23 Mayıs 2015 Cumartesi

İstikbal üretmek yasak mı ne?... Gerçek Demokrat & Mustafa Nevruz SINACI

İSTİKBAL ÜRETMEK, YASAK MI NE!..
Mustafa Nevruz SINACI
Son günlerde, ülkemiz, milletimiz ve milli geleceğimiz açısından oldukça önemli bazı gelişme ve değişmeler oldu. Yedinci Cumhurbaşkanı Kenan Evren’in vefatı, ani vefatın seçim sathı maili nedeniyle toplumda yarattığı tepki, huzursuzluk polemik ve kırılmalar ile yol açtığı tartışmalar, günümüzde siyasetin hangi mecralara sürüklendiğine dair, vahim emareler ortaya koydu. Bunlardan en kaygı verici olanı ise: Toplumsal (Milli) hafıza kaybıdır…Daha açık bir ifade ile gelinen noktayı, “genel ve toplumsal akıl tutulması” olarak tanımlamak mümkün..
Konuyu açmadan önce, 65 yılı 14 Mayıs 2015 günü idrak edilen ve 66. yılına girilen Türk Demokrasi Bayramı, KKTC Cumhurbaşkanlığı şoku ve lânetli 27 Mayıs 1960 isyanının yıldönümü haftasına adım atılması gündemi ağırlıklı biçimde etkilemiş ve politikayı germiştir. Bunun yanı sıra, iktidar partisi ile muhalefetin seçim beyannameleri, kısır vaatleri ve sandığa yönelik oyun/düzenlerine ilişkin kaygılar yönünden yaşanan basitlik, ufuksuzluk, basiret-beka yokluğu, hırs-ihtiras kumkuması ve “maniple kesimin akıl tutulması” hayreti muciptir!.
Daha nice meselelere nazaran, bahse konu ve millet tarafından sorun olarak algılanan olaylara şöyle bir bakalım: Öncelikle, vefat eden Kenan Evren’in kabrine gitmeyen (Aslında bunun abartılacak yanı yok. Çünkü cenazeye gitmek farz-ı kifayedir. Mazereti olan cenazeye gitmeyebilir) idari/siyasi/mülki erkâna diyecek lâfımız yok. Lâkin aleyhinde kindar ifadelerle beyanatlar döşenenler; Kesinlikle biliniz ki, 12 Eylül şartlarını hazırlayan caniler ile cinayet şebekelerinin mel’un uzantıları, kanlı işbirlikçi, katil mensup ve meş’um organizasyonlarıdır.
Kaldı ki, tam bir takiyyecilik numunesi babından olmak üzere; 12 Eylül muhakemesi nam duruşmalarda, kesinlikle “12 Eylül” değil, sadece ve yalnızca; Askeri müdahalenin (Çok yaşlı ve ölüm döşeğinde son demlerini yaşayan ihtiyarcılarından) iki emekli general “şahsen” yargılanmış, sonuçta müebbet hapis ve rütbe sökümü kararı verdirilmiştir. Ki, bu karar dahi, Türk İstiklâli ve Türkiye Cumhuriyetinin istikbaline matuf bir tehlike, tehdit ve Milliyetçilere yönelik gözdağı niteliğindedir. Sözde “seçilmişler (?) tarafından teşkil edilen hükümetler her ne yaparlarsa yapsınlar, sakın ola ki karışmayın!” Sanki, onurlu, sorumlu, namuslu ve dürüst bir seçim sistemi var gibi!.. Şu halde bile, kaç parti önseçim yaptı dersiniz? Sadece 1 ve o’da % 85 oranında. Kalanları ve diğerleri bütünüyle merkez yoklaması, yani tayin. Seçim bunun neresinde? Ya demokrasi, adalet, eşitlik ve hukuk!...
Açık oy, gizli sayım (1946) yapacak kadar insanlık, adalet/hukuk, eşitlik ve demokrasi düşmanı, sultacı/cuntacı/vesayetçi bir zihniyetten bunu beklemek herhalde safdillik olur. Hak, adalet, meşru sınırlar çerçevesinde özgürlük, saygınlık-güvenlik ve hukuk talep etmekte aynı.
Ama sorarlar: Antidemokratik darbeleri yargılatmakla övünen iktidar niçin Siyasi Partiler ve Seçim Kanunlarında inadına sabit tutulan; Demokrasi, hak, eşitlik ve saydamlığa, şeffaflığa aykırı maddeleri ayıklamaz, temizlemez ve millet iradesinin yolunu açmazlar? Bu iddiaları öne sürenler için; Söz konusu maddeleri kaldırmak bir vazife ve kutsal vecibedir.
Şu hale nazaran: “Egemenlik, kayıtsız ve şartsız Türk Milletinindir” vecizesi şu an için her halde bir aldatmaca, vesayete maske ve sahne malzemesi olarak kullanılmakta olsa gerek. 
27 Mayıs’ı, (isyancılardan yaşayan kimse kalmaması nedeniyle) bu durumda, efsanevi Nürmberg mahkemeleri gibi ihtilâli yargılamak gerekeceği için dava açmadılar. Dolayısıyla, (12 Mart 1971 açılamadı) 12 Eylül ve 28 Şubat adı altında cereyan eden muhakeme faaliyeti ciddi, ilmi ve hukuki olmaktan uzaktır. Çok haklı nedenlere ve tarihi bir vakıaya dayalı olarak 50 yıldır sürüp gelen isteklere “köleci zihniyet yaftalı 1 Mayıs’ın” ihyasına rağmen “14 Mayıs Türk Demokrasi Bayramı” olarak kabul ve ilân edilmemiştir. Yassıada üzerinde yapılması düşünülen oyun-eğlence, otel ve sair sefahat müştemilâtı ise Akp’nin kör söylemi ile eyyamcı eylemi arasında yaşanan çelişkinin açık bir göstergesidir.
Dahası: İlhan Kesici’nin 15 Mayıs 2015 günlü açıklamalarında ortaya çıkan utanılası ekonomik göstergeler; Ham Petrol fiyatlarındaki korkunç düşüşün neden olduğu kaybı telâfi için Dolar kurunda oluşturulan suni artış ile Milli Parada yaratılan “düşmanca” değer kaybı; Vahim boyutlara ulaşan işsizlik; Geçimsizlik; Gerginlik; Çarşı ve pazarda dayanılmaz hale gelen pahalılık!. Borç batağına saplanmış yığınlar ve 6 milyona yakın emeklinin bin liranın altında maaş almakta olduğu gerçeği!.. Artısı var. Beş-altı milyon kişinin de asgari ücretle çalışmakta olduğu alenen, bağıra-çağıra söyleniyor..
Bir bakanlık, adliyeler ve karakollardan müteşekkil “adalet cihazı” teşkilât binaları dışında, adaletle anılan; Hakkaniyet, hukuk, kıdem, ehliyet, liyakat, norm ve standart birliği, eşit işe eşit ücret; Eşit hizmet ve eşit liyakate eşit maaş ile bu anlamlarla ilişkili kavramlar, temsil ettikleri şahıs, fiil ve halleri ifade edemez oldu…   
Bütün bunlar: Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti Devletinin istikbali ve istiklâli ile pervasızca oynandığını, dış güdümlü unsurlar tarafından millete menfur tuzaklar, kumpaslar ve düzenler kurulduğuna işaret etmektedir. Yavru Vatan/Milli Dava Kıbrıs Türk Kesimi’nde yaşananlar ibret, hayret ve dehşet vericidir. Birileri çıkıp, devletin en yüksek makamlarından, “iki millet bir devlet” diye şerefsizce, soysuzca ve küstahça haykırırken; Ana vatan Türkiye Cumhuriyetinde de: “ne kadar millet, o kadar devlet” diyebilecek kadar azgınlaşanlar var!
Varis-i Osmanî, Ecdadı Türkî ve Makamı Hilâfet olmamız hasebiyle; En başta, son 10 yılda hunharca katledilen Müslümanlardan; Kuzey Irak (Barzan Yahudileri), Irak, Suriye, İran ve Selefi Arap ülkelerinde en insanlık dışı muamele, katliam, sürgün ve soykırımlara maruz kalan Türkmenler.; Avuç içi kadar dar bir mafya yönetiminden ibaret Nyanmar cehenneminde en ağır işkencelere, açlık, yokluk, ıstırap ve mezalime terk edilen Müslümanlar ile dünyanın diğer kesimlerinde soykırım tehdidi altında yaşayan Türkler. Örneğin Doğu Türkistan!..
İslâm Konferansı Örgütü ve İktisat-Ticaret/Banka-Sermaye organizasyonlarında kâfir domuzlarından üye ikame eden ve İslâm âleminin kahir ekseriyeti ile özellikle/bilhassa Türk diyarlarında İngilizce eğitim ve öğretiminin yaygınlaşması için yırtınan, çırpınan, dönmelerin hâkim ve hükümran olması: Türk ve Müslümanlar için büyük utanç ve yüz karası değil mi?..
Size, unutulmuş, ya da özellikle unutturulmuş bazı hakikatleri hatırlatayım:       
İŞTE BU ORTAM, İSTİKBAL ÜRETİMİNE ENGELDİR       
Milletlerin tarih içindeki varlığı, önem, değer, saygınlık ve ağırlığı yaşayan kültürleri ile kaimdir. Özel anlamda kültür, milletlere mahsus bir tanımlama, açıklama, kendini ifade ve özellikle de “medeniyet” öğesidir. Genel anlamda ise: Var oluş ve yaradılıştan bu güne kadar; İnsan eli, fikri, fiili emeği, ilim, akıl ve melekeleriyle oluşturulan ve zamanla gelişip (tekâmül ederek) günümüze kadar ulaşan; Davranış biçimi, dil, değer/ürün, maddi, manevi, sanayi eser, bilim-teknoloji ve birikimin bütünü’ KÜLTÜR olarak açıklanır ve tanımlanır.
Yukarda bahse konu oluş, bilgi ve birikimlerin tamamına “MEDENİYET” denir.
Medeni millet; Özgürlük, güvenlik, refah, adalet ve mutluluk içinde yaşayan millettir.
Medeni milletlerde hırsızlık, yolsuzluk, terör-tedhiş, haksızlık ve hukuksuzluk yoktur.
Türk Milleti, muhtemelen yazılı tarihin başlangıcından İslâm’a ve İslâm’ı kabul ederek Müslüman olmasından bu yana (İslâm’ı samimi, arı-duru, onurlu-sorumlu ve dürüst müminler olarak yaşadığı) 1700 yılına kadar bütün medeniyetlerin hamisi; İlim, irfan, adalet ve hukukta ilham kaynağı.; İnsani boyut, bilgi toplumu, güvenlik, esenlik ve barış ikliminin timsali, çıkış noktası özelliğini taşır. Dolayısıyla Türk Devletleri, Türkler tarafından yönetildiği sürece ileri, ilmi bakımdan önder ve medeniyetin en yüksek düzeyinde olur. İşte bu tarihi, tabii ve kadim, hars, özellik nedeniyle bu gün Türk Dünyası, İslâm âlemi ve bütün mazlum milletler nezdinde “ümidin kâbesi” tahtında kabul/ telâkki edilen Türkiye Cumhuriyeti yöneticilerinin bu ilim, idrak, akıl, şuur ve yüksek onurla hareket etmesi şart ve lâzımdır.
Aksine davranış biçimleri, damarlarında asil kan taşıyan Türk’ten beklenemez.    
Çünkü büyük Türk milleti, muhalif güçler ve insani bakımdan az gelişmiş şer ve şedit, unsurlar (mason, misyoner, kâfir, zalim ve emperyalistler) tarafından şiddetle, nefret ve haset edilen, öfke ve kıskançlık duyulan/kin güdülen yüksek bir millettir. Bu meyanda muazzam bir kültür, milli-manevi değer, eserler ve medeniyetin asıl sahibidir. Atiyi (geleceği) aydınlatan, insanlık âlemine yol gösteren kültür ve medeniyetin son eseri: “Atatürk ilkeleri, Türk İnkılâbı ve her türlü emperyalizme karşı tam bağımsız,  hür, hâkim ve hükümran temeller üzerine inşa edilen Türkiye Cumhuriyeti” olarak şekillenir. Türkiye Cumhuriyeti Abi’dir, Hami’dir.
Türk Milletinin özgün milli kültürü, gelenekleri, bilgi, birikim ve töreleri, Cumhuriyet (şûra) adalet ve fazilet (demokrasi) temeli üzerine kurulu, ana karakter itibarıyla (lâik) en ileri,  çağdaş, modern, medeni ve katılımcı; Onurlu, soylu, adil ve sorumlu bir yönetimden yanadır.
Türk Milleti’nin yaşam biçimi arı-duru, saf-samimi, orijinal İslâm ve Hazreti Kur-an ile mutabıktır. Bu nedenle Türk Milleti fanatik, ırkçı, etnik kök anlamında milliyetçi, kafatasçı ve koyu-kara taassubun zebunu değildir. Türk aydınlıktır. Türk sevgidir. Türk muhabbettir, en samimi duygularıyla merhamet, himmet, hoşgörü ve tolerans sahibidir.
TÜRK ADİL; FAZIL VE DEMOKRATTIR      
Gerçek Demokrasi: Yukarda açıklandığı biçimde ileri medeniyet, adalet ahlâkı, mutlak eşitlik, ilim-irfan ve ‘doğrusal boyutta özgür yaşam’ ile bütünleşik ve yüksek ahlâkla özdeştir. Türk kültüründe ve İslâm’ın özünde “Devlet insan için vardır. Kanunlar Anayasa’ya, Anayasa ise asla insan’a, insan tabiatına, fıtrata paralel yaşam tarzına aykırı olamaz. Bir Türk dünya’ya bedeldir, darp-ı meselinde ifade olunduğu üzere; her insan bir devlettir. Milleti yaşat ki, devlet yaşasın ilkesi mutlaktır. Devlet, millet memurlarından müteşekkildir. Millet memurları, tüccar ve bilumum sektör sahip ve çalışanları halka amir değil; Sadece ve yalnızca Yüceler Yücesi, her şeye Egemen Yaratıcının rızasını kazanmak uğruna halka hizmetle memur kişilerdir.
DEVLETİN MALI DENİZ, HIRSIZ VE YOLSUZLAR DOMUZ
Hükümetler; Millet iradesi’nin, devlet idaresinde tecelli biçimi olup; Egemenlik, hiçbir kayıt ve şart olmaksızın milletindir. Bütün kurum-kuruluşları ile Devlet ve hükümetler halkın emrinde ve hizmetinde olmak ve bu hizmeti “kamu yararına” sürdürmek için vardır. Türk geleneği, İslâm felsefesi ve Evrensel hukukta; Devleti aşağılık şahsi çıkar, hırs ve ihtiraslarına alet edenler; En murdar, muzır/mısmıl hayvandan alçaktır. Bu nedenle devlette hüküm sahibi olup; Hikmetten bihaber mecnun ve meczuplar; Millete ait imkân, güç ve kaynaklarını, şahsi çıkarlarına alet edenler “Devletin malı deniz; Hırsız ve yolsuzlar Domuz” atasözünün asli, iğrenç, murdar ve tiksindirici muhataplarıdır. Ki, bu melânetler insan selâmına lâyık değildir!     
HÜKÜM HİKMET (İLİM VE BİLGELİK) İLEDİR   
Hâkimiyet: Adalet, eşitlik, hukuk, hikmet, meşruiyet ve fazilet ile kaimdir.
Seçilmiş veya atanmış olsun, bütün millet memurlarının halka rağmen değil; Halk için, halkla birlikte, (tam bir açıklık ve şeffaflıkla) halka hizmet etmesi, devlet umuru, halkın refah, adalet, saadet, barış ve mutluluğu için çalışması şarttır. Dolayısıyla Türk Milleti, tıpkı Tarihte olduğu gibi, bu gün de; Çalışkan, zeki, akıllı, ilkeli, onurlu, sorumlu, namuslu-dürüst, faziletli, lâik ve demokrat olmak; Aslına rücû etmek, asaleti ve geleneksel karakterine uyan bir yaşam biçimini benimseyip-öğrenip, eğitilip, sürdürmek zorundadır!.
Ancak bu yaşam biçimi ile Türk Milleti payidar olabilir. İlim yapabilir, maziden aldığı hız, ilham ve imanla ilim-irfan, sanayi/teknoloji; Hürriyet, adalet, eşitlik ve gelecek üretebilir. Evet. Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Devleti ve Cumhuriyetin idarecileri böyle olmak ve daima böyle kalmak zorundadır. Biz, Türk Milleti ve Cumhuriyetin vatandaşları sıfatıyla her daim iyi olmaya; Namuslu, dürüst, demokrat, onurlu, soylu ve sorumlu kalmaya mecburuz.
“İYİ İNSAN; İYİ, ONURLU VE SORUMLU VATANDAŞ” İLKESİ MUTLAKTIR
Eğer dikkat ederseniz, evrensel hukuk’un kurulumu hak, eşitlik ve adalet üzeredir. Kuramı incelersek; Sadece ve yalnızca “doğrusal yaşamı” görürüz. Zira düzenin koyucusu ve koruyucusu iyilerdir. Bu nedenle adalet ve hukuk, sadece iyilerin hakkıdır. Türk Milletinin asil varlığı içinde zamanla oluşan çürükler ayıklanmak; Onursuz, şerefsiz, ilimsiz ve soysuz, dönme ve devşirmelerce oluşturulan: Türk Kültürü, Türk Adaleti ve Türk Medeniyetine aykırı uyduruk yasalar temizlenmek.; Düşman lehine ve Türk Milletinin aleyhine düzenlemeler gibi dayatma mevzuatlar ile bunları oluşturan gafil-cahil ve bedhahlar sigaya çekilmek zorundadır. Buna mecburuz. Zira 20 Milyon 500 bin km2’lik adalet ve barış devletini bu hainler yıkmıştı.
ZEBUN-KUŞ; ZALİM, KARANLIK VE KAHPE BATI
Şimdilerde Türkiye; Zebun-kuş (insafsızca, merhametsizce, kahpece mazlumu ezen) vahşi vampir ve kene Avrupa’sı karşısında, iliklerine kadar sömürülen, istismar ve suiistimal edilen, tahkir ve hakarete maruz korumasız, aciz ve zavallı hükümetler ile malûldür.
Yunanistan, Bulgaristan, Suriye gibi, dünkü eyaletlerimizin bile uluslar arası sözleşme ve antlaşmalarla sabit haklarımızı haleldar ederek tacize kalkışabildiği acınası bir durumdayız. Özellikle Yunanistan’ın Kıbrıs (KKTC) üzerinde sergilediği küstahlık; Ege’deki 18 veya 152 Türk adasını işgalle gerçekleştirdiği alçaklık asla hazmedilemez. Suriye’nin harita, sınır, uçak ve helikopter tacizleri; Kuzey Irak Barzani aşiretinin terör-tedhiş örgütü ve diğer melânetleri himayesi; Irak Hükümetinin Türkmen kardeşlerimize 50 yıldır reva gördüğü işkence, zulüm, soykırım kesinlikle affedilemez. Bulgaristan’ın hâlâ, soydaşlarımız üzerinde süren insanlık dışı baskıları, gasp, irtikap ve ihlâlleri ile her yıl yaşattığı sel felâketleri utanç vericidir. Türk milleti bu alçaltıcı muameleye lâyık ve müstahak değildir. Tarihi kudret, milli onur, şeref ve şana nazaran bu şaşılası bir durumdur.
Milletimizi derinden yaralayan, kahreden, üzen ve alçaltan bu ve benzer muamelelere mutlaka son verilerek; Uluslararası hukuku amir hükmü olan: “Barışta mütekabiliyet; Savaş ya da kötü niyetli hallerde Mukabele-i Bil misil” şartı mutlaka uygulanmak zorundadır. Zira:  
Osmanlı ve öncesi dâhil Haçlı, belâlı Avrupa’nın dayattığı siyasetin kanı satvet, hayatı servettir. Zebun-kuş Avrupa yönetim unsurunun bildiği tek hak var. O’da kalleşçe, kullanılan kuvvettir. Türk, İnsan, İslâm (Müslüman) için kuvvet sadece adalet, fazileti ihya ve kötülüğü ilga (def-i hacet, pislikten, hırsız-yolsuz, yalancı, düzenbaz ve ahlâka aykırı, pis davranışlarda bulunan necasetten kurtulmak) için kullanılır.
Lâkin ahlâken tefessüh etmiş, maddesini yalan-talan, soygun-vurgun, gasp-irtikap ve sömürü; İrin, kan, kenelik ve vampirlik yoluyla temin ve tedarik eden, tek dişi kalmış canavar, paraya tapan haramzade! Putperest vahşi Batı baskısı, dayatma ve zulmü karşısında 50 yıldır Türk hükümetleri aciz, zavallı ve çaresizdir.. 27 Mayıs’ı yapan asilerin esas amacı “adil, eşit ve tıpkı kurucular gibi eşit şarlarla AT (AB) üyeliğini garanti eden” Türkiye’nin önü, yolu ve istikbalini darbeyle keserek (Tarihi ve kadim Demokrat Parti’yi) engellemekti. Batı uşağı, kul, köle ve hain işbirlikçileri (dâhili bedhahlar) en hain şekilde işte bu cürümü yaptılar. Hükümet ve milleti gafil avlayıp, menfur bir tuzağa düşürdükten sonra halk idaresini hak, hukuk, adalet ve Türk düşmanlarına teslim ettiler.      
SİYASETİ VESAYET ALTINDA BİR MİLLET
70’li yılların, adaletiyle ünlü, bu nedenle dünya çapında haklı bir hürmet, saygınlık ve şöhrete ulaşan Ferruh Bozbeyli; Hak-adalet/özgürlük ve bağımsızlık uğruna, TBMM Başkanı iken, hiç tereddüt etmeden makamını terk ile Demokratik Parti Genel Başkanı sıfatıyla sine-i millete döndüğünde ilginç bir itirafta bulundu:, “Siyasette hâkim olanlar, halkın içinden değil, bir takım güç odakları ve mahfillerin içinden geliyor. Geldikleri gibi, yukarılara çıkıp, millete dayalı merdivenleri çekip alıyor; Halkın evlâtlarına siyasetin idare merciine çıkacak merdiven bırakmıyorlar!..” demişti. Durum, gerçekten de öyle idi.
Zannımca burada bahse konu odak, grup ve mahfiller ABD (+kraliçe) ve AB oluyor.
Çünkü her seçim öncesi Amerika ve malum menfur memleketlerde icazet turlarına çıkacak kadar adi, iğrenç, şerefsiz ve alçak mahlûkatı hayretle, nefretle görüyoruz. İşte bu elim vaziyette, bir çeşit “Kemalizm” doktrinine atfen Mustafa Kemal ATATÜRK’e alenen iftira edecek kadar alçaklaşan, O’nu menfur emellerine alet etmekten kaçınmayacak kadar süflileşen leş kargaları türemiştir. Oysa 77 yıl önce ebedi istirahatgâhına çekilmiş bir şüheda (kabrindeki insan) kime ne yapabilir?
Siyasetin kanı, olmazsa olmazı ‘ezici güç/satvet’ hayatı servettir. Demek ezici güç ve serveti Avrupalı kapmış; Kalleşlikler ve mazlum kavimlerin (Müslüman, Rumeli ve Anadolu) ezilmesi, tehcir edilmesi, Balkanlarda yaşatılan mezalimin ve korkunç ıstırapları, unutulmaz acılarımızı zorla hatırlatıyorlar. Haydi biz de hatırlayalım ve artık AB’ye gününü gösterelim!
YALAN, İFTİRA VE TEFRİKA FURYASI
Yarım asra yakındır, nitelikli sahtekârlıkla tescilli Ermeni diyasporası; Kök itibarıyla İngiltere’den kaynaklanan ve bir yanı da Amerika haramzadelerine dayanan bir körebe oyunu oynamakta. Esas itibarıyla, “Milleti Sadıka” saffetine sahip, gerçek Ermeni halkı ve ülkesinin baş düşmanı olan bu güruh 50 yıldır dünyayı velveleye verip, nihayetinde Tanınma, yüklü bir Tazminat ve diledikleri gibi peşkeş çekebilecekleri toprak ümidi ile yaşamaktadırlar.
Bu diyaspora ya hayal âleminde yaşamakta veya bütün Ermenileri kandırmaktadır.
Çünkü bilinen ve belli olan hukuki safahatı bir yana bırakın; 1963’den bu güne yapılan kazılarda henüz bir Ermeni toplu mezarına bile rastlanılmamıştır. Özellikle de 2000 yılından itibaren, başta TURK-İŞ FORUM olmak üzere, nice ilmi derinlikli, objektif araştırmacı ve duyarlı Sivil Toplum Kuruluşlarınca hakikat ortaya çıkartılmıştır.
Gerçek şudur: Yeryüzünde Türkler tarafından Ermenilere uygulanmış bir mezalim, kapsamlı tehcir veya (kesinlikle-asla) bir soykırım yoktur. Bilâkis: Osmanlı Devleti tarafından uygulanan zorunlu göç kısmidir. Haklı, yerinde ve doğrudur. Doğruluğu dönem tutanakları, ifadeler, belge ve yayınlarla tescil edilmiştir. Ancak: Ermeniler tarafından 1913-1923 arasında Trabzon/Rize, Erzurum/Kars, Diyarbakır ve Adana/Mersin Silifke hattında Bir Buçuk Milyon dolayında Kürt ve Türk Müslüman’a soykırım uygulandığı; Tarihi belgeler, resmi yazışmalar, toplu mezarlar ve mazlumların şahadetleri ile sabittir. 
İDDİALAR, İFTİRALAR VE ÇELİŞKİLER    
Başta, bir dönemin hakiki ve halis Millet Vekili Yalçın Koçak’ın kitap ve ispatlarında açıkça görüldüğü üzere; Bugün hala İstanbul’da Ermeni varsa sayemizdedir. Hani Jüstinyen onları İstanbul’a sokmamıştı. Osmanlı gelinceye dek Ermeniler İstanbul’a ayak basamadılar. Sayemizde girdiler İstanbul’a ve yurt edindiler. İş, aş, ev, bark sahibi oldular. Kilise, Okul ve  Hastahaneleri var. Şimdiki Ermenistan dâhil olmak üzere, Dünyada bu kadar mukim, oturaklı oldukları bir ikinci yer daha var mı acaba? Elbette ve kesinlikle yok. Hali hazır ülkemizde 100 bin’e yakın Ermeni işçi ekmeğini kazanıyor, Ermenistan’da ki ailesine buradan maişet, erzak ve rızık gönderiyor. Çocuklarını okutuyor ve hayatlarını idame ettiriyor.
Şimdi Ermeni düşmanı diyasporaya sorulur:
Bu kadar iğrenç, insanlık düşmanı ve İngiliz yalakası olmanız neden?..  
Avrupalıyla, Batıyla, oryantalist ile mücadelenin yegâne yolunu da yazmış rahmetli, onların anladığı dil tektir o da kuvvettir diyor. Ey Kemalistler, ey Atatürkçü geçinen kardeşler “Ya Elli sene sabır edeceğiz, ya da 70 Milyon olana kadar bekleyeceğiz” diyen Gazi Mustafa Kemal’in Bursa Nutkunu yok sayarsınız? 50 yıl geçti aradan. En büyük gardrop Atatürkçüsü, İsmet paşa siyasal vasiyeti sayılan el yazmalarını okudu,‘daha millet buna hazır değil’ diyerek 25 yıl daha konuyu bir yana itti, kapattırdı.
Şimdi Nerededir bu yazıtlar, vasiyetler bilinmez. Ama O’nun ne yazdığını üç aşağı, beş yukarı tahmin edebiliyoruz. Konunun önderliğini bizce CHP yapmalı. Bu manevi mirasın peşine düşmeli. Doğru ya da eğri, zaten Cumhuriyette, meşrutiyette bir şekilde halkın istemi, irade ve talebiyle değil, misilleme, zorbalık ve dayatmalarla gelmemiş miydi acaba? Meselâ Demokrasi de Yalta yadigârı değil mi? Yalta’yı çalışmış kaç Doktora tezimiz var hiç! Bakınız şu ADD’lere harcanan zaman, emeği-parayı matematik dernekleri, fizik kulüplerine harcasak, kimya, biyoloji köy ve mahalleri kursak, bilim çocukları yetiştirsek ne olurduk, bir düşünün lütfen. Okumayan, bilime sırtını dönmüş Türkler olduk. Başarı boyumuz kısaldı. Bu eğitim ve öğretim sistemi ve modeli boynumuzdaki, boyunduruk, ayağımızdaki pranga ve kafamızdaki at siperlerini görmeye mani oluyor. Eğitim önüne “milli” yazmakla milli olmuyor. Tıpkı milli savunma, milli istihbarat, milli iktisat, milli devlet gibi!..
Ne zaman harbiye vekâletimizi tekrar ihdas ederiz.(Ki bu, tam bağımsızlık nişanesidir)
Ne zaman Zebun-kuş Avrupalı ile anladığı dilden, kuvvet, adalet iklimi ve mukabele-i bil misil üzerinden konuşmaya başlarız; Dil uzatanların dilini, el uzatanların elini tereddütsüz keseriz; İşte o zaman yeniden ilmek, ilmek istikbal üretir; İlim okur; İstiklâl dokuyabiliriz!.. 

Hiç yorum yok: