10 Temmuz 2008 Perşembe

ŞEHİTLER VE GERÇEKLER !...

ŞEHİT POLİSLERİ UĞURLARKEN ..
Mustafa Nevruz SINACI
09 Temmuz 2008 günü konsolosluk kapısında üç polisimiz alçakça şehit edildi. Ertesi gün cenaze merasiminde bu acı çok derinden yaşandı.
Şehit Polislerimiz ile terörle ilk tanıştığımız 60’lar ve anarşinin milâdı 68’den bu yana şehitlik mertebesine erip rahmeti rahmana kavuşan, vatan-millet-bayrak uğruna hak’a yürüyen hattâ, bankerzede, dövizzede, hortumzede kurbanlarından tutun, yozlaşmış idare ve basiretsiz hükümetlerin denetimsiz ‘rüşvet-iltimas ve yolsuzluk ürünü’ çürük yapılar altında, depreme yahut trafik canavarına kurban verdiğimiz veya maganda kurşunlarına hedef olarak ‘suçsuz, günahsız, masum ve müsemma’ aniden hayatını yitiren 500 bine yakın insan.
Bütün bu şehitlerimiz hakkı için milletin başı sağ olsun. Rahmete ve rahman, atıfet ve mağfiret onlar iledir. Artık söyleyecek sözümüz yok. Geride kalanlara sabırlar ve kolaylıklar dileriz. Zira Yüce Yaratıcı; gerçekten (!) şehitlik mertebesine ulaşanlar için “Siz, Onlara ölü demeyiniz. Onlar diridirler.” Âyeti kerimesi ile mekânların ve makamların en erişilmezini zaten vaat etmiş, müjdelemiştir. O, vaadinin sahibidir. Bize başkaca lâf düşmez.
BİZ GÖREV BAŞINDA ŞEHİT OLAN KAHRAMANLAR İÇİN;
“Kahramanlık ne yalnız bir yükseliş demektir, Ne de yıldızlar gibi parlayıp sönmektir. Ölmezliği düşünmek boşuna bir emektir; Çünkü Vatan, Millet ve Bayrak uğruna canını feda etmek ŞEHADETTİR !.. Kahramanlıksa düşmana mert’çe saldırıp bir daha geri dönmemektir. Sızlasa da gönüller düşenlerin yasından; “Hakkıdır Hak’a Tapan Milletinin Hürriyet” aşkı ve Türkiye Sevdası uğruna koşar adım gitmek gerek onların arkasından. Kahramanlık; içerek O şüheda tasından İleriye atılmak ve sonra dönmemektir...”
DİYEBİLİRİZ!... FAKAT BİZ:
“Kanları yerde kalmayacak!” diyemeyiz.
Çünkü bu kocaman bir yalandır ve hepsinin kanı yerde kalmıştır
ANCAK; Vazifelerini her ne şart altında olursa olsun; Damarlarında akan ‘Asil Kan’ gereği vazifelerini yüksek ruh, üstün özveri ve tam bir fazilet ve feragatle ifa ve icra eden, toplumun huzuru için canlarını seve-seve ortaya koyarak “Vatan, Millet, Bayrak, Hürriyet, Hak-Adalet ve Hukuk uğruna”(9 Temmuz 2008 günü İstanbul’da) mertebelerin en yücesine yükselerek şehit olan: Koruma görevlisi Polis Nedim ÇALIK; Trafik Polisi Mehmet SAÇAKLIOĞLU ve Trafik Polisi Erdal ÖZTAŞ’a Allahtan rahmet, kederli aileleri,”daha nice binlerce yiğit-kahraman Türk Polisi’nin’ Şehâdet Şerbeti içme pahasına namus, onur, şeref ve şânla vazife yaptıkları Polis Camiasına” yakınlarına ve tüm sevenlerine sabırlar diliyor; Adalet, Fazilet ve Hukukun ülkemizde hâkim ve devletimizin; Her türden suç örgütü, potansiyel suçlu; Özellikle (acilen) anarşist, terörist ve tedhişten ayıklayıp arındıracak;
DÖRT BAŞI MAMUR BİR HUKUK DEVLETİ” ne iblâğ olması (dönüşmesi) temennisiyle: Bundan böyle Yargı, Yasama ve Yürütme asli, hukuki ve zorunlu görevlerini yapsın diyerek: “Kaynağı her ne olursa olsun ve her nereden gelirse gelsin insanlık düşmanı “anarşi, terör ve tedhişi”, bilumum yandaş-yoldaş, sempatizan-partizan, yardım ve yataklık unsurlarını şiddetle kınıyor ve nefretle lânetliyoruz.
Ayrıca: Başta hükümet olmak üzere yargı-yasama dahil bütün Cumhuriyet Savcıları, Hâkimler, TSK-Jandarma, Polis ve MİT’i “sıkı bir işbirliği ve mutlak bir seferberlikle” ülkemizde hüküm süren tüm anarşi, terör, tedhiş, gasp-irtikap, yalan-talan, yolsuzluk-hırsızlık, rüşvet-iltimas, dolandırıcılık ve suç şebekelerini; Fail, zanlı ve müsebbipleri her kim olursa olsun, makam-mevkii, resmi-siyasi, sosyal statü ve titr’leri ne olursa olsun yakalanmalarını, “bağımsız-tarafsız” Türk Yargısının huzuruna çıkartılmalarını ve cezalandırılmaları suretiyle;
BÜYÜK TÜRK MİLLETİ VE AZİZ VATANDAŞLARIMIZIN;
Huzur, sükun, emniyet, adalet ahlakı ve güvenliğe kavuşturulmalarını istiyoruz. Aksi takdirde, milletin büyük fedakârlıkla verdiği vergilerden mahsup maaş, edinim, tahakkuk ve tahsisleri zehir-zıkkım ve haram olsun. ALLAH; vazifesini hakkıyla ve lâyıkıyla “en namuslu, onurlu, sorumlu ve dürüst” bir şekilde ifa ve icra etmeyenlerin tez zamanda BELASINI versin Amin.
***
ADALET ŞUURU VE
BİLİNÇLİ HUKUK DEVLETİ
Mustafa Nevruz SINACI
Ülkemizde artık var olmayan ve sadece kavram bağlamında dillendirilen adalet-hukuk, hukuk devleti bilinci-şuuru ile müesses-kurumsal düzeni koruma içgüdüsü yerine, gerçekten ilmi, medeni siyaset düzleminde geleneksel, insan için, insan odaklı ve halktan yana; Kadim Türk medeniyeti düşünerek Kızılay da dolaşırken elime bir kâğıt tutuşturdular. 6 Temmuz’da Abdi İpekçi parkında “Hukukuna sahip çık” diye bir mitingi varmış. Davet edildik. Kâğıtta “Demokratik toplumların vazgeçilmezi olan hukuk sistemi bu kadar ayaklar altına alınamaz!” yazıyordu.
Ofise doğru yürürken aklıma merhum Reşit Ülker geldi. Hani, Tarhan Erdem’in; “Elli yıldan fazla süredir son günlerine kadar, her gün, her an 'siyasal yaşayan' bir halk adamını kaybettik” (25 Mart 2003) dediği Reşit Ülker. Tarhan şöyle devam ediyordu: “1950 öncesinde Kadıköy Halkevi’nde başlayan siyasi ve sosyal hayatında, CHP İstanbul örgütünün hemen her kademesinde yönetim kurulu üyeliği, ilçe başkanlığı, 1961-1971 arasında dört dönem, 12 Eylül'den sonra da iki dönem millet vekilliği yaptı. 1991'den ölümüne kadar da sanki yakın gelecekte yine aday olup seçimlere katılacak gibi siyaset ve günceli izledi. Bu 84 yaşındaki dostum, son karşılaşmamızda, yeni bir kanunu Meclis'e iade etmesi için Cumhurbaşkanı' na yazdığı mektubu göstermişti bana. Cevap alabildi mi? Bunun önemi yok, cevap almış olsun- olmasın o, durumu Cumhurbaşkanı'nın siyasal bir tercihi olarak önemseyerek yorumlamıştır.
"BİR BAŞKA HATIRLATMA:
1966 yılı 12 Aralık günü Bülent Ecevit, Erzurum’da Doğu Sinemasında halka hitaben seçim konuşması yapmaktadır. Bir ara Atatürk Üniversitesi öğrencileri Ecevit' e bir soru not’u iletip Atatürk'ün Bursa Nutku konusundaki düşüncelerini öğrenmek isterler. Dönem itibarıyla öğrenci kuruluşlarının çeşitli toplantılarında, Atatürk' ün Bursa nutku ile “Türk Milleti’nin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde mutlaka ezilmelidir” emrinin okunması iktidar partisi organlarında rahatsızlık yaratmış ve bir kampanya açılmasına neden olmuştur. Kampanya kapsamında iktidar (AP); Bursa nutkunun, ana muhalefet (CHP) ise, komünizm aleyhtarı söylemin Atatürk' e ait olmadığını ileri sürmekte, şiddetle ret ve inkâr etmekte, yalanlanmakta ve iddiayı doğrulayacak sözde belgeler ortaya atmaktadırlar.
Bu nedenle olsa gerek Ecevit, öğrencilerin sadece Bursa nutku sorusuna şöyle cevap verir: "Atatürk Türk Devleti yıkılmak üzere iken, (bu devletin ordusu, polisi, jandarması var, benim neme gerek) deyip İstanbul'da bir köşeye çekilmemiş, 19 Mayıs 1919 günü Anadolu’ya çıkıp Türk Kurtuluş Savaşını açmıştır. Bunu yapan insan, Bursa nutkunu da söyleyebilecek insandır." Cevap ayakta alkışlanır. (14 Aralık 1966, Milliyet)
Diğer taraftan: Bursa nutku için ‘muhayyel bir anarşi fetvası’ diyen zamanın Baş Bakanı Süleyman Demirel Atatürkçü ve devrimci çevrelerden gelen tepki üzerine 27.11.1966 günü iktidar partisinin Büyük Kongresinde, Atatürk'ün Bursa nutkunu "karışıklıklara yol gösteren devlet anlayışını, kanun hakimiyetini, asayiş ve inzibat fikrinin yıkılmasını tavsiye eden" ve "Atatürk'e nispeti son derece şüpheli" bir nutuk olarak nitelemiş ve Atatürk'e ait olduğunun ispatını istemişti." O dönemde bunu, belge-bilgi ve dayanaklarıyla ispat eden ve kitabını yazan günün İstanbul Milletvekili Reşit Ülker’di. (Atatürk'ün Bursa Nutku-R. Ülker)
Ancak O, “Türk Milleti’nin en büyük düşmanı komünistliktir. Her görüldüğü yerde mutlaka ezilmelidir” sözünün ‘sahte’ olduğuna dair muhaliflerin ispat çabalarına katılmadı. Orijinal yazı kriminoloji laboratuarlarından sağlam raporunu alınca en çok sevinen de O oldu.
NETİCE: 2003 yılı Mart ayında ben DP’nin İdari İşler ve Hukuk’tan sorumlu Genel Başkan Yardımcısı idim. Merhum Reşit Ülker de birlikte çalıştığımız GİK üyesi. İktidar ve hükümetle ilgili hayati konular ve davalar üzerine yoğunlaşmıştık. (Vefat ettiği tarih olan) 25 Mart 2003 günü öğleden sonra odama geldi.
Reşit Ülker’le, haftalardır üzerinde çalıştığımız dava dosyaları ve dilekçe metinlerini karşılaştırdık. İkindiye doğru işimiz bitti. Bütün dosyaları onaylamış ve son noktayı koyduk.
Müsaade alıp çıkarken çok masum ve mahzun bir eda ve manidar bir veda babında şunları söyledi: “Bugüne kadar ben Türkiye’nin en iyi siyaset bilimcisi ve hukukçusu idim, bundan böyle ‘bu ehliyet ve liyakate lâyık ve mazhar olan’ sensin. Kutlarım. Amma ne var ki, artık ülkemizde adalet, hak ve hukuk kalmadı. Allah sana kolaylık versin ve yardımcın olsun inşallah” dedi ve gitti. Allah rahmet eylesin nur ve huzur içinde yatsın.
ŞİMDİ, EY TUNCAY ÖZKAN VE SEVGİLİ HALKIM!..
Önce, müesses nizam (kurulu düzen) içinde her ne pahasına olursa olsun “mutlak surette” hak, hukuk ve adaleti hâkim kılmak; Anayasa’nın amir hükmü olan “kuvvetler ayrılığı” prensibi gereği politikadan ari; vicdanı hür, ilmi hür, irfanı hür, AB-D ye karşı tam anlamıyla özgür; namuslu, dürüst, ilkeli-onurlu ve sorumlu;
Varlığını ‘temiz toplum-saydam devlet-adaletli, namuslu-dürüst, demokrat hükümet’ ilkesine adamış Yargıçlar, Savcılar, Ordu-TSK, Polis ve Milli İstihbarat Teşkilâtı’nın:
Bağımsız ve tarafsız yargı erk’i önderliğinde hukukun üstünlüğü ve tam egemenliğinin sağlanarak “dört başı mamur demokrasi ve HUKUK DEVLETİ’nin hayata geçirilmesini;
Milletin tek hedefi, amacı, ideali ve Atatürk’ün gösterdiği yol olan “ülke ve halkımızı muasır medeniyet seviyesinin üstüne çıkartma” görev, dava ve misyonu uğruna devletimizin bütün hırsız, yolsuz, suç ve suçlulardan arındırılmasını, temizlenmesini;
Hükümetlerin halka hesap vermesini ve milletle yüzleşmesini,
Yasama, yürütme ve Yargı unsurlarının vicdan muhasebesi ve özeleştiri yapmasını;
Hak, adalet, hukuk ve hükümet cihazının düştüğü yerden kaldırılmasını;
27 Mayıs’tan başlamak şartıyla aynen Yunanistan, İtalya ve İspanya’da olduğu gibi bütün kalkışma, darbe ve muhtıra zanlıları, fail ve zanlılarının adaletle muhakeme edilerek, milletin gözü önünde “bağımsız ve tarafsız” (*) mahkemelerde yargılanmasını,
Hâkim ve Savcıların fiili vazife, millet-vekillerinin kürsü masuniyeti hariç (insanlık, ahlak, adalet-hak ve hukuk dışı) bilumum dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazların derhal kaldırılmasını; Memurin muhakemat yasası, soruşturma amaçlı izin irsali, bazı yerli ve yabancılar için düzenlenen ve hukuki eşitlik karinesine aykırılık arz eden her türlü muafiyet, istisna-ayrıcalık ve imtiyazların ilga edilerek “geçmiş ve geleceği şamil” kaldırılmasını;
Anayasa'nın amir hükmü EŞİTLİK” ilkesinin yukarda bahse konu aykırılık, ayrıcalık ve bütün istisnalardan arındırılarak, “Cumhurbaşkanından dağdaki çobana kadar” tam, adil ve mükemmel bir surette rehabilite edilerek hayata geçirilmesini; Cumhurbaşkanı dâhil bütün atanmış ve seçilmişlerin “millete vekâleten hizmetle memur-vekil ve mükellef olduklarının” bilinmesini bu insani kuram ve kuralın fiilen yaşama geçirilmesini, mevcut yasa ve uygulamalarda “İnsanlık ve yurttaşlık hak-hukuk, eşitlik ilkesi ve adalet ahlakına aykırı” her ne varsa, tamamının ayıklanıp temizlenmesini;
İSTEYELİM !...
Şimdi tam zamanıdır. Ortak akıl, demokrasi, hak-adalet kanun ve hukuk budur. Sizin deyiminizle “istencemiz” bu olsun. "Hayatta, en hakiki mürşit (yol gösterici) ilim'dir, fen'dir." (Atatürk) “Artık, ilim'le amel etmek, bilim, edep-ahlak, hak-adalet, hukuk ve demokrasiyi "tam dürüstlük ve namuskârlıkla" yaşamak zamanıdır. Zira demokrasi "doğrusal yönde bir disiplin; Bilinçli, onurlu-sorumlu yaşam biçimi; Cumhuriyetse, büyük önder’in dediği gibi “Ancak bir erdemlilik ve fazilet rejimidir"
(*) Yargının bağımsızlık ve tarafsızlığı:
Yargı hak-adalet ve hukuktan yana taraf; Diğer bütün kuvvetler, fikir akımları, rejimler, ideolojiler, baskı grupları, kişiler-kesimler ile dâhili ve harici bedhahlardan yana ari (arınmış) ve TARAFSIZDIR. Objektif tanım budur. En doğru deyimle yargı=kamu vicdanı; Türk kamu vicdanı ise: Atatürk ve Türk inkılâbıdır.

Hiç yorum yok: