrumiyet, millet ve memleketin manâyı hakikisiyle bütün istiklâlinden mahrumiyet demektir. Siyasi-askeri muzafferiyetler (zaferler) ne kadar büyük olurlarsa olsunlar, iktisadi muzafferiyetler (zaferler) ile tezvic (tamamlama-bütünleme-tahkim) edilmezlerse, (taçlandırılmazlarsa) kazanılan zaferler asla payidar olamaz..
SONUÇ: Yasa çok. Yenisine ihtiyaç yok. Amma bilinç yok. Sürekli bilinç kaybı var.
ULUS BİLMEK İSTER: Devlet varsa, (ki, var) öyleyse bunca sorun neden ? Bütün organ, kişi, kurum ve kuruluşları ile “milli devlet” ve hükümetlerin asli görevi: Yeni sorunlar yaratmak yerine, mevcut sorunları çözümlemek-halletmek, İnsan’a insanca bir yaşam ortamı sağlamak değil midir ? Hani ne demiş atalarımız: İnsanı “insanca” yaşat ki, devlet yaşasın.
UNUTMAYINIZ ! Devlet ve Millet adına yönetim sorumluluğunu üstlenen hükümet ve emrindeki bürokrasi; Adaletle hükmetmek, refahı tabana yaymak, sorunları ‘hakkaniyet ve hukuk” çerçevesinde çözmek, eşitlik ilkesine mutlaka riayet etmek, mal ve can güvenliğini en ileri düzeyde sağlamak; Devletin istiklâl, hakimiyet-özgürlük, birlik ve bütünlüğünü ilke, onur ve erdemle korumak ve ülkede mütecanis (uyumlu-barış ve huzur içinde) bir yaşamı mümkün kılmak zorundadır. Eğer, ülkede bunlar yoksa; Hükümet “niçin” vardır ?... Bilmek gerek !...
YAŞAM ÇOK DEĞERLİDİR VE YÜREĞİN İKİ VURUŞU ARASINDAKİ SÜREDİR.

Hiç yorum yok: