28 Mayıs 2012 Pazartesi

Ya hesaplaşma, yüzleşme; Ya da, yeni bir cunta!...

AKP’NİN “27 MAYIS’LA” SINAVI
YALAN HABER!...
Mustafa Nevruz SINACI
            12 Eylül İhtilâli ve 28 Şubat “post modern” darbesi Yargıda…
            12 Mart muhtırası henüz gündem konusu bile olamadı!..
27 Nisan e.Muhtırası hakkında kuşkulu bir kaçınma, görmezlikten gelme, ört-bas etme eğilimi, siyaseten öteleme, unutturma, hafızalardan silme çabası var. Bu hayra alâmet değil!.. Aynı meyanda; Kamuoyu ve kamu vicdanında 27 Mayıs dâhil bütün darbe, sulta ve cuntaların müsebbibi kanaati hâkim ‘Encümen-i Daniş’ adlı gizemli güç örgütünün inceleme, sorgulama ve yargılama, icabında ilgası konusu gündeme bile gelmiyor!      
            Özellikle ve bilhassa 28 Şubat “post modern” darbesi olmak üzere; 12 Eylül ihtilâli ve diğer kalkışmalarda basının rolü üzerinde durulmuyor! Genelde medya, baronlar ve patronlar ile gazetecilerin taktik ajitasyonları, provokasyon ve tahrikleri ele alınmıyor. Dahası sermaye kesimi, sanayici, iş adamı, sivil toplum adı altında faaliyet gösteren aktivist, etki ajanı ve sair belirleyici unsurların tetikleme, teşvik, tahrik, açık-gizli destek-köstek, tahkim gibi yasa, hukuk ve ahlâk dışı faaliyetleri mercek altına çekilmiyor, sorgulanmıyor, yargılanmıyor!..
            İnsan hakları, adalet ahlâkı ve hukuk bakımından mutlak bir zorunluluk olan; Darbe öncesi ve sonrası yolsuzluklar, haksızlık, kanunsuzluk, gasp-irtikap, yasa dışı edinim, eylem gibi ana sebepler ile “doğaldır” biçiminde algılanan bütün sonuçlar sorgu ve yargı konusu edilmiyor. Oysa bir darbenin yargılanması demek: Bütün sebep, amil ve unsurları ile “netice itibarıyla” yol açtığı bilumum tahribat, zarar-ziyan, maddi-manevi hasar ve kayıpların, temin, tahsil, tazmin ve telâfisini, hak sahiplerine iadesi ve “yıkımın” onarılmasını sağlamaktır.
Böyle olmuyor. Adalet tecelli etmiyor. Hak yerini bulmuyor. Adeta oyun oynanıyor!..      
            Ajan provokatörlerin ısrarla “Ergenekon” diye adlandırıp andıkları, Ümraniye davası ve muhakemelerin, radyo ve televizyonlardan naklen yayınlanmasına izin verilmedi. Oysa, 27 Mayıs utanç duruşmaları bile; Sonuna kadar halka ve basına açık olduğu gibi; Üstüne üstlük birde kanlı canlı, naklen Radyo yayını yapılıyor, dahası “hırsızlar kervanı” adı altında tekrarı veriliyordu!..
            Lâkin, mezkür duruşmalara, medyanın bile girmesi mümkün değil. Neden acaba?..
            27 MAYIS’A NE ZAMAN SIRA GELECEK?..
            Milletin en çok merak ettiği konu: Bütün darbelerin anası, tetikleyici unsuru ve vatana ihanetin dik-alâsı olan 27 Mayıs 1960 isyanı neden halâ Savcı ve Yargı gündemine gelmedi? Yoksa!.. Bütün bu olanlar; 11 Kasım 1938 “karşı devrimi” ile hedeflenen menfur sürecin bir sonucu mu? Zira 27 Mayıs yargılanmaz, Türkiye şiddet, kan, kin, fetretle, nefretle çökertildiği yerden kaldırılmazsa, 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve 27 Nisan’ın yargılanması; Hiç bir anlam ifade etmez. Cumhuriyet, Adalet, Demokrasi ve Hukuka en küçük bir artısı, katkısı olmaz!..
            AKP’NİN SINAVI!...
Hukuk'un Utancı "Rezillik ve Küstahlık"
Halk’a açıklandığı ve vaat edildiği üzere amaç: Darbelerle hesaplaşma ve yüzleşme ise:
1. İlkin hepsinden öne geçecek biçimde 27 Mayıs davası derhal açılmalı; Bu davada 11 Kasım 1938’in hesabı da sorularak; Alınan sonuçlara göre müteakip darbe, cunta, sulta ve post modern muhtıraların muhakeme edilmesine, “hesaplaşma ve yüzleşmesine” başlanılmalıdır.
2. Darbelerin sadece askeri failler üzerinde bir yargılama usulü fevkalâde yanlış, etik ve hukuk dışıdır. Darbe öncesi, icrası ve akabinde rol alan bütün aktör, kişi, kurum, kesim; Yardım ve yataklık unsuru, yalaka ve dalkavukları dâhil “her faktörü” içine alacak biçimde genişletilmek zorundadır. Sebep, gerekçe ve sözde “zorunluluk nedenleri” üzerinde akil insanlar, tarihçiler ve bilim adamları da; Adaletin tecellisi doğru ve hukuki bir sonuca varılmasına katkı sağlamalıdır.
3. Bilindiği üzere 27 Mayıs ve 28 Şubat sonrası, miktarı milyarlarca dolara varan bir gasp, soygun, vurgun, irtikap ve talan yaşanmıştır; Bu çalınan, zayiine sebep olunan ve hortumlanan kamuya emanet millet malıdır. Bankazede, Bankerzede, Dövizzede, Depremzede, rüşvet, iltimas ve görevi kötüye kullanma gibi yollarla doğrudan suiistimaller yoluyla da millet soyulmuştur.
Hükümetin, Yargı ve Savcının görevi: Bunları hesap, tespit; faillerinden usul ve füruğ dâhil olmak üzere cebri tahsil ve hukuki muhatap “hak sahiplerinin zararını” tazmindir.  
Aksi takdirde “fuzuli işgal”, “menfur bir senaryo tezgâhı” veya “abesle iştigal” gibi ihtimaller düşünülür ki; O zaman da; “yeni bir darbe süreci mi yaşanmakta?” sorusu akla gelir!.. 
***
YORUM, ELEŞTİRİ, YANKI VE KATKILAR:
1., Türkeş ve arkadaşları  CİA tarafından ordu içinden seçilip alınarak  ABD'ye götürülüp eğitilmişlerdir. Onların 27 Mayıs darbesinde  baş rolü oynamaları  ABD talimatı iledir. Bundan sonra olup bitenler teferruattır. Mustafa Ç.Baydar
2.,  27 Mayıs'la cumhûriyete son verilirken (Kurucu Meclîs konuşmalarında, Cemal Gürsel, bizzât böyle söylüyor. TBMM arşivi), "atanarak ömür boyu senatörlük" ile "Hâkimiyetin millete" âid oluşunun fiîlen ve resmen kaldırıldığı ve öyle veyâ böyle milletin seçtiği bir başbakanın asıldığı bir yapı, vatansever, Atatürkçü değildir. Kutlu Altay KOCAOVA
3.,  Biz de ufak bir katki sunalim 27 Mayis 1960 Devrimi/Darbesi konusunda: TSK emir komuta zinciri altinda yap(a)madi bu darbeyi. Alparslan Turkes'in ABD Arsivleri'ndeki rolune bakmak gerek. TSK'daki darbeci subaylar arasindaki anlasmazliklara ve bunlarin seyrine yakindan bakmak lazim. 1961 Anayasasi tum olumsuz hukumlerine karsin yine de 1982 Anayasasi'na kiyasla Ulkeye cok sayida demokratik kurum ve hukuk kazanimlari getirmisti. Cift meclis ve erkler ayriligi ilkeleri demokratik Cumhuriyet' ileri tasidi. Kadrolar gonulden Ulusalci ve Ataturkcu idiler. Sag iktidarlar arada gecen surede tum demokratik kazanimlarin kokune kibrit suyu ektiler.
DP Iktidari Ulkeyi kaosa dogru surukledi, ekonomi iflas etti, sanayi montaj duzeyinden cikamadi, karaborsa ve fuhus patladi, 1960 yilina dogru ilerlerken radyoda Vatan Cephesi'ne katilanlarin isimleri semtlere ilan ediliyordu: Beyoglu'ndan Hale, Sisli'den Jale, Uskudar'dan butun mahalle...Ulkenin karsit gruplara bolunmesi sonucu ic savas cikmasi tehdidi vardi... Iktidar ile Muhalefet hic bir konuda uzlasamiyordu. Ismet Pasa 'sizi ben bile kurtaramam!' dedi. Bugun tarihin tekerrur eden hangi benzerlikleri var? 
M.Cemal Beskardes
4., Memleketi ABD'nin esiri haline getiren, şeriatı dirilten, borca batırıp iflas ettiren, mevcut sanayiini yokeden müptezel DP iktidarı hain değil de, 27 Mayıs ihanet öyle mi?
    Herkes kendi safından bakar dünyaya... M. B. HATTATOĞLU
5., YANLIŞ!... 
1. Memleketi ABD'nin esiri, kulu, kölesi, müstemlekesi haline getiren bizzat milli şef İ. İnönü ve CHP'sidir.
2. DP., şeraiti değil; Cumhuriyet, Adalet, İnsan Hakları ve Hukuk'u diriltmiş; 
    Bu nedenle, kin, kan ve nefretle (cebren ve hile ile) boğulmuştur.
3. Memleketi borca batırıp iflâs ve 70 sente muhtaç ettiren CHP'nin cuntası ve cuntanın çoban sülüsüdür... 
4. DP sanayii yok eden değil, var edendir. Bak DİE 1950 VE 1960....
5. Artısı. 27 Mayıs Atatürk'ün anayasası, Cumhuriyet, adalet, insan hakları ve hukuk' da katlettiği için;
katmerli bir ihanet hareketi, cunta ve şebekesidir. 
Dünya'ya "kendi safından değil"; Adalet, hukuk ve hakikat penceresinden bakmak gerek.
İşte, objektif bakında görünen budur. Dahası: Recep Usta bir 27 Mayıs ürünüdür!... 
BİLİNİZ!....MNS
6., H., Prof. Dr. Nurullah AYDIN
27 Mayıs 2012 ANKARA
27 MAYIS 1960 İHTİLALİ NEDİR NE DEĞİLDİR?
Türkiye; darbeler, darbe teşebbüsleri, eksen kaymaları, batı bloku, doğu bloku, Avrasya, İslam ümmeti, Ortadoğu, Yeni Osmanlı, sömürge, eyalet, kendine geliyor, sözü dinlenir ülke, AB’ın eyaleti gibi konuların tartışıldığı bir ülke.
Başka bir ülkede bunlar yaşanıyor mu? Hayır. Peki ama neden Türkiye?
Çünkü Türkiye; bulunduğu jeopolitik ve jeostratejik konumu, Balkanlar, Kafkasya ve Ortadoğu’nun merkezinde enerji havzalarının geçiş güzergahında bir bölgedir.
Anadolu; yardımdadır, üç tarafı denizdir, bütün uygarlıkların beşiğidir. Ortadoğu kökenli dinlerin yerleşim yeridir. Hititler, Firikyalılar, Fenikeliler Troyalılar, İyonyalılar, Urartular Lidyalılar, Bizanslılar, Selçuklular, Osmanlılar ülkesidir. Dolayısıyla dünyanın merkezidir.
Bu nedenle; 1920’lerde Osmanlıyı yıkıp kontrolü ele geçirdikleri Türkiye’yi, kimliksizleştirmek, Türk kimliğinden arındırmak, İslam inancını tersyüz etmek, tarihi altüst edip, kafa karıştırmakla yeniden batının tehdit unsuru haline gelmesini önlemek istemişlerdir.
Askeri darbeler de; bir nevi batı ekseninden kontrolünden çıkmak isteyen asker ve sivil kadrolara karşı masumane düşünce görüntüsü altında yapılan operasyonlardır.
Batı sivil ve askeri stratejistleri, İslamcı akımların güçlenmesi hakinde solla işbirliği yaparak darbe yapmış, sol güçlenince bu kez İslamcı milliyetçi unsurlarla darbe yapmıştır.
Milliyetçisi, solcusu, İslamcısı; kendi lehine olan darbeyi savunmuş, karşı olan darbeyi ise eleştirmiştir. Eleştirmektedir.
Yine;  hangi siyasi açıdan yapılırsa yapılsın her askeri darbe, ister sol ister sağ darbe olsun ABD ve Avrupa ülkelerince desteklenmiştir.
1000 yıllık Türkleri Orta Asya'ya sürme (şark meselesi) hayalleri olan son yüzyılda 100 proje yapan Avrupa ise ABD ise; siyasi, ekonomik kültürel amaçları için aydınları ve bağımsızlığın omurgası olan TSK ile oynamaya devam ediyor.
27 darbesi de bunlardan biridir. Peki 27 Mayıs nedir ne değildir?
Bakın; ABD, AB Türkiye'nin yönetiminde etkinliklerini siyasi, askeri, ekonomik ve kültürel alanda sinsince sürdürmüşlerdir.
Yıl 1939: ABD- Türkiye askeri anlaşma ve eğitim anlaşmaları yapılır. İkinci dünya savaşı sonrası çok partili yaşama geçilir. İlk çok partili seçim 1946 yılında yapılır. CHP kazanır.
21 Temmuz 1946 seçimlerinde DP yüzde 13 oy alır.
14 Mayıs 1950  seçimlerinde DP yüzde 52.67 oyla iktidar olur.
2 Mayıs 1954  seçimlerinde DP yüzde 57.61 oyla üçlenerek iktidarı sağlamlaştırır.
27 Ekim 1957 seçimlerinde DP yüzde 47.87 oyla iktidar sürdürür.
DP iktidar olunca; İnönü döneminde başlayan siyasal bağımlılığı, bir tehdit durumunda ve çağrı üzerine ABD'ye Türkiye'ye müdahale etme yetkisi verilmesine kadar götürür.
DP İktidarı, CHP ile başlayan Türkiye’yi ABD’ye eklemleme stratejisinin gereğini yapmaya başlar. Komuta kademesi ile birlikte 15 general ve 150 subay emekliye sevk edilir.
28 Mart 1949 tarihinde ABD ve Rusya’dan sonra Türkiye İsrail’i resmentanır. İsrail Askeri Ataşeliğini; Washington, Paris ve Londra’dan sonra Ankara’da açar. İstihbarat anlaşması yapılır.
1951 yılında 5816 sayılı Atatürk'ü Koruma Kanununu çıkarılır.
1952 yılında NATO'ya üye olur.
1958 yılında dış borçlar ödenemez duruma gelir ve % 320 oranında bir devalüasyon yapılır.
1959 yılında Londra ve Zürih anlaşmaları imzalanarak Kıbrıs Cumhuriyeti kurulur  
1959 yılında Avrupa Ekonomik Topluluğu'na üye olmak için başvurur.
1960 yılında OECD'ye üye olur.
Fas, Tunus ve Cezayir'in bağımsızlığında Türkiye, Batı'nın yanında yer alır.
Süveyş Kanalını millileştiren Mısır lideri Nasır'a karşı İngiltere'yi destekler.
Yoğun bir biçimde dış borç alınır.
Yabancı Sermayeyi Teşvik Kanunu ve Petrol Kanununu çıkarılır.
DP muhalefeti susturmak için Tedbirler Kanunu'nu çıkarır.
1950-1960 döneminin temel tartışma ve mücadele konusu, biçimsel özgürlüklerdi: Basın özgürlüğü, üniversite özerkliği, mahkemelerin bağımsızlığı gibi konular, örgütlü veya örgütsüz bütün muhalefetin ve bütün mihrakların sloganları haline gelmişti.
1945-1960 arası çok partili hayat; beklenen demokrasiyi değil halkın bölünmesini getirmişti. Camiler, kahveler ve mahalleler ayrılmıştı. Tam bir cepheleşme yaşanır.
DP lideri Menderes; ABD'ye teslimiyet politikasının ülkeyi iyi bir noktaya getirmediğini gördükten sonra Rusya ile ilişkileri geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları alır, fakat ziyaretten 40 gün önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşir.
Günün Sözü: Tarih geçmişin aynası, bugünün habercisi yarının ise yol haritasıdır.
***
7., Yazdıklarınızın tümü bilgi kirliliği
Doğruları öğrenmek için bakınız 27 Mayıs -  Masallar & Gerçekler (Kapağı ekli) 
Ya  da bu akşam 21:30’da Kanal B’ye buyurunuz
Saygılarımla,
Mehmet Arif Demirer
8., Sayin Sinaci,
Buyuk bir inanc ile DP`yi savunmaniza bir sey demem, sonucta sizin tercihinizdir ama memlekete ABD`yi kulliyen getiren iktidar DP`dir. Bugunun yandas medyasi var ise o zamanin da vatan cephesi vardi. Ve daha bir suru sey. Elbetteki idamlar ve askeri darbe gereksizdi ama DP`de sizin iddia ettiginiz gibi sutten cikmis ak kasik degildi. Sonucta AP`yi kuran kadrolarda basta Ragip Gumuspala olmak uzere cogunlukla DP`den cikmistir.
Saygilarimla, Can Ikiz
9., Sayın Sınacı ömrünü neredeyse Demokrat Partiye vakfetmiş bir insandır.
Bunu kendi iyi niyeti ve hüsniyeti içinde yapmıştır.
Dönemin ve Demokrat Parti tarihinin yaşayan ayaklı kütüphanesidir...
Yazılmamış ve yazılmayacak bir çok tarihi hakikati de kalbine gömmüştür...
Bu siyasi yaşamı boyunca da hiç bir şahsi çıkar peşinde koşmayan bir idealist olmuştur.
Aynı zamanda ne kendini, ne de başkalarını kandırmayacak kadar da inançlı bir Müslüman’dır.
Ne var ki, bu siyasi ihtisas ve bilgi dağarcığı büyük ölçüde domestik bir birikimin ürünüdür.
Dolayısı ile dönemin ve olayların kendisi tarafından uluslararası gerçeklikte fotoğraflanabilmesi zordur.
Yazarın yazılarını bu psikoloji içinde algılamak gerekir.
Ülkeye düşmanlık yapamayacak kadar Türk olduğu kadar, yalan söyleyemeyecek kadar da mümindir.
Mustafa Nevruz Sınacı Arkadaşımdır ve dostumdur.
Ara sıra kahvesini içer sohbetini dinlerim.
Vatanseverdir…
Zaten taryışmanın esası ve özü Yazar Nurullah Aydın'ın  "DP lideri Menderes; ABD'ye teslimiyet politikasının ülkeyi iyi bir noktaya getirmediğini gördükten sonra Rusya ile ilişkileri geliştirmek üzere orayı ziyaret için gerekli randevuları alır, fakat ziyaretten 40 gün önce 27 Mayıs Darbesi gerçekleşir"  paragrafında çok açık olarak verilmiş ve Menderes'in kalemini kıran koordinat açıkça ifşa edilmiştir...
Bütün SIR, rahmetlinin döndürülememiş "Rusya Niyeti ve Kararlılığı" dır...
Amerikanlılaştırabilinmiş olan Türkiye'nin hedefi bu metaformozdan çıkmak yerine Amerikan zihnini Türkleştirebilmek olmalıdır.
Bunun için gerekli olan gerekli sinerjiye ve avadanlıklara da sahiptir..... !!!
Selam, Sevgi ve Saygılarımla...
ALİ ASLAN ASLAN DUMANOL
Eğitimci Düşünür YazarAMAN SÖZÜN AZ OLSUN,   AYDIN OLSUN,
IŞIK SAÇSIN,   BAKAN KÖRE GÖZ OLSUN !
UNITED-TURKS Birleşmiş Türkler
http://www.facebook.com/dumanolhttp://dumanol.blogspot.com
TÜRKLER  KAZANACAK,
BİZ KAZANACAĞIZ !
****
10., SAYIN CAN İLKİZ;.
SAYIN SINACI'YI ELEŞTİRMENIZE BİR SEY DİYEMEM..SIZIN TERCİHİNİZDİR.
1., SINACI DP'NİN KAPISINA KILIT VURULDUGUNDA YILLARCA O KURUMU HERSEYİNDEN FEDAKARLIK YAPARAK ACIK TUTMUSTUR.
2., DP HAKKINDA BİLMEDEN HİSLERİNİZLE AĞZINIZA GELENİ YAZMIŞSINIZ. ABD'Yİ TÜRKİYE'YE GETIREN ANTLASMAYI İSMET İNÖNÜ İMZALAMISTIR.
3., RAGIP GUMUSPALA DP'LI DEĞILDİR. DP KAPANDIKTAN SONRA GENEL KURMAYDAN EMEKLI OLAN HARBIYELIDIR.
YAZACAĞINIZA BİRAZ OKUSANIZ İYİ OLUR..
HÖRMETLER.
AHMET GÜLEÇ, EMEKLİ
***
11., Sayın Mustafa Sınacı,
Size ve yazdıklarınıza gerçekten hayret ediyorum.  Çok şükür henüz o yılları yaşayarak gören ve bu konularda araştırma yapanların bir kısmı hala yaşıyor
Hem ‘’ Dünya'ya "kendi safından değil"; Adalet, hukuk ve hakikat penceresinden bakmak gerek. ‘’ diyorsunuz hem de bunun tam tersini yapıyorsunuz. Gerçekten çok ayıp ediyorsunuz!
27 Mayıs’ı eksi ve artılarıyla ama bilimsel ve tarihsel dayanaklarıyla tartışmaya hiç kimsenin itirazı olamaz ancak bunu Tayyip Erdoğan’ın deyişi ile ‘’dindar ve kindar’’ bir saplantıyla ele almak en azından tarihe saygısızlıktır. 
Hele ‘’ Recep Usta bir 27 Mayıs ürünüdür!...  BİLİNİZ!....  ‘’  diye  ’’ bilgiçlik’’  taslayarak gerçekleri çarpıltmanın tam zirvesine varmışsınız.
Recep Usta’nın sık sık kimlere minnettar ve müteşekkir olduğunu ifade ettiğine bakarsanız onun kimin/kimlerin ürünü olduğunu görürsünüz.
Bunlar sırasıyla rahmetli Adnan Menderes, rahmetli Turgut Özal ve rahmetli Necmettin Erbakan’dır. Lütfen hiç olmazsa bu yaştan sonra uyanınız.
Biliniz ki tarihi gerçekler bir müddet balçıkla sıvanabilir ama tamamen yok edilemez. Diğer yandan tarih sizleri katiyen affetmeyecektir.
Esasında ben gerçekleri bu kadar saptıranlarla tartışmaya girmem, çünki bu yaşıma kadar gördüm ki, bunun hem bir faydası yoktur hem de sadece zaman kaybıdır. Ancak yine de aşağıda sıraladığınız maddelerin satır aralarına girerek son bir deneme yapayım…
Atakan Mert
atakan.mert43@gmail.com
atakan.mert@superonline.com
12., YANLIŞ!... 
1.    Memleketi ABD'nin esiri, kulu, kölesi, müstemlekesi haline getiren bizzat milli şef İ. İnönü ve CHP'sidir. İnönü’nün II Dünya Savaşı sırasında Rusya’nın doğu Anadolu ve boğazlara inmelerini önlemek maksadıyla ABD ile flört ettiği doğrudur.
Ancak devlet arşivlerini ve o zamanlardaki bugünki basını biraz araştıranlar bilirler ki, Türkiye’nin ABD ve batının müstemlekesi haline gelmesi rahmetli Adnan Menderes ile başlamış, Süleyman Demirel, Turgut Özal tarafından geliştirilmiş ve sonuçta Tayyip Erdoğan tarafından pekiştirilmiştir.
2.    DP., şeraiti değil; Cumhuriyet, Adalet, İnsan Hakları ve Hukuk'u diriltmiş;
DP şeraitin ilk tohumlarını atmış, perde arkasında cemaatleri ve tekkeleri desteklemiş ve Rahmetli Menderes TBMM’de ‘’isterseniz Hilafeti bile geri getirebiliriz..’’ bile demiştir. Diğer yönden DP’nin kurduğu Tahkikat Komisyonu bugünki ‘’Özel Yetkili Mahkemeler’den’’ farkı yoktur.
Yine kurdurduğu Vatan Cephesi  ile ülkeyi iki cepheye ayırmıştır. O günleri yaşayanların önünde Adalet, İnsan Hakları ve Hukuk’tan bahsetmeniz bugünlerde AKP’nin dilinden Düşürmediği iddialarla aynıdır. AKP bir de bunlara ‘’İleri Demokrasi’’ masalı eklemiştir. Bu nedenle, kin, kan ve nefretle (cebren ve hile ile) boğulmuştur. Kin ve nefreti tetikleyip besleyen  ve içinde boğulan, yukarıda özetlediğim nedenlerle, DP bilfiil kendisidir.
3.    Memleketi borca batırıp iflâs ve 70 sente muhtaç ettiren CHP'nin cuntası ve cuntanın çoban sülüsüdür...  Memleketi borca batırıp iflasa sürükleyen Menderes zamanında başlatılıp Demirel zamanında sürdürülen plansız programsız liberal ekonomidir.
Bir de buna liberal ekonominin doğal sonucu olan batı sermayesi ile göbekten bağımlılığı ekleyiniz. ‘’Plan mı Pilav mı istersiniz’’ sloganı ile seçimi kazanan Demirel  sonunda seçmenlerine pilav da veremez duruma düşmüştür. Tayyip Erdoğan da onu örnek alıp bulgur ve fasulye dağıtarak oy almaktadır. Yüksek faizli sıcak paranın gelmesi kesildiğinde o da dağıtacak bulgur ev fasulye bulamayacaktır.
4.    DP sanayii yok eden değil, var edendir. Bak DİE 1950 VE 1960....
İlginçtir, aynı çarpıltmayı Tayyip Erdoğan da sık sık yapar. Ancak kendi sultanlığı zamanında yaptığı eserler(!)in hepsini solladığını iddia eder.
İnsanda biraz insaf biraz izan olmaya görsün; harpten çıkmış ve harap olmuş bozkırlarda ne sermaye birikimi ne de eğitimli insan varken yapılan eserleri görmez o gözler…
5.    Artısı. 27 Mayıs Atatürk'ün anayasası, Cumhuriyet, adalet, insan hakları ve hukuk' da katlettiği için; Bu iddianızın tam tersi bir Anayasa getirmiştir 27 Mayıs. Hatta Demirel  ve bir kısım askeri kesim  ‘’  60 Anayasası bizim topluma bol geliyor…’’  diyerek daraltıp budayarak devamlı değişiklikler yapmış ve nihayet 80’de faşist bir anayasaya dönüştürmüştür. katmerli bir ihanet hareketi, cunta ve şebekesidir. 
Askerin müdahalesini hiçbir demokrat istemez, ancak Laik Türkiye Cumhuriyetini kuran Mustafa Kemal Atatürk ve arkadaşlarına, onların adlarını ağızlarından gösteriş olarak düşürmeyerek,  katmerli ihanet edenler utanmadan hala iftiralarına devam etmelerini de insanın içi kaldırmıyor doğrusu.   Allah akıl fikir ve de vicdan versin, başka ne denir?  En garibi de Tayyip Erdoğan ile aynı çizgide olmalarına rağmen ona da saldırmalarıdır.
Dünya'ya "kendi safından değil"; Adalet, hukuk ve hakikat penceresinden bakmak gerek.
İşte, objektif bakında görünen budur. Dahası: Recep Usta bir 27 Mayıs ürünüdür!... 
BİLİNİZ!.... MNS
13., DP iktidarı 150 yıl sonra milletin içinden çıkan,milleti temsil eden bir iktidardır.Milleti temsil ettiği içinde 150 yıl boyunca devam eden aynı zihniyet tarafından darbe ile devrilmiştir.Aynı senaryo ileriki yıllarda 12 Eylül'de,28 Şubat'ta ve 27 Nisan'da tekrarlanmıştır.Ama inşallah Allah'ın izniyle bundan sonra tekrarı olmayacaktır. Duran ERTAŞ
14., Mutlaka bir şans sonucu gruplarda müşahade ettiğim bu mühavere, münazara ve müşaverenin (yorumlama, eleştiri ve katkıların) inceliği, güzelliği, edep, nezaket ve nezahetine doğrusu hayran kaldık ve böylece taraf oldum. Ancak ve umarım ki; Sayın Mustafa Nevruz Sınacı'nın temenni, beyan ve ihsas ettikleri şekilde 27 Mayıs 1960 darbe davası ivedilikle açılır ve bilumum hususat vuzuha kavuşur. Ülke için de, muhatap parti içinde en iyisi, doğrusu ve hayırlısı budur. Muhakeme ederek, Adaletin tecelli-i'ni teminden başkaca bir yol veya şans yoktur. Bence, fevkalâde vukufu haiz bu makale (mezkür) hükümetçe dikkate alınmalı ve basiret olunan doğrultuda gereği için her türlü gayret sarf olunmalıdır. Selâm ve saygı ile, efendim... 
Prof. Dr. Salih Ziya Konyali  

26 Mayıs 2012 Cumartesi

Ordu; rüyalar ve gerçekler.,,,,

ŞEYH EFENDİNİN RÜYASI VE TÜRKİYE
Mustafa Nevruz SINACI
            Milletin asli ve hakiki hizmet unsurları insanlık, ahlâk, edep ve hukuk dışı dokunulmazlık, ayrıcalık, hususi imtiyaz, avanta, rüşvet ve iltimastan müstağni; Namuslu, dürüst memur, işçi ve emeklileri dâhil; Halkın kahir ekseriyetini fakr-ü zaruret, yokluk, yoksulluk ve sefalete mahkûm ederek; Siyasi hırs ve iğrenç ihtiraslarını tatmin uğruna millete zulmedenler bilsin ki!..     
            ‘İkinci Abdülhamit döneminde Şeyhülislâmlık yapmış, zamanın en büyük gönül sultanları ve din âlimlerinden olan Şeyh Rahmi Baba; 1920’li yıllarda Anadolu’da mukim, vazifeli şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice bir kasabaya davet eder. Sebebi hikmeti: “Kahriye” okunacak; Yani, Esma-i Hüsna’dan “Ya kahhar” zikri çekilerek Mustafa Kemal’in ve kurmak istediği rejiminin “kahr-u tedmiri” için müştereken dua ve zikredilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır.          
Tam kahriyenin okunacağı sabah vaktine birkaç saat kala, fecr-i sadık sıraları yakaza halinde istirahat etmekte olan Şeyh Efendi, bütün niyetlerini altüst edecek bir mânâ (rüya) görür:
            Bir dünya haritası… Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil... Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lâkin alçak duvarlarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında. Mahşeri bir kalabalıkta, insanların gözü önünde dünyayı yeniden paylaştırıp, taksim ediyor; ‘şurayı şuna, burayı buna verin’ diye emirler yağdırıyor… Taraf ve etrafındakiler ise derhal gerekeni yapıyorlar.
            Mustafa Kemal, Çanakkale berisi ve İstanbul ötesi Trakya bölgesinde duruyor…
Her ne hikmetse yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil!.. Duruşundan anlaşıldığına göre, bir şeylerden dolayı mahcup ve tedirgin bir ruh hali içinde; Velev ki bu yüzden olsa gerek, Yüce Efendimizin yüzüne bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman, manâyı mükerremdeki Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pür dikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı da şuna verin” buyuruyorlar.
Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir.
Sebebi: Müstakbel ıslahatlar (Atatürk İlkeleri) ve Türk İnkılâbı’dır…
GERÇEĞE UYANIŞ!...
            Tam bu sırada Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe; Peygamber Efendimizin zahir oldukları, bizzat tezahür ettikleri, göründükleri manâ [rüyalar], doğrudan sahih, sağlam ve ‘acaba’sız, kat’i bilgi kaynaklarından biridir). Şeyh Rahmi Baba Abdestini alır, vaktin namazını cemaatle kılmak için icabetini bekleyen arkadaşlarının yanına varır. Namaz eda edilir, dua biter, Fatiha okunur. Herkesin kahriye çekilmeye geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...
            Rüyayı şöyle yorumlar:
“Türkiye yemyeşil olduğuna göre, bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Türkiye’nin etrafını çepeçevre saran duvarın kalın, kasvetli ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösterir. Gerek Peygamber Efendimizin ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız... O’na tabii olacak ve maddi, manevi yardım edeceğiz…”
Her şey apaçık ortaya çıkmış ve Anadolu Erenleri kutsal mesajı almıştır.
            Kahriye okumaktan vazgeçilir. Kanaat Önderi Şeyhler, Halifeler huzur içinde; Vicdanen müsterih, memnun, bahtiyar, hâl ve istikametleri aydınlanmış olarak memleketlerine dönerler...’
            KISSA’DAN HİSSE:
            Aziz, âlim, mümin ve mücahit, kadim Türk Milleti; 1400 yılı mücavir İslâm’ın, yaklaşık 1000 yılı Muhammed ümmetinin Bayraktarlığını, Sancaktarlığını yapmış; Müslüman âlemini tam bir hamiyet ve himmetle kucaklamış; İnsanlık camiasını adaletle himaye etmiş dualı bir millettir.
Ola ki, Mustafa Kemâl’in, Peygamber Efendimiz huzurundaki mahcubiyeti; Osmanlı’da gerileme devrinin fiilen başladığı 1734 yılı evvel ve ahirinde (sonrasında); İdare, asker ve temsil makamlarında vaki gasp, yozlaşma, çürüme ve İslâm’dan uzaklaşma, adaleti terk nedeniyle vaki: Haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, insana, İslâm’a ve kamu ahlâkına aykırı tertip, süfli teşebbüs, sefahat, din istismarı ve dağılma sebebi utanç verici suiistimallerin tevlid ettiği hicaptan olmalı…
ORDU!.. 
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (1)
Mustafa Nevruz SINACI
 27 Mayıs öncesi Türk Ordusu; Mevcut haliyle “Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı’nı” muaheze etmeden/eleştirmeden önce; Bütün eylem, işlem ve söylemlerinde ısrarla vurgulayıp;  sadakat iddia, isnat ve beyan ettikleri M. K. Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm’in ilkeleri ile milletin anladığı manâda Türk İnkılâbı’nın emir, Ordu tanımı ve taleplerini hatırlatmak isterim:     
01- Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesidir. (1 Kasım 1937 – Atatürk’ün TBMM, 5. Dön. açılış konuşması)  “Türk Subayları çelik iradeli, hak ve hürriyet bekçisi, göğsü iman dolu, pırlanta kadar temiz ve asildir.” (A H. Pamukoğlu, Türkiyede Demokrasi-Tuncer Kitbevi,1961 S: 37)
02- Ordunun vazifesi : “Vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa, kalkılmış olduğuna değer. (1914-Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Atatürk-1981, Genel Kurmay Ateşe Başkanlığı Yayını
03- Kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lâzım gelen anlam, her kişisi, bilhassa subayı, komutanı, medeniyet ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan “Yüksek Ahlâkta Bir Topluluktur.” Şüphe yok ki, tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatan savunmasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin, en nihayet verecekleri kararla (harekete) faaliyete geçer. (1918-Belleten,TTK, C: 32 No: 128, Hikmet Bayur)
04- Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder. Ve, vatanın savunma gücünü hiç’e indirir. Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplin ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister. (1918-Atatürk’ün Yüksek Kumandanlık Kudret ve Meziyetleri, Ali Fuat Cebesoy, 1962
05- Askerler mert olur. Türk Askeri ise, mertlerden mert ve pek civanmert olur.” (1919-Reşit Paşa’nın Hatıraları, Cevat R. Yularkıran-1939)  “Ordumuz hayat ve onur mücadelesinde, milletin ve milletin gayelerinin tek dayanağıdır. Ordunun, kendisine verilen bu yüce vazifeleri hakkı ile başarabilmesi için sahip olması gerekli niteliklerden birincisi, demir gibi bir disiplindir. (1920-Söylev ve Demeçler, Cilt: 5, Atatürk Tamim ve Telgrafları-Türk İnkılâp Tarihi Yayını
06- Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti’nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır. Ordu, insanca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan milletle aynı ideale sahip olmaktan gurur duyan ve yalnız o’nun emrine bağlı ve sadık öz evlâtlarından oluşmuş saygıdeğer ve kuvvetli bir heyettir. (1922-Söylev ve Demeçler, Cilt: 3 – Atatürk, Türk Devrim Tarihi Yayını-1960)
07- Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının vazifesi: “Misakı Milli” (Milli Ant) hükümlerini sağlamaktır (1922-TBMM, Gizli Celse Zabıtları-Cilt: 3)
08- Memleketin genel hayatında orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi; Cumhuriyetin daima dikkat ettiği bir esas noktadır. Şimdiye kadar takip edilen bu yolda, cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve sağlam koruyucusu olarak saygınlığını muhafaza etmiştir. (Nutuk: Cilt: 1, 1945
09- Milleti yönetenlerin dayanağı ordu olmuştur. Diğer milletlerde, ordu ile millet daima birbiri ile karşı karşıyadır. Halbuki bizde, tamamiyle bunun tersidir. (1925-Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Mustafa Selim İmece – Türkiye İş Bankası Yayını, 1959)
10- Ordumuz Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkânsız garantisidir., Türk milleti ordusunu çok sever, onu kendi idealinin koruyucusu olarak düşünür. (1927-Söylev ve Dmeçler, Cilt: 1 Atatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını-1945 / 1931-Ayın Tarihi, Cilt:25, Sayı: 84-85)
11- Dünyanın hiçbir ordusunda, yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi, kendime en değerli borç bilirim. (1921-Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri – Mustafa Kemal Atatürk – Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını )
ORDU!.. 
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (2)
Mustafa Nevruz SINACI
Hikmetinden sual olunur. Lâkin “sebep ve hikmet hakkında” cevap irad olunmaz. Olunsa da, verilen cevap kamu vicdanında makes bulmaz. Millet sorar: Uğruna varımı yoğumu adadığım milyonluk Ordu’m 3.5 eşkıya karşısında niçin pasif, yetersiz ve yeteneksiz kalır? Hangi sersem Ordu’mun elini-kolunu bağlar; Bir kendini bilmez hain, lânetli bebek katiline ‘sayın’, eli kanlı eşkıyaya ‘gerilla’ sözüne vize verir de; Halkın namusu, devletin beka ve bağımsızlığından mesul “hüküm, hikmet ve kuvvet” ne yapar? Bakın, kurucu irade neyi emanet ve vasiyet ediyor?..
İnsanların mücadelesinde en kuvvetli siper, iman dolu göğüslerdir. (1922-Atatürk)
MİLLİ BAĞIMSIZLIK, EGEMENLİK ve ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER
01- Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği taktirde, insanlığı meydana getiren milletlerden her biri ile medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir dikkatle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen her hangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım. (1921-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt : 3 – Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1954)
02- Bugünkü Türk milleti siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik  ve hattâ Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat geçmişin bu keyfi idare devirlerinin sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici, beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerinde kederlenmekten başka bir etki meydana getirmemiştir. Çünkü bu milletin fertleri de, Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyor. Bugün içimizde bulunan Hırıstiyan, Musevi vatandaşlar, kader ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözü ile bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi? Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır., Aynı kavmin çocuklarının hep beraber olarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu “birlik sevgisinden” çıkacak yüksek hislere olduğu gibi uymaları ne güzel bir şeydir., (1929-Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969-Türk Tarih Kurumu Yayını; 1832-Atatürk Diyarbakır’da, Kadri Kemal Kop. 1938 /325 + Dünya Gazetesi : 30.08.1952)
03- Türk milleti kurtuluş savaşından beri, hattâ bu savaşa atılırken bile, mahkûm ve mazlum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca, kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına ilgisiz kalması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülemez ve savunulamaz. Milliyet davası siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ideal meselesidir. Şuurlu bir ideal demek pozitif bilimlere ve bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde, propagandalarda denenmiş yöntemlere müracaat etmek şarttır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz, Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. (Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 13)
04- Biz, uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı amaçlayan açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız. Hassasiyetimiz, bu alandaki durum ve yükümlülüklerimize karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven sağlayıp sağlamayacağı noktasındadır. (Nutuk)
05- Hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de uygun bir yol veya zorla anlatarak amaca doğru yürüyeceğiz. Bizi amaca varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlar. Bunlar bizi sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır; O’da, içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren, memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman da çıkmaz. İçimizden böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya da memleketini sevmeyen kötüler veya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz, cahil dediğimiz zaman, mutlaka okula gitmemiş olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz: İlmi ve gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek bilginler çıkar. (1923-Atatürk)
ORDU!.. 
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (3)
Mustafa Nevruz SINACI
            06- Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir; Dünya birliğe doğru yürüyor; İnsanlar arasında sınıf, derece, ahlâk, elbise, din ve ölçü farkı gittikçe azalmakta. Tarih, yaşamak kavgasının ırk, din, kültür, terbiye yabancıları arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş, barışa doğru yürüyüştür. Ahlâk kanununun temeli kişisel sorumluluktur. İyiliği sevmek ve kötülükten kaçmak lâzımdır. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde yankılar uyandırır. Bu durum bize vicdani vazifeleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek çoğunlukla beraber suçlu olduğumuzu gösterir. Kısaca, bağlılık, “Herkes, kendi için” yerine “Herkes, herkes için” düşüncesini ortaya koyar. Bu düşünce sosyaldir. Milli’dir. Geniş ve yüksek anlamı ile İNSANCILDIR. (1930-Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1969)
07- Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve milli duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Sürekli ve müthiş bir mücadele şeklinde beliren milletlerin hayat felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu özelliği büyük bir şiddetle ister. Efendiler, yetişecek çocuk ve gençlerimize görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden önce Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. (1921-Nutuk, C: 2, Türk İnkılâp Tarihi Ensı-1952)
08- Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk, iade ve emanet edilemez, bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek; almak için kullanılmış olan araçları kullanmak gerekir. Millet, egemenliği kayıtsız şartsız elinde tutmayı kendi vicdanına karşı söz verip yemin ettikten sonra, şunun veya bunun gereğidir diye, şuna veya buna verilebilecek en basit bir halk bulunuz, vazife bulunuz ve yetki bulunuz. Kimse bulamaz... İrade alınamaz ve irade verilemez. Egemenliği verebilen bir insan ve yahut egemenliğini kaybeden bir insan ve yahut bir toplum egemenlikten yoksun olunca (ki, egemenlik iradenin göründüğü ve bilindiği yerdir) o halde iradesi felç olur.
Bundan dolayı, egemenliğini verebilmek için iradesinin felç olmasına razı olmak gerekir, veremez. Egemenliği verebilmek için; İradesinin, arzusunun, eğilimlerinin felçli kalmasını kabul etmek lâzımdır. (bu) Ölmeyi kabul etmek demektir. Dolayısıyla bir millet egemenliğini veremez. Egemenlik yalnız alınır ve zorla alınır. Millet egemenliğini elinde tutar, ancak, egemenliğinden gerektiği kadarını uygulamak üzere Millet Meclisi’nin tümünü görevlendirir. Fakat, bir tek adama bu yetki verilemez., Egemenliğine sahip olmayan insan veya toplum, hiçbir zaman iradesini kullanamaz., Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir ve Milletin kalacaktır. İdare usulü, halkın geleceğini, bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır., Milleti temsil eden, milli iradeyi millet namına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi şahsiyetinde toplayan TBMM bile, en sonunda “millet tarafından yenilenebilir” Esas olan millettir. Egemenlik, onun olduğu gibi, idare hakkı da onundur., “Ancak, milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri Meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Millet, her ihtimale karşı egemenliğini korumak zorundadır. Bu hususta yapılagelen şey, tekrar milletin oyuna başvurmaktır. Bugünkü Meclisimiz milli egemenliğin aşığıdır. Bundan sonrakilerin de öyle yapacağına şüphem yoktur. Bunlar elbette bu gibi önlemleri tam olarak bilirler. Türkiye halkının şeriat hükümleri, TBMM tarafından yerine getirilir. Bunu yapmak için hiçbir makama ihtiyaç yoktur. (1923-Atatürk’ün, Eskişehir-İzmit Konuşmaları)
09- Eğer devamlı barış isteniyorsa, kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslar arası tedbirler alınmalı. Tüm insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kin’den uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir. (1937-Atatürk) “Eğer istersen memlekette sulh-ü salâh, hazır ol cenge her daim” – “Ekseriyetin istibdadı, istibdatların en korkuncudur” (Hukukçu Thomas Paine, Arif Hikmet Pamukoğlu-Türkiye’de Demokrasi)
10) Türk topraklarının veya haklarının en küçük kısmını kimseye terk etmek zorunda değiliz; Onurla yaşar ve onurla ölürüz. (Dankwart E. Rustow, Turkey, America’s Forgotten Ally, New York, Council on Foreign Relations – 1987, s. 88)
YORUM VE KATKILAR:
"ŞEYH EFENDİ'NİN RÜYASI VE TÜRKİYE" 
             Sultân 2. Abdûlhâmid Han'ın Şeyh'ül-İslâmları arasında "Şeyh Rahmi Baba" isimli biri bulunmamaktadır. Bu dönemde, toplam 8 kişi, bu makamda bulunmuştur. Bunların arasında bu isimde biri yoktur. Zâten Osmanlı'da tasavvûf ekolünden gelen birinin, bu makama gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu makam, medrese ekolüne açıktır. Atatürk ile ilgili "târikât ve tasavvûf terminolojisi"ni öne çıkarmak, şeyhlerin rü'yâlarını öne çıkarmak (doğrudur, yanlıştır, ayrı konu), Atatürk fikrinin neresine girmektedir? Atatürk, Türkiye'nin "şeyhler, dervişler" memleketi olamayacağını söylerken, Atatürkçülük adına, bir şeyhin rü'yâsını öne çıkarmak, çelişki değil midir? Atatürk'ün dedeler ve babalar ile ilgili sözlerinin bilinmesine rağmen Alevîliğin övülmesinden sonra, şimdi de diğer târikâtlar mı övülecek? Kutlu Altay KOCAOVA (26.05.2012-UNITED-TURKS) 

19 Mayıs 2012 Cumartesi

son başvekil ve...

SON BAŞVEKİL VE “AHDE VEFA”
Mustafa Nevruz SINACI
            Lânetli çadır tiyatroları ve Türk hukuk tarihi’ni yüzkarası, ebedi utancı “yassı-ada” despot hanesinde, sözde muhakeme konusu bir olay ve tarihi bir hakikat: Bulaşık yıkayan Valide Sultan ve ‘Anne, ne olur bizi affet, geç geldik’ diyen son Başvekil Adnan Menderes!..
Hain mütegallibe tarafında atılı suçlarından birisi…
İşte hak sahnesi ve o, içler acısı hakikat:
            “Merhum Adnan Menderes, 1952 yılında NATO toplantısı için Fransa’ya gider. Bir ara Türk Büyükelçisini yanına çağırarak;
- Osmanoğulları ailesinin Paris’te yaşıyor olması gerek. Bunlar nerededir, ne yer, ne içer, ne ile geçinirler? diye sorar. Ama büyükelçinin hanedan hakkında hiçbir bilgiye sahip olmadığını görünce, pek şaşıran ve öfkelenen Menderes, büyük bir hayıflanma içerisinde;
- Sana 24 saat mühlet! Ya Osmanlı ailesinin adresi ile ya da istifanla gelirsin” der. Bir müddet sonra büyükelçi gelir ve temin ettiği adresi Başvekil Adnan Menderes’e verir..
Derhal Hanedanın ziyaretine giden Menderes, gördükleri karşısında çılgına döner.
Devlet-i Aliye’nin ulu Hakanı Sultan Abdülhamid Han’ın 80 yaşındaki hanımı Şefika Sultan, 60 yaşındaki kızı Ayşe Sultan ve diğer Osmanlı hanımları, Paris yakınlarında üçüncü sınıf bir varoş lokantasının mutfağında, Fransız işçi, köylü ve amelelerinin temizlik işlerini yapmakta, bulaşıklarını yıkamakta, yani bulaşıkçılık yapmaktadırlar….
Menderes gözyaşlarını tutamaz. Şefika Sultan’ın ellerine sarılır ve;
- Anne, ne olur bizi affet, geç geldik, der.
Ayşe sultan sürgünden otuz yıl sonra gördüğü bu vatan evladına;
- Sen kimsin?, diye sorar. Menderes de;
- Ben Türkiye Cumhuriyeti’nin başvekiliyim, der.
- “Ben başvekilim” sözünü duyan koca sultan sevinç, mutluluk ve heyecandan öyle bir çığlık atar ki, adeta kalbi duracak gibi olur. Oracıkta yere düşer, bayılır.
Menderes Türkiye’ye döner dönmez doğruca Cumhurbaşkanı Celal Bayar’a çıkar.
- Osmanlı hanımlarını bulaşık yıkarken gördüm. Onların Türkiye’ye dönmeleri için af kanunu çıkaracağım, der. Celal Bayar: - Adnan Bey sus! Sakın bu konuyu bir daha başka yerde açma, malum gazeteler tahrikiyle silahlı kuvvetlerin içindeki cunta Türkiye’de ihtilal yapar, der.
Menderes cebinden çıkardığı bir mektubu masanın üzerine bırakarak dışarı çıkar.
Mektupta, tam olarak şunlar yazılıdır:
“- Ana’larının ve Baba’larının Fransa da hizmetçilik ve bulaşıkçılık yaptığı bir ülkenin Baş Vekili olmaktan hicap ediyor ve utanç duyuyorum. İstifamın kabulünü arz ederim. Adnan Menderes…” Adnan Menderes’in istifadan vazgeçmesi için epeyce uğraşılır. Sonuçta, hanedan hanımlarının yurda dönmelerine izin verilmesi şartıyla Menderes istifadan vazgeçer.
Anavatan’a Dönüş:
İstanbul’a dönenler arasında Sultan II. Abdülhamid’in hanımı ve kızı da vardır. Bir sabah erken saatte Teşvikiye’deki evlerinin kapısı çalınır. Kapıyı Abdülhamid’in kızı Ayşe Sultan açar. Gelen kişi bizzat Başvekil Adnan Menderes’tir.
- Şâyet kabul buyururlarsa Valide Sultan’ı görmek isterim, der. Başında tülbent elinde tespihiyle Başvekil Adnan Menderes’i karşılayan Şefika Sultan;
- Berhudar olasın evlâdım, hoş geldiniz…” der. Başvekil de; - Teşekkür ederim Valide hazretleri; hoş bulduk…, demesinden sonra Şefika Sultan; - Beyefendi, niçin önceden haberimiz olmadı? Böyle, hazırlıksız ve gaâfil avlandık” der. Adnan Menderes; - Estağfurullah, zararı yok efendim. Bendeniz elinizi öperek hayır duanızı almak ve bir ihtiyacınız olup olmadığını sual edip, öğrenmek için geldim, der...
Ayrılırken, (daha sonraları Yassıada da onun da hesabının sorulduğu) şişkince bir zarf bırakır. İşte, Menderes’in amansız suçlarından birisi de budur. Oysa, Ecdadımız bunları hak etmek için ne yapmıştır? Sultan Vahdettin’in tabutu da bilindiği gibi İtalya’da alacaklıları, kasap ve bakkal tarafından haczedilmiştir. Bu yaşananlar bir bedel midir? Yorum ve değerlendirme her zaman olduğu gibi okuyanlara aittir!…” 
(Belge için bak: Vikikaynak) 
****

Mustafa Bey dostum,
SON BAŞVEKİL VE “AHDE VEFA” adlı yazını gözlerim yaşararak okudum.
Muhteşem bir yazı, muhteşem bir tarih bilgisi.
Sana teşekkürlerimi sunarım.
Ellerine sağlık.
Sevgi ve Saygılarımla

Prof. Dr. Ata ATUN
KKTC Cumhurbaşkanı Danışma Kurulu Üyesi
GSM: 0533 881 1111
email: ata.atun@atun.com
Web: http://www.ataatun.com



Menderes'i ipe götüren neden neydi?
21 Mayıs 2012 Pazartesi 12:40
Prof. Dr. Ata Atun, Adnan Menderes'in idam edilerek öldürülmesinin ardındaki sır perdesini aralayan müthiş bir hikayeyi köşesine taşıdı. Ayşe Osmanoğlu’nun kitabına dayandırarak anlatılan hikaye Menderes döneminde yaşananlara da ışık tutuyor...
İLGİLİ HABERLER
İşte Prof. Dr. Ata Atun'un o yazısı...
Geçenlerde bana gönderilen mesajların içinde çok duygusal, duygusal olduğu kadar ve insani duygularla dolu, yaşanmış bir olayı okudum.
Beni derinden etkiledi bu yazı.
Satırlar ilerledikçe gözlerimin dolduğunu hissettim.
Gerçekten çok etkilendim. Bir siyasinin insani tarafını, tarihine bağlılığını, atalarına saygısını gördüm bu yazıda, hem de zirvedeyken… Politik zirvede… Üstelik 1950’li yıllarda…
Demokrasinin yeni yeni emekleyerek Türkiye’ye girmeye çalıştığı yıllarda.
Bir hikaye tarzında yazılmıştı olay.
Belli ki canlı bir tanığın anlatımı, ağızdan çıktığı ve kulağa geldiği şekli ile kağıda dökülmüş.
Bir akademisyen ve tarih araştırmacısı olarak konuyu araştırmak gereğini duydum.
Doğru muydu yazılanlar yoksa yıllar sonra duygu sömürüsü mü yapılmaktaydı saygın bir merhumun arkasından.
Olay Merhum Başbakan Adnan Menderes ile ilgili.
Bir Kıbrıslı Türk olarak müthiş saygı duyduğum, hayranı olduğum, her gece kendisine dualar ettiğim bir insan Adnan Menderes. Nur içinde yatsın, mekânı cennet olsun.
Ders alınması gereken bu öykünün tamamını internette var. Ayşe Osmanoğlu’nun kaleme aldığı Babam Sultan Abdülhamid adlı kitapta ve Eski bir Milletvekilinin hatıratlarında yer almakta. Ben sadece bazı isimler ve tarihler ekleyerek bu unutulmaz anıyı kısaltarak aktaracağım.
Bir gün Başbakan Adnan Menderes, ziyaret maksadıyla Paris’e gider. Tarih 1950’li yılların sonudur. Paris’te büyükelçimiz kendisini karşılar. Bir arada oldukları sırada bir ara başbakanımız, “Acaba, yurt dışında yaşamak zorunda kalan Osmanlı Hanımefendilerinden Fransa’da yaşayanlar şu anda ne yapıyorlar?” diye sorar. Büyükelçimiz, durumu araştırıp kendisine bildireceğini söyler. Gelen rapor oldukça üzücüdür. Osmanlı hanımlarından bir kısmı çocuk bakıcılığı, bir kısmı temizlikçilik, geri kalan yaklaşık yüzde yetmişlik kısmı da Fransız ordusunda bulaşıkçılık yapmaktadır. Paris’te yaşamını sürdürenlerin hali içler acısıdır. Paraları yoktur ve neredeyse sefil denecek bir hayat sürmektedirler.
Adnan Menderes Türkiye’ye dönünce, her tür politik riski göze alır ve istifa etmek veya istifaya zorlanmak pahasına, 16 Mart 1952 tarihinde çıkarttırdığı bir yasa ile Osmanoğulları ailesinin kadınlarına haklarını iade ederek dönüş kapılarını açar. Ailenin erkeleri ise 22 yıl daha bekleyeceklerdir. 1974 yılında ise Osmanoğulları ailesinin tüm üyelerine Türkiye’nin kapıları açılır.
Merhum Adnan Menderes’in belki de canından olmasının ve idam edilmesinin kökeninde de bu karar yatmaktadır. Zira aile İstanbul’a geldikten sonra ziyarete giden Adnan Menderes (daha sonraları Yassıada da hesabının sorulduğu) şişkince bir zarf bırakır. Menderes’in amansız suçlarından birisi de bu zarf olmuştur.
2012 yılındaki koşullar ve düşünce tarzı ile 1960 ihtilalini ve Yassıada Mahkemesinin idam kararını yargılamak belki yanlış olabilir ama gerçekte de Kıbrıslı Türkleri kurtaran, Kıbrıs’ta 1 Nisan 1955’de kurulan Rum tedhiş örgütü EOKA’ya karşı 1957 Kasım’ında, Kıbrıs’ta Türk varlığını devam ettirmek ve Rum saldırılarından korumak için Türk Mukavemet Teşkilatı’nın (TMT) kurulması kararını veren, bizlere silah gönderen, Türkiye’nin en iyi ve parlak subaylarını bizleri eğitmesi için çeşitli sivil görevler altında Kıbrıs’a gönderten, 1959 Zürih ve Londra Anlaşmaları içine adada 650 kişilik Türk Silahlı Kuvvetleri Alayının bulunması maddesini koyduran, 1960 Kıbrıs Cumhuriyetine Kıbrıslı Türkleri “Kurucu Halk” statüsünde eşit ortak eden, Türkiye’yi adanın Garantörü konumuna getiren ve Kıbrıs Cumhuriyeti Anayasası içinde Türkiye’nin gerektiğinde askeri müdahale hakkını koydurarak, 1974’de adada yaşayan Kıbrıslı Türklerin katliama uğramasına mani olan kişi merhum Adnan Menderes’tir.
2012 yılında da Kıbrıs’ta var isek, onun sayesinde ve onun attığı güvenlik temelleri sayesinde hayattayız ve varız.
Nur içinde yat Adnan Menderes. Sana şükran borçluyuz, can borçluyuz, çocuklarımızı, torunlarımızı borçluyuz. 

15 Mayıs 2012 Salı

14 Mayıs; Milli İrade ve Türk Demokrasi Bayramı

ÖZGÜRLÜK VE “DEMOKRASİ BAYRAMI”
Mustafa Nevruz SINACI
             Kurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbına yönelik bir “düşmanlık hareketi” olan; Aynı zamanda Mareşal Mustafa Kemal’e rağmen Rıza Nur, Bay İsmet ve (dâhili-harici) şerikleri tarafından İngiliz & Amerikan Şürekâsı ile yapılan gizli anlaşmaları hayata geçirmek amacına matuf “11 Kasım 1938 karşı devrimi” sonucu Türkiye:, 12 yıl süreyle bir esaret, koyu istibdat, despotizm ve diktatörlük rejimine, daha doğrusu zulmüne maruz kaldı…
            Mezalimin 1939 -44 dönemi: Asaleten Türkleri ve Türk kanaat önderlerini sindirme;
            1945 -1950 arası; 2. Dünya Savaşı bahanesiyle, (savaşa girilmediği halde) topyekun milleti açlık, kıtlık, fakirlik ve işsizlikle kırma, hayatından bezdirme, devletten nefret ettirme, ümitlerini kırma ve yıldırma operasyonları ile geçti.Bu nefret ve fetret döneminde ayrıca:
17 Nisan 1940 tarih ve 3803 sayılı yasa ile kurulan Köy Enstitüleri, 1944’den itibaren politize edilerek, Marksist–komünist hücrelere dönüştürüldü. 1945’de BM’e katıldıktan sonra Türk Silâhlı Kuvvetleri “Milli Ordu” olmaktan sür’atle çıkartılarak; ABD güdümlü cuntalara terk ve teslim edildi. Cumhuriyet tarihinin en iğrenç ve utanç verici “Açık Oy - Gizli Sayım” soytarılığı ile Milletvekili Genel Seçimleri yapıldı. 27 Aralık 1947 günlü Fulbright antlaşması ile Milli Eğitim sistemini şekillendirme görevi ABD’ye terk edildi. 1949’da avrupa konseyine girilerek vahşi, kapitalist ve emperyalist batı’nın, Osmanlı’dan sonra tekrar Türkiye devleti ve Türk milletini sömürme, yozlaştırma, insanlık dışı yaptırımları dayatma yolu açıldı…
Oysa, Mustafa Kemal’in Cumhurbaşkanı olduğu, 1929 –1932 dönemi yaşanan “Dünya Ekonomik Bunalımı”; Basiret ve beka sahibi, yürekleri iman, insan ve vatan sevgisi ile çarpan Milliyetçi yöneticiler sayesinde  Türkiye’de hissedilmemişti bile!..
Buna mukabil 1940 -1945 arası politikacıların bilgisiz, yeteneksiz, basiretsiz olmaları yüzünden; Savaşa girmememize rağmen fakirlik, açlık, yokluk ve zorluklar hayatı çekilmez, yaşanmaz hale getirmiş:, Atatürk, Cumhuriyet ve demokrasi dönemi kazanımları hovardaca harcanarak sür’atle tüketilmiştir. İkinci dünya savaşında, tedbiren sınırda bulunan, ordumuzu güya doyurmak için köylüden toplanan hububat heba edilmiş Camiler depoya çevrilmiş; Dini hassasiyeti olan halkımıza “Türkçe Ezan” dayatılmış, Kur-an’ı Kerim toplatılmış ve Anadolu da İslâm’ın tasfiyesi için her nevi baskı, şiddet ve menfur tedbire tevessül edilmiştir.
Açıkça ve kısaca: 1939 – 1950 sürecinde ülkemizde Cumhuriyet, özgür bilim, düşünce ve ifade hürriyeti; Hak, adalet ahlâkı, hukuk ve demokrasiden eser yoktur. Ezilen halk, despot hükümet eliyle resmi gasp, zoraki irtikap, yalan-talan; Açlık-yokluk, işsizlik, fahiş vergi, fahiş fiyat ve soygun derecesinde haksızlık ve yolsuzluklara maruz bırakılmıştır…
11 yıl hüküm süren bu fetret döneminde özgürlük ve demokrasi yoktur. 
Beyaz İhtilâl, meşru bir haktı. Meşru ve hukuki yolla yapıldı.
1946 – 1950 arası: Kurucu Cumhuriyet ve Türk İnkılâbı kökünden yeşeren, “yeni bir Milli mücadele ruhuyla (46 ruhu)”, bütün engel, tuzak, tutuklama, hile ve desiselere rağmen azim ve kararlılıkla yükselen, Türk Milleti’nin kahir ekseriyetince kabul görerek benimsenen “Halk Hareketi” 14 Mayıs 1950’de: “Yeter!... Söz Milletindir..” diye haykırmak, zulme baş kaldırmak, direnmek suretiyle ülkeyi tekrar özgürlük, adalet ve demokrasiye kavuşturmuştur.
Özgürlük, Cumhuriyet ve Demokrasi’nin, birlikte hayat bulduğu tarih: 14 Mayıs 1950’dir.
            Her “14 MAYIS” mutlaka “Türk Demokrasi Bayramı” olarak kutlanmalıdır.
Çünkü: Güncel Demokrasi Projeleri yalan, hile ve aldatmaca olup; Başta Türkiye, Türk-İslâm âlemi ve mazlum milletlere saldırı üzerine kurulu; Emperyalizmin en önemli projelerinden biridir. Amaçları: Hedef ülkelerde STK’ları kullanarak ‘demokrasi’, ‘İnsan hakları” ve ‘özgürlük’ ilenmeleriyle devletleri bölmek, dâhili-harici bedhahlar yoluyla parçalamak; Önce demokrasiyi ilga; Sonra bölücü terörü, acze düşen muhalefet yerine ikame ederek; Özgür bilim, denetim, hak-hukuk, adalet, Cumhuriyet ve Demokrasi silmek!.. İleri demokrasi havarileri için amaç bu…  
Türk Milleti 14 Mayıs 1950’de bir defa bu tuzaktan kurtuldu. Bir “kurtuluş savaşı” daha yapmak zorunda kalmamak için “Demokrasi Bayramına” sahip çıkılmalıdır. Aksi takdirde bu gidişle çok istese de kutlayamayabilir!.. “14 Mayıs Demokrasi Bayramınız” kutlu olsun!..    
Hannover TSM Korosu  
"bir cevap :::: 
yorumsuz"!..................













***********************************
14 MAYIS’LA GELEN “MİLLET’TİR”!...
DEMOKRAT PARTİ Genel Başkanı
Gültekin UYSAL
            DP Genel Başkanı Gültekin Uysal, 14 Mayıs 1950’de iktidara gelenin sadece Demokrat Parti değil, bizzat milletin kendisi; devletin, milletin ayağına gitmesi olduğunu bildirdi. 
Uysal, Genel Başkan seçilmesinin ardından ilk GİK toplantısını parti genel merkezinde yaptı. Aydın Menderes’in eşi Ümran Menderes’in de katıldığı toplantının basına açık bölümünde konuşan Uysal, DP’nin iktidara geldiği 14 Mayıs günü, GİK toplantısı yapmaktan duyduğu memnuniyeti dile getirdi. Uysal, şöyle konuştu: ‘’Demokrasiyle Anadolu’nun ilk tanışması milletin kansız ve kavgasız ‘ben de varım’ dediği günün yıl dönümüdür. Türkiye, 14 Mayıs 1950 günü gerçek bir demokrasi bayramı yaşamış; sivil siyaseti, kayıtsız şartsız millet egemenliğini, kalkınmacı, liberal ekonomik düzeni, dışa açık, barışçı diplomasiyi, huzur ve refah içinde büyümeyi tercih ettiğini sandıkta göstermiştir. Aziz milletimizin teveccühü ve kararlılığı neticesinde tesis edilen millet egemenliği ve tercihi ile iktidar olan Demokrat Parti, Türkiye’nin ufkunu açmış, 10 yıllık iktidarı süresince ülkemizin gerçek hedefi olan kalkınma, muasır medeniyet seviyelerini aşma yarışında çok büyük merhaleler kaydetmiştir. 14 Mayıs 1950’de iktidara gelen sadece Demokrat Parti değil, bizzat milletin kendisidir. Devletin, milletin ayağına gitmesidir. Devletinden kaçan, korkan vatandaşın devleti ile buluşmasıdır. Milletin mukadderatına sahip çıkmasıdır. Türk Devleti ile Türk insanı, Türk milleti arasına örülen duvarların kaldırılmasıdır.’’
"ÜLKEMİZ AĞIR FATURA ÖDEDİ" 
Tek partili siyasi dönemin, ‘’Demokrat Parti liderlerinin cesur çıkışları, olgun ve aklı önceleyen, milleti dikkate alan siyaset anlayışları’’ neticesinde yine milletin çoğunluğunun arzusu yönünde neticelendiğini ve Türkiye’nin büyük bir hızla dünyanın yükselen yıldızı haline geldiğini anlatan Uysal, sözlerini şöyle sürdürdü:
‘’Maalesef, Türkiye’nin DP ile demokrasi içinde gelişip kalkınması süreci, bir askeri darbe ile kesintiye uğramış; ülkemiz ve insanlarımız bu talihsiz dönemin faturalarını çok ağır bir şekilde ödemiştir. Bedelini çok ağır ve üzüntü verici bir şekilde ödeyerek geldiğimiz bu günlerde, çok şükür ki ülkemiz artık farklı bir noktadadır. Her türlü darbe, cunta girişimlerine de antidemokratik düşünce sistemlerine de ve hatta bunları çağrıştıracak önerilere de milli vicdan izin vermemektedir.’’
′′ANLAYIŞIMIZ ASLA DEĞİŞMEYECEK′′
Partisinin, Türk siyasi hayatında var olduğu andan itibaren, yüksek sesle, kararlılıkla, samimiyetle her zaman millet iradesinin hakimiyetini, aklı, çoğulculuğu, kalkınmayı ve refahı savunduğunu vurgulayan Uysal, ‘’Bilinmelidir ki, Demokrat Parti olarak bu anlayışımız asla değişmeyecektir. Menderes’le başlayan bu uzun, kararlı, samimi mücadele hiçbir şekilde kesintiye uğramayacak’’ dedi. (Demokrat Parti Genel Merkezi, 14 Mayıs 2012)
DEMOKRAT PARTİ ANITKABİR'DE
Demokrat Parti Genel Başkanı Gültekin Uysal ile 8. Olağanüstü Büyük Kongre'de seçilen GİK üyeleri, Anıtkabir'i ziyaret etti.
Atatürk'ün mozolesine çiçek koyan ve Anıtkabir Özel Defteri'ni imzalayan Uysal, şunları kaydetti: ''Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Büyük Atatürk, en büyük idealiniz ve siyasi vasiyetiniz olan demokrasi ve çok partili siyasi hayatı tahakkuk ettirmiş olan Demokrat Parti'nin genel başkanı ve yöneticileri olarak huzurunuzdayız. Bundan 62 yıl önce sizin yolunuzda Türkiye'ye muasır medeniyetler seviyesine çıkarmak üzere iktidarı devralan partimiz, ülkemizin yarınlarında da yine büyük ve güçlü Türkiye ideali doğrultusunda mesuliyetler yüklenmeye hazırdır. Ülkemiz açısından bir 'demokrasi bayramı' olan 14 Mayıs'ta manevi huzurunuzda olmaktan büyük gurur ve mutluluk duymaktayız.'' (Ankara, Anıtkabir - A.A. 15 Mayıs 2012) 
***YORUM VE KATKILAR***
Tülây HERGÜNLÜ; “hergunlu@ttmail.com”- 17:30 (23 saat önce) Kime: bana
***
14 Mayıs’ın Özgürlük ve Demokrasi Bayramı olarak kutlanması önerinize asla ve asla katılmıyorum!!!!
Türkiye’nin bir tek Özgürlük  ve Demokrasi bayramı vardır: O da bugün AKP iktidarı tarafından yok edilmeye çalışılan, 29 Ekim 1923 Cumhuriyet Bayramıdır...
Demokrat Parti’nin ve Menderes’in bu ülkeye yaptıklarını da yazmanızı bekleriz...
Ben bir tanesini söyleyeyim; NATO uğruna neresi olduğunu dahi bilmediğimiz Kore’ye asker gönderme, (birisi de babam olur) Mehmetçiğin kanı ve canı uğruna Amerika’nın kucağına oturma...
Sayısının 200 civarında olduğu tahmin edilen  ve pek çoğunun içeriğinin bugün bile bilinemediği yazılıp çizilen ABD ile ikili anlaşmalar...
Lütfen bana, bugünün ortamını hazırlayan, bugünün AKP’sinin tohumlarının atıldığı DP döneminden övgüyle bahsetmeyin.
Bizim insanımızın ne yazık ki bir kusuru var: Sevdiğini ölesiye sever. Tüm kusurlarını da görmezden gelir. Yani tarafsız olamaz. Siz bari gerçekçi olun!
Bu ülke Atatürk’ten sonra iyi yönetilememiştir.Hâlâda yönetilememektedir.
En büyük gerçek budur!
Selam ve sevgiler...
Tülay Hergünlü