16 Aralık 2009 Çarşamba

İNSAN HAKLARI VE ADALET AHLAKI
Mustafa Nevruz SINACI
On Aralık tarihi, 1948’den beri “İnsan Hakları Günü” olarak kutlanmakta.
60 yıldır tüm dünyada ‘yalancıktan’ törenler yapılıyor, nutuklar atılıyor ve hatta bir süredir Orhan Pamuk(yan) nam ajan provokatör ile Barak Huseyin Obama gibi savaş ilâhlarına siyaseten edebiyat yahut “barış ödülü” (!) bile verilebiliyor!..
Hayret ki, ne hayret… Dünya ne hale geldi bakınız!...
Örneğin bizde; sadece 1983 yılından bu güne:
Beyan ve kayıtlara göre Kürt kimliği ile maruf çoluk-çocuk, kadın-erkek, genç-ihtiyar, kundaktaki bebek dâhil 7’den 70’e yaklaşık 36 bin civarında vatandaşımız ile Türk, Laz, Arnavut, Boşnak ve sair asli unsurdan 4-5 bin kişi olmak üzere 40 binden fazla insanımızı “Kürt olduğu yalanını söyleyenler” katletti!
Sivil halka “Kürt olduğunu söyleyenler” bombayla saldırdı!
Türk askerine “Kürt olduğunu söyleyenler” pusu kurdu!
“Kürt Sorunu” ve “AÇILIM” diyenler, devletin başına belâ oldular.
Oysa bizim, et ve kemik gibi “TC” idealinde vücut bulduğumuz komşumuz, iyi ve kötü gün dostumuz, yol ve kader arkadaşımız, yakın akrabamız, gönülden sevgi ve saygı ile bağlı olduğumuz; “Türk soyunun en asil boylarından birinin mensubu” Kürt’ler; Bu mütecaviz, müteharrik, terör ve tedhiş ile malul varlıkları asla “Kürt” kabul etmiyor!..
Onlara Ermeni, Rum-Yunan döl’ü, dönme ve devşirme diyorlar.
Nitekim iddialarında samimi ve doğru olsalar bile, bu Kürtler (!) insan değildir.
Olsa, olsa İnsan biçimine bürünmüş canavarlardır!
Tıpkı Aborjinlerin, Avrupalıları “mute” (mutasyona uğramış varlıklar) olarak nitelemeleri gibi bir şey. Yani mutasyona uğramış, kimlik, kişilik ve insani değerlerini yitirmiş, yaratık ve haymatlos sınırına dayanmış Kürt’ler…
Evet, BM tarafından 2009 yılı ana teması “ayrımcılık” olarak belirlenen “Dünya İnsan Hakları Günü” nü, biz Türkiye de böyle idrak etmekteyiz…
Ne acı ve üzücü değil mi?.. Aslında BM Evrensel Beyannamesi’ni dikkatle incelerseniz, ayrımcılık adlı nifak tohumlarının onunla ekildiğini; Yenidünya düzeni, AB, globalleşme ve küreselleşme ile biçildiğini, ibret ve dehşetle görürsünüz.
Hem de sözde, ‘bilgi çağı’nda insanlık; devasa (ısınma, iklim değişikliği, açlık-yokluk, yoksulluk-yolsuzluk, ekonomik kriz, soygun-vurgun, yalan-talan, terör-tedhiş vs. gibi) boyutlarda küresel ve kronik sorunlarla kuşatılıyor, kötülük ve sömürünün ablukası altına alınıyor. Kısaca insanlık “insanlık dışı” bir muameleye maruz kalıyor.
Bu durum: 1215’de İngiltere Kralına kabul ettirilen Magna Karta; Amerikan Bağımsızlık Bildirgesi; Sözde özgürlük-eşitlik ve kardeşlik sembolü, 1789 Fransız İhtilâli "İnsan Hakları Bildirgesi" ve bu alanda en temel belge kabul edilen 10 Aralık 1948 tarihli ‘İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’ne aykırıdır.
Çok açık ve net bir anlatımla; Dünyada, insan haklarının teminatı adalet ahlâkı, hukuk ve hak kalmamış, adeta keellem yekün ilga edilmiş gibidir!..
Adalet ahlâkının olmadığı yerde, hukukun üstünlüğünden de bahsedilemez...
Dolayısıyla: Öncelikle “İnsan, insanlık, hak-adalet, hukuk, yasa ve demokrasi” kavramlarının kamu vicdanında sorgulanması ve yargılanması zorunlu hale gelmiştir.
Örnek-1, Genel olarak insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk gibi, medeni boyut, norm yaşam ve davranış biçimleri alanında, (doğrudan yaşam, derin deneysel analiz ve tecrübi metot dediğimiz) toplumsal sentezler ve yoğun “bilinç” çalışmaları yapan (Bilinç Üniversitesi kurucusu) Galip Baran: "T.C.’ni Değiştirme ve Dönüştürme" başlıklı yazımı okuduktan sonra şöyle diyor: “Bu konuda düşüncem: Türkiye'yi bir “diğerkâmlar Cumhuriyeti” yapmaktır. Önerim, uygulamada geliştirilmiş "Diğerkâmlık Andı" üzerinde fiilen ve fikren çalışmak ve and’ı hayata geçirmektir. Eğer, bunu başarabilirsek her türlü iç ve dış problemle baş edebilmek kolaylaşacak, adalet sorun olmaktan çıkacak, hukuk kurumsal ve evrensel kimliğine kavuşacak, bu kadar polise, savcıya, hâkime ve büyük bir orduya asla gerek kalmayacaktır. Ne mutlu diğerkâm olabilene...” diyor, Galip Baran…
Örnek-2, Yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi strateji planında, yolsuzluğu ihbar edenlerin korumaya alınması, okullara dürüstlük dersi konulması maddeleri var.
BM başta olmak üzere uluslararası kuruluşların yolsuzluk listelerinin başında yer alan Türkiye'nin durumunu düzeltmek için harekete geçen hükümet, AB istekleri arasında yer alan "yolsuzlukla mücadelenin güçlendirilmesi strateji planı" hazırladı.
2010'da yürürlüğe girecek stratejik plânda “dürüstlük dersi” ile ilgili bölüm:
“….MEB müfredatında dürüstlük konusuna yer verilecek. Yolsuzlukla mücadele ve temiz toplum temasını içeren projeler teşvik edilecek. (Sabah, 10 Aralık 2009)
Oysa yukarda sözü edilen “diğerkâmlık andı” sorunu çözmek için yetelidir.
Örnek-3, ABD Başkanı Obama, Norveç'in başkenti Oslo'da düzenlenen törenle bu yılın Nobel barış ödülünü aldı. Ödül’e lâyık görülmesi dünyada şaşkınlık yaratan Obama bu vesile ile yaptığı konuşmada:
"Eylemlerimiz tarihin yönünü adalete çevirebilir"
“Uluslararası hukuku çiğneyen ülkeler karşısında ‘gerçek bir bedel ödetecek’ yaptırımlar uygulanmalı, ‘güç kullanılmalı’ ve daha sert önlemler alınmalıdır”
“Önce nükleer silahların yayılmasının önlenmesi, dünyanın nükleer silâhlardan arındırılması ve iklim değişikliğiyle mücadele yolunda çaba harcanması zorunludur” gibi “akil adam’lara” mahsus bir öngörü, basiret ve ağırlıkla, gidişat ve konjonktürün zorunlu kıldığı “acil ve güncel” konulardan söz etti.
Yani silâhsızlanma, adalet, hukuk, demokrasi ve barış…
Bütün dünyanın ve insanlık âleminin acil ihtiyacı…
Doğrusu çok akıllıca..
Amma lâkin ABD’nin işgal stratejilerini çağrıştırmakta!...
Bura rağmen Obama “Nobel Barış ödülü” nü aldı!..
Önemli ve zorunlu bir hatırlatma:
“Alfred Nobel, ‘barış ödülünün’ insanlar arasında dostluk, uzlaşma kültürü, karşılıklı barış ve anlayışın gelişmesine katkıda bulunanlara verilmesini öngörmüştü.”
TARİHİN YÖNÜ ADALET’DEN YANA DEĞİL!..
Verilen örnekler, anekdot ve açıklamalar ışığında çok açık, net ve berrak biçimde anlaşıldı ki: Dünya barışa, hukuk ve adalete hasrettir. Bu, özgür bilim’in teminatı olan “demokrasi’nin” yaşam boyutunda yer almadığı anlamına gelir. Dolayısıyla tüm evren ve evrensel nimetlerin bizzat ‘kendisi’ (eşit ve adil yararlanma) için yaratıldığı ‘insan” yeryüzünde melül-mahzun ve mutsuzdur. Büyük çoğunluğu ıstırap çekmekte ve işkence görmektedir. Hükümetler ‘halkın değil’, halk düşmanı ‘hâkim unsurların’ elindedir.
ÇÖZÜM: TARİHİN YÖNÜNÜ
HAK, HUKUK VE ADALET’E ÇEVİRMEKTİR.
Şurası unutulmamalıdır ki:
Özgür ve güvenli, onurlu bir hayat sürme, beslenme, barınma, öğrenme, inanma ve inandığı gibi yaşama hakkı kutsaldır.
Bu hak, her hangi bir fark ve ayrım gözetilmeksizin tüm insanların;
Beslenme, barınma ve korunma yönünden ise, sahipli-sahipsiz tüm hayvanlar ve canlıların hakkı olup; Doğuştan gelen bu ‘tabii’ hakları korumak ve yaşanabilir kılmak hükümetlerin birincil “ÖNCÜL” görev, sorumluluk ve zorunluluğudur. .
Bu hakları “tam bir eşitlik ve adalet ahlâkı ile” yaşatma gücünü kaybetmiş siyasi iktidarlar meşru ve hukuki değildir. İşte, günün ve sözde ‘bilgi çağı’nın sorunu budur.
ASİMETRİK SAVAŞ, İNSAN HAKLARI
VE HUKUKUN ÜSTÜNLÜĞÜ
Mustafa Nevruz SINACI
1. Merhum Hablemitoğlu'nun, Köstebek adlı kitabı, sayfa 141: "Devletin gücünü devlet savunucularına karşı kullanma aşamasına gelmiş Fethullahçı’ların, operasyonel anlamda kayda değer başarıları olmuştur. Operasyonlarında, amaca ulaşmada her yolu mübah sayan ve her türlü sınır tanımaz fırsatçılık, ahlaksızlık, takiyye unsurlarını içeren bir konsept çerçevesinde hareket eden istihbaratçıların kullandıkları yöntemler şöyle: Telefon dinleme, tehdit, sahte belge üretimi ve montaj, çarpıtılmış bilgiye yönelik kampanyalar, hırsızlık, kundakçılık, şantaj amaçlı kadın pazarlama ve görüntü kaydı, her türlü illegal kayıt kullanımı (böcek, gizli kamera vb) rüşvet, gasp-darp, bilgisayar sahtekarlıkları, ev ve işyeri kurşunlama, emniyeti suiistimal, "hakim kiralama" v.d…”
2. “DTP'li Kışanak: "Bu saatten sonra bu ülkede dökülecek her damla kanın, yitirilecek her canın sorumlusu AK Parti hükümetidir" (Basın: 09 Aralık 2009)
11 Aralık günü de DTP, Anayasa Mahkemesi tarafından temelli kapatıldı.
Soyadı “TÜRK” olan parti başkanı mahkeme kararını tanımadıklarını beyanla; “hukukun üstünlüğü” ilkesini hiçe sayarak, İnsan boyut, hak, hukuk ve adalete yönelik asimetrik savaşın bir parçası olduklarını adeta itiraf etti.
3. “Finlandiya eski Sağlık Bakanı Dr. Rauni Kilde’den domuz gribi hakkında şok açıklama: “Domuz gribi aşısı bir aldatmadır. Aşı ile dünya nüfusunun çoğu öldürülmek isteniyor, Düşüncenin sahibi eski ABD Başkanlarından Henry Kissinger’e ait. Karar 14-15 Mayıs 2009 tarihinde yapılan Bilderberg toplantısında alındı. ABD, hiçbir maddi kayıp yaşamadan hatta milyarlarca dolar kazanarak dünya nüfusunu üçte iki oranında azaltmayı hedeflemektedir. Dünya Sağlık Örgütü’ne domuz gribinin ölümcül bir salgın olduğu yönünde beyanda bulunması için baskı yapıldı. Aşıyı tercihli değil zorunlu yapmak istiyorlar. Özellikle hamile kadın ve çocukların ilk önce aşı ile zorunlu tutulması gelecek nesilleri hedeflediğini gösterir”
Finlandiya hükümetinin sınıflandırmayı kabul etmeyip hastalığın derecesini “normal” olarak gösterdiğini ifade eden Kilde; “Hiç kimse aşının bir yıl, beş yıl ya da 20 yıl sonra ne gibi etkilerinin olacağını bilmiyor: Mutlak kısırlık mı? Kanser mi? Ya da ölümcül herhangi bir hastalık mı? ABD ileride bundan doğacak herhangi sıkıntıdan dolayı ilaç şirketlerine bir sorumluluk yüklenmemesi için şimdiden önlemini aldı ve onları tüm sorumluluklardan muaf tuttu. Bu bile işin ciddiyetini göstermeye yeter” dedi.
4. Baltalı ilâh, halihazır dünyanın dört bir tarafındaki “masum ve mazlumlara karşı” haçlı seferi yürüten, savaş halinde ABD başkanı Obama Nobel barış ödülü aldı!...
5. Domuz gribini Amerika mı üretti? Çin'in Şangay Pudong havaalanında 28 Kasım’da düşen ve 3 ABD’liye mezar olan kargo uçağının, havadan serpilmek üzere mutasyona uğramış grip virüsü taşıdığı belirtildi. Bir diğer korkunç iddia ise, uçağın Çin'den havalandıktan sonra gideceği Kırgızistan'daki gizli İsrail üssünü hedef aldığı ve kaza sonucu değil, İsrail gizli servisi Mossad'ın ajanları tarafından düşürüldüğü oldu.
Kazadan kurtulan bir Endonezya’lının, Endonezya Savunma Bakanı Juwono Sudarsono'nın gizli operasyonlar yürüttüğü gerekçesiyle bir süre önce kapatılmasını istediği ABD Deniz Üssü'nün Tıbbi Araştırma Bölümü'nde görev yaptığı belirtiliyor. Endonezya Sağlık Bakanı Siti Fadilah Supari, A gribinin batılı ülkeler tarafından üretilen biyolojik bir silah olduğunu ileri sürmüştü.
Çin'in yanı sıra Hindistan ve Nijerya'da da şüpheli biyolojik maddeler taşıdıkları gerekçesiyle ABD uçaklarının zorunlu inişe zorlandığı belirtiliyor. Virüsün çok farklı ve akciğerleri ciddi oranda tahrip eden ölümcül bir türü görülen Ukrayna’nın başkenti Kiev'de kasım ayında şüpheli uçaklardan halkın üzerine gaz püskürttüğü iddia edildi. Fakat Ukraynalı yetkililer, yüzlerce görgü tanığına rağmen olayı yalanlamışlardı.
6. Amerikanın Planı: Bu bir komplo teorisi değil, diğerleri de… Buna komplo teorisi diyenler, şöyle bir düşünüp dursunlar. Ülkemizde ve dünyanın pek çok yerinde ABD oyununun küçük bir parçası oynanıyor. Ama bizim için bu küçük dediğimiz oyun, bütün hayatımızı derinden etkiliyor. Amerika basıyor ‘karşılıksız ve teminatsız’ kâğıttan başka bir değeri olmayan dolarları… Kayıtsızca ve sorumsuzca bastığı dolarlar ile 3. dünya ülkelerinde fabrikalar ve yeraltı-yerüstü kaynaklarını satın alıyor. Sözde kredi (borç) verip o ülkeyi esir alıyor, ekonomisine yön veriyor ve hiçbir zaman el attığı ülkenin ekonomisi düze çıkmıyor. Bu gerçeği dikkatle değerlendirip, çocuklarımıza nasıl bir dünya bıraktığımızı bir kez daha düşünelim... Ve biz ülkemizde sağcı, solcu, alevi-sünni, şucu-bucu diye didişip dururken, dünyayı sömüren ABD içimizdeki figüranlarıyla planını haince uyguluyor görelim.
7. 20 yıllık kısırlaştırma “negatif ojenik” projesi: Küçük bir Kaliforniya Biyoteknoloji şirketi olan Epicyte, genetik mühendisliği; “erkeği kısırlaştıran, genetiği değiştirilmiş sperm öldürücü bir tür mısır”ı ABD Tarım Bakanlığından (USDA) aldıkları araştırma fonuyla geliştirdiklerini açıkladı. (1989) Toplumun üremesini engellemek ve erkekleri kısırlaştırmak amacıyla “sperm öldürücü mısır” kullanıma verildi ve "Negatif ojenik" projesi yürütülmeye başlandı.,
Kara baronlar bununla da yetinmediler. Bir başka uygulama da şöyle oldu;
1990'larda BM Dünya Sağlık örgütü, Nikaragua, Meksika ve Filipinler'de 15 ila 45 yaş arası milyonlarca kadının tetanoza karşı aşılanması için bir kampanya başlattı. Erkekler de aşı olabilirdi ama Aşı erkeklere yapılmadı. Bu şüphe uyandırıcı durumdan ötürü Katolik kilise organizasyonu olan Comite Pro Vida de Mexico (Meksika Yaşam Komitesi) aşıları test ettirdi. Test sonuçları ile, Dünya Sağlık örgütü'nün (WHO) yalnızca çocuk doğuracak yaştaki kadınlara dağıttığı aşıların Koryonik Gonadotropin (hCG) Içerdiği ortaya çıktı. Doğal bir hormon olan hCG, Tetanoz toksoid taşıyıcılarıyla birleştiğinde Kadınların hamile kalmasını engelleyen antikorları üretiyordu.
Daha sonradan ortaya çıktı ki Rockefeller Vakfı, Rockefeller Nüfus Konseyi,
Dünya Bankası ve ABD Ulusal Sağlık Enstitüleri, Dünya Sağlık örgütü (WHO) için Tetanoz taşıyıcın bir kısırlaştırma aşısı üretmek için 1972'de 20 yıllık bir proje başlatmışlardı. Ayrıca Svalbard Kıyamet Tohum Deposu'nun ev sahibi Norveç Hükümeti kısırlaştırıcı aşının Üretilmesi için 41 milyon dolar bağış yapmıştı!
NETİCE OLARAK: Yukarıda görüldüğü gibi Dünyanın en büyük devletleri, en etkin kurumları, şirketleri, vakıfları; toplumların sağlık, üreme ve yaşamlarının pek çok evresini olumsuz etkileyen çalışmalar yapmakta ve düşmanca projeler üretmektedirler. Bunlar ve daha binlerce örnekle gözler önüne serilebilecek, benzer menfur faaliyetlerin tamamı: İnsani boyut, medeniyet, hak-adalet ve hukuk algı ve kavramlarına aykırıdır.
YORUM: En basitinden, mufassalına, en etkin ve mükemmeline kadar bunlar; masum, tehdit ve tehlikeden habersiz, korumasız insan unsurunu hedef alan evrensel ve asimetrik bir savaştır. Hak, adalet ve hukuka aykırıdır. Dünya hukuk ve adalet teşkilâtı üstün hukuk zırhına bürünerek “kanun ve koruma” imtiyazıyla pasif-tepkisiz kalmakta.
Oysa hukukun üstünlüğü ilkesi, “hukukçunun üstünlüğü” anlamına gelmez. Bu nedenle, insan hakları konusunda dünya hukukçuları ve yerel (milli) adalet kurumları daha aktif olmak, sorumluluk ve duyarlıkla artık inisiyatif almak zorundadırlar.

TANITIM VE KAYNAKÇALAR
1.. www.loadedparanormal.com...
2. http://nwoobserver.wordpress.com/2009/10/21/dra-rauni-kilde-on-the-swine-flu-hoax
http://www.turkishforum.com.tr/en/content/2009/12/08/the-swine-flu-and-the-depopulation-agenda-dr-rauni-kilde/ http://www.youtube.com/watch?v=nTgyakGAddM&feature=player_embedded
3.Joseph Moshe (MOSSAD mikrobiyolog): Domuz gribi aşısı bioweapon olan Cuma, Ağustos 21, 2009, http://www.unfictional.com/joseph-moshe-mossad-bioweapon-swine-flu-vaccine-westwood

1 yorum:

Mustafa Kemal Atatürk dedi ki...

Teşekkürler Çok Güzel Paylaşım.