23 Haziran 2010 Çarşamba

HÜKÜMET “YOK” HÜKMÜNDE!..
Mustafa Nevruz SINACI
Dış (düşman) kaynaklı, İsrail+AB-D destekli Ermeni orijinli çete, terör/tedhiş, suç örgütü; Hakkâri’nin Irak sınırı Şemdinli ilçesindeki askeri birliğe 19 Haziran 2010 gecesi saldırdı. 8 asker şehit oldu, 14 yaralı var. Gün içinde sayı 11’e çıktı. 12 adet çeteci öldürüldü. Menfur saldırı, bölgesine takviye timler sevk edildi, silahlı helikopter ve topçu ateş desteği sağlandı. Kuzey Irak'ta tespit edilen hedefler de savaş uçakları tarafından bombalandı.
Hatırlanacağı üzere: 1 Ekim 1999 tarihinde İran, Irak ve Türkiye sınırında bulunan ve şeytan üçgeni olarak adlandırılan bölgeden giriş yapan çetecilerden Ali Sapan’ın da aralarında bulunduğu 8 kişi, açılım politikaları gereği (güya) teslim olmuştu. Her türlü hukuk, mantık, umur-u devlet ve ahlâk akaidine aykırı olarak oynanan bu oyun ve pervasızca sergilenen sinsi senaryo; hükümetin içine düştüğü gaflet, dalalet, acz ve zaaf’ı açıkça göstermeye yetmşti...
Nitekim o günden bu güne şehit sayısı artarak çoğaldı. Son iki ayda sayı 50’yi buldu.
“Açılım, düz ovada siyaset, demokrasi, kardeşlik ve barış” adına akıl almaz cürümler, menfur emellere matuf ihanetler, kirli oyunlar, yerli kripto, kalleş diyaspora, dönme, devşirme dümenleri ayyuka çıktı. Başta ABD, şeriki İsrail, AB, GKR çete yönetimi ile fink atıp Ermeni yalanları uğruna; Ülkelerine anıtlar dikerek necasete bulaşan kimi sözde İslâmcı ülkeler dâhil, 20 küsur devletin yardım ve yataklıkla “taşeron” olarak kullandığı bu güruh iyice azıttı!..
Ayrıca, açılım kapsamında af, atıfet, tolerans ve taviz kapısının aralanması eşkıyayı yüreklendirdi, meclis içinden açıkça ışmar olunması melunlara cesaret verdi, şımarttı. Buna paralel zaafa uğrayan erkler, felç edilen stabilizatörler ve bozulan kuvvetler dengesi ile terör ve tedhişle lâubali ilişkilere girilmesi, iş bu -zıvanadan çıkmanın nedeni oldu!...
ŞİMDİ NE YAPMALI?..
Tıpkı Fuzûli’nin dediği gibi; "Sussam gönül razı değil, söylesem tesiri yok"
Ülkenin son 47 yılına kir ve kan damgası vurmuş eli kanlı eşkıyanın, İmralı mahpusu bebek katili; Nasıl oluyor da ülkede gündem belirliyor? Buna hangi hain, bedhah ve küstahlar cevaz vermekte!.. Başkaca kaç mahkum avukatları ile görüşüyor? "31 Mayıs'tan sonra artık ben yokum, olacakların sorumlusu değilim" Biçimi, açık tehdit içeren mesajı kim açıkladı? Kim yaydı? Hangi yandaş/yoldaş, Candaş medyalar mesajı yayınıp terörü azdırdı?..
Eğer hükümet varsa, derlesin-toplasın suçluları, çıkarsın yargı önüne.
Yürütme açılım zaafı ile malul; Yasama çatısında parlâmenterlik mesleği icra edenler içinde hiç mi ‘onurlu, sorumlu, vicdanı hür, irfanı hür’ kula kulluk etmeyen adam gibi adam; İyi insan ve iyi vatandaş yok!.. Cumhuriyet (!) Savcısı, Polisi, Askeri, Jandarması ve Hâkimi ile Yargı ne iş yapar? Dördüncü kuvvet; Hukukun üstünlüğünden sorumlu namuslu/dürüst, onurlu/sorumlu, milli memleket medyası nerede? Ülkede, binlerce sorun, haksızlık, yolsuzluk, hırsızlık, hukuksuzluk ve her türlü ihanet hüküm sürerken; dünya kupası maçları, adi televole, fuhuş, ahlâksızlık furyası, menfur ihanet senaryoları ve çete reklâmları ile müştegil; Türk'e ait değerleri yok sayan diziler ve beyin yıkama metotları ile milleti uyutan, avutan bir medya!..
Ve; Beşinci Güç olarak tanımlanan Sivil Toplum!.. Adına STK denilen, açık toplum örgütlerinin ekserisi ihanet şebekesi işleten dâhili ve harici bedhahlara angaje; Açlık, işsizlik, yokluk ve yoksulluktan malul, geçim derdine mağlup, gözü bir lokma ekmekten başka bir şey görmeyen, sorunlar sarmalı içinde boğulmuş, paralize bir millet! Kendi evinde işkence, devlet kapısında zulüm, eziyet ve azap’a maruz, zavallı yurdum insanı!.. Amma buna mukabil:
Dürüst yurttaşların vergileriyle bitleri kanlanan kravatlı hırsızlar, yolsuz ve teröristler, TC’nin her noktasını gezip, devleti tehdit eder, milli-manevi değerlere alçakça saldırırken!..
Her tür azınlık ırkçılığı meşru edilip, Türküm diyenlerin boynuna yaftalar asılırken!..
Şehit cenazelerine sahip çıkmak ‘istismar’ çete leşlerinin ‘şehit namırın’ çığlıkları ve melânet örgüt paçavralarıyla kadavra gömmeleri "sağduyu" olarak adlandırılırken;
Sözüm ona "aydın" geçinen "akademik unvanlı vatan hainleri" ekran gezip, bayrak inmesin diye canlarını sebil eden güvenlik güçlerine ağız dolusu hakaret ederlerken!..
İsim önüne ‘insan hakları’ gibi ‘yüce evrensel değerler’ koyarak, nitelikli dolandırıcı yüzlerce dernek, vakıf vb, STK alenen teröre hizmet edip, anarşist haklarını savunurken;
Ülke yöneticileri, şehit cenazelerindeki tepki ve coşkuyu ‘yaygara’ olarak nitelerken;
Politik-ACI’lar, milli birlik ve beraberliğimizi güçlendirecek atılımlar yapmak yerine, TC’nin 36 etnik grup olduğu yalanıyla, et ile tırnak gibi kaynaşmış insanlarımızı ayrıştırmaya yönelik; kerameti kendinden menkul, esas işlevi “tefrika” olan “açılımlar” peşinde koşarken;
Üstelik tüm olup biten, cereyan eden icraatı inceleme/araştırma/sorgulama, yargıya ve savcıya taşıma görevi ile yükümlü ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları” siyasi partiler; Derin uyku, gaflet-dalâlet, demokrasi/adalet ve hukuka ihanet, günlük çıkar rant peşindeler!..
Bir yanda bireysel risk ve sorumluluk alan, vatanını canından çok seven, bu uğurda ölümü göze alarak kışlalarına saklanmayıp gece gündüz, kar kış demeden teröristi her nerede ve hangi bataklıkta olursa olsun arayıp bulan ve onu yok eden korkusuz Türk askeri;
Diğer tarafta, risk üstlenmekten korkan, sinsi, siyaset peşinde sünepe, dalkavuk, lânetli Yahudi tarikatı mensubu “menfur mason”, kurnazca kışlasına sinmiş, bana dokunmayan yılan bin yaşasın zaafı ile malul!.. Türk Ordusunu “Peygamber Ocağı” olarak değil, bol paralı, çok avantalı, itibarlı ve garantili bir meslek olarak gören!.. Lâfla birçok aksaklığın üstünü örtmeye çalışan, ateist-pagan, terörle dans’a açık ve şehit vermeye mahkûm, paralı/lejyoner portresi...
DAHASI VAR!..
Terörün bir numaralı hamisi İsrail'e savunmamızı teslim etmek gafleti!..‏
Çetenin ağababası, Amerika’dan istihbarat dilenmek gibi iğrenç bir rezalet!..
Her halde bu nedenlerle olsa gerek, alçakça/kahpece, kalleş saldırılara uğruyoruz?
Nerde savunma planı? Kendi istihbaratımıza ne oldu? Hava harekâtları ne işe yarıyor? Alınan termal kamera, gece görüş cihazları, insansız uçaklar ne işe yarıyor? Eşkıya nasıl olup da bu kadar rahatça gelebiliyor? Bu memleketin; Cumhur-başkanı, baş-bakanı, genelkurmay başkanı, içişleri ve dışişleri bakanı ne iş yapar? BİR milyona yakın askerin üç buçuk eşkıyaya nasıl olur da gücü yetmez? Neden? Niçin? Askerin elini tutanlar tutuklanmaz?!..
Sonuçta: Terörün finans kaynakları, lojistik desteği kesilmedikçe, siyasi uzantıları, iç ve dış bağlantıları tutuklanıp yargıya teslim edilmedikçe, bataklığın kurutulması ve eşkıyanın yok edilmesi zordur. Çünkü ABD ve AB stratejik öneme sahip ülkemize karşı, ''terör-tedhiş silahını'' kullanmaktan kaçınmamaktadır. Bu gerçek apaçık ortada iken; ABD istihbaratına bel bağlamaksa büyük bir çelişkidir, saflıktır, gaflet, dalalet ve aptallıktır.
Lütfen hatırlayınız!..
8 yıl öncesinde terör sıfır seviyesindeydi. Sonra nice evlatlar şehit düştü. Nice avratlar dul, evlâtlar yetim kaldı. Genelkurmay başkanın ‘acımız büyük, üzüntülüyüz’, Politik ACI’ ların ‘kanları yerde kalmayacak’ ve zavallı muhalefetin ‘şehitler ölmez, vatan bölünmez’ teraneleri, acıları dindirmiyor. “Babalar gibi paralar” başka yerlere harcanacağına; TSK'ya savunma donanımı alınsın. Başta İsrail olmak üzere, diğer himaye, yardım-yataklık unsurları ile savunma ilişkilerimiz derhal kesilsin ve “ihanet bölgesinde/olağanüstü hal” ilân edilsin.
DUYUMLARA GÖRE!..
Sağlıklı istihbarat yok, F16'lar sorunlu, tanklar düzgün çalışmıyor, silâhlar tutukluk yapıyor!.. Suç teşkil etmesi gereken: “Kürt sorunu, bölücü terör örgütü, örgüt adları, bebek katilinin mesaj ve demeçleri, hayali etnik ve anadil sorunları ve kerameti kendinden menkul “demokratik barış ve kardeşlik” söylemleri! Bunlar AB domuzlarının “Kıbrıs için barış” palavrasını andırıyor. Gerçek şu ki: TC’nin ve Türk halkının bu alanda bir sorunu yok.
Var olan sorun sadece “Umur-u devlet yokluğu” adaletsizlik, haksızlık ve hukuk!..
Hak, güvenlik, hukuk ve huzuru tesisle mükellef olan kimdir? Elbette hükümet..
Çünkü adalet, saadet ve sulhu salâh, hükmün hikmeti ile kabil ve mümkündür.
Peki, niçin ‘hükümet” var da; “Adalet, hakkaniyet, eşitlik, huzur ve hukuk” yok?..
Çünkü; bunları tesise muktedir olamayan hükümet de “YOK” hükmündedir!..
Allah (CC), bu millete akıl, iman, izan, basiret ve feraset versin inşallah.
Objektif ve Reel Anlamda;
"Kuvvetler ve Dengeler"
Mustafa Nevruz SINACI
Demokrasi rejiminin teminatı ve meşruiyetin temel şartı kuvvetler ayrılığıdır.
Genel politik bilimler ve geleneksel Türk idare sisteminde öne çıkan “medeni siyaset” kuramında kuvvetler: 1. Yasama (meclis/şura), 2. Yürütme (icra/hükümet), 3. Yargı (adalet cihazı, hâkim ve savcılar), 4. Medya (yazılı/görsel/işitsel ve dijital), 5. Sivil Toplum (örgütlü kuruluşlar ve bireysel sorumluluk bağlamında yurttaşlar)
Tek başına “izafi bir kavram” olmaktan öte bir anlam ifade etmeyen devlet kavramı, bu uzuvlar vasıtasıyla vücut bulur, kurumlaşır ve şekillenir. Başta İsrail, ABD, çoğu AB ve bazı Arap ülkeleri gibi “çete devletleri” hariç olmak üzere; Vatandaşlar tarafından ‘insan için” kurulan, akil/ehil/erdemli, onurlu ve sorumlu insanlar tarafından yönetilen devletlerin olmazsa olmaz şartı, kesin kes kuvvetler ayrılığıdır.
Kuvvetler ayrılığı: Eğer ki, her bir erk/kuvvet kendi işini kendisi yapabilecek güce ve özgürlüğe sahip ise vardır. Aksi takdirde, böyle bir ilkenin varlığından bahsetmek siyasi etik dışı, düpedüz yalancılık, sahtekârlık ve mürailiktir. Olayı Türkiye özeline indirgediğimizde görüleceği üzere: Bu durumda, TBMM üzerinde sıkı bir parti kontrolüne gerek kalmayacağı gibi, “demokrasinin vazgeçilmez unsuru” siyasi partileri âdi birer şirket, sömürü aracı olarak kullanan ‘lider bozuntusu” keneler zuhur etmeyecektir. HSYK’da adalet bakanı ve müsteşarı bulunmadığı halde hükümetler, yargı darbesi yemeyeceklerinden emin olabileceklerdir…
Dolayısıyla, halkın “sosyal sözleşmeler” (anayasa, yasa, yönetmelik vs) gereği vücuda getirdiği örgütün ‘hukuk devleti’ olarak varlık, meşruiyet, güç ve ağırlığını sürdürebilmesinin olmazsa olmaz koşulu;, Objektif, eşit-adil hak, nevi-i şahsına münhasır özel hukuk ve orijinal esaslara göre kaim sağlam bir mevzuatın varlığı, yasalar karşısında yekdiğerine nazaran eşit ağırlık ve devamlılığın teminatıdır.
Bu durumda: (kuvvetler ayrılığı ilkesinin hâkim ve hükümferma olması halinde)
1. Yasama (Meclis/Şura); Namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu; vicdanı hür, irfanı hür yurttaşlardan terekküp ve teşekkül edebilir.
2. Yürütme; Hükmünü hikmetle yürütür, kul hakkını korur, hukukun üstünlüğünü hâkim kılar, ülkeye zenginlik, refah, barış ve mutluluk getirir, adalet ahlâkının banisi olabilir.
3. Yargı; Kolluk kuvvetlerinden hapishanelere kadar bilcümle sathı vatanda, her türlü hâl ve ahvalde hak/hukuk, adalet ve dürüstlükle kaim huzur, emniyet ve güven iklimi hâkim kılınır. Adalet özgür/tarafsız ve bağımsız biçimde tahakkuk eder, mülk’ün temeli olur.
Cumhurbaşkanı dâhil vekil, başbakan/bakan, genelkurmay başkanı, genel müdür, general ve memurlar “kanun önünde” eşit hale gelir. Vekillerinin ‘kürsü masuniyeti’ ile hâkim ve savcıların “resmi vazife masuniyeti” hariç; Mevcut ve mer-i insanlık, etik ve hukuk dışı, “dokunulmazlık” denilen insanlık düşmanlığı kisvesinden eser kalmaz.
4. Medya: Bilumum tür, hitap/kapsama alanı, imkân ve kaynaklarıyla özgür, tarafsız ve bağımsız, şahsiyetli ve haysiyetli; Bütün Türk Milleti, bilim ve insanlık adına; halkın yanında yer almak dışında, kimseye “yandaş, yoldaş ve Candaş” olmayan;, Namuslu, dürüst, ilkeli, onurlu ve sorumlu unsurlar “beşinci kuvvet/MEDYA” bunun dışında kalan ve kula kul olan domuzlar ise sadece lânetli uşaklar ve halk düşmanlarıdırlar!...
5. Sivil toplum/özgür birey ve her biri bir devlet olan vatandaş:
Gerçekte en önemli kuvvet/erk halk;. Halk’a rağmen hüküm iddia, ifa ve icra etmeye kalkışmak gayrimeşru olmaktır. Burada meşruiyetin ilk şartı kesinlikle ve asla seçimle gelmek değil; Kuvvetler ayrılığı ilkesi bağlamında ‘hukuki tanım, konum ve duruma’ uygun olmaktır.
İşte Bu: Hiçbir çıkar, kazanç paylaşma ve gönüllülük dışında zorunlu aidat almaksızın faaliyet gösteren sivil toplum kuruluşları ve bizatihi onurlu/sorumlu bireyin görevidir. Görev: başta yasama/yürütme/yargı/medya olmak üzere; Devleti denetleme, kamu vicdanı ve adalet kurumu yoluyla sorgulama, yargılama ve icabında hasep sormaktır.
Siyasi partiler, sendikalar, meslek odaları ve kooperatifler kesinlikle STK değildir.
Kuvvetler Ayrılığı İlkesi ve Yargı Meşruiyeti
Yukarda açıklanan ve tanımlanan ilkeler her medeni devlette var olmak zorundadır.
Aksi taktirde, demokrasi, adalet-hukuk ve kuvvetler ayrılığı bahis konusu olamaz!..
Devlet içinde kuvvetler, birbirlerini denetlemek, kontrol ve takip etmek, dengelemek; aynı zamanda anayasa ve yasa karşısında eşit hak, yetki ve sorumluluğa sahip olmak zorunda ve durumundadır. Yasama, Yürütme ve Yargı terazide eşit ağırlığa sahip olmaz; Medya da yandaş, yoldaş ve Candaş unsurlardan oluşmak gibi, lânetli bir hale irca olursa; Ne cari sistem meşrudur ve nede, sistemin güncel banileri!..
Daha açık bir anlatımla:
Demokrasilerde yargı bağımsızlığı, nevi şahsına münhasır özgürlük/özerklik ve tarafsızlığından bahsedebilmek için yargının diğer iki demokratik erkten yani yasama ve yürütmeye eşdeğer meşruiyete sahip bulunması gerekmektedir.
Yoksa bu günün "Anayasa Mahkemesi ana muhalefet mahkemesi olmuştur" biçimi art niyetli ve eleştirel söylemler ile anayasaya açıkça meydan okuma tarzındaki polemiklerinden daha güçlü ardıl yargı sorunları bir anda rejimin kökten sorgulanmasına neden olabilir.
Bu ve benzeri beyanlar, tahrik ve hezeyanlar alenen suç teşkil etmesine, ceza yasası ve anayasaya göre soruşturmayı mucip olmasına rağmen dava konusu yapılmaz, yapılamaz ise yargı büyük bir baskı ve töhmet altında demektir.
Meşruiyet kaynakları demokrasilerde "halk desteği", millet iradesinin ‘namuslu, dürüst ve demokratik’ seçimlerle devlet idaresine gelme önkoşulu olmakla birlikte, insan hak ve özgürlükleri gibi evrensel temel hukuk kavramları bazen çoğunluğun desteği Olmaksızın da meşruiyetin vazgeçilmezi olmaktadır.
Nitekim Anayasaların ortaya çıkışı ile devletin karşısında bireyin, yerli azınlıkların, dezavantajlı grupların korunmasına yönelik liberal demokrasi akımları ile mümkün olabildiği gerçektir. Yargının meşruiyetinin güçlü olarak desteklenmesi ve bağımsızlaştırılması ilk defa ABD'de jürili mahkemelerin kurulması ve Anayasa Mahkemesinin ortaya çıkışı ile başlamış, bu sistematik kıta Avrupa'sında da giderek yaygınlaşmıştır.
Meşruiyet kaynaklarını kuramsal, pozitif hukuk kapsamı dışında örf, adet, din, gelenek ve görenek kuralları ile tabana yaymak yürütme ve yasamanın görece "halka yakınlık" kozunu elinden alabileceği düşünülür. Ancak demokratik seçenekleri, çoğulculuğu, kişi hak, hukuk ve özgürlüklerini tamamen veya kısmen yok etmeye yönelik kavram ve kurumlaşmaların yasama ve yürütmenin karşısına çıkabilecek daha güçlü meşruiyet kaynakları bulabilmek oldukça zordur. Hatta bazen Irak'ta olduğu gibi istenmeyen gelişmelere veya Cezayir'de yaşandığı gibi tamamen totaliter bir dışa kapanmaya ya da Filistin'de olduğu gibi ortada bırakılmaya neden olabilmektedir. Eskiden Türkiye'de "Adalet Mülkün Temelidir" veciz sözü geçerli idi. Her nedense bugünlerde aynı veciz söz "Adalet Devletin Temelidir" şeklinde değişivermiştir.
Herkese normal gelebilir ama işin aslını/felsefesini bilenlere göre bu faşist bir tuzaktır.
Hem de demokrasinin devletle bireyin sözleşmesine dayandığını savunan liberallere atılmış bir goldür. Çünkü devlet bireyin mülkünün emniyetini sağlamak görevini üslenmiştir. Halbuki adaletin devlet elinde bir silah olması devletin bu ikili anlaşmayı bireylerin mülküne ve bütün kişilik haklarına tecavüzünü mazur gösteren bir yaklaşımdır. Yani; adaletin mülkün temeli olduğu doğru, ama devletin temelinde tecavüz ve zorbalık varsa adalet yoktur.
Anayasal meşruiyetin tahkimi için batılı ülkeler (Almanya, Fransa, İtalya, Macaristan vb) Anayasa Mahkeme üyelerini meclisin nitelikli çoğunluğu (2/3 gibi) ile seçmekte, Çünkü Cumhurbaşkanı, başbakan gibi yüksek makamlarda bulunanları yargılayabilmek için böylesi bir güçlü desteğe ihtiyaç duyulmaktadır. Nitelikli çoğunluk mahkemenin elini güçlendirirken yürütmenin oldubittilere başvurmasını önlemekte ve caydırmaktadır.
Tabii ki, yorum yapacak birçok kanaat önderimiz olmasına rağmen bu hassas konulara pek de girilmemesi çok düşündürücüdür. Demek gerek iktidar, gerek muhalefet, tıpkı yandaş, yoldaş, Candaş medya gibi ‘yandaş yargı’ hesaplarını da bir türlü bırakamamaktadırlar.

9 Haziran 2010 Çarşamba

ADALET GÜNEŞİ; EGEMENLİK VE ÖZGÜRLÜK
Mustafa Nevruz SINACI
Bir memlekette en çok konuşan, hep konuşan ve her konuda konuşan, en meşhur ve en popüler kişi başbakan’sa; O memlekette ya işler sarpa sarmış veya de’Facto diktatörlük sökün etmiş; vesayet ve (sivil yahut illegal askeri) cunta hâkimiyeti tesis etmiş demektir.
Gerçekte, çoğu ülkeler ve yurttaşlarının kahir ekseriyeti bu konudan müşteki!.
Elbet Türkiye de; Türk yurttaşı da!.
Dünyayı saran ve insanlığı sarsan kronik sorunun aslı astarı şu: Dünya; Eli iş gören, iş-aş üreten, imar/inşa eden ‘namuslu-dürüst, bilinçli ve sorumlu’ marifet ehline muhtaç. Ciddi, yüksek karakterli ve kaliteli, hakiki/samimi yöneticiler ve devlet adamlarına hasret. İlim, akıl, karakter yoksunu, harama-yalana, şöhrete yatkın, sürekli seçilmek ve her seçimde kazanmak gibi süfli duygular, zaaf ve ihtiras ile malul; eli işte/gözü oynaşta, sadece konuşan, lâf üreten mazisi karanlık, sicili bozuk, sahtekâr ve dolandırıcı, geveze çaçaronlardan halk rahatsız.
Oysa evrensel düzeni algılama, analiz etme ve sentezleme yeteneği (doğrusal yönde düşünebilen ve kendinde-farkında) olanlar bilirler ki: Hizmete taalluk eden her unsur, sessiz ‘enginden veya derinden’ çalışır. Yani “iman amel; söylem eylem ile kaimdir”. Yani, ameli, icraatı imanına; eylemi söylemine uymayan “dindar” değil, din tüccarı rezil biri demektir!..
Bir başka deyişle: “İlahî vahiyle gelen saf ve berrak; arı/duru ilme beşerî zan, suiniyet ve hezeyanlar bulaştığından; Hak'a ulaşmak bir yana, aynelyakın ve ilmelyakın dahi erişilmez olmakta. Günümüz İslâm ümmetine (toplumlarına) baktığımızda; bırakın takvayı/verayı, hatta dindar ve mümin vasfını; İslâm'ın resmî/cari durumu bile bid'at ve hurafelerle boyalı mezhep ve tarikatlarla Âl-i İmran 103 (Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılmayın.,) âyetine ters düşecek derecede hak, adalet ve hakikatten uzaklaşılmış; Toplumlar için hidayet vesilesi yüksek şahsiyetler yerine masumiyetten uzak; nitelikleri zayıf kimseler önder olmuştur.” (1) Bu şahsiyetsiz, haysiyetsiz, bilgi/bilim ve birikim fukarası, ameli imanla ters/tenakuz içinde bocalayan zavallı demagoglar toplumlara çok büyük zararlar vermektedir. Çünkü: Gerçek anlamda bilgi, birikim ve deneyim sahibi, umur-u devletten/bilge siyasetçiler çok lüzumlu olmadıkça asla konuşmaz. O’nlar ancak, isimleri ve eserleri ile müsemmadır!.
Örneğin: Yaşamın ana unsurları, güç kaynakları ve doğal stabilizatörler; “Ey, insanlar, size hizmet ediyor; hayat veriyor, yaşamınızı sürdürmenizi sağlıyor ve dünyanızı aydınlatıp, ayakta ve hayatta tutuyoruz” diye yüzümüze haykırıyor, hizmetlerini başımıza kakıyorlar mı?
Kesinlikle HAYIR!..
Konuyla ilgili binlerce kuram-kural, sosyal-siyasal, ekonomik rejim ileri sürmek mümkün!... Fakat tamamında ortak unsur, asgari müşterek ve bileşke aynı: Bilgi, beceri, yapıcı, yaratıcı kabiliyet; Akıl, mantık, namuskârlık, marifet ve kalite!..
Şimdi bu kriterler çerçevesinde son olaylara ve olanlara bir bakalım:
Acaba, devlet ilkelerini koruyup kollaması gerekenler buna ne kadar riayet etmekte?
Bir yandan ABD himayesine dayanmak, öte yandan ‘İstiklal Harbi’,‘Atatürk ilke ve inkılâpları’ ahkâmı kesmek ne kadar doğru-dürüst ve ahlâki? 65 yıldır ABD tarafından dikte edilen ‘sübjektif laiklik’ i sürdürmeye çalışanlar; yayılmacı sömürgeci devletlerin ‘din/ilâh, ilâç ve silâh tüccarı’ insanlık düşmanı olduklarını ne zaman görecek ve öğrenecekler! Gaflet, dalâlet ve hıyanet içinde; bir yandan ‘AB yanlısı Türkçülük’ yapıp, öte yandan dini duyguları istismarla “ümmet” şuurunu ticaret ve siyasetlerine alet edenler, görmüyorlar mı sentez içinde ne “Türklükten” eser var ve de İslâmiyet veya objektif-rasyonel ümmetçilikten!..
“Ülke yönetimine talip olmaya niyetlenenlerin, önce Amerika’dan icazet almak ve biat etmek için çırpınmaları!.. Sonra çıkıp, tam bir pişkinlik ve şerefsizlikle ‘TBMM’ kürsüsünden bağımsızlık andı içmeleri; Ne vahim bir çelişki ve izahı gayri kabil bir rezillik değil mi? 1868 Odesa protokollerine bir bakınız: Bize ‘lâik devletsiniz’ denilerek üzerimizde teolojik oyunlar oynanıyor. Oysa biz bu dersleri ve sosyolojiyi okumadık. Okutulmadı bizlere. Obskürantizm karanlığında bırakıldık, ‘sayım suyum yok’ deme şansına sahip olmadık. Tıpkı kobay kurbağa gibi paralize topluma döndük. Ayıkmak, öğrenmek, kendimize gelmek ve baş etmek için de bir şey yapamıyoruz. Çünkü bilgimiz, bilgemiz ve namuslu/dürüst politikacılarımız yok.
ENTERESAN BİR İRONİ:
Görünüşte milleti tutsak eden hiçbir şey yok, onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmekte, yani millet kendisine dayatılanın esiridir. Yapması gereken tek şey: gafletten uyanmak, kâbustan kurtulmak, kendine gelmek, kendini bilmek ve ellerini açıp Allah’ın ipine sarılmak; Hırs ve ihtirasla sarıldığı israf, yalan-talan ve haramı terk etmektir. Geçmişten günümüze halkın zihnine açgözlülük, o kadar güçlü kılınmış, beyinlere öyle kazınmış ve büyütülmüştür ki; Bu hırs/kör ihtiras ve iştiyakla (halkın) düştüğü tuzaktan kurtulması zordur. Milleti bu tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey: Bir beyin iğfali sonucu benliğimize işlenen arzular ve zihnimize kazınan bağımlılık hissidir. Yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeylerden çekerek özgür olmaktır!
ESARETİN NEDENİ:
Örnek uyarı; sahiplenmemiz için verilmek istenenler, aslında bağımlılık yapan birer tuzaktır. Adeta bir maymun gibi; Bu tuzak ve esaret oyuncaklarını hırs ve ihtirasla avuçlarımızla tutmaya çabaladığımız sürece (faydalanamasak bile) sahip olabilme ihtirası içinde kıvranmıyor muyuz? Aslında parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz takdirde gerçekten özgür olur ve tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelemez miyiz? Elbette geliriz!... Öyleyse, halkı maymun yerine koyup “işte avucunuzun içinde” denilen AB hayalini bırakmayı başarabilsek mesele hallolacak. Aksi takdirde, AB’de ısrar ederek, Türk insanını gâvura avuç açar hale getirmek; Bu necip millete yapılabilecek en büyük kalleşlik, düşmanlık ve hakarettir. Millete avuç açtıracaklarına, yönettiğini sananlar avuçlarını bir açsa, ökse’den kurtulacağız. O takdirde, dur gitme, nereye diyerek belki ensemizden onlar tutacak. Almanya Eski Başbakanı Shöreder AB’nin sürekliliği için Türkiye muhakkak olmalı; “olmazsa olmaz” diyor. Rusya ile partner olmalıyız diye ekleyerek, yeni bir dış politika aksı tarif ediyor. Bunu tarif eden bir paşamız vardı. Bir müteahhitle itibarına saldırıldı. Doğruydu söyledikleri. Ama susturdular. Manidar manipleler, adi komplolar ve pis herifler!... (2)
Türklüğü, Türkiye’yi, İnsanlığı, İslâm’ı, Filistin veya Gazze’yi kurtarma’ bahanesiyle cıa, mossad ve gestapo ile işbirliğini, marifet ve başarı olarak yutturanlar da anlayacaklardır ki; eşkıya devletlerle yatıp kalkmanın sonunda ne Türk kalıyor ne Türklük, ne Müslümanlık ve ne de insanlık!.. Yeni Osmanlı-İslam devleti kuracağız diyerek ABD-AB dürtüsüyle etnik koalisyon oluşturma peşinde koşanların Türk kanadı da görecek ki “İslamcılık” diye ortaklık kurdukları kişiler aslında Müslümanlığı kullananlar din tüccarları ve azınlık milliyetçileridir. Diğer taraftan; kene, vampir ve domuzlar misal devlete çöreklenenler ile bağımsız devletin geleneksel/kurumsal varlığını ayırt ve idrak edemeyenler, asıl bundan sonra görecekler, devlet parçalanmadan ‘Kürtçülük’ yapılamayacağını! Anarşi, terör ve tedhişe yardım ve yatakçılığın demokratlıkla değil hainlikle eşdeğer ve gerçek halk/devlet düşmanlarının “Kürt sorunu var” diyenler olduğunu öğrenecekler; ama açılım (!) yaşamalarına izin verirse eğer!
Oysa derin sosyal yaraları, ekonomik açmazları, seçim değil; geçim sorunu var bu halkın. Sonuçta Türkiye ve tüm İnsanlık “Adalet Güneşi'nin” gelişini beklemekte! Bu ise, günübirlik politikalarla debelenen ve ‘sadece seçilmek’ hırsıyla esip gürleyen demagoglarla olacak şey değildir; Adalet, özgürlük ve bağımsızlık, sadece “umur-u devlet” ile kabildir…
EVRENSEL TÜRK’ÜN KARAKTER YAPISI:
Türk ruhuna, asalet, adalet, şeref ve şanına bağlılık., Türk toplumuna sevgi-saygı, hürmet-muhabbet ve samimiyetle bağlılık., Türk yurduna, toprağına, bayrağına, devletine sadakatle bağlılık, Türk tarihine, geleneğine, Cumhuriyet ve Demokrasiye içtenlikle bağlılık, Türk dil, kültür ve uygarlığına kalbi bağlılık, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâplarına, insanlık idealine bağlılık, Yüce yaratıcı ve yegâne yol gösterici olan Allah’a imanla bağlılık, Lâiklik ilkesine, insan hakları, adalet ve hukuka saygı.
Türk Milleti: Adam gibi adam, insan gibi insan olmak, şerefli, saygın, onurlu-sorumlu, ilkeli, namuslu, dürüst ve üretici bir “yaşam biçimi” oluşturmak, bu yaşam biçim ve düzeyini özenle korumak, yükseltmek ve geliştirmek zorunda ve durumundadır.
Yararlanılan kaynaklar ve katkılar: (1) Fazıl AGİŞ, (2) Yalçın KOÇAK
DİKKAT!.. Yazışmalar için e.POSTA: gercek.demokrat@hotmail.com