28 Haziran 2012 Perşembe

mukabele-i bil misil....

MUKABELE-İ, BİL MİSİL!..

Mustafa Nevruz SINACI
             Meşruiyetin esası: İdarede hikmet; Hükümde adalet; Suç’a karşı, cezada misildir..
 Eşhasın “kusur eden ve kabahat işleyenlere (kesinlikle ve asla mücrimler değil) karşı” lütuf, ihsan, af ve mağfiret sahibi olması; “nefse karşı zulüm, adaleti ilga ve muhataba taviz” anlamına gelmedikçe yüksek bir fazilettir. Bu nedenle İslâm, her devir ve Âdem (A.S.) dâhil olmak üzere bütün derecelerinde affı, bilahare “hak’ı, sabır ve metaneti” tavsiye eder…
             Ancak, kişisel düzeyde “suç”; Cezası adaletle hüküm ve infaz olunup, fail tarafından ifa ile muhatabın maddi-manevi zararı tazmin edilip, helâlleşme olmadıkça; Hukuken cezasını çekmiş olsa bile; Kişisel af kesinlikle söz konusu olamaz. Şu kadar ki, kaza-i suçlarda ceza: “mukabili (bire bir, tam karşılığı kadar)” kast-ı mahsus, yani taammüd’de ise misli iledir. Bu usul ve esasa, hukuk-u düvel’de “mukabele-i bil misil, misliyle mukabele” denilir. 
Amma sonuçta, barış ve helâlaşma için illâ kul hakkı ödenmiş olmak zorundadır.      
Zira Yüce Yaratıcı “kul hakkının af veya ilgasına” muhatap olmaz, karışmaz.
            ADALET MÜLK’ÜN TEMELİDİR!..
“Adalet Mülkün Temelidir” sözü; Istılahta millet mülkü, devlet düzeni, esası adalet ahlâkı olan rejim anlamına gelir. Fakat TC’de Adalet Bakanlığı, iddia ve adliye makamlarında resmen kullanılmasının ana nedeni: “devlet adalet ile mündemiçtir” fikri ile kurumsal devlet uzvunun “mutlak özgürlük, saydamlık, hükümranlık, egemenlik hakkı ve bağımsızlığını” temsil etmesidir. Yani: “Tam bağımsız, hâkim ve hükümran, adil devlet” anlamındadır.
Arapça aslı “el-adl esasu’l-mülk” ...
Temsil ve ilzam merci-i Millet Meclisinin şahsında hükümettir...
Devlet, hakikatte (hükmi şahsiyet ve sorumlu hukuki muhatap sıfatıyla) hükümet demektir. Daha açık bir anlatımla: Devlet izafidir. Millet, bayrak, toprak, dil ve din gibi asli öğelerde ifadesini bulur. Farz-ı misal, insan varlığında vücut devlet; Ruh, “namus ve fazilet dairesinde tertip ve teşekkül etmiş” Millet Meclisi, Can ise hükümettir. Hükümet, geleneği, yasa ve hukuku her gerektikçe uygulamaya mecburdur. Mütalâa ve müzakere, gerektiğinde yeni kanun ve hukuk icat, inşâa ve ikame hakkı “mutlak özgür bir irade çerçevesinde” millet Meclisine aittir. Şerefsiz ve soysuz, habis ve necis diktatörler dışında, kimse Meclis iradesine müdahale edemez. İşte, adalet, hukuk, İslâm ve insan hakları rejimi budur.    
Türk Milletinden gizlenen gerçek:
Yukarda açıklanan rejim zaten, “medeni siyaset” adı altında binlerce yıldır Türk devletlerinde uygulanan bir gelenektir. Tıpkı, yüz binlerce yıldır bozuluma uğramadan, yozlaşmadan günümüze ulaşan; Saf, samimi, arı-duru İslâm (hanif’lik) kurumu gibi.. 
MİLLİ (*) DEVLET GELENEĞİ
Türklüğün, bilinen ve belli olan 101 devlet ve 16 İmparatorlukta geçerli geleneği;
1. Mezalimden kaçarak “Türk devletine sığınan” masumlar, kesinlikle ve her ne pahasına olursa olsun zalime iade edilmez;
2. Memalik-i Devletten ‘bir karış toprak’ bile yabancılara verilmez, satılmaz…
3. Dünyanın her neresinde olursa olsun “Türk Yurttaşlarının” can, mal, namus, şeref ve haysiyetine tasallut edip;, Kast-ı mahsus sonucu zarar verenler en şiddetli şekilde tediple ve gasp olunan haklar, eziyet, zulüm ve haksız cezalar tazmin edilir.,
4. Özellikle, bilhassa: Egemenlik haklarına müdahale, sınır aşarak saldırı ve sair nedenlerle Türk devlet ve millet mülküne, ülkesine, halkına “alenen, gizlice, doğrudan veya dolaylı düşmanca saldırı” halinde; Hiç beklemeksizin “anında ve misliyle” mukabele edilir…
Devlet budur. Türk budur. 
AtaTürk, yaşadığı sürece zaman zaman Bulgaristan, Yunanistan, İtalya, Suudi Arabistan, İngiltere, Rusya ve Amerika’ya karşı; “Benim naçiz bedenim” dediği kendi vücut güvenliği dâhil olmak üzere, hiçbir şeyden ve hiç kimseden korkmadan, “tam bir azim, irade, cesaret ve kararlılıkla” Türk devlet geleneğine uygun şekilde mukabele etmiştir.
Gerisi korkaklık ve kancıklık; Vatana, Millete, Devlete ihanet, şeamet ve nifaktır!...
(*) Milli: Tam bir eşitlik, insan hakları, adalet ve hukuk dairesinde idare…

NİSYAN İLE MALÛL, 
ACUZAT-I BEŞER
Mustafa Nevruz SINACI
Kurucu unsur’un 1923’lerde dünyaya verdiği ‘Yurtta sulh, cihanda sulh’ mesajı, esas itibarıyla ‘Hazır ol cenge her daim, ister isen âlemde sulh-ü salâh’ anlamında. Zira ceddimiz bilirdi ki; Daima, kuvvet galip gelir. Kuvvet’in hak ve adalet elinde ve “ehlinde” olması şarttır. Meşru olan budur. Hele kuvvet zalimin, haramzade kâfirin eline geçmesin!.. Alimallah, haklı-haksız, suçlu-suçsuz, masum-müsemma, yaş-kuru demeden bütün insanları inim, inim inletir. En uzağından, en yakınına kadar, tarih bu örneklerle doludur.
11 EYLÜL’DEN BAŞLAMAK GEREK!...
Aslında oraya gelinceye kadar Doğu Türkistan, Cezayir, Sudan, Pakistan, Bengladeş, Afganistan, Çeçenistan, Kıbrıs, Dağlık Karabağ, Bosna Hersek, Kosova ve ekseriyeti Türk, ama tamamı Müslüman ülke ve halklara yönelik vahşet, katliam, mezalim ve soykırımlar var. Mütegallibe jandarması, eşkıya başı Amerikan uşağı BM ve NATO mafyası, bütün bu zulüm, vahşet ve dalâlet karşısında pasif, palyatif, sessiz ve derinden derine zalimden yana… 
Beri tarafta; Başta masonlar elinde Müslüman düşmanı İslâm Konferansı olmak üzere, tefessüh etmiş vahşi batının ‘çrna ruka/kara el’ orijinli vampirlerine uşaklık, yardım, yataklık, kaypaklık, kaltaklık eden şahsiyetsiz, haysiyetsiz, milliyetsiz ve asaletsiz haymatloslar.  
Amerika, kendi eliyle ikiz kulelerini berhava edip, el kaide yaptı diye “haçlı seferleri” ilân ile İslâm Dünyasına saldırırken gıkı çıkmayan vahşi batı, 20. ve 21. yy’da İkinci Dünya Savaşında ölenlerden daha çok insanın alçakça, kahpece, hunharca ve haksızca, petrol-maden ve menfaat uğruna katledilmesine hem ortak ve hem de seyirci…. 
Ve okyanus ötesinden Orta Doğuyu dizayn etmeye kalkışan Amerika ile hâlâ Varşova Paktını yaşatmaya çalışan SSCB’ni kınamaya, karşı durmaya ve red cephesi açmaya yüreği yeten bir Türk veya İslâm ülkesi yok. Buna mukabil, kuvvet’i kullanmasını bilmeyen, Türk İslâm bilincinin idrakinden uzaklaşmış bir yığın kadavra… Zavallı acuzat-ı beşer…
İBRET-İ ALEM SALDIRI VE REZİLLİKLER…         
Yakın tarihe baktığımızda: Tıpkı 1989’da Suriye’nin düşürdüğü uçak; Anarşi, terör ve tedhiş örgütünü alenen himaye, yardım, yataklık ve yaltaklık; CIA ajanı Saddam domuzunun Kürt, Türk ve Türkmen katliamları; Yunanlıların Türk uçağını kalleşçe düşürmesi; ABD’nin Muavenat kahpeliği; Irakta çuval rezilliği; One Minut vakıasından sonra vukua gelen “Mavi Marmara” olayının tam bir fiyasko, furya ve korkaklıkla akim kalması ve nihayet: Mübarek ‘Haram Aylar’da kendi halkına katliam ve soykırım uygulamaktan beri olamayacak kadar din, iman ve İslâm düşmanı, mezalim azınlık Allâvi, Zerdüşt, El İştirakiyon’cu Komünist, Baas’çı El Esed diktatörlüğünün yaptığı alçakça, haince, düşmanca ve kalleşçe saldırılar!...
Bu melânet bataklığın yanı başında ise; 35 yıldır kalleş ABD ve kancık Batı’ya kucak açıp, yumuşak karnında, “Kürt’ler hariç, her milletten maceraperest ve lejyon odaklı anarşist, faşist, terör ve tedhiş yaratıkları” yetiştiren Barzani ve Talabani despotluğuna ne demeli? TC ordusu BM Anayasasının 5l. Maddesi uyarı artık Irak’ın Kuzeyine girmeye kararlı iken, tam bu sırada bir provokasyon, kahpece düşürülen uçak ve alçakça şehit edilen Türk Pilotları!.. 
Hükümet edenlere sorarlar. Bu kaçıncı kalleşlik?
Kaçıncı alçaklık, kancıklık ve düşmanlık?..  
Niçin “anında” mukabele-i bil misil yok?..
2500 yıllık Ordu ve 10 bin yıllık devlet geleneğinin asaleten sahibi, mutlak mes’ul ve muhatabı hükümet; Türk Milleti huzurunda ve Türk Milleti adına yeminli Silâhlı Kuvvetlerin generalleri; Keza, aynı yeminle kendini milletin hakkı; adalet, emniyet, güvelik, refah, saadet ve huzuruna adamış sözde milletvekilleri;, Sorumluluk alanına sahip ve hâkim olmaktan aciz, ilim ve irade fukarası “bir yerlere” bakanlar! Bütün bunları denetlemek; İcabında Muhakeme etmeye mecbur ve mükellef muhalefet; Cumhuriyetin hâkim, yargıç ve savcıları nerede?..
 Millet Sorar: Niçin bu asil, onurlu ve soylu milleti, üç buçuk zalim, alçak düşman ve mücrim çete devletine rezil etmektesiniz? Yoksa siz: Millete zulüm edilsin diye mi varsınız?....
            Unutma!.. Meşruiyetin esası idarede hikmet, hükümde adalet ve cezada misildir..
            Hükümetin af yetkisi yoktur. Bu yetki sadece mağdur, masum ve mazlum’a aittir..  

21 Haziran 2012 Perşembe

"rant ve takiyye" üzerine kurulu bir furya.,

“ADİL DÜZEN” ve TÜFE HESABI
            Mustafa Nevruz SINACI
“Milli Görüş” ve “Adil Düzen” temeli üzerine “insan hakları, bağımsız / tarafsız adalet ve ileri demokrasi” söylemi ile yola çıktılar. 10 yıllık medar-ı iktidarları sonunda geldikleri ve ülkeyi getirdikleri nokta: Anarşi, terör-tedhiş, fakirlik, yoksulluk, yolsuzluk ve pahalılık!...
TÜKETİCİ ENFLÂSYONU: TÜFE
Başta, ‘iğneden ipliğe’ bütün unsurlarıyla yaşamı etkileyen akaryakıt, doğalgaz, toplu taşım, ulaşım, elektrik, su, ekmek, kira, telefon vs., gibi hayati ürün, gıda, zorunlu ihtiyaç ve sosyal hizmet fiyatlarına; 2012 yılı Ocak ayı başından itibaren vaki zamlara rağmen Mayıs ayı itibarıyla tüketici enflâsyonu; TÜFE: % 3.26 !?..olarak hesaplanmakta! Bu tam bir insafsızlık, vicdansızlık, yalancılık ve hükümet eliyle zulümdür.
Üstüne üstlük, beklenir ki, Haziran ayında tüfe 0.35-0.40 dolayında çıkartılacak ve “bir lütuf, merhamet, insaf ve inayet ihsanı edasıyla” işçi (Bağ-Kur ve SSK) emeklilerine; “milli görüş, adil düzen ve ileri demokrasi” adına hükümet’çe % 4 zam yapılacaktır!.. 
ENFLÂSYON SEPETİ ANALİZİ 
Kahir ekseriyeti memur, kamu işçisi, Bağ-Kur, SSK ve memur emeklisi İnsanlarımızın beslenme, barınma (insani yaşam) ve nafakasına esas; tüketici enflâsyonu kriter sepetinde (2003-100 Temel Yılı Tüketici Fiyat Endeksleri Madde Sepeti, Ortalama Fiyatları) hayati, olmazsa olmaz ve zorunlu unsurlar yok veya ekli “9303065514247087934” numaralı Excel sayfasında mukayyet çizelge muhteviyatında kayıtlı, devlet istatistik enstitüsü (DİE / TÜİK)  enflasyon hesabına esas fiyat değişimlerinin izlendiği 451 kalemden; Neticeyi müessir etkileyici ve belirleyici ürün, mal ve hizmetlere ait "liste" aşağı-yukarı şöyle:
“Hortum, Yaş Pasta, Antep Fıstığı, Leblebi, Madlen Çikolata, Ruj, Oje, Fanila, İç Çamaşırı, Cam, Musluk, Kilit, Tül Perde, Soba Borusu, Böcek İlacı, Çalı Süpürge, Gündelikçi kadın ücreti, Enjektör, Yara Bandı, Gözlük Camı, Patinaj Zinciri, Oto Pastası, Pinpon Topu, Lego, Flüt, Spor Toto?, Milli Piyango?, Hamam Ücreti, Ahtapot (kalamar), Karides, Balık yumurtası (havyar), Mermer, Kireçtaşı, Zımpara, Yem, Ciklet, İspirto, Çuval, Sütyen, Külot, Kereste, Cd-kaset, Kimyasal maddeler, Gübre, Barut?, Dinamit?, Lastik eldiven, Cam yünü, Tuğla, Alçı, Teneke kutu, Fişek, Oto jantı, Korna, Elektrik sayacı, Tencere, Çöp sepeti, Ampul, Pil, Tornavida, Kum, Dikenli tel, Dikiş makinesi, Matkap ucu, Kadın bağı, Kiremit, Yapıştırıcılar, Mürekkep, Kolonya, Serum, Demir, Bakır...
Sonuca müessir (ağırlıklı listede) ağırlığı olmayanlar:
Peynir, Zeytin, Çay, Şeker, Yumurta, Muhtelif Yağlar, Makarna, Helva, Bal, Reçel, Kahve, Ekmek, Margarin, Salça, Sucuk, Et, Süt, Pirinç, Mercimek, Nohut, Kuru Fasulye, Un, Bebe Bisküvisi, Meyve, Meyve Suyu, Sebze, Sigara, Deterjan, Çocuk Bezi, Piknik ve Mutfak Tüpü, Doğal Gaz, Elektrik, Su, Telefon, Akaryakıt bedeli, Toplu taşım ücretleri vs., vs...
İnsanlarımızın üçte birinin tükettiği rakı, şarap, bira, votka, konyak gibi içkiler!.. 
Mezkür usul, esas ve baz kriterler bir utanç, zulüm ve yüz karası değil de nedir?..
Bu hesap hangi usul, emir veya kademe istemine göre yapılır ki; Her defasında en aziz ve kutsal varlığımız insan unsuru inadına ezilir. Anneler, babalar üzülür; Masum, müsemma sabi, çocuk ve gençler karanlık ve karamsarlığa itilir; Maaşlı, dar ve sabit gelirliler için hayat zulme dönüşür, çekilmez, dayanılmaz ve tahammül edilmez hale getirilir!..
Usule müstenit enflâsyon hesabı; Maaş artışları ne kadar insani ve İslâmî acaba!..
Giderek artan pahalılık, yüksek fiyat, fahiş kâr, gelirler arasındaki uçurum, ahlâksız tekelleşme, rüşvet, iltimas, saadet zincirleri, ayırma-kayırma, yolsuzluk, anarşi, terör, tedhiş; Hayatı iyice zorlaştırmış, çekilmez hale getirmiş, başta ahlâksızlık olmak üzere, suç işlemeyi teşvik eder ve tetikler hale gelmiştir. Özellikle, en büyük insanlık suçu, insanlık düşmanlığı “zina’nın suç olmaktan çıkartılması” toplumsal ve sosyal felâketi tetikleyen lâneti amildir.
Şimdilerde taciz, tecavüz, zina ve yaygın kâfirlik sonucu ailevi, ahlâki, maddi-manevi, sosyal ve kültürel depremler. Fuhuş patlaması, orospuluk, mutasyona uğramış primitif tür illeti itlik, pezo ve homoluk! Türk mankurtları ile dönme-devşirme, kripto salgınının doğal sonucudur bu kürtaj ve sezaryen!.. Ve bir kast-ı mahsus proje neticesidir; Suçlusu: “adil düzen”!...   
***
YORUM, AÇILIM VE KATKI:
    22 Haziran 2012 15:37 tarihinde nevzat laleli <nevzatlaleli@gmail.com> yazdı:
Değerli kardeşim Nevruz Bey,
Bu yazınızda çok büyük bir karışıklığa yer vermişsiniz. Evet, "Adil Düzen" ve "Milli Görüş" var!... Ancak, bu görüşler ve uygulamalar bu günkü AKP'nin görüş ve uygulamaları değildir. "Çünkü onlar, 2001 yılında Milli Görüş çizgisinden ayrıldıklarını 'Biz, Milli Görüş gömleğini çıkardık' diyerek açıklamışlar ve giderek 'Irkçı Emperyalizmin kucağına oturmuşlardır.' 
Artık bütün fikriyatları ve uygulamaları emperyalistlerin kendilerine yaptığı dikte şeklinde olmaktadır." Evet. Milli Görüş ve Adil düzen yaşamaktadır ve bu görüş şu anda Saadet Partisi ile devam etmektedir. Sizin gibi sosyal ve siyasal hayatımızın cevval bir yazarının bu kısa fakat önemli bilgiyi bilmemesi düşünülemezdi. Peki, niçin böyle bir yazıyı kaleme aldığınızı ben sormak istiyorum. Selam ve muhabbetlerimle... Nevzat Laleli (Asker arkadaşınız) Milli Gençliğin Şeref Başkanı, HAY-DER Hayırda Yarişanlar Derneği genel Başkanı

11 Haziran 2012 Pazartesi

Bursa Nutku ve Nutuk...

Bursa Nutku’nun, Asıl Hedef Kitlesi Topyekün Millet'tir!..
Mustafa Nevruz SINACI
            Özellikle 11 Kasım 1938 ‘karşıdevrim’ini müteakip ve 27 Mayıs 1960’dan sonra, kurucu önder Mustafa Kemal Atatürk’ün Bursa Nutku’nun orijinal metinleri, kin ve nefretle inkâr; Batı Üniversitelerinde incelettirilerek yalanlanmak istenmiş; Bu amaçla menfur teşebbüsler yapılmış; Her seferinde cevap: “orijinal ve gerçektir” biçiminde olmuştur.
Nutku okuduğunuzda, bu kalkışmaların sebebini anlayacaksınız!..             
            GAZİ MUSTAFA KEMAL ATATÜRK’ÜN BURSA NUTKU
            “Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmış; Rejimi ve inkılâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu; ‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır...’ demeyecek; Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silâhla... Elinde nesi varsa onunla eserini koruyacaktır…
            Polis gelecek; asıl suçluları bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz inkılâp ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacak. Mahkeme onu mahkûm edecek. Genç tekrar düşünecek ‘demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım’ O’nu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; Bana, İsmet Paşa’ya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını asla istemeyecek. Diyecek ki ‘ben inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir.” İşte benim aradığım Türk genci ve Türk gençliği”
            MESAJIN HAKİKİ MUHATABI VE NUTKUN AMACI?...
            Kurucu unsurun Bursa Nutku, yıllarca, gençliğe ve gelecek nesillere verilmiş “sembolik” bir vazife olarak görüldü. Millet iradesi cebren ve hile ile gasp edildiğinde, dâhili bedhahlar ve eş başkanı mütegallibe tarafından bir tedirginlik, kaygı ve korku nedeni olarak görüldü. Bunun için yalanmak, inkâr edilmek ve yok sayılmak istendi…
            Gerçekte, mütegallibenin esas korkusu gençlik değil; Nutkun hakiki muhatabı olan kanaat önderleri, bilgeleri, namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu insanları ile Cumhuriyet Savcıları;, Millet adına hüküm veren Yüce Mahkemelerin adaletli-faziletli Hakimleri, mahalli liderler, akil, uyanık ve hakiki muhalefet partileri idi! Çünkü bu nutkun; “millete bir emanet, vasiyet ve mesaj olarak”  tamamlayıcı unsurları, mütemmim cüzleri vardı. Ve bu mesajlar doğal olarak Atatürk’ün “Nutuk” isimli eserinde yer almaktadır. İşte Bakınız:
            NUTUK; İNSAN HAKLARI, ADALET VE HUKUK
01- Her halde dünyada bir ‘hak’ vardır. Ve ‘HAK’ kuvvetin üstündedir. (1919-Nutuk,3/1184) Esas olan ‘haklıların güçlülüğü’dür. Haksızların gücüne imkân veren hükümetler kesinlikle ‘yok’ hükmünde olup; Devlet daima iyi insan ve iyi vatandaştan yana olmak zorunda, durumundadır.
            02- Devlet halinde teşkilâtlanmış bir insan toplumunun Anayasası’nda, adalet kuvvetinin bağımsızlığının önemini açıklamaya gerek yoktur. Adalet kuvveti bağımsız olmayan bir milletin, “devlet olarak” varlığı kabul edilemez. (1920-Nutuk, 2/55-56)
            03- Her şey kanun yapmaktan ibaret değildir. Aksine, her şey o kanunları uygulamak ve eşit bir halde uygulattırmaktan ibarettir. Uygulayan, yerine getiren, daima karar verenden daha kuvvetlidir. (1920-1/207)
            04- Adalet, hak ve hukuk, bir devletin esası olduğuna göre; Mahkemelerin sözde değil, hakikaten bağımsız ve tarafsızlığını temin her işin başında bulunmalıdır. Hak sahiplerine zorluk çıkarmamak, resmi dairelerde işlerini takip eden kimseleri “bugün git yarın gel” diye bir takım zorluklara muamelelere cüret etmek gibi durumlar mutlaka önlenmelidir. (Atatürk’ün Hususiyetleri, Sayfa: 57 – Kılıç Ali, Nutuk)
            05- Bir ülkede adalet yoksa o ülkede anarşiden başka bir şey yoktur. Orada hükümet de yoktur. Aslında (adalet olmayan) o ülkede hiçbir şey yoktur. (Düşünceleriyle Atatürk, S: 300, Arı İnan)
            06- Bütün inkılâp sonuçlarını, vatandaşların tam güvenliğini ve milli düzen ve disiplini, dâhili ve adli teşkilât ve kanunlarıyla koruyan ve hiç sarsılmayan bir hükümet otoritesi kurmak ve işletmek; İşlerimizin temelidir. (1931-Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Nimet Arsan)
NUTUK; İnsan Hakları ve Hukuk
Mustafa Nevruz SINACI
            Mesele: Mutlak surette adalet’in temini, hukuk ve ahlâkın tesisi; Huzur, emniyet, istikrarlı bir yaşam ortamının sağlanarak, sürekli (sürdürülebilir) kılınmasından ibarettir. Kurumsal Devlet olmanın sebebi ile Cumhuriyet, demokrasi ve lâiklik gibi temel umdelerinin varlık nedeni budur.
            Bakınız; Günümüzde kavranamayan, idrakten aciz kalınan bu hakikat, Anti Emperyalist Türkiye Cumhuriyeti’nin ‘kurucu “kutsal” unsuru’ tarafından ne kadar derinlemesine biliniyor ve günümüz cahilleri, gaflet, dalâlet ve hıyanet erbabına yol göstermesi, ayık tutması, ışık olması, aydınlatması maksadıyla nasıl atiye emanet ve vasiyet ediliyordu!..
            1- Türkiye Cumhuriyeti’nde kimsesiz diye bir şey yoktur. Cumhuriyet böyle bir varsayımı asla kabul etmez. İnsan hakları yasalarımızın güvencesi altındadır. En güçsüz ve en kimsesizlerin yardımcı ve destekçisi devlet ve onun kamu hukuku temsilcileri olan Cumhuriyetin savcılarıdır. Velev ki, kendilerini kimsesiz görenlerin her an ve zaman yanlarında haklarını aramakla yükümlü savcılar bulunduğunu asla hatırdan çıkarmamaları ve bundan emin olmaları gerekir. (Cumhuriyet Savcılığı Özel Kalem Müd. 2149, Ekim-1925, S: 124)
            2- Memleket ve millet işlerinde; Adalet işlerinde duygulara, hatır ve dostluğa göre hareket edilmez. Bir ülkede ‘adalet’ yoksa o ülkede anarşiden başka bir şey yoktur. Orada hükümet denen nesne de yoktur. Aslında orada hiçbir şey yoktur. O halde, dünyada bir ‘hak’ vardır, hak ve adalet mutlaka ve behemahal kuvvetin üstündedir.. (Atatürk, Nutuk)
            HÜRRİYET; TÜRK’ÜN HAYATIDIR
            3- Kişisel haklar teorisinin temeli şöyle kuruldu: Her türlü hakkın kaynağı (insan) kişidir. Çünkü gerçek hür ve sorumlu olan yaratık, yalnız insandır. Serbest gelişmeyi sağlamak, kişisel hakların oluşturduğu çeşitli hürriyetlerin ana gayesidir. Bu haklara saygı göstermeyen siyasiler ve toplum, asıl vazifesinde kusur etmiş olur ve devlet, var oluşunun nedenini ve anlamını kaybeder.
Çağdaş demokrasi de, kişisel hürriyetler, özel bir değer ve önem kazanmıştır; artık kişisel hürriyetlere devletin ve hiçbir kimsenin müdahalesi söz konusu değildir. Ancak, bu kadar yüksek ve kıymetli olan kişisel hürriyetlerin, medeni ve demokrat bir millete, neyi ifade ettiği; ‘Hürriyet’ kelimesinin, mutlak şekilde düşünülebilen manâsıyla anlaşılamaz. Zira söz konusu olan hürriyet, “medeni ve sosyal insan” hürriyetidir. Bu sebeple hürriyet; Türk’ün hayatıdır. Artık, Türkiye’de “Her Türk hür doğar ve hür yaşar” Türk’ler, namuslu (dürüst) demokrat, hür ve sorumluluklarını bilen vatandaşlardır. (1930-Medeni Bilgiler,286)
NAMUSLU VE DÜRÜST BİR İDARE!...
4- Memleket kesinlikle çağdaş, ileri, medeni ve yenilenmiş olacaktır. Bizim için bu, hayat davasıdır. Bütün çaba ve fedakârlığımızın verimli olması buna bağlıdır. Türkiye, ya yeni fikirlerle donatılmış, “namuslu, dürüst bir idare” olacaktır veyahut olmayacaktır. Halk ile çok ilişkim vardır. O temiz kitle, bilmezsiniz, ne kadar yenilik taraftarıdır. Faaliyetlerimizde hiçbir zaman engeller bu yoğun ve asil tabakadan gelmeyecektir. (1923-SD, Cilt: III/313-1952)
DOĞRULUĞUN VE ADALETİN TEMİNATI FİKİR HÜRRİYETİDİR
5- Vicdan hürriyeti, Toplantı-gösteri ve basın hürriyeti; Bu iki hürriyet, anı prensipten çıkar. O prensip, insanların fikirlerini (duygu ve düşüncelerini) serbest söylemek ve yaymak hakkıdır. Vatandaşlar, kendi öğrenim ve eğitimleri için ve toplumun menfaatleri açısından, fikir alışverişinde bulunabilmeli, düşündüklerini istedikleri gibi söyleyebilmelidirler. En büyük gerçekler ve ilerlemeler, fikirlerin serbestçe ortaya konulması ve karşılıklı söylenebilmesi ile meydana çıkar ve yükselir., Kişisel ve Siyasi haklar, cins, yaş ve kabiliyet farkı olmaksızın milletin her ferdine verilmiştir. (1930 / 289 – Medeni Bilgiler, TTK-Prof. Afet İnan, 1969)
6- Tenkit, münakaşa ve münazara tamamen hürdür. Bu hürriyet herkes tarafından, hiç kimsenin etkisi olmadan, kendi kendine kullanılır. Hükümeti ve Meclisi dikkatli bulunduran tenkit hürriyetidir. Kamuoyunun tenkit hürriyeti, başlıca çok sayıdaki yayınlar ile olur. Yayınlar yolsuzluklara engel olur ve hükümet organlarını vazifelerini doğru yapmaya mecbur eder. Yayın, en etkin kontrol vasıtalarındandır. Bu noktada, tenkidin kolay ve fakat yapmanın güç olduğu hakikatinin unutulmaması lâzımdır. Gerekli görülen fikirler, toplumun iyiliği için ortaya atılmalıdır. (1930-MB)
Güncel Siyaset, Meşruiyet ve Adalet
Mustafa Nevruz SINACI
“İdealimizi açıkça ifade etmeliyiz. O’nu imanla duymalı ve hiç yılmadan takip etmeliyiz. Kişisel çıkarlarımızdan ve bencil emellerimizden sıyrılmayı, ancak böyle canlı ve alevli bir ideal sayesinde başaracağız. Fakat bütün iyi niyete, gösterilen bütün yılmazlık, kararlılık,  dayanıklılık, meydana getirilen bütün birlik ve beraberliğe rağmen yine en güzel, şaşmaz, en doğru düşünceleri ve idealleri bozmaya çalışacak insanlara rastlanacaktır. Öylelerine karşı milletin bütün fertleri çok sert karşılık vermelidir. Hepimiz için öylelerine karşı ezici bir birlik ve beraberlik halinde olmak en zorunlu bir vicdani sorumluluktur. Zira bu hususta bozgunculuk yapacak kimselere iyi niyet ve hoşgörü göstermek, kıymet vermek, ‘terbiye eseri değil’ belki ‘bir milletin mutluluğuna, şerefine, canı, malı ve namusuna göz dikmiş’ insanlara hoşgörüdür ki, hiçbir fert buna müsaade edemez. Hiç kimse buna müsaade etmek hakkına sahip de değildir. (1923/322-Atatürk’ün SD., Cilt: II-1952 TİTEY)
“Meşrutiyet ve Kanuni Esasi İdaresi hakkında bilgilerimiz şaşılacak kadar esassız ve sathi idi. Ancak, bir kanaatte çok samimi olarak sağlam duruyorduk : “Kanuni Esasi, iç politika ve dış politika’nın bütün aksi cereyanlarını yenecek ve hiç güçlüğe uğramadan saat gibi düzgün işleyen bir idare” kurulacaktı. (İnönü, Hatıralar – Birinci Kitap, s. 4)
“Muhterem efendiler! İdare-i Devlette adaleti bütün vatandaşlar için müsavat üzere (eşit) arıyoruz. Anadolu’nun herhangi bir çiftçisi hakkında kabil-i tatbik (uygulanabilir) olan kanunun, memleketin en yüksek, herhangi bir nokta-i nazardan yüksek addolunabilecek diğer bir efendisi hakkında da aynı müsavat ile aynı ciddiyet, aynı adalet ve aynı şiddetle tatbik olunmasına dikkat ediyoruz. O zaman Büyük Millet Meclisi bunu bir tedbir olarak kabul ederken bir iki efendi veya arkadaş, şunun bunun arkadaşı diye böyle bir esası tağyir etmeyi mevzu-i bahs edemezdi. Meclis-i Ali’nin şiar-ı adaletine ve bir devletin esasatına sarahaten mugayirdir. (ana temellerine aykırıdır) Cumhuriyet hükümeti, kanuni vazifelerinde bütün vatandaşlara eşit (adil) muamele ile sığınılacak bir yer olmak zorunda ve durumundadır. (İ.İ., TBMM’ deki Konuşmaları, 1920-1938, s.168 / Bernard Lewis, The Emergence of Modern Turkey, s.266 / Ergun Aybars, İstiklâl Mahkemeleri, Ankara-Bilgi Yayınevi, 1975)  
“Hükümetler bütün vatandaşlara eşit mesafede olmak ve adil davranmak zorunda ve durumundadır. (29 Nisan.1928) Bizim takip ettiğimiz siyaseti, dâhili ve harici safhasında vuzuh ve istikametle ifade edebiliriz. Dâhili siyasette vuzuh ve istikamet: Cumhuriyet kanunlarını bilâ fark ve bilâ imtiyaz herkese tatbike dikkat ve hassasiyet gösteren bir siyasettir. Demokrasinin bu tarzda tezahürü elbette kuvvet ve kudretle tecelli eder. Biz bu memlekette hayırlı ve semereli olarak yapılacak bütün işler için ilk şart ve azimet noktası evvel emirde vatandaşların huzurunu ve cemiyetin nizamını salim, kavi ve müstakim (sağlam) bir dahili siyasette bizatihi müteharrik (kendiliğinden hareket edebilen) hâkimler eline mevdu (teslim eden) bir usul ile kabil-i tahakkuk görüyoruz. Bu memleketin yüz seneden beri tarihi gösterir ki; Hayırlı ve iyi ıslahat yapmak için memleketin şeraitinin, vesaitinin müsait ve mütehammil (uygun/dayanıklı) olduğu azami hasılayı idrak etmekte tereddüt ne kadar muzır (zararlı) ise, geniş ve kayıtsız şeraiti memleketin ortasına sererek anarşiyi tesci etmek (desteklemek), onun kadar muzır, onun kadar kısırdır. Memleketin hayır ve nef’i (faydası) için şeraitinin ve vesaitinin müsait ve mütehammil olduğu azami hasılayı isteyecek ve alacak kadar idrak ve cesaret, sonra bütün icraatı memleketin demokrasi yolunda her gün bir hatve (adım) daha ilerlemesini temin edecek dikkat, hassasiyet ve kudret; İşte bizim anlayışımız dahili siyasette budur. (İsmet İnönü’nün TBMM Konuşmaları, 1920-1973 Birinci Cilt, 1920-1938 s.285)
“Genel çıkarlar, halkın vicdanı ile özdeş olduğu için, devlet Demokratik hukuk devleti olmalıdır. (İsmet İnönü; Barutçu, Siyasi Anılar, 1939-1954, s.323-324) Yalnız Meclis’te ekseriyete sahip siyasi partinin değil, bizzat Meclis manevi şahsiyetinin üstünde, mer’i Anayasa ve onun da üstünde, kendimize mal etmek için 19. asır başlarından beri çabaladığımız batı medeniyetinin inandığı ve titizlikle yaşadığı hukuk ve demokrasi prensipleri vardır. Anayasa ve bu prensipler, iktidarda bulunan herhangi bir partinin günlük politika taktiklerine ve onların yürütülmesinde çok muti (yararlı) bir vasıta hizmeti gören parti disiplinine, hattâ en iyi niyetli maddi refah ve iktisadi kalkınma mülâhazalarına da feda edilemez.” (İnönü, Muhalefette İsmet İnönü, 1956-1959, s. 12
“Hukuk devleti, insan haklarının korunmasında temel unsurdur. (İ.İ., Konuşmaları, s.261)
****
ELEŞTİRİ, YORUM, YANKI VE KATKILAR.
Kimden: Haluk TARCAN <haluktarcan@haluktarcan.com>, Tarih: 11 Haziran 2012, 
Konu: "ÖNEMİNE BİNAEN" TOPLUMSAL DÜŞÜNCE DERNEĞİ <toplumsaldusuncedernegi@gmail.com>
Tüm samîmiyetimle tebrik ederim. “Önemli” kelimesinin ifade edemediği değerde bir iş yapmışsınız. Büyük bir ulusal hizmette bulunmuşsunuz. Bunu tüm kitleye yaymakta gerekir. Tekrar tebrikler.  Saygılarla., Halûk Tarcan, 
11 Haziran 2012
***
Kutlu Altay Kocaova
Ben alınganlık yapmam. Ama siz, genelleme yaparak, "Türkiyeliler" dediniz ve bu metni kabûl etmeyenleri "Türk" değil, "Türkiyeli" olmakla suçladınız.
Bunun dışında, yine laf oyunlarına başvuruyorsunuz.
Ne demek yânî, "   Meczuplar ve biat ettikleri yasaklı kurumlarına inanabilir, gönül verebilir, bizlere de gönül koyabilirsiniz... "
Bunu demeniz, işi zâten bitiriyor, bir fikrî tartışma ortamı kalmıyor. Eğer fikir tartışması istiyorsanız, bu böyle olmaz. Suçlayarak, saldırganlaşarak olmaz.
Verdiğiniz kaynak, 1967 yılına âid. Benim kastettiğim ise başka. Önceki yazılarınızda, konuşmanın olduğu günlerdeki bir dergide çıktığını söylemiştiniz. Ben ise bunun hangi derginin, hangi sayısı olduğunu sormuştum.
Eğer böyle bir konuşma olsaydı, o günlerde, bütün basın bunu verirdi. Zâten Hâkîmiyet-i Millîye, Millîyet, Cumhûriyet, vb. birçok gazete, Atatürk'ün her söylediğini haber yapıyordu. Böyle bir içeriği olan bir konuşma, haber değeri taşımıyor mu ki, hiçbirinde yer almamıştır. Kaynak olarak Anıtkabir Müzesi'ni, kütüphâneleri, eski gazete arşivlerini veriyorsunuz. Bellî ki, kaynak göstermeyi bilmiyorsunuz. Öğrenmeniz gerekir. Zîrâ bunlar kaynak değildir. Eğer bu konuda kaynak göstermek istiyorsanız, konuşmanın yapıldığı iddiâ edilen târîhe âid gazete ve dergileri gösterin. Ancak 40, 50 ya da 60'lı yıllara âid gazeteler, kaynak olamaz.
Ayrıca mâdem Bursa Nutku'na inanmayanlar, meczûblara inanmış oluyor. O hâlde Kılıç Ali'yi, Hikmet Bayur'a nereye koyacaksınız? Onlar da mı, meczûb? Üstelik Kılıç Ali, söz konusu olay (Bursa olayı) sonrasında Atatürk'ün Bursa'ya geldiğinde ve yaptığı konuşmada yanında olduğunu ve böyle bir konuşma olmadığını söylüyor. Hikmet Bayur'da kesin olarak böyle bir konuşma olmadığını söylüyor.
Benim anlamadığım nokta, neden bu kadar keskinsiniz? Ne yânî, tartışmalı bir konuda, illâ sizin gibi mi düşünmek zorundayız? İllâ sizin dediğiniz mi, doğru?
Ben, Atatürk'ün Bursa Nutku'nun uydurma olduğunu düşünüyorum. Kılıç Ali ve Hikmet Bayur'un konuşmanın olmadığını söylemelerinin yanında, konuşmanın içeriği, Atatürk'ün kişiliğine aykırı. Hem bu iddiânın ortaya atıldığı 1947'ye kadar, 14 yıl, bu metni yayınlamak kimsenin aklına gelmemiş mi?
Bu konuşmada nitelenen gençlik, isyâncı ve anarşist gençliktir ve hiçbir devlet, kendisine isyân edilmesini kabûl etmez.
Târîhe yalanlar katmak, Atatürk'ü yüceltmez, ama yalancıları küçültür. 
***
Cesuryorum... 
Sayın Kocaova,  
Lütfen hemen alınmayınız. 
Sözümüz size değil, ATATÜRK Düşmanları'na... 
Siz ''Bursa NUTKU''na inamayabilirsiniz, Meczuplar ve biat ettikleri yasaklı kurumlarına inanabilir, gönül verebilir, bizlere de gönül koyabilirsiniz... 
Yeter ki siz isteyin, ben size pekçok sayıda o tarihte bu nutku yayınlamış gazete ve kaynak sunarım. Anıtkabir'deki kütüphane, eski gazete arşivleri, TSK Harp Tarihi Başkanlığı başvurabileceğiniz birkaç canlı kaynak:) Yok, yok; durun ben size hemen bir kaynak sunayım da artık alınganlık yapmayın: http://urun.gittigidiyor.com/kitap-dergiler/taniklar-ve-belgelerle-ata-nin-bursa-nutku-16098112 
***
Cesuryorum 
Kutlu Altay Kocaova
Böyle bir nutuk olmadığı söylemek, Türkiyelilik mi oluyor? Hayır, bu saçmalığı kabûl etmiyorum.
Ben bir Türk'üm ve Türkçü'yüm. Türklüğün, her şeyin üzerinde olduğunu düşünüyorum.
1960'lı yıllarda TTK'nun böyle bir karar vermesi, normâldir. Zîrâ tamâmen 27 Mayıs etkisi altındadır. Kaldı ki, Atatürk'ün her konuşmasını, o dönemdeki Türk basını derhâl yayınlarken, neden böyle bir konuşma kayıtlarda yoktur?
Bir dergi deniyor. Peki, o dergi nedir? Hangi derginin, hangi sayısında yayınlanmıştır ?
Ayrıca böyle bir konuşmanın olmadığını söylemek, Atatürk'e eleştiri ya da saldırı mıdır? Yoksa, bu konuşmanın yalan olduğunu söyleyen, Kılıç Ali'de Türkiyeli ve Atatürk düşmânı mıdır?
Ama ayıptır. İnsânları böyle lekeleyemezsiniz, hakâret edemezsiniz.
***
Cesuryorum 
Sayın(!) KENTEL ve TÜREVLERİ'nden gelen yoğun istek(!) üzerine bir kez daha!..
Atatürk'ün Bursa Nutku!, 5 Şubat 1933, Bursa
1975 yılında; ilk kez yazılı metin olarak, Cafer Tanrıverdi tarafından halka dağıtılmasından sonra, Kayseri 2. Ağır Ceza Mahkemesi tarafından yapılan kovuşturmada, dönemin Türk Tarih Kurumu Başkanı Enver Ziya Karal ve Öğretim Üyesi Sami N. Özerdim’in katkılarıyla Atatürk'e ait olduğu mahkemece karara bağlanan nutkun mahkemedeki orijinal metni aşağıdaki gibidir.
Sonradan bulunan, mahkeme dosyasına da konulan, 1935 yılı yayını bir dergide vardır.
Bursa’da Türkçe ezan okunmasına halkın karşı çıkması üzerine Bursa’ya giden Atatürk tarafından söylenen bu konuşmadan bir bölüm de, Celal Bayar tarafından meclis kürsüsünden okunmuştur.
Daha sonra Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu’nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliğinin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk’ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeler yapılır.
Bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk’ün 1933 Şubatı’nda Bursa’da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliği ile varılır. Bu mahkeme kararından sonra, nutkun tamamı, serbestçe okunur, söylenir ve dağıtılır hale gelmiştir.
“Türk genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir. Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu, ‘Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır.’ demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç, ‘Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir.’ diye düşünecek, ama hiç bir zaman yalvarmayacaktır. Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek, ‘Demek adliyeyi ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım.’ diyecek.
Onu hapse atacaklar. Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki, ‘Ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım.
Araya girişimde ve eylemimde haklıyım.
Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir.’
İşte benim anladığım Türk genci ve Türk gençliği!”
Anlaşıldı mı bilumum TÜRKİYELİ(!)LER!...
12 ve 13 Haziran 2012, Salı - Çarşamba
****
 [UNITED-TURKS] FW: BURSA NUTKU 27 MAYIS'TA ICAT EDILMIS OLMASIN SAKIN!
BİLUMUM SAYIN(!)LAR'A!
Türk Genci, devrimlerin ve cumhuriyetin sahibi ve bekçisidir.
Bunların gereğine, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır.
Yönetim biçimini ve devrimleri benimsemiştir.
Bunları güçsüz düşürecek en küçük ya da en büyük bir kıpırtı ve bir davranış duydu mu; "Bu ülkenin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adalet örgütü vardır" demeyecektir.
Elle, taşla, sopa ve silahla; nesi varsa onunla kendi yapıtını koruyacaktır.
Polis gelecek, asıl suçluları bırakıp, suçlu diye onu yakalayacaktır.
Genç; "Polis henüz devrim ve cumhuriyetin polisi değildir" diye düşünecek ama hiçbir zaman yalvarmayacaktır.
Mahkeme onu yargılayacaktır.
Yine düşünecek; "demek adalet örgütünü de düzeltmek, yönetim biçimine göre düzenlemek gerek.."
Onu hapse atacaklar.
Yasal yollarla karşı çıkışlarda bulunmakla birlikte bana, başbakana ve meclise telgraflar yağdırıp, haklı ve suçsuz olduğu için salıverilmesine çalışılmasını, kayrılmasını istemeyecek.
Diyecek ki; "ben inanç ve kanaatimin gereğini yaptım. Araya girişimde ve eylemimde haklıyım. Eğer buraya haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı ortaya koyan neden ve etkenleri düzeltmek de benim görevimdir."
İşte benim anladığım Türk Genci ve Türk Gençliği...
Tarihte bu sözleri söyleyebilen bir başka devrimci çıkmış mıdır?
Başında bulunduğu devletin bile 'zaaf' içinde olabileceğini düşünen, geleceğin siyasal iktidarlarından kuşkulanabilen, ama gençliğe böylesine'sınırsız' bir güven besleyen, böylesine 'çek' veren, gençliği böylesine 'son çare' olarak gören bir devrimci yoktur!.
Ve Atatürk, hem gelecek iktidarlar hem de gençlik konusunda yanılmamıştır...
NOT: Türk Tarih Kurumu Yönetim Kurulu'nun 24 Ekim 1966 tarihli toplantısında Bornova Asliye Hukuk Hakimliği'nin 27/9/1966 tarih ve 1966/338 sayılı yazısı ve bu yazıya ekli Atatürk'ün Bursa Nutku ile ilgili sözlerin üzerine gerekli incelemeler yapılmıştır.
Bu incelemeler sonunda bu sözlerin Atatürk'ün 1933 Şubat'ında Bursa'da yaptığı konuşmadan mealen alınmak suretiyle çeşitli tarihlerde basılmış olduğu kanaatine oybirliğiyle varılmıştır... 
--
''Benim en büyük hasletim, TÜRK olarak doğmamdır!..'' Mareşal Mustafa Kemal ATATÜRK
''Bizler; Gözünde Vatanını,
Gönlünde ATATÜRK ilke ve İnkılaplarını tutabilen,
Vicdanında dinini saklayabilen,
Milliyetçilik ve laiklik düşüncesi içinde görev yapanlardanız...''
Nusret DEMİRAL
''Şerefle bitirilmesi gereken en ağır görev, HAYAT'tır!''
Nusret DEMİRAL 
Cesuryorum 
 ***
12 Haziran 2012 12:36 tarihinde Kutlu Altay Kocaova <kutlualtay@yahoo.com> yazdı:
Atatürk'ün söylediği iddiâ edilen bu konuşma, ilk olarak 1940'ların sonuna doğru ortaya atılmıştır. İçerik olarak Nutuk'un sonunda yer alan "Gençliğe Hitâbe"ye benzese de, aslında Atatürk'e âid olması mümkün olmayan bir metindir. Zîrâ fazlasıyla isyânkâr ve anarşist öğeler içerir. Her ne kadar, 1960'lı yıllarda TDK, 27 Mayıs'ın etkisi ile bu konuşmayı "resmen" kabûl etti ise de 1930'daki Bursa Olayı sonrasında Bursa'ya gelen Atatürk'ün yanında olduğunu söyleyen Kılıç Ali gibi isimler, bu konuşmanın Atatürk'e âid olduğunu kabûl etmemektedirler. Bunun dışında, metin, oldukça kusûrludur. Hiç yönetim, kendisine isyân edilmesini kabûl etmez. Sonuçta polise, adliyeye ya da hükûmete karşı olan bir girişim, o dönem şartlarında özü îtibâriyle Atatürk'e karşıdır. Bu yüzden de, Atatürk'ün kendisine karşı olan bir hareketi, hoşgörüyle karşılaması mümkün değildir. Metin, 27 Mayıs öncesindeki süreçte tamâmen kullanılmış ve ihtîlâlin dayanağı olmuştur. Sonraki süreçte de Deniz Gezmiş gibi sosyalist fikirliler de dâhil olmak üzere bunu kullanmışlardır.
--- On Tue, 6/12/12, Mustafa Nevruz SINACI <gercek.demokrat@hotmail.com> wrote:
Bu konuda Sayın Zeki KENTEL'e yardımcı olmak ve bu vesileyle konuyu "müphem" olmaktan kurtarıp, vuzuha kavuşturmak "MİLLİ" bir vazifedir.  
Date: Mon, 11 Jun 2012 // From: zkentel2001@yahoo.com // Subject: BURSA NUTKU 27 MAYIS'TA ICAT EDILMIS OLMASIN SAKIN!
atatürk ün bursa nutku uydurmadır - uludağ sözlük
www.uludagsozluk.com › atatürk ün bursa nutku uydurmadır; 28 Eki 2010 – "Bursa Nutku diye Atatürk';ün söylediği bir nutuk yoktur. .... kimin yazdığını geç yalan mı anasını satayım. sorunun parçası ordu polis asker değil ...
SEVGILI SINACI
SU BURSA NUTKU'NUN MUSTAFA KEMAL'IN KALEMINDEN CIKAN METNI ISTIYORUM!.. BEN YILLARDAN (27 MAYIS'TAN) BERI  BURSA NUTKU'NUN MENDERES-DP IKTIDARINA KARSI YAPILAN 27 MAYIS DARBESININ KEMALIZM'E BIR KATKI MADDESI VE DEGER OLARAK GUNDEME KONULDUGUNU IDDIA ETTIM.
ULASABILDIGIM HERKESTEN BUNUN SAHITLERINI, MUSTAFA KEMAL'IN HANGI UNLU ARKADASININ HATIRATINDA YER ALDIGINI, TOPLANTI YERINI, TARIHINI VB.  KANITLARINI SORDUM / ISTEDIM. KIMSE YANIT VERMEDI / VEREMEDI. SIMDI SIZ MUSTAFA KEMAL'IN EL YAZISINDAN SOZ EDIYORSUNUZ.  
OYLE ISE BANA BU YAZININ FOTOSUNU GONDERIRSENIZ COK MEMNUN OLACAGIM. BUGUNE KADAR 27 DARBECILERININ KENDILERINE DESTEK BULDUKLARI BU YAZIDAN DOLAYI HAKLARINDA SOYLEMEDIGIM TUM ITHAMLARIMDAN DOLAYI MEZARLARINDAN AF, GUNAHLARIM ICIN ALLAH'TAN TEVBE VE ISTIGFAR DILEYECEGIM.
SAGLIK ICINDE SELAM SEVGI MUTLULUK BASARI DİLEKLERİM VE SAYGILARIMLA
09 - 10 - 11 Haziran 2012, Cumartesi, Pazar, Pazartesi...   
ZEKI KENTEL