22 Şubat 2008 Cuma

KADİM DEMOKRAT PARTİ VE AKP FARKI


KADİM "DEMOKRAT PARTİ"
VE "AKP" FARKI
Mustafa Nevruz SINACI
Demokrat Parti 7. ve 8. dönem Genel Başkan Yardımcısı Mehmet Arif Demirer, geçen hafta içinde yayınlanan, tarihi değeri haiz, çok önemli ve özgün bir makalesinde, AKP genel başkan yardımcısı Dengir Mir Mehmet Fırat’ın televizyonlarda yaptığı bir açıklamaya dikkat çekerek; AKP adına konuşan Fırat’ın “türban ile ilgili yasal düzenlemeyi, tarihi DP’nin ceza kanunundaki ezan ile ilgili yasak maddesinin kaldırılması olayına benzetmesini” eleştirdi.
Önce makaleyi olduğu gibi bilgilerinize sunuyorum. Sonra açıklama ve yorum:
“Sayın Fırat’a göre, (güya) o (tarihi) olayda da Halk Partililer kıyameti koparmışlar; “laiklik elden gidiyor” diye yaygaraya başvurmuşlar.
Sayın Fırat olayı iyi incelememiş.
Zira, 1950–1960 arası TBMM’den sadece iki kez oturuma katılan tüm millet-vekilleri’ nin tam ittifakı ile karar çıkmıştı: 16.Haziran.1950 günü ezanla ilgili (TCK) yasak maddesinin kaldırılması, 18 Şubat 1952 günü Türkiye’nin NATO’ya girişinin onaylanması. Merhum B. Ecevit dahil tüm CHP’liler (Kıbrıs’la ilgili olan) Londra, Zürih ve Garanti Antlaşmalarına KIRMIZI oy kullanmışlardı!
1974 yılında ise Zürih Antlaşması’nın ve Menderes’in sayesinde gitmiştik Kıbrıs’a…
16 Haziran 1950 günü ezan ile ilgili karara, oturuma katılan tüm CHP milletvekilleri beyaz oy kullanmışlardı. Genel Başkan İnönü oturuma katılmamıştı. CHP’li milletvekillerinin ya da basındaki köşe yazarlarının “laiklik elden gidiyor” gibi hiçbir eleştirileri olmamıştı. Olamazdı. Çünkü DP iktidara gelmeden önce, CHP’nin son başbakanı Şemsettin Ş. Günaltay “İmam Hatip Kurslarını, İlahiyat Fakültesi’ni ve bazı Türbeleri yeniden açmakla” övünmüştü.
TBMM’de. Sayın Fırat’ın siyasi tarih bilgisi “zayıf” !
Menderes – Erdoğan farkına gelince…
Merhum Adnan Menderes’i, içinde babamın da olduğu ve sağ kurtulduğu Londra uçak kazasından (1959 yılında İngiltere’de öğrenci idim) sonra yakinen tanımış bir kişi olarak aklıma hemen gelen iki önemli farkı açıklamak istiyorum:
İletişim olanaklarının bugünle kıyaslanmayacak ölçüde sınırlı olduğu 1954 yılında (sınırlı bir radyo programı ve her yere ulaşamayan gazeteler) Menderes % 58.4 oy almış ve başladığı yatırımlara hızla devam etmişti. Ezan yasağını ise DP iktidara geldikten ve kendisi Başbakan olduktan 15 gün sonra kaldırıvermişti.
Aradan dört yıl geçtikten sonra değil!
Bu birinci fark. İkinci önemli fark ise, siyasi tecrübe farkı. Menderes başbakan olduğu zaman, tarımı çok iyi bilen 19 yıllık milletvekili idi. Ana Muhalefet Partisi DP’nin de dört yıllık (2) numaralı önderi idi. Gerek Meclisin, gerekse halkın (% 75 kırsal nüfus) nabzını çok iyi ölçmeyi öğrenmişti. Başbakan Erdoğan başarılı bir belediyecilik tecrübesine sahip. Türban konusu için 15 gün değil, tam altı yıl bekledi. İlk açıklamayı yurtdışında iken yaptı. Tepkileri doğru ölçüp değerlendiremediği gibi, konuyu MHP gibi siyasi çizgisi bence tartışılabilen bir parti ile ortak bir zemine oturttu. Devlet Bahçeli’nin MHP’sinin milliyetçiliğini önemli bir örnek olay ile tartışabilirim. Gerisini hep birlikte yaşıyoruz.
Menderes’in ezan yasağını kaldırması olayı 18 Haziran 1950 günü unutulmuştu.
Bir daha da, 27 Mayıs sonrasına kadar, kimsenin aklına dahi gelmedi.
Türban konusunu ise daha çok uzun bir süre, son derece gergin bir ortamda, milletçe tartışacak ve korkarım ki tartışırken birbirimizi kıracak; üzecek; sonradan pişman olacağımız şeyler söyleyeceğiz. Menderes-Erdoğan farkı, bu kadar değil! Ama bu kadarı da yeter.” (*)
SONUÇ VE YORUM:
Kadim Demokrat Parti, tıpkı Atatürkçülük-Kemalizm’in ilkeleri ve Türk İnkılâbına karşı 10 Kasım 1938 günü saat 9.05’den itibaren kinle-nefretle tatbik edilen karşıdevrim, hafızalardan silme ve beyinlerden kazıma operasyonuna maruz kaldı.
Aslında 1947 yılından itibaren yürürlüğe konulan ve 2005 yılında tamamlanması öngörülen (Pentagon-2005) BOP ve BİP plân-projelerine karşı tam bir kararlılıkla koyduğu ret ve tepkinin bedelini kanla-canla ödedi. Lâkin 1938’e nazaran çok daha ağır, kin-kan ve nefret dolu “gayri-meşru” bir darbeyle yok edildi. Mensup, Bakan, Milletvekili, taraftar, üye ve sempatizanları son derece ağır itham, iftira ve iğrenç bir yalan furyası ile ezildi. Enterne edildi. Toplumdan dışlandı, son derece insanlık ve ahlâk dışı muameleler maruz bırakıldı.
1960’dan sonra, Atatürk ve Demokrat Parti tarafından tam bir milliyetperverlikle ve “Milli Devlet Şuuru” içinde uygulanan; Akılcılık, (rasyonalizm) bilimsel ve analitik mantık, milli sentez, eşitlik, hak-adalet, özgürlük, millet olarak topyekün kalkınma ve refahı tabana yayma bilinci sona erdi. Bunun yerine; Siyaset simsarlığı, misyon tacirliği, din tüccarlığı ve de özellikle, sulta patentli-dış güdümlü taklitçilik aldı yürüdü. Hürriyet, adalet, refah ve saadet yerine, ülkede dehşet, anarşi, terör, fakirlik-yoksulluk ve yolsuzluk türedi, yürüdü gitti...
Gerçekte bu; Aleni ve cebri gasp- resmi irtikap ve Atatürk’e-geleneğe ihanetin elim bir bedelidir. Diğer bir anlamda: Demokrat Partiye karşı işlenen insanlık ayıbı, hicap ve utanca rağmen, veraset irtikabı, istismar ve suiistimalin yüzsüzce-pişkince boyutudur. Aleni veya gizli, örtülü suiistimal sadece ve yalnızca belirli bir parti ve/veya zümreye ait değil, bilâkis geneldir. Bu neviden Demokrat Parti’nin siyasi malzeme olarak kullanılma süreci “büyük bir yüzsüzlükle” devam ettirildi, ettirilmektedir de...Bu örnek de onlardan sadece biri. Umarım; Yeni Genel Başkan “Süleyman Soylu” ile DP, bu makus talihi aşar ve kadim Demokrat Parti tekrar vücut bulur. Hayatiyet kazanır. Mukallitler aslına rücu eder. 46 ruhu, dava, misyon ve manâsı ruhlanır. Zira, bütün bu kalitesizlik, pişkinlik ve madrabazlığın çaresi (sağı ve solu değil) merkezde “Milli Siyaseti” ayağa kaldırmakla mümkündür.

Hiç yorum yok: