25 Kasım 2009 Çarşamba

KKTC
SEMPOZYUMU HAKKINDA
Mustafa Nevruz SINACI
Bizim de bir bildiri ile temsil olunduğumuz “KKTC’ni Koruma Derneği”nce hazırlanıp, düzenlenen “KKTC’nin Statüsü Sempozyumu” 15 Kasım 2009 günü, çok başarılı bir organizasyon, katılım ve yönetim bakımından fevkalâde bir şekilde tamamlandı.
Ben, kısmen de olsa devem eden rahatsızlığım nedeniyle katılamadım.
Bundan dolayı elbette çok üzgünüm ve çok şey kaybettiğimin farkındayım.
Fakat Dernek yetkilileri gönderdiğim “bildiri”mi sunmak nezaketini gösterdiler.
Minnettar ve müteşekkirim.
Başta “Milli Dava Kıbrıs” olmak üzere; “Sivil İnisiyatif” yani, HALK tarafından “KKTC’nin hukuki statüsü ve geleceği” yönünden belirleyici bir irade ve kararlılığın ortaya konduğu bu toplantı, her türlü takdirin üstündedir. Bu aksiyonla büyük bir başarı ve güçlü bir iradeye imza atılmıştır. Böylece, yıllardır süregelen oyunlar bozulmuş ve gerçekten, kanının son damlasına kadar Türk, Kıbrıslı kardeşlerimizin sesi-soluğu, yiğitçe haykırışı duyulmuştur.
Umarım artık, eli kanlı, insanlıktan nasipsiz, mertlikten aciz, kahpe, sinsi ve kurnaz ‘AB, Rum-Yunan’ ikilisi ‘birleşik Kıbrıs’, ‘iki toplum tek devlet, kalıcı barış’ gibi Kazıklı Voyvoda (vampir) tuzakları, iğrenç yalan ve mürai teranelerini seslendirmeye cüret ve cesaret edemeyeceklerdir. Bunun daha bir kalleşçesi var. Sanki ortada bir sorun yaşanıyormuşçasına bu teraneleri üç maymunlar misali ‘hayâsızca’ tekrarlayıp duran dâhili bedhahlar.
CEMİL ÇİÇEK’İN REST’İ:
KKTC’nin 26. kuruluş yıldönümü töreninde Devlet Bakanı ve Başbakan Yardımcısı Cemil Çiçek, “Kıbrıs meselesini Türkiye'nin AB politikasının önüne koyarak, eğer birileri 'Ya (KKTC) Kıbrıs ya AB' diye düşünüyorlarsa Türkiye'nin tercihi, sonsuza kadar Kıbrıs Türk’ünün yanında olacaktır. Bunu herkes iyi anlamalıdır” diye rest çekerek hükümet görüşünü açıklaması, Türkiye açısından yerinde, olumlu ve sevindiricidir.
Bu, TC devleti ve RTE (AKP) hükümeti adına “çok net bir taahhüt” ve “mutlak surette bağlayıcı” bir açıklamadır. İşbu taahhüt aksine, AB, GKRY Rumları veya Yunanistan lehine, ada Türkleri (KKTC) aleyhine bir adım atılması, eylem, söylem vaat veya (açık-gizli) taahhüt eğilimine girilmesi; Cemil Çiçek’in mensup olduğu parti ve hükümetin iki yüzlü, hain ve dış patentli olduğu anlamına gelir.
VELEV Kİ!
Böyle bir emelin şu an için dahi varlığı AKP meşruiyetini ilgaya kâfidir.
Cumhurbaşkanı Mehmet Ali Talat, ise "Kıbrıs'ta çözüm, bizim insanlığa yapabileceğimiz en büyük katkıdır", "Kıbrıs Türk halkı, bu güzel adayı sizinle paylaşmaya hazırdır. Gelin, çözüm çabalarımıza siz de katkı koyun; güzel adamızın bir dostluk ve işbirliği adası olmasını engellemeyin" tarzında konuşması,.utanç ve hicap verici.
Bu sözler ancak bir işbirlikçiye yakışır. Yazık, çok yazık!..
RUM KÜSTAHLIĞI VE SÜNEPELİK!..
İkiyüzlü, kalleş ve kahpe Yunanlı, bir yandan Akritas plânı ve Megale idea’yı dayatır, diğer taraftan, büyük Yunanistan hayallerini İyonya (Anadolu) üzerine kurar, bunu ders kitaplarına yazar ve (kendince mert ve cesur) küstah bir tavırla açıklarken;
“Kıbrıs Türk’ün Milli davasıdır. Taksim ihanet, ortaklık felâkettir..Kıbrıs’ın tamamı Türk olmak ve Türk kalmak zorundadır. Kıbrıs Türk’ün kan hakkı, can hakkıdır, şüheda emanetidir. Stratejik olarak Anadolu’nun “KİLİTTAŞI” dır.
Büyük ATA; Mustafa Kemal Atatürk, başta Kıbrıs olmak üzere Ege’de 12 Ada’lar ve Selanik dâhil Batı Trakya’nın alınmasını vasiyet etmiştir. Bu vasiyet mutlaka yerine getirilecektir..”
Diyecek kadar mert ve TÜRK bir siyasetçimiz yok mu?
Türk’e Talat gibi konuşmak düşmez, Çiçek’te sözünün eri olmaya mecburdur.
Neyse ki, aşağıda arz edeceğim “Kapanış Bildirisi’ni” okuyunca biraz ferahlayacak, ama yine de, ‘bizi resmen temsil edenler yönünden” bu kaygı, menfi kanaat ve geleceğe dair derin endişeyi paylaşacaksınız. İşte buyurun:

“KKTC’NİN GELECEĞİ VE

STATÜSÜ SEMPOZYUMU”
KAPANIŞ BİLDİRGESİ
Toprak birliğine, egemenliğe, demokratik bir işleyişe ve kurumları oturmuş (yerleşik) bir siyasi yapılaşmaya sahip ve kendi kaderini belirleme hakkı bulunan bir “Halk” oldukları, en son 2004 Annan Planı’nda uluslararası hukuk kurallarına uygun olarak bir kez daha tescil edilen Kıbrıslı Türklerin, 15 Kasım 1983 yılında kurdukları “Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti” (BM Anayasası, uluslar arası antlaşmalar ’Londra, Zürich, Garanti’ ve sözleşmeler ile Hukuk-u düvel ‘evrensel hukuk’ gereği, dört başı mamur ve noksanlıktan münezzeh) yasal statüde bir devlettir.
Cumhurbaşkanı Sayın M. A. Talat’ın açılış konuşmasında “Yeminime sadığım, asla teslim olmayacağım” vurgusu ile dile getirdiği “Müzakerelerin hedefi KKTC’yi kurmak değildir. KKTC bir gerçektir” sözleri, tanınma stratejisinin artık seçeneksiz tek gerçek olduğunu göstermektedir.
Bağımsızlıklarını iki kez ilan eden Kosova Arnavutlarının, soğuk savaş sonrasında dünya siyasi konjonktüründe oluşan değişimi kullanarak üçüncü kez ilan ettikleri Cumhuriyetleri, aksi yöndeki bir BM Güvenlik Konseyi kararına rağmen BM Güvenlik Konseyi’nin daimi üyelerinin de dâhil olduğu altmış beş ülke tarafından tanınmıştır.
(KKTC’nin uluslar arası camiada tanınması önünde de hiçbir engel yoktur)
KKTC’yi Koruma Derneği’nin düzenlediği;
“KKTC’nin Statüsü” konulu sempozyumun katılımcıları ve sempozyum organize komitesi, Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin varlığını deklare etmenin ikinci aşaması olan tanınma stratejisinin ertelenmeksizin yürürlüğe sokulması gerektiği kararını almıştır.
(Bu vecibe; Ana Vatan Türkiye Cumhuriyeti ve meşru Türk hükümeti ile özgür iradeye sahip bütün Türk-İslâm ülkeleri için kaçınılmaz bir görev ve mutlak bir vazifedir. İçinde bulunduğumuz dönem itibarıyla Türkiye’nin, geçici de olsa “BM Güvenlik Konseyi üyesi” olması tarihi bir fırsattır.
Bu fırsat çok iyi kullanılmak ve değerlendirilmek zorundadır.)
Bu anlamda, Cumhurbaşkanı Talat ve Rum lider Hristofyas tarafından sürdürülen görüşmelerin tamamlanması sonrasında “KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ” nin tanıtılması ve Birleşmiş Milletlere üye bağımsız bir ülke statüsünde varlığını devam ettirmesi çalışmalarının başlatılmasını hedefleyen “KUZEY KIBRIS TÜRK CUMHURİYETİ’NİN TANITILMASI” dönemine girilmesi, “KKTC’nin STATÜSÜ” sempozyumu’nun “Kapanış Bildirgesi” olarak kararlaştırılmış ve bu fikir birliğinin;
Dünya, Türkiye ve KIBRIS TÜRK HALKI’NA duyurulması kararı alınmıştır.”
İşte mesele budur.
Hayırlı olsun.
“EBED-MÜDDET” Başarılar diliyor;
Bildiriye bütün kalbimizle katılıyor,
Ve “KKTC’Nİ KORUMA DERNEĞİ” Sayın Başkan ve üyeleri ile Sempozyuma katılarak “bu istikamette karar ve kanaat beyan eden” değerli kanaat önderlerimizi yürekten kutluyorum.
KURUMSAL GASP VE KUL HAKKI
Mustafa Nevruz SINACI
Türkiye Cumhuriyeti, tarihi boyunca hiç görülmemiş uygulamalarla sarsılmakta!..
Katmerli vergiler, haraç mesabesinde harçlar ve hukuk dışı KDV+ÖTV vurgunu, .
Kaynağında vergilendirilmiş kazançtan, müteakip temlik-edinim, alım ve tasarruflarda “tekrar-tekrar” ve defalarca vergi almak. Bu suretle vatandaşa zulmetmek, alenen ve resen haksızlık ve yolsuzluk suçunu hükümet olarak fiilen işlemek… Kamu kurum ve kuruşları, ile bağlı iştirak, işletme ve “her ne kadar özel teşebbüs olsalar bile” resmen devletle ilişkili teşebbüslerde, ayniyle vaki usul, esas, tarh-tahsil ve uygulamalara engel olmamak!...
Bilâkis, hiçbir hukuki, anayasal, evrensel ve insani gerekçesi, her hangi bir gerçekçi, akılcı, makul-mantıklı dayanağı olmayan bu antidemokratik edinim, uygulama, haksız tahsilât ve tasarrufları “kanun” çıkartmak suretiyle korumak, kalıcı kılmak ve sözde yasallaştırmak!..
KAMU ADINA HAKSIZ EDİNİM VE CÜRÜM
Kamu finansmanı amacıyla halktan “çok ağır” vergi tarh, takip ve tahsilâtına rağmen; Hukuk-ahlâk, mantık-mantalite olarak “% 100 kamu hizmetin mütemmim (tamamlayıcı-bütünleyici) unsurlarından; bedel, ücret, aidat, bağış, fon, katkı payı, özel idare hissesi, salma, harç-haraç, sabit ücret, seyyar ücret, döner sermaye gibi, rızaya aykırı ve mesnetten yoksun, spekülâtif “cebri tahsilâtlar yapılması” insan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka aykırıdır.
Üstüne üstlük; Devlette istatistik işleri, sabit ücretliye zam kriterleri, eşit işe, eşit ücret, müktesep hakkın korunması gibi, adaletsizlik ve eşitsizliğin derin uçurumlar yaratığı “temel insan haklarına” aymazca ve pervasızca riayetsizlik had safhadadır.
En vahim olan tasarruf, alçakça, acımasızca ve zalimane hak gasp’ı ise:
Elektrik (aydınlanma), Su, Doğalgaz (ısınma), Benzin-Mazot (üretim-ulaşım), Telefon (haberleşme), Konut-Kira (barınma), Eğitim ve Gıda (beslenme) gibi; En başta YAŞAM’ın, sonra da sanayi, tarım, ticaret-ziraat, zanâat-iktisat ve sair bütün toplumsal sürecin TEMEL GİRDİLERİ, hayati unsurları ve vazgeçilmezleri olan mal ve hizmetlerde;
Haksız vergi (KDV-ÖTV), fahiş kâr uygulamaları!...
Artı: Vatandaş aleyhine “maliyet arttırıcı” edinim-iktisap ve tasarruflar!..
Araya özel şirket ve ortaklıklar konulması gibi aleni ihanet ve hainlikler…
Başvuru, sınav, kayıt, talep, takip, tahsis ücretleri..,
Bu, her köşeye bir Deli Dumrul dikmek ve köşe başlarını haramilerle tutmaktır!..
Ve nihayet:
Maliyetine arzı zorunlu kamu hizmetinden kâr gözetmek suretiyle; “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” zihniyetini güdenler ile “vatandaş koyun, devlet dediğin bir oyun, geleni soyun, gideni soyun” anlayışını, kendilerine şiar edine hırs, ihtiras ve kapris ehli kene, domuz taifesini tatmin vasıtasına dönüştürmektir.. Ki, bu ağır bir küfür ve insanlık suçudur…
BÖYLE BAŞLAMIŞTI!..
1970’lerde Süleyman Demirel “Finansman Kanunları” namıyla adı ilk kez duyulan akıl, mantık, ahlâk ve hukuk dışı vergiler, yasa zoruyla gasp ve cebri harç kanunları için harekete geçtiği zaman, yer yerinden oynamış ve kıyametler kopmuştu. AP depremler yaşadı. 72’ler harekâtı patladı, 41’lerle büyük sarsıntılar yaşandı. AP bölündü ve mâkus talih sürecine girdi. DP kuruldu. Merkez parçalandı. İktisadi deprem, siyasi krizlerle derinleşti, depreşti ve şimdilerde iyiden iyiye kronikleşti.
Şimdi Türkiye Cumhuriyeti Devleti öyle bir hale geldi ki;
- Hak, adalet ve hukuk anlamını, mutlak etki ve belirleyici gücünü yitirdi.
- Elli yıldır hükümetlerin hâkimiyet (adaletle yönetim) ilkesi eridi ve yok oldu.
- Ülkemiz dâhili ve harici bedhahlar tarafından; Resmi-gayri resmi, açık-gizli/örtülü;
İktisadi, siyasi, sağlık, sosyal, kültürel.., Hasılı her yol ve yöntemle soyuluyor, sömürülüyor, vakıa soygun ve vurgun günden güne büyüyor. Dahası ülkemizin değerleri, eserleri ve son yıllarda her türden hayvanları kaçırılıyor. En az insanlarımız, sevgili ve değerli halkımız kadar, Allah’ın bir lütuf ve emaneti olan hayvanlarımızda baskı, tehdit, zülüm, işkence ve tehlikeye maruz bulunmaktadır!..
“Ülkemizden CONI ler, KONI ler eliyle yurt dışına, Kedi’ler, Köpek’ler ve her türden çeşit, çeşit hayvanlarımız kaçırılıyor. İşin garibi dernekler ‘ülkemizin kedi-kopek ve hayvanlarını kurtarın’ diye bunların ülkelerine yalvarmakta; bu katil Coniler ve Koniler ise ülkemizi “BARBAR MILLET” ve “PIÇ’LER” diye ifade edecek kadar alçalmakta ve yurt dışında en iğrenç biçim ve iftiralarla ülkemizin protestolara maruz kalmasına neden olmaktadırlar. Hükümetin çıkarttığı Hayvanları Koruma Yasası ve mevzuatı işlememektedir. Yönetimler ve yöneticiler şu anda, değil öz yurttaşlarını, ülkenin hayvanlarını bile korumaktan acizdir. Hatta bunlardan bazıları hayvanlarımızı dışarıya peşkeş çeken kaçakçılarla birlikte olmakta ve onlarla düşünce ve eylem birliği içinde müşterek çalışabilmektedir.” (H.Ş,, Hayvan Hakları Savunucusu)
"UMUT TACİRLİĞİNİN KAMU ELİYLE UTANÇ VERİCİ TEZAHÜRÜ"
İşte güncel Belge: TMMOB Yönetim Kurulu Başkanı Mehmet Soğancı’dan,
“Halk Bankası Krizi Fırsata Çevirdi:
Ülkemiz, son iki yılda 3,5 puan artan işsizlik oranıyla, işsizliğin en hızlı arttığı 54 ülke içinde 11‘inci sırada. Resmi rakamlarla % 13.4 olan işsizlik oranı, iş bulma umudunu yitirdiği için iş aramayanlar da hesaba katılınca yüzde 20‘lere ulaşmakta. Odamız araştırmalarına göre son 2 yılda her 4 mühendisten biri işini kaybetmiştir. Yaşadığımız işsizlik gerçeği bu derece yakıcı iken bir kamu bankası olan Halk Bankasının 2500 kişi için açtığı sınavda kişi başına 50 TL alması, ülkemizde insan hak ve özgürlüklerini hiçe sayan umut tacirliğinin kamuya kadar sıçramış, son derece düşündürücü bir tezahürüdür. Halk Bankasının işsizlerin iş umudundan ticari kazanç sağlamaya dönük uygulaması insan hakları ve onuru açısından kabul edilemez..

Banka’nın 21 Kasım 2009 günü Türkiye’nin 17 il ve bölgesinde yapacağını duyurduğu sınavda “masraf” adıyla kişi başına 50 TL tahsil etmesi, bu parayı yatırmayı sınava giriş ön koşulu olarak belirlemesi ve her sınavdan 50 TL alması ülkemizde "sosyal devlet anlayışının", vatandaş-kamu ilişkisinin, insan hak, özgürlük ve onurunun ne denli ayaklar altına alınmış olduğunun son canlı örneğini teşkil etmektedir.
Anayasanın 49. maddesinde de belirtildiği gibi çalışmak herkesin hakkı ve ödevidir.
Ülkemizde bu hakkını kullanamayan ve talep edemeyen 5 milyona yakın işsiz yaşamaktadır. Bunlara işsizlik sigortası uygulaması son derece sınırlı sürede ve asgari ücret seviyesinde yapılırken, işsiz insana iş sağlama sorumluluğunu taşıyan bir devlet kurumu, istihdam yaratırken oluştuğunu iddia ettiği maliyeti işsizlere yüklemeye çalışmaktadır.
Kaldı ki; bu bir istihdam sınavıdır. Kendi kurumsallığını devam ettirmek için eleman seçen bir kurum ortaya çıkan tüm sınav maliyetini yüklenmek zorundadır. Oysa Halk Bankası 2500 kişilik kadro için binlerce başvuru almış ve işsizlerden topladığı 50 TL‘lerle (basına yansıyan bilgiye) göre 18 Kasım itibarıyla 17 milyon TL‘lik bir fon oluşturmuştur. Diğer yandan; kamu kurumu olan Banka bu sınavda KPSS sonuçlarından yararlanmamaktadır. İşsiz insanlarımız her yıl KPSS sınavlarına girerek istenen harç ve masrafları yapmalarına karşın neden KPSS sonuçlarından yararlanma yoluna gidilmemektedir? Bu tutumuyla kamunun, işsiz, aç insanların son paralarını alarak, onları doldurduğu gemilerde deniz ortasında terk eden, insanlık suçu işleyen umut tacirlerinden bir farkı var mıdır?
İşsizliğin kıskacında, borçlarıyla, açlıkla ve umutsuzlukla boğuşan genç insanlarımıza bu onur kırıcı muameleyi reva gören bir devlet anlayışı olabilir mi? Ayrıca aynı yeteneklere sahip ancak bu sınava verecek 50 lirası olmayan bir gençle, parası olan gencin eşit koşullarda yarışamadığı bir ortamda kamu adaleti ne kadar sağlanmış demektir? Birçok üyemizin de başvurduğu ve bu uygulama karşısında tepkilerini meslek odalarına ilettikleri bu uygulamanın hemen durdurulmasını, toplanan paraların ivedilikle iadesini ve böylesi bir durumun bir daha yaşanmamasını istiyor, gereği için tüm yetkililere ve kamuoyuna duyuruyoruz.”

Hiç yorum yok: