21 Nisan 2015 Salı

EMANETE HIYANET ETMEYİN!..

EMANETE HIYANET ETMEYİN!..
Mustafa Nevruz SINACI
            Önce “EMANET”in ne demek olduğunu ve ne anlama geldiğini çok iyi bilmek gerek. 
            Çünkü emanet’in önem, anlam ve değerini idrak edemeyenler (ya da, ne demek olduğunu, ne ifade ettiğini bilmeyenler), çok kolaylıkla bedhah (gizli düşman) olabilir. Menfur ve melânet hainler tarafından sağlanacak, çok basit çıkarlar (makam-mevki) v.s. menfaatler karşılığında, paralize işbirlikçilere dönüşüp, gaflet, dalâlet ve ihanet ehlinin kirli emellerine alet olabilirler.  
            TÜRK VATANDAŞI’NIN EMANETİ
Mustafa Kemal ATA-TÜRK açısından baktığımız taktirde: Mutlak fazilet, hak, adalet, özgürlük/güvenlik, demokrasi, lâiklik, ebed-müddet devlet ve tam bağımsızlık anlamına gelen Cumhuriyet; Milli birlik/bütünlük, keder, kıvanç ve kaderde beraberlik.; Sarsılmaz, bölünmez, parçalanmaz Devlet/Bayrak/Toprak;  Milli, ilmi, maddi-manevi, sanat ve kültür değerlerimiz; Haksızlık, yolsuzluk, sömürü ve zulme karşı direnç, daimi zindelik ve icabında milli refleks.; Dönme, devşirme, hain, vatanı bölmeye çalışan zalim ve Milli birliğimizi bozmaya kalkışan fesat odakları ile nifak tohumlarına karşı hassasiyet; Milli irade simsarı din ve dil tüccarlarına, Türkiye’yi yok etmeye adanmış etki ajanı ihanet şebekeleri ile menfur teröristlere yârdım ve yataklık edenlere karşı hadlerini bildirmek; Adaleti ahlâkı ve hukuku hâkim, siyaseti kaliteli, nezih ve temiz tutmak Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti vatandaşlarına emanettir.
Günümüzde, emaneti yegâne koruma, millet ve devleti kollama aracı olan ve “Namus, Şeref” anlamını haiz Oy’larımızı, bu ideal, ilke ve değerlere uygun adaylara, Milli Refleks ve partilere kullanmaya özen göstermeliyiz. Bu basiret (öngörü), feraset beka ve idrakten (bilinç) aciz, beyinleri dumura uğramış zavallı, cahil ve menfaatperest güruh, Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti için en büyük tehlikedir. Çünkü:        
Türk milleti, tarih, kültür ve medeniyetinin varisi; Türkiye Cumhuriyetine yurttaşlık bağı ile bağlı her vatandaş “emaneti korumakla” görevli, yaşatılmasına memur ve mükelleftir.  Vakti zamanı gelince şimşek olup düşmanın başına çökmek, hançer olup yüreğini deşmek ve her ne pahasına olursa olsun “devleti ve milleti” korumak emanettir. Büyük Türk milleti asla imansız, vatansız ve topraksız olmaz, olamaz!. Türk milletinden hırsız, anarşist-terörist, arsız, yolsuz, namussuz, din tüccarı, mason-misyoner ve siyaset simsarı çıkmaz.    
EMANET, ADALET, DALÂLET VE MİLLİ MUHAFAZA
Gelenek ve gerçek bağlamında Milli emanetler ve manevi mukaddeslerin muhafaza ve payidarı; “İnsan hakları, adalet, demokrasi, eşitlik ve hukukun vazgeçilmez unsuru” kitle partilerine ait bir görevdir. Başta kadim “medeni siyaset” olmak üzere, Şûra geleneği ve Milli Meclis terekkübünde (oluşum ve içeriğinde) mutlaka milletin hür iradesinin temsili şart olup; Türk demokrasisinde vasıta, vesayet, cunta/sulta, güdüm ve tasallut yoktur. Şu hale nazaran:  
Önemlidir!.. 
Lütfen hafızanıza not edin. 
Yargıtay Cumhuriyet Baş Savcılığı (YCBS), Siyasi Partiler Bürosu kayıtlarına göre 2015 yılı Mart ayı itibarıyla Türkiye’de 97 faal siyasi (!) parti var. Yüksek Seçim Kurulu (YSK) bunlardan 31’inin 7 Haziran 2015 Pazar günü ifa, icra edilecek “25. dönem parlamenter belirleme” sürecine katılma hak ve niteliklerine sahip bulunduğunu bildirdi. Seçim işleri kurumunun 07 Nisan 2015 tarih ve 630 sayılı kararı uyarı, sadece 20 partinin bu hakkı kullanabildiği ve seçimlere katılabildiği görüldü!..
            Üstelik her ne kadar başkaca seçenekleri olsa bile “İnsan hakları, adalet, saydamlık, eşitlik ve hukuk” ilkeleri gereği, yargı gözetiminde, resmi ve yasal “ÖN SEÇİM” yapmaları ve parti adaylarını, hiç ağızlarından düşürmedikleri “DEMOKRASİ, EŞİTLİK VE HUKUK” hükümleri doğrultusunda uygulamaları (geleneksel olarak) beklenirken; CHP’nin % 85’lik.; Fakat sonradan görüldüğü ve anlaşıldığı üzere göstermelik ön seçiminden başka hiçbir parti eşitlik, etik ve hukuk ilkelerine riayet etmedi. Bu büyük bir ayıp, yüz karası. Hattâ utançtır!..
            BU BİR İNSANLIK SUÇUDUR!..
            Kayıt ve söylem bazında (güya), Türkiye Cumhuriyeti, Demokratik ve lâik bir hukuk devletidir. Mademki öyledir, o halde insan hakları, ‘olmazsa olmaz eşitlik ilkesi’ adalet-hukuk ve demokrasi gereği bütün adayları bizzat ve doğrudan “2820 Sayılı Siyasi Partiler Kanunu” gereği parti üyeleri ve/veya delegeler belirlemeliydi. Olmadı. Şu hale nazaran: 20 parti ve bu kombinasyon (organizasyon) içinde bir takım kirli ittifaklarca halkın önüne sürülerek, usulen yapılacak bir seçimle millete dayatılan parlâmenter adayları meşru, hukuki ve etik değildir.
            Çünkü bu listeler parti üyeleri ve halkın hür iradesine değil; Kendini millet adına ve millete rağmen karar vermeye ehil, vekil, vasi ve yetkili gören bir takım kifayetsiz muhteris, hırs ve ihtirası yeteneğine galip gelmiş güdümlü unsurlarca atanan aktör, figüran, kukla, uşak, oyuncu ve palyaçolardan millete vekil olmaz. Kaldı ki, hukuken asil’in (müvekkilin) vekili şahsen, asaleten ve doğrudan ataması (tevkil etmesi) şarttır. Bu işlem Noter huzurunda yapılır. Dolayısıyla Millet tarafından vekil tayin ve tensip edilecek bütün “aday”ların, doğrudan millet tarafından, seçim kanunlarının öngördüğü usul ve esaslar çerçevesinde ve Hâkim teminatı çerçevesinde belirlenmesi şarttır. Lâkin böyle olmadı.
Öyleyse önerilen adaylar yok hükmünde ve öngörülen seçim meşruiyetten yoksundur.  
            İkincisi: Mezkür 20 partiden 13’ü tam liste vererek 85 seçim çevresinde; Diğerleri ise sırasıyla: 75., 73., 56., 58., 56., 55 ve sonuncusu da 43 seçim bölgesinde aday gösterebildiler. Ayrıca Türkiye genelinde 166 kişi bağımsız milletvekili adayı oldu. (ysk.14.04.2015/630)
            DAHASI VAR!...
            Bahse konu adayların belirlenmesinden tutun; Bir takım seçime girme hakkı olan veya bu hakka sahip bulunmayan sözde partiler ve bunların sahipleri arasında cereyan eden iğrenç pazarlıklar ve aşağılık ilişkilere ne demeli? Hepimizin ve herkesin gözü önünde cereyan eden yasalara aykırı “ittifak, iltihak, emanet, hıyanet ve ortak liste” pazarlıkları ne kadar iğrenç, insanlık dışı ve utanç verici idi!.. Sonuçta, kanunlarda açıkça yer alan “ittifak, dolaylı, hileli iştirak ve aleni ittifak” yasağı, adeta bir “meydan okuma” tarzında delinerek bir takım kirli /şaibeli ilişkiler oluşturuldu...
Bunun neresi seçim, hukuk, ahlâk, adalet, eşitlik ve demokrasi Allah aşkına!..
            DUYGUSAL SÖMÜRÜ VE DİN TÜCCARLIĞI
            Millet adına devleti yönetmeye talip olanların din, iman, cemaat, tarikat, etnik kök, ana dil, ırk ve mezhep ayrımcılığı yapması; Büyük bir felâket, art niyet, tuzak, kumpas ve nitelikli sahtekârlık alâmetidir. Bu gibi eylem ve söylemler ya güdüm, emanet, vesayet, dikta-cunta ya da mütegallibe emrinde siyasi manipülâsyon işaretidir. Dolayısıyla namuslu, dürüst, demokrat ve mütevazı olmayan; Aşırı iddialı, vurucu-kırıcı, hırs ve ihtiraslı gruplar kesinlikle milli/ilmi,  iyi niyetli ve “hizmet üretme yönünden” samimi değildirler.       
            OYSA: Özüne inildiği, orijinal ve objektif kaynaklar bulunduğunda görülen odur ki; İstisnasız bütün vahiyler (ilâhi sayfa, buyruk ve kitaplar) adalet, ahlâk ve hukuk’u düzenlemiş ve fakat insanların idaresine dair açık, net ve biçimsel (doktriner) hükümler getirmemiştir.
İsra Suresi 16. Ayet de, her şeye egemen RAB (mealen) “Biz, bir memleketi (zulüm, isyan, azgınlık ve taşkınlıklarından dolayı) helâk etmek istediğimiz zaman, onun (yolsuzluk, haram ve hırsızlık ürünü refahtan şımarmış (kendini yeterli görüp Allah’a ihtiyaç duymayan) elebaşı’larına (idareci, siyasetçi ve önderlerine) emrederiz, onlar da fâsıklığa saparlar/dinî, ahlâki/insani kuralları çiğnerler. Artık o (ülke)nin üzerine azap sözü hak olur. Derken biz de onu yerle bir ederiz. [bk. 6/123; 11/116-117; 23/63-64; 34/33-35]
Hırs, heves ve ihtirası yeteneğinden büyük, şaşkın primitif (manyak) türler, kifayetsiz muhterisler ile dinden, imandan bihaber, insani yöndense mutasyona uğramış siyasi mevtalar, örtülü velâyet ve vesayet sahibi mütegallibe tarafından İslâm ülkelerine idareci sıfatıyla tayin ve tertip ediliyor. İşte bu kabul edilemez hakikat yüzünden Müslüman Devletler; En küçük bir insani, ilmî, vicdani, akli ve mantıki değeri haiz olmayan, tefessüh etmiş vahşi batı önünde malul ve mazlum pozisyonunda durmaktalar. Daha açık bir anlatımla: 
            Şu anda, başta ülkemiz olmak üzere, bütün İslâm coğrafyasında bu neviden bir güruh idareye egemen olmakta. Dolayısıyla Müslümanların öz vatanları yaşam alanlarında hâkim olan anarşi, terör, tedhiş, hırsızlık, yolsuzluk, savaş, cinayet, fesat, ifrat ve tefrikanın sebebi: “Emanet’in ehline verilmemiş olmasıdır.” Peki, “emanet” nedir? Bu anlamda Emanet Devlet, devlet hâkimiyet, hükümranlık, hürriyet ve hikmet olup; İnsanların adalet, hukuk, hakkaniyet, barış, zenginlik ve esenlik içinde yaşamalarını teminle memur ve mükellef olan bir halk’a ve Hak’a hizmet kurumudur. Hüküm ve hikmet adına icra-i faaliyet gösteren hükümet, idaresine memur ve idamesinden (sürdürülebilir sistemler teşkil etmekten) mesul olduğu toplum adına; Tam bir dürüstlük, saydamlık, adalet ve eşitlikle faaliyet göstermeye mecburdur.
            İslâmî referans ve kaynaklı Cumhuriyet, Demokrasi ve Lâiklik, hakkıyla ve lâyıkıyla (namuslu, dürüst ve demokratça) uygulandığı takdirde, bu neticeye doğal olarak ve mutlaka varılır. Aksi takdirde ülke bunalım, buhran, kaos/kriz, anarşi ve başıbozukluktan kurtulamaz.
            Milletin ve ülkenin durumu iki temel göstergenin beklenir sonucudur. Buna göre: Eğer bir devlette huzur, adalet, hukuk ve istikrar yoksa: Ya top yekûn insanlar bozulmuş, insani ve ilmî değerler tefessüh etmiş ya da yönetimi ele geçiren ‘mütegallibe’ başta Cumhuriyet olmak üzere, demokrasi ve lâikliği askıya almış demektir. Böyle bir durumda halk kendi yöneticileri “seçmiyor, seçemiyor ve/veya seçtirilmiyor” demektir!...                
            İşte bu nedenle: Önümüzdeki seçimler çok önemlidir. Tarihi fırsattır. Çünkü insanlar seçimde, partileri değil, kendi geleceklerini seçer/belirler. Kişi sevdiği/seçtiği ile beraberdir. Herkesin istikbali, istiklâl (özgürlük, mutluluk, zenginlik) ve güvencesi, oy verip desteklediği zihniyetlerle belirlenecektir. Daha açık bir anlatımla: geleceğimiz, kendi elimiz ve kararımızla şekillenecektir. Kullanacağımız Oy’la sadece kendimiz ve yakın çevremizin değil, 80 milyonu mücavir milletimizin, hatta bütün İslâm âlemi, Türk dünyası ve insanlık camiasında mezalime maruz, ezilen, üzülen ve sömürülen milyarlarca masumun/mazlumun kaderini etkileyebilecek bir tasarrufta bulunduğumuzun, farkında/idrakinde olmalıyız.
Dahası; Oy verdiğimiz parti/kişilerin bütün iyilik, kötülük ve bunların yan etkilerine ortak olunmaktadır. Unutmayın, bu seçimler, birkaç parti arasında değil, iki zihniyet arasında yapılacaktır. Sonunda, 1-Ya, İYİLER, namuslu-dürüst ve demokrat olanlar; 2- Ya da kötüler, hırsız, yolsuz, dönme-devşirme, din tüccarı, misyon taciri ve işbirlikçiler kazanacaktır.
            Bakınız!.. Hüküm ve hikmet’in hakiki sahibi ne diyor ve bize ne öneriyor?..
İsra Suresi 80. Âyet: “De ki: ‘Yâ Rabbi! (bir amaçla gireceğim yere) beni doğruluk (ve hoşnutluk) üzere dâhil et. (Çıkacağım yerden de) beni doğruluk (ve hoşnutluk) çıkışıyla çıkar. Bana tarafından yardım edici bir kuvvet (iktidar) ver.” Yani: “Halkı idare etmeye talip olanlar, eğer iyi niyetli, Rab’in emirlerine sadık ve samimi müminler iseler, bu takdirde, seçilmek için asla hırs ve ihtiras göstermez; Tam bir iyilik, ilim, insanlık ve doğrulukla/dürüstlükle hareket ederler” anlamınadır. Bunun işareti, aynı surenin (İsra) 81.Âyet’inde şöyle açıklanır. “De ki: “Hak geldi, batıl zail (yok) oldu.” Çünkü batıl, daima yok olmaya mahkûmdur. [bk. 34/49]
            - Bütünüyle yalan, iftira ve furyadan ibaret sözde Ermeni soykırımını tanıma gafletine düşen veya bilinçle Türk ve İslâm düşmanlığına, haçlı hainliğine soyunan AP parlamentosuna tabi, domuzların emir erliği, emanetçilik, hıyanetçilik ve köpekliğini yapan;
            - Bir yandan taşnak ve pontusçular, diğer taraftan asala artıklarına şirin/hoş görünmeye çalışan dönme-devşirme, etki ajanı; Bir taşla birden fazla kuş vurmaya, halk’a rağmen (sözde) halk için, suya sabuna dokunmadan siyaset simsarlığı hevesli kriptolar;
            - Yahut dünyanın en büyük mafyası (harici bedhah) BABALIK tarafından maniple; Sevk ve idare edilen emperyalist unsurların uşaklığını yapan dâhili bedhahlar; 
            - Veya “Türksüz yeni Türkiye sözleşmesi” icat eden gaflet ve dalâlet ehline;
            Memleketi, milleti, idare ve iradeyi kaptırma riski hâsıl olur.
NETİCE OLARAK
Kendi ellerimiz, akıl, ilim, idrak, istek/rıza ve irademizle; Bize, “gelecek nesiller adına emanet” olan OY hakkımızı lehine kullandığımız parti, kişi veya grup; Hükümeti ele aldığında adalet (eşit işe eşit ücret, seyyanen zam) Herkes için hak, gecikmeyen adalet.; Yönetimde saydamlık, dürüstlük, bütün vatandaşlar için eşit hak, mutlak güvenlik ve istikrar getirirse ne mutlu. Aksi taktirde, emanete hıyanet/vatana ve millete ihanet edilmiştir!.
OY Emanettir OYUN’a Gelmeyin;
        Ve de, Emanete Hıyanet Etmeyin!..

2 Nisan 2015 Perşembe

RTE’ye büyük ayıp ve AKP’nin yüzkarası; (Cumhur Başkanına örtülü ödenek) Mustafa Nevruz SINACI

RTE’YE BÜYÜK AYIP VE
AKP’NİN YÜZKARASI
Mustafa Nevruz SINACI
             Mart ayının son Cuma’sı, bütün hüküm ve ilkeleri ile yürürlükte olması gereken ve bu ‘yürürlük’ şartından bilumum muhalefet partilerinin müteselsilen sorumlu ve yükümlü olduğu 1982 Anayasasına büyük bir darbe vuruldu. Elektronik, yazılı ve görsel medya’ya “Meclis'te son dakika” anonsu ile düşen habere göre: “Cumhurbaşkanına da örtülü ödenek getirildi!..”
            Şüphesiz bu, vahim bir hukuk skandalıdır. Hadisenin gazeteci, yazar - çizer takımınca algılanıp, akıl-ahlâk, adalet ve hukuk bağlamında işlenip, kamuoyunun aydınlatılabileceği 30 Mart Pazartesi günü, akla hayale gelmeyecek şeamette olaylar yaşandı. Van hariç olmak üzere bütün Türkiye’de elektrikler kesildi. İnternet bitti, iletişim kapandı, çoğu cep ve ev telefonları stop etti, işlemedi. İstanbul Çağlayan Adalet Sarayında Savcı Mehmet Selim Kiraz, iki terörist tarafından rehin alındı. Akabinde balyoz davası beraatle sonuçlandı. 236 kişi için “sanıkların yüklenen suçları işledikleri sabit olmadığından" serbest bırakılmalarına karar veren mahkeme; buna ilâveten “dijital delillerde sahtecilik iddiasına ilişkin ‘suç duyurusunda’ bulunulmasını” istedi. İşte günün ve hattâ son on yılın en önemli vakıası bu idi. Esas bu nedenle iletişim, ilân ve duyuru vasıtaları maskelendi, karartıldı, perdelendi. Dolayısıyla “örtülü ödenek” şaibesi de karambole getirilerek unutturulmak istendi.      
            Hani şu, Türkiye Cumhuriyeti tarihinde hesabı bir tek Şehit Başvekil Adnan Menderes tarafından verilen; 1960 paçavrası ile büsbütün örtülerek gizlenen (sözde Baş Bakanların iffet, namus ve faziletlerine emanet) saklı, şaibeli, haram ve menfur para! (Bu doğru bir tanım. Zira vergi mükellefi, devletin ve yetim hakkının sahibi halkın; Bilgi, rıza ve muvafakati haricinde sarf edilen her kuruş, harcayana haram, harcatana günah, suç, boynuna borç, vebal ve hesabını mutlaka vermek zorunda olduğu hukuki, ahlâki ve vicdani bir mükellefiyettir.)    
            Gerçekte belirli makam ve memuriyetler için iyi niyetle tahsis edilen örtülü tahsisatın (tahsisat-ı mesture’nin) asıl amacı: “Sadece, makamla mükellef memurun maddi imkân ve ödeme gücünü aşan” ağırlama yani temsil giderlerini temin-yerine göre ‘kimsesizlerin kimsesi sıfatıyla’ olağanüstü mağduriyetleri karşılamaya yöneliktir. Yalnız Türkiye de değil despotluk ve diktatörlükle malûl olmayan bütün medeni ülkelerde durum böyledir. Kaldı ki “özel temsil ve hatıra binaen yapılan ağırlamalar dışında” bütün resmikabul masrafları resmi ödenekler çerçevesinde yapılır. TC Anayasası ve kanunun öngördüğü usul ve esas da budur.
            Hali hazır yürürlükteki ‘Kamu Mali Yönetimi ve Kontrol Kanunu’nun 24. maddesinde ‘örtülü ödenek’ Anayasa'nın 104. maddesinde ise ayrıntılı olarak Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri tanımlanmıştır. Buna göre: 104. madde değiştirilmeden, ‘yasa’ ile Cumhurbaşkanının yürütme yetkilerini genişletmek mümkün değildir. Dolayısıyla uygulanması halinde, anayasa değiştirilmiş gibi gözükecek olan bu yasa; Başta Anayasa olmak üzere adalet, hukuk, gelenek ve ahlâka aykırıdır. Şu haliyle şaibe, hukuku dolanma ve apaçık bir sahtekârlık sayılır.
            Zira Anayasa ile sorumsuz Cumhurbaşkanına verilmemiş bir görev veya yetki yasa ile hiçbir şekil ve surette verilemez. Yürütme / icra organı, hak, yetki ve görevini Cumhurbaşkanı ile paylaşamaz!.. Kaldın ki “Örtülü ödenek”, özellik arz eden, yüksek nitelikli güvenlik sahası ve konularında harcanacak paradır. “Kapalı istihbarat” ve “kapalı savunma” hizmetleri olarak tanımlanan bu konular, devletin milli güvenliğini ilgilendirir.
            Hal bu ki; Yürütmeye ait olan “örtülü ödenek” kullanma yetkisinin Cumhurbaşkanına verilmesi, fiilen, cebren ve hileyle “Başkanlık Sistemi”ne geçildiğini gösterir. Mevcut hukuk düzeni ve ceza mevzuatına göre bu, ağır bir Anayasayı ihlâl ve anayasal düzeni değiştirmeye teşebbüs suçudur. Şu hale nazaran mevcut Cumhurbaşkanı, Anayasa’da belirlenmiş görev ve yetkilerinin dışına çıkamaz. Cumhurbaşkanının görev ve yetkileri Anayasa ile belirlenmiştir. Belirlenen yetkilerin tamamı açık, net, kati surette gizliliği gerektirmeyen saydamlıkta olup; Zaten Cumhurbaşkanlığı makamı ile örtülü, saklı, gizli-kapaklı işler bağdaşmaz. Kaldı ki, bu görevler arasında “örtülü ödenek” kullanmayı gerektirecek bir yükümlülük bulunmamaktadır.
            Böyle bir icabın hâsıl olması halinde, gereğinin Başbakanlığa sevki kabildir.
            GİZLİLİK MELÂNETTİR
Ama bütün bu tuhaf, akıl-mantık, hukuk ve ahlâk dışı işler, bizdeki (31’i seçime girme hakkına sahip, toplam:100 küsur) işbirlikçi-iştirakçi-çıkarcı, onursuz ve sorumsuz muhalefetin uyurluktan gelmesi gaflet-dalalet ve hıyaneti sayesinde vuku bulur, olup biter. Usulen yapılan bazı itirazlar dışında senaryo aynı. Tasarı Anayasa Mahkemesinden dönmezse oyun sürer!.. 
            ÖNERGE ÜÇ AYLIK BAKANDAN
            Muhtemelen tembihli, ısmarlamalı veya emrivaki önerge, en olmayacak yerden; Seçim dönemi bakanı olarak atanan Sebahattin Öztürk’ten geldi. Torba kanunu’nun ‘örtülü ödenek’ maddesi değiştirilerek; Başbakandan sonra Cumhurbaşkanına da örtülü ödenek imkânı getiren tasarıya:, “Kapalı istihbarat ve kapalı savunma hizmetleri, devletin milli güvenliği ve yüksek menfaatleri ile devlet itibarının gerekleri, siyasi-sosyal, kültürel amaçlar, olağanüstü hizmet ile ilgili devlet icapları için kullanılmak üzere Cumhurbaşkanlığı bütçesine de örtülü ödenek konulması” gerekçesi konuldu. (Anadolu tabiriyle, çalınan minareye kılıf hazırlandı)
            PARLAMENTER SİSTEM BEKLEME ODASINA ALINIYOR
            Samimiyet ve ciddiyet derecesi ancak Anayasa Mahkemesi itiraz sürecinde anlaşılacak olan tek itiraz ve tepki; CHP Grup Başkanvekili Akif Hamzaçebi den geldi. Akif Hamza Çebi, “Aslında önergenin ‘anayasaya aykırılık’ nedeniyle işleme konulmasının mümkün olmadığını, ileri sürüp Cumhurbaşkanının tarafsızlığını anımsatarak: “Anayasa gereği sorumsuz Cumhur Başkanına istihbarat hizmetleri, doğrudan yürütme, devletin gizli istihbarat faaliyeti ile ilgili görev vermek mümkün değil. Önergeyle parlamenter sistem akamete uğrar. Bu anayasal bir darbedir. Örtülü ödenek, bugüne kadar Başbakanların namusuna emanet edilmiştir. Sisteme göre oradan yapılan tüm harcamalar Başbakan, Maliye Bakanı ve ilgili tarafından imzalanan kararname esaslarına göre yapılır; burada 3’lü bir sistem vardı. Şimdi hükümet önergesiyle bu sistem terk ediliyor; Bunun nereye harcanıp, kime verileceği konusunda C. Başkanı kimseye hesap vermeyecek. Bunu istemesinin nedeni MİT içinde yasadışı yapıyı kendine bağlamak!. Türkiye’de artık gizli kapaklı operasyonlar bu düzenlemeden sonra Erdoğan’ın talimatıyla çok daha rahat yapılıyor olacak. Bu parlamenter sistem ve Başbakan’a ihanettir.”
            DAVUTOĞLU’NUN HABERİ VAR MI YOK MU?
            CHP Grup Başkanvekili Engin Altay ise, “Davutoğlu’nun bundan haberi var mı yok mu? Olduğunu zannetmiyorum. Cumhurbaşkanı’nın siyasi amacı olur mu? Cumhurbaşkanı kendisine verilen görevleri yapar; yasama, yürütme ve yargıyla ilgili. Sarayda bıldırcın çiftliği kurabilir ama istihbarat timi kullanamaz. Madem o kadar emin, ‘400 verin’ diyor, beklesin iki ay sonra 400’ü alıp sistemi değiştirince yapsın. Devletin kabuğunu, özünü değiştiriyorsunuz. Anayasayı ayaklarınızın altına alıp çiğnemeye çalışıyorsunuz. Anayasa’nın özünü ve ruhunu iğfal ettiniz” tepkisini verdi. MHP Grup Başkanvekili Oktay Vural ise, “Önergeyle kendinizi inkâr ediyorsunuz. Bu hukuki değil, fiili durumdur. Fiili durumlarla devlet yönetilmez. Millet Vekili yetkisini haiz olmayan, “geçici görevli/Hükümeti temsil etmeyen” biri önerge veremez. Yetkisiz temsil olur. Bu tamamen darbe anlayışıyla getirilmiştir” dedi.
            SEBEB-İ HİKMETİ NE OLABİLİR?
            Eğer bu muvazaalı istemin muhteviyatını analiz edecek olursak, akıl-mantık ve hukuk dâhilinde bir sebep ve makul bir gerekçe bulmamız mümkün değil. Hükümeti by-pass ederek, sadece Cumhurbaşkanının yürütebileceği ne gibi işler olabilir? Örneğin, Suudi Arabistan'ın bazı Arap ülkelerini yanına alarak Yemen'e karşı başlattığı saldırıyı hükümet desteklemez ve fakat Cumhurbaşkanı desteklerse ne olacak? Böyle bir durumda Cumhurbaşkanının emrine tahsis edilen “örtülü ödenek”ten, taraflardan birine lojistik destek vermesini hangi güç önler,  engeller veya denetleyebilir? Devlette, denetimsiz ve keyfi bir tahsisat niçin istenebilir?..
            MİLLETE KAYGI VEREN KUŞKULU ÖRNEKLER VAR!..
            Cumhurbaşkanının yönetim alanı, görev-yetki, sorumluluk sınırı ve tarafsızlığı ile asla bağdaşmayacak şekilde, her gün bir yerde, bir bahane ile Erdoğan'ın halktan 400 parlamenter istemesi örneği önümüzde duruyor. Dahası, mevcut Anayasa ve mevzuatta hükümetin görev, yetki ve sorumluluk alanında bulunan işlere dahletmesi; Adeta AKP’nin yetkili başkanı gibi, seçimlerin kaderine müessir fiil ve beyanlarda bulunması çok aykırı, sakıncalı ve bu kertede örtülü ödenek talebinde bulunması çok tuhaf ve anlaşılır gibi değildir. Hal böyle iken, vaki itirazlara cevap veren ve seçim konularında en yetkili kurul olan YSK, “Cumhurbaşkanının icraatlarını denetleme, karar verme yetkimiz yok” diyor! Erdoğan'ın “Yeni Türkiye” veya “TC gidecek AŞ gelecek” dediği başıbozuk bir devlet olursa, Afganistan, Irak, Libya, Suriye ve Yemen gibi Müslüman ülkelerin başı beladan kurtulamayacak demektir!..
            ENDİŞELER VE ŞÜPHELER
            Dış politikada kalıcı barış, istikrar, itibar ve “komşularla sıfır sorun” öngören sözde Adalet (?) ve Kalkınma (!) partisi.; Başta İsrail, Filistin/Gazze, Kuzey Irak, Suriye ve özellikle de Libya olmak üzere ABD ve batı lânetlileri tarafından yaratılan krizlerde başarılı bir politika izleyememiş, Türk ve İslâm âleminin aleyhine siyaset üretememiş ve uygulama yapamamıştır. Bakınız, Merkezi Londra'da bulunan Kürt Araştırmalar Merkezi'nde konuşan İngiliz Dr David L. Philips, 25 yıldır Kürtler üzerinde çalıştığını söyleyerek: “İlk kez, IŞİD örgütü sayesinde Kürdistan'ın dört parçası bir araya gelebilirdi” diyerek, oynanan oyuna ve düzene ilişkin korkunç gerçeği ağzından kaçırıverdi... Şimdi, ABD ve vahşi batı destekli Kuzey Irak üssünü kullanan terör ve tedhiş örgütleri ile iktidar partisinin aleni iştirak ve işbirliğine bakarak, IŞİD konusunda dünya basınında yer alan iddiaları göz önüne almak gerekir.
Esasında, ülkemizde yaşayan muhtelif etnik kök, din ve ana dil mensuplarını bireysel bağlamda (varsa) ele alınıp sorunlarının çözüme kavuşturması gereken çözüm süreci siyaseti mide bulandırmakta ve bu sürecin mimarı olarak da Tayip gösterilmektedir. Bütün bu güven sarsan olaylara nazaran denilebilir ki, IŞİD Kürdistan'ı kurmak için el altından örgütlenmiş El Kaide gibi bir örgüttür. Dolayısıyla ülkemiz, devletimiz ve milletimizin selâmeti için halktan hiçbir şeyin gizlenmemesi, her türlü siyasetin açık, net, şeffaf ve mertçe yapılmak zorundadır.
İTİRAF VE İLÂN EDİLEN SUÇLAR
            Hükümet Sözcüsü Bülent Arınç; ”Gökçek seçimlerde oy isterken bu yapının (Cemaat) kucağında oturmuştur. Bu yapıya Ankara'yı parsel parsel satmış, yurt yerleri vermiştir. Zengin iş adamlarına okullar, imar planlarında değişiklik yaptırmıştır.” diyerek İ Melih Gökçek'in suç işlediğini itiraf etmiş ve onu yetkili makamlara bildirmeyerek de kayırmıştır. Arınç'ın bu ilân, beyan ve itirafına rağmen harekete geçmeyen makamlar görevlerini ihmal ve kötüye kullanma suçunu işlemektedir. Buna rağmen, hepsi kaygılı, kuşkulu ve şaibeli vakıaların, fiil ve faillerin üstüne gidilememekte ve devlette çok büyük sıkıntıların yaşandığı şüphesi yayılmaktadır.Ama ne var ki, mevcutta veya ufukta hesap sorabilecek medeni cesareti haiz, iktidara talip ve milli davaları takibe ehil, “namuslu, dürüst ve demokrat” bir parti gözükmemektedir!..
            Bütün bu sorular, kaygılar, şaibeli girişim ve sorunlar bir yana; Gerçekte 31 Mart 2015 günlü “gizemli” elektrik kesintisi, aynı gün vaki Adliye baskını ile menfur baskında illâ öne çıkan yada çıkartılan baro yöneticileri ile en uzun günün “kamufle edilen büyük olayı” balyoz davasının hitamı!.. Bu toz-duman, gizem ve kargaşadan, en küçüğünden en büyüğü olan CHP ve MHP’ye kadar bütün muhalefet partileri, memur ve sahipleri sorumludur.
            Yetkisiz birinin önergesi ile torbaya giren “örtülü ödenek” yasasından da..
            NETİCE OLARAK:
            CHP ve MHP bu hukuk dışı, dayatma ve ısmarlama ‘Cumhurbaşkanına örtülü ödenek’ yasasını Anayasa Mahkemesine götürüp, var güçleriyle arkasında durarak iptal ettiremezlerse, halkın önüne çıkmasınlar, seçime de girmesinler. Veya: Bu istemin hakiki/samimi taraftarları, usul, ahlâk, adalet ve hukuka uygun olarak ya Anayasa değişikliği yapsınlar ya da, 7 Haziran seçimlerini müteakip, muktedir olmaları halinde yeni Anayasa ile (bu defa) Devlet Başkanına ait görev, yetki ve sorumlulukların tadat ederken “örtülü ödenek” hususunu tertip etsinler!..    
            Şimdilik, “Anayasa Mahkemesi bakalım ne yapacak?” Takip edin lütfen!..