30 Nisan 2012 Pazartesi

D(y)P'ye uyarı ve armağan!..

DEMOKRAT PARTİ’NİN SORUNLARI
VE TARİHİ SORUMLULUKLARI
Mustafa Nevruz SINACI
            7 Ocak 1946’da kurulan, 14 Mayıs 1950 “Beyaz İhtilâl ve Milli Demokrasi Bayramı” ile muktedir olarak; Necip Türk Milleti tarafından “bütün engel, hile ve hain tuzaklara rağmen” devlet idaresine millet iradesini taşıdığı için; 27 Mayıs 1960 günü kanlı, kalleş ve hain bir tertiple arkadan vurularak, hiddetle ve şeametle iktidarı gasp ve irtikap edilen, tarihi ve kadim Demokrat Parti; 52 yıldır zımnen iktidar, hükümet ve hikmetin gerçek hak sahibidir.
            Bu tarihi, hakiki ve fiili duruma rağmen; günümüzde adeta bir şov, örtülü şaibe simsarlığı ve furyaya dönüşmüş “sözde darbe, cunta ve sultaların sorgulanıp, yargılanması” sürecinde henüz 27 Mayıs gündeme bile gelmemiştir. Oysa 27 Mayıs, darbelerin anası, yarım asırdır artarak sürüp gelen anarşi, terör-tedhiş, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgunun ağa babasıdır. Bu hıyanet, hain suç ve şeamet sorgulanmadan, yargılanmadan ve maşeri vicdan müsterih kılınmadan; Vaki ve kain bilumum sorgulama ve yargılamalar sonuçsuz kalmaya mahkumdur.    
            Ancak, bu süreci başlatmakla sorumlu, mağdur ve müdahil D(y)P suskun, pasif, korkak; Adeta onursuz ve sorumsuz bir haldedir. Halbuki, şu an için terkip ettiği DP+AP+DYP+ANAP = Demokrat Parti sentezinde mutlak mes’uliyet vardır. Zira bahusus dört “gelenek” partisini toplam hükümet dönemi 30 yılı mücavir olup; Bunun farkında, fevkinde ve idrakinde olmayan öz’de değil, sözde DP’liler mutlaka cahil, gafil, aptal ve yahut siyaset simsarı, misyon taciridir.             
BİLMEYENLER İÇİN BİLDİREYİM:
Yeniden açıldıktan sonra, pek çok badire, dahili-harici müdahale, darp, vesayet, cunta ve sulta kıskacına rağmen ruhlanan, istikamet tutturan tarihi, hakiki ve kadim DP’nin 19. sıra sayılı (pazara düşürülmeden önceki) son 10.uncu olağanüstü Büyük Kongresi 08 Mayıs 2005 tarihinde, Ankara,  Balgat Ziyabey Caddesindeki Genel Merkez salonunda ifa ve icra edildi. Pazarlamacı ve peşkeşçi ‘siyaset simsarı-misyon taciri’ sözde başkan Yaşar Aydın ve Ömer Yıldırım; alıcı ANAP adına simsar Erkan Mumcu ile şeriki Mehmet Ağar!..
            Yani, Demokrat Parti’nin DYP tarafından gasp ve ANAP tarafından ikinci kez, (hukuk ve ahlâka) aykırı pazarlanmasını müteakip aldığı (bize göre D(y)P olduğu) ad ile vaki ilk olağanüstü kongre: 11., sonraki dönem ilk olağan kongre ise: 10. olmak zorundadır. Çünkü son olağan DP kongresinin sıra sayısı 9’dur. 25 Kasım 2001’de yapılmış olup; Truva atlarının dahliyle İ. Melih Gökçek’e kapıların açıldığı meş’um kongrenin divan başkanı ise arkadaş Musa Çomoğlu’dur.
            Lâkin bakın şu samimiyetsizliğe ki; Erkan Mumcu ve Mehmet Ağar şürekası ile başlayan süreçte silsile-i meratibe asla uyulmamış; Orijinal Tüzük ve Program çöpe atılmış, 46 ruh, dava ve misyonunun ilzamı olan “başparmağı açık ‘Yeter!.. Söz Milletindir..anlamına gelen’ Sağ El” amblem olmaktan çıkartılmıştır. Vakıa, tarihi ve kadim Demokrat Parti şimdi işgal, intihal, gasp ve tasallut altındadır. Hakiki, samimi mensupları cebren ve hile ile kapı dışarı edilmiştir. Partinin manevi şahsiyeti, değer ve potansiyeli sömürülmekte, tarihi dava istismar edilmektedir.      
DİKKAT ETMEK, SAMİMİ VE SADIK OLMAK GEREK!..
            Demokrat Parti; 1923 kurucu Cumhuriyet, Türk İnkılâbı ve Atatürk İlkeleri’nin en hakiki siyasi mabedi; TBMM’nin mana ve misyonu anlamına gelen ve varlık nedeni: “millet iradesinin, devlet idaresinde ‘kayıtsız – şartsız’ hâkimiyet” ideali; Kadim DP’nin vücut bulma sebebidir. DP bizatihi gelenek, siyasette faziletin gerçek yolu, adı, ayinesi, izi ve çizgisidir. Bunu idrakten azade olanlar asla Demokrat Partili olamazlar… 
          DAHASI VAR!..
            Demokrat Parti, Atatürk’ün 1936 -1937 programını hayat vermiştir. Başarıları Atatürk’ün zamanı ile eştir. Her iki dönem de Türkiye, tüm dünyayı şaşırtan muazzam başarılara imza atmış, sürekli ilerlemiş; Demokrasi, eşitlik-adalet ve hukukta çağdaş medeniyet düzeyini aşmış; Sanayi-ticaret, bilim-teknoloji, endüstri ve milli kalkınmada çok büyük merhaleler kat etmiştir.
Atatürk ve Menderes zamanları, Türkiye’nin Asr-ı Saadet dönemleridir.  
Türkiye, O’nların zamanında dünya devletleri arasında ileri ve üstün yerlerdedir.
            Oysa Atatürk’ün aramızdan ayrıldığı 1938 ve 27 Mayıs kalkışmasının vuku bulduğu 1960’dan sonra; Türk Milleti ve Cumhuriyetin birikimleri kısa sürede, onursuzca, hovardaca ve sorumsuzca peşkeş çekilmiş;. Adalet, hukuk ve ahlâka aykırı olarak hunharca harcanmış; çok kısa bir sürede ülkemiz ile dönem itibarıyla kısmen refahı yakalamış halkımız, tekrar fakirlik, yokluk, yoksulluk, işsizlik, yolsuzluk ve pahalılığın pençesine atılmıştır.      
           SEBEBİ VAR!...
            Bunun başta gelen sebebi: Demokrat Parti’nin yokluğu ve Demokrat Partililerin namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu, demokrat vatandaşlardan mürekkep olması nedeniyle (1946 -50) tam bir azim, irade, fazilet ve kararlılıkla yürüttükleri; Milli değer ve devletin ilkelerine sahip çıkma anlamı taşıyan fazilet mücadelesidir. Birinci Cumhuriyet dönemi nasıl ak ve berrak ise Demokrat Parti dönemi de, aynı şekilde billur gibi parlak, şeffaf ve temizdir.
Kaldı ki; Tarihi ve kadim Demokrat Parti, demokrasi uğruna şehit vermiş; Millete halel gelmesin, vatandaş helâk olmasın, memleket tarumar edilmesin diye kerhen rıza gösterdiği isyan ve mel’un isyancılar tarafından organize çadır tiyatrolarında bile hesap vermekten kaçınmamıştır. Her ne kadar bu rezilliğe duçar oldu iseler de; 1960 sonrası kamu meclisince aklanmış ve iade-i itibara mazhar olmuşlardır. O’nların mâşeri vicdandaki müstesna yerleri, aziz hatıraları, eser ve hizmetleri ise, ebediyen hürmetle, şükran ve muhabbetle anılacak kadar eşsizdir.
Başta Aziz Atatürk olmak üzere, hepsinin mübarek ve muazzez ruhları şâd olsun…         
            BU NEDENLE!..
            Eğer memlekette hırsızlık, yolsuzluk, terör-tedhiş, işsizlik ve pahalılık varsa; Hükümetler ülkeyi bir vergi/sömürü cehennemi ve suçlu cenneti haline getirebilmişlerse: Orada, 1923 – 1938 dönemi kadim Halk Partili ve hakiki Demokrat Partili (namuslu, dürüst, demokrat, ilkeli, onurlu ve sorumlu vatandaş) yok veya kalmamış, kökleri kurutulmuş ve bitirilmiş demektir. Özellikle ve bihassa; Her kim olursa olsun, “gelenek” çizgisinde yer alan Demokrat Parti’de görev almışsa ve “Demokrat Parti” çizgisinden bir siyasi-hukuki teşekkül varsa!..
Mezkür, müesses ve 
munzam Demokrat Parti:  
Tarihi, kadim Demokrat Parti’nin bütün değer, esas ve ilkelerini yaşatmanın yanı sıra:  
            1. Her kademe ve her derece teşkilâtında bir “izleme komitesi” ve genel merkezde “gölge kabine” kurmak, icraatı saniyen takip etmek; Zuhuru halinde bütün haksızlık, yalan-talan, görevi kötüye kullanma, yolsuzluk, kanunsuzluk, ihmal ve suiistimalleri Cumhuriyet Savcılıkları, Yargı ve halka taşımak;, Özenle takip etmek, sonuçlandırmak, milletin ve devletin namusunu, mülkünü, tapusunu, Cumhuriyetin eser, birikim ve hizmetlerini korumak, kollamak;...  
            2. Sadece yaşayan “malûl ve maznun” prostatlı insan müsveddelerini değil; Bütün sebep- sonuç ilişkisi içinde yol açtığı felâketler, maddi-manevi zararlar dâhil olmak üzere 27 Mayıs’ın tüm ayrıntılarıyla sorgulanması, Kamu Vicdanı, Yüce Türk Mahkemeleri, Hak ve Adalet önünde yargılanmasını sağlamak; Cebren ve hile ile gasp ve irtikap edilmiş iktidarını geri almak;..
            3. Velev ki, Türk Milleti’nin maruz, duçar ve muhatap kaldığı işsizlik, yolsuzluk, haksız ve hukuksuz muamelât; Hakkaniyet ve adalet sınırlarını aşan vergi; Haddini, hududunu tecavüz eden “hayati mal ve hizmet” fiyatları; Devlet, siyaset ve matbuat ricalinin haksız gasp, irtikap ve istimalini;, Milli ve milletlerarası siyasette (varsa) vaki onursuzluk, sorumsuzluk, milli değerleme ve mütekabiliyete aykırılıkların tespiti, teyakkuzla takibi ve millet lehine tertibi;
            4. Demokrat Parti için ‘TBMM içi’ veya ‘TBMM dışı’ diye bir mefhum tanımamak;. Her ahval ve şeraitte sadece millet için var olmak, bizatihi millet olmak;, Varlığında asla ve kesinlikle sulta-cunta, emanet-vesayet gibi insanlık dışı, alçakça, haince, şerefsizce oluşum, iddia, ilzam ve despotluk-diktatörlük, şeflik, liderlik gibi hafifmeşrepliklere asla müsaade etmemek; Vicdanı hür, irfanı hür, özgür bilim ve adalet şiarından asla taviz vermemek;
            5. Ve nihayet, (6 Mayıs 2012 tarihli Kongrede) meşum Truva atı’nı ebediyen defederek; Yeter!.. Söz Milletindir.” anlamına gelen “başparmağı açık sağ el” i baştan beri olması gereken yere yükselterek, büyük Türk Milleti’ne “Baba Ocağına dön” ve aslına rücu et daveti çıkarmak.
            6. Nihayet; Yeter Söz Milletindir!... Diyerek, “tek ve yegâne muhalefet partisi” sıfatını üstlenip, siyasette fazilet mücadelesine başlamak; Derhal bir gölge kabine kurup “Türk Milleti Adına” hükümetin bütün icraat ve faaliyetlerini takip etmek” zorunda ve durumundadır.
            7. Aksi takdirde malum ve mahut D(y)P sıfatını haiz marjinal at, insanlık dışı eşgüdüm ve tamah ile malul, aciz ve mukallit, şahsiyetsiz siyasi mevta durumuna düşecektir.. 
            "Evet, YETER!... SÖZ MİLLETİNDİR.." Biline!.       

23 Nisan 2012 Pazartesi

Milli Aktör; Milliyetçi, Sağcı ve Demokrat önder., Dr. Sadettin Bilgiç

GOCA REİS (Dr. Sadettin Bilgiç)’İN ARDINDAN!..
Mustafa Nevruz SINACI
Adalet Partisi kurucularından Dr. Sadettin Bilgiç (Koca Reis) 20 Nisan 2012 Cuma günü Rahmet-i Rahman’a kavuştu. Nur ve huzur içinde yatsın. Toprağı bol olsun. Allah (CC) rahmet ve mağfiret eylesin. Kederli ailesi, O’nu yıllarca yalnız bırakmayan, her daim ve her şeye rağmen terk etmeyen sadık dostlarının başı sağ olsun. “Acaba günün birinde, bir çılgınlık eder de, hüküm işgalcilerinin, yıllardır millete yaptığı işkence, eziyet ve zulmü açıklamaya kalkar mı” diye, korku içinde yaşayan sabık düşmanlarının ise gözü aydın!..    
“Ülkemizde; organize azınlıklar, organize olmayan çoğunluklara hâkimdir” (Hatıralar, s.5) diye haykıracak kadar cesur; 27 Mayıs öncesi ve bilhassa sonrasının buhranlı günlerinde, Türk Siyaset hayatında çok önemli roller üstlenecek kadar sorumlu; Politikada teşkilâtçılığın piri... Din Uleması Atalarının medar-ı iftiharı; İlk amblemi “kitap” olan, eski Adalet Partisi kurucularından, Isparta Şarki Karaağaç’lı Sadettin Bilgiç, namı diğer “Koca Reis” 92 yaşında İstanbul'da boyut değiştirerek Hak’a yürüdü, dünya deyimiyle vefat etti.
19 Nisan Perşembe günü taburcu olmuştu…
AK Parti Isparta Milletvekili Süreyya Sadi Bilgiç, AA muhabirine yaptığı açıklamada, babası Sadettin Bilgiç'in İstanbul Üniversitesi (İÜ) İstanbul Tıp Fakültesi'nde bir süre tedavi gördüğünü kaydetti. Babasının perşembe günü hastaneden taburcu edildiğini belirten Süreyya Sadi Bilgiç, ''Maalesef babamı dün akşamüstü kaybettik. Yaşa ve şeker hastalığına bağlı olarak 15 gündür sıkıntı yaşıyordu. Cenazesini yarın (22 Nisan 2012 Pazar günü) Isparta Şarki karaağaç Camisi'nde düzenlenecek törenin ardından defnedeceğiz'' dedi. (21 Nisan 2012, Cumartesi)
ÇOK VELÛT (verimli ve başarılı) BİR ÖMÜR
''Koca Reis'' lakaplı Sadettin Bilgiç, 1920 yılında Isparta'nın Şarki karaağaç ilçesinde doğdu. İlkokulu Isparta'da; Ortaokul ve liseyi parasız yatılı olarak Kayseri’de okudu. 1939’da Lise'den mezun oldu. 1947’de İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi'ni bitiren Bilgiç, 1957’ye kadar pratisyen hekim olarak çeşitli il ve ilçelerde çalıştı. 1957’de Ankara Numune Hastanesi'nde genel cerrahi asistanlığına başladı. 1961’in Nisan ayında genel cerrah oldu. Aynı yıl Adalet Partisi'nden Isparta Milletvekili seçilen Bilgiç, 1962'de genel başkan yardımcılığına geldi. 10 Haziran 1964'te Genel Başkan Vekili oldu. 29 -30 Kasım 1964 tarihli AP Büyük Kongresine kadar bu üstün bir başarıyla bu görevini sürdürdü.
1965’de İstanbul Milletvekili seçildi. 3 Nisan 1967'de 1. Demirel hükümetinde Ulaştırma Bakanı oldu. 1969’da tekrar İstanbul Milletvekili seçildi. 1970 yılında; “devleti acze düşüren ve milleti soyup-soğana çevirmenin milâdı olan “finansman kanunları” adı altında, Türkiye’nin ilk iktisadi kriz, bunalım, buhran” kalkışmasına 72’ler harekâtı ile “ret cephesi oluşturarak” şiddetle karşı durdukları için; Haziran ayında bir grup arkadaşıyla birlikte Adalet Partisi'nden ihraç edildi. Aynı yılın Aralık ayında, tarihi ve kadim Demokrat Parti’nin “yeniden dirilişi” olan Demokratik Parti'yi kuran Bilgiç, 1973 seçimlerinde Demokratik Parti'den İstanbul Milletvekili seçildi.
Süleyman Demirel’in sistematik darbe, tefrika ve bozgunculuğu sonucu, 30 Mart 1975’de Demokratik Parti'den ayrılmak zorunda kaldı. 1976 yılı Haziran ayında AP'ye geri dönerek genel başkan yardımcısı seçildi. 1977’de yine İstanbul’dan milletvekili seçildi. 21 Temmuz 1977 tarihi itibarıyla kurulan 4. Demirel hükümetinde Milli Savunma Bakanı oldu.
18 Ekim 1977'de bakanlıktan istifa ederek ayrılan Bilgiç, 12 Eylül 1980'e kadar AP genel başkan yardımcısı olarak görev yaptı. 1982 ihtilâlinde 10 yıl siyasetten yasaklandı. 1983 Haziran başı, Eylül sonuna kadar Çanakkale Zincirbozan’da ikamete mecbur edildi. 1987 referandumu ile siyasi hakları iade edildi. 1988 Büyük Kongresinde DYP, Genel İdare Kurulu’na seçildi… 1990'a kadar aralıksız bu görevde kaldı.
1992 büyük kongresinde AP'nin yeniden açılması; DYP’nin aslına rücu ederek AP’ye katılması, akabinde AP’nin; yeniden açılan tarihi ve kadim Demokrat Parti’ye iltihakı projesi” uğruna verdiği mücadele, başta Süleyman Demirel, avenesi ve Aydın Menderes’in engelleme çabaları üzerine başarısız olup, sonuçsuz kalınca, Koca Reis ‘fiili politika’ hayatına son verdi!
O, siyasette Truva atı, piyon yahut emanetçi, hıyanetçi değil; Milli bir aktördü…
Allah (CC) rahmet eylesin, Cennet mekân olsun. Nur ve huzur içinde yatsın. Âmin…
***
Gazeteci-Yazar, Ogün DELİ
SADETTİN BİLGİÇ’İN ARDINDAN.....

Allah Rahmet Eylesin, Sayın Bilgiç’in anılarını yayınladığı son eserinde katkılarım olmuştu. Bu sebepten ötürüde iki yıla yakın sürekli görüşmüş onu azda olsa yakından tanıyor olma şerefine ermiştim. Türk Siyasi Hayatı gerçekten düşünürse önemli bir şahsiyeti, ülkemizde bir vatan evladını kaybetmenin hüznünü yaşamış olmalıydı. Fakat, ne acıdır ki bizler her ölenin hüznünü acısını paylaşmış olmamıza karşın sessiz sedasız aramızdan ayrılan Bilgiç’in vefatını çok sonradan duymuş olmanın da hüznünü yaşıyorum. Rahmetli Anılarını düzenlediği son kitabını İstanbul –Göztepe’de oğlunun evinde çalışmıştı. Yanına gittiğimde kapıda beni karşılamış çizgili bir pijama ve üzerinde beyaz fanila vardı. Karşımda duran pehlivana bakıp durdum. Parmaklarımı bir pehlivan gibi sıkıp “sen bana ne yaptın evladım! “ dedi. Önce şaşırdım, sonra anladım ki kitap çalışmaları onu tekrar çalışmaya yönlendirmiş ve hareketlendirmişti. Çalışkan ve dürüst olarak tanıdığım Bilgiç iyi bir aile babası ve benim içinde hayatımın sonuna kadar saygı duyacağım değerli bir büyüğüm olarak kalacaktır. Allah Rahmet Eylesin, Ailesinin ve Yüce Türk Milleti’nin başı sağ olsun.                                                                                                      
Ogün deli

16 Nisan 2012 Pazartesi

dindarlık; kindarlık ve simsarlık

DİNDARLIK VE SİMSARLIK
Mustafa Nevruz SINACI
            Umur-u devlette dindarlık, öncelikle ihlâs, mutlak doğruluk, adalet ahlâkı, dürüstlük, engin hoşgörü, derin tevazu ve samimiyeti zorunlu kılar. Bu, aynı zamanda “insani boyut ve bilinçli İslâm toplumunun” devlet adamı profilidir. Kur-an ahlâkı, İslâmi ilimler ve müspet bilim olarak adlandırılan bütün disiplinlere göre “devlet adamları” ile “bilim insanları” birer aktör veya figüran değil; Nevi şahsına münhasır, karakteri özgürlük, mürşidi (rehberi) sadece ilim, adalet ve gerçek olan; “namus borcu, kumar borcu olmayan” yüksek şahsiyetlerdir.  
            İdare sanatı “iyi, namuslu, dürüst (bilge) ve demokrat” Müslümanların işidir.
            İyi’lerin seçilmesi, ileri doğru atılmış bir adım; Kötülerin idareyi ele geçirmesi ise: Gericilik, irtica ve yobazlığa avdet olup; Hazreti Âdem’den bu yana İslâm’ın Cumhuriyet dışında bir yönetim sistemi önermemesinin sebebi budur. Aslında İslâm, aleni bir şekilde Cumhuriyeti de önermez. Sadece halkın kendi kendisini yönetebilmesini ve “devlet idaresinde millet iradesinin” belirleyici olmasını ister. Bu nedenle Yüce Peygamber; Kral, İmparator ve Reislere gönderdiği mektuplarda: “İslâm, sizin idare şeklinizle değil, halkın Müslüman olması ve İslâm’ı yaşaması ile alâkadardır” der. Çünkü insanların İslâm’ı yaşaması; İnsanca yaşaması anlamına gelir. Huzur, güvenlik, eşitlik, adalet ve barış sadece İslâm’dadır. .
            ***
“EY, İNSANLAR VE EY, MÜSLÜMANLAR!...
‘Evrensel hukuk ve İslâm’a göre, devlet insan içindir. İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın, ilkesi, iktisat ve müttefik içtihat gereği: Hak edilmiş ‘kazanç’tan en az bir yıl kullanıldıktan sonra vergi alınır. Gelir vergisi oranı 1/40 yani: % 2.5 olup; gümrük hariç ‘peşin vergi’ haram ve yasaktır. Başta tekel ürün ve hizmetleri olmak üzere akaryakıt, doğalgaz, Lpg, elektrik, su, telefon, ekmek zorunlu ihtiyaç ve sürüme dayalı “sürekli ve garantili” kazanç unsuru mal ve hizmetlerde azami kâr oranı, maliyet artı % 5; Alımı isteğe bağlı, zorunlu/yaşamsal olmayan mal ve hizmetlerde ise:, Maliyet artı % 20’dir. Üretici ve Tüccar, halka hizmetle mükelleftir.  Fahiş kâr edilemez. Devlet’in varlık sebebi halk adına piyasaları geliştirme ve kontrol, huzur, istikrar ve insicamı temin; Halkı, hür teşebbüsü, üretim ve hizmetleri Düzenleme, Destekleme ve özellikle Denetleme ile yetkili, görevli ve sorumludur.’ 
İYİ BİLİN!..”   
***         
            DİN’İ YAŞAMA GÖREVİ
            Şu kadar ki; Milletçe seçilmiş yahut “devlet idaresinde, millet iradesini temsil etmek üzere” hükümetlerce atanmış; Bilumum devlet adamları, hükümet görevlileri ile millet memur ve müstahdemleri dini söylemekle değil, ancak ve sadece yaşamakla mükelleftir. Ayrıca, halk adına hükümet eden veya devlet adına iş gören kimseler; Vatandaşlar arasında tam bir eşitlik, adalet ve hakkaniyetle muamele etmeye memur ve mecburdur. Nasıl ki; Rab insanları imtihan maksadıyla yeryüzüne gönderip, sınamasına rağmen, din, inanç, fikir ve vicdani kanaatlerinde hür bırakır; Peygamberlerine dahi “dinde zor yoktur” diye sadece “nasihati” emreder! Şu hale nazaran: Ne diğer insanların ve ne de devlet adına hükümetlerin “din, inanç, mezhep, düşünce ve vicdani kanaatlere (hukuken suç unsuru olmadıkça) karışma hakları yoktur.
            Bu kaide rüştünü ispatlamış, akil ve rey sahipleri için geçerlidir. 18 yaşına kadar olan her çocuğa (Anne ve Babasının dâhil olduğu) dini öğretmek; Velev ki, anne ve babası dinsiz ise, bu defa “fıtrat gereği” çocuğu Müslüman olarak eğitmek ve İslâmi öğretime tabii tutmak devletin görevidir. Dinsiz anne ve babalar, devletin bu tasarrufuna itiraz edemez, dava yoluna gidemezler. Rüşt yaşına gelen çocuk, kendi kararını bizzat kendisi verir.              
            DİN’İ ANLATMA VE AÇIKLAMA GÖREVİ
            Toplum önünde dini temsil, ilzam ve ifade görevi sadece ve yalnızca Halife, Şeyh-ül İslâm yerine kaim Diyanet İşleri Başkanı, Müftü, İmam yahut gayrimüslim cemaatler adına Patrik, Papaz ve Hahamlar ile ilim ve edep dâhilinde olmak kaydı şartıyla bizatihi halka aittir.  
            TC, 11 Kasım 1938 karşı devrimine kadar, bu özelliklerle mütemayiz 1.sınıf devlet adamlarınca yönetilmiş; TSK’da er-erbaş talimi, Eğitimin her aşaması ile Harp Okullarında;, Kur-an, Din ve ahlâk dersleri zorunlu tutulmuş; Harp Okulu ve Kışlalarda Namaz İçtimaları uygulanmıştır. Cihanşümul bir devletin bakiyesi için olağan, doğru ve gerekli olan da budur.    
            Dinsiz devlet olmaz. Lâiklik: “Fert’in, devlet içinde dinini yaşama teminatıdır”
            ./..
DİNDARLIK VE KİNDARLIK
Mustafa Nevruz SINACI
            Eğer bir hükümet, ordu’yu kendince hizaya sokabiliyor, generalleri çok ağır iddia ve ithamlarla hapse atabiliyor, pamuk eldiven giyili demir yumruğunu bakan, milletvekili, yargıç ve savcıların başına indirebiliyorsa;, Bu hükümet, TC’nin kurulduğu günden itibaren vaki tüm yolsuzluk-haksızlık, hukuksuzluk, faili meçhul, yalan-talan, soygun-vurgun dâhil olmak üzere her suiistimalin üstüne rahatlıkla gidebilir. Özellikle referansı insan hakları/adalet, demokrasi, kalkınma, barış ve dindarlık olmakla; Zaten gitmeye mecbur ve mahkûmdur.
            HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME
            Her ne kadar 27 Mayıs sorgulanıp, yargılanmadıkça 12 Mart, 12 Eylül ve 28 Şubat hiçbir anlam ifade etmiyorsa; Verilecek hesabı olmayan 1919-38 dönemi ile hesabı yassı-ada cehenneminde verilmiş 1950-60 hariç olmak üzere:, 1938-1950 ilâ 1960-2012 dönemlerinin şaibeli hesabı mutlaka verilmeli, hesaplaşma ve yüzleşmesi mutlaka yapılmalıdır.  
            İşte!.. Halkın ihtiyacı olan, “zorunlu hesaplaşma ve yüzleşme” budur.
            Vizyon ve misyonunu “hesaplaşma-yüzleşme, adalet ve barış” üstüne oluşturan cari hükümetin başta gelen görevi: Tüyü bitmemiş yetimin hakkını almak ve devletin namusunu kurtarmaktır. Aksi takdirde: 12 + 52 = 64 yıl boyunca trilyonlarca doları “siyaset + medya + mafya” işbirliği sonucu soyulan bu milletin mâşeri vicdanı huzur bulmayacak, haksızlık ve adaletsizlik üzerine kurulu güncel siyaset ıslah ve iflâh olmayacaktır.
            Dahası, yıllardır apaçık bilinen yabancı etkisi, Ülke üzerinde vaki insanlık dışı baskı, dayatma, dezinformasyon ve yönlendirmeler; Mezkür hesaplaşma - yüzleşme olmadan mâkus talih sona ermeyecek, yıllardır, ülkemiz ve dünyada Türk insanına reva görülen çifte standart, alçaklık, kalleşlik ve zulüm nihayet bulmayacaktır.
            Öyle ki, bir Türk yabancı bir ülkeye gittiği zaman, asli unsur veya ‘yerli halk’ denilen yasal vatandaşların sahip olduğu hakların büyük bölümünü kullanamaz; “Milli değerleme” ve sair namlar altında misillenmiş fiyat politikalarına maruz kalırken;. Türkiye’ye gelen ne idüğü belirsiz, ahlâken tefessüh etmiş, bu topraklara adım atmaya bile lâyık olmayan bir yabancıya akıl almaz kolaylıklar, ucuzluklar, imkânlar ve fırsatlar sunulmaktadır!...    
            Bu da bir yolsuzluktur. Vatana, vatandaşa, eşitlik ilkesi ve insan haklarına ihanettir.   
            Katlanarak artan ve sürüp giden bu ve benzer yolsuzlukların acilen durdurulması ve bu hükümetin en başta rüşvet, iltimas, haksızlık, yolsuzluk, kasıtlı işsizlik, pahalılık, adaletsizlik, görevi kötüye kullanma ve suiistimallerle “kendi dönemi dâhil” yüzleşmek ve hesaplaşmaktan başka bir çaresi yoktur. Aksi takdirde olay, sadece ‘darbe, dikta, cunta ve sulta’ meselesinden ibaret kalırsa bunun adı dindarlık değil, kindarlık olur, biline!..      
             ***
“EY İNSANLAR VE MÜSLÜMANLAR!...
‘Evrensel hukuk ve İslâm’a göre: Her insan bir devlettir. Devlet insan için vardır. İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın düsturu, iktisat ve içtihat gereği: Her nevi kazanç sadece ve yalnızca “bir defa” vergilendirilir. Vergilendirilmiş kazançtan; ÖTV, KDV ve sair namlar altında, doğrudan veya dolaylı olarak başkaca vergi alınamaz. Buna teşebbüs ve tevessül insan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka aykırıdır. Üretici, Sanayici ve Tüccar halka hizmetle memur ve mükelleftir. Meşru hükümet adaletin teminatı olmakla; hüküm ve hikmet de, adalet iledir. Hükümete rağmen hiç kimse fahiş ve haksız kâr elde edemez. Rüşvet, haksızlık ve yolsuzluk domuzluktur. Devlette suiistimal, ihmal ve hırsızlık varsa hükümet yok demektir. Devlet’in varlık sebebi. Millet Adına kontrol, huzur, istikrar ve insicamı temin; Sektörleri tanzim, tertip, üretim, hizmet, serbest rekabet, fiyat ve piyasaları “insan lehine” Düzenleme, Destekleme ve özellikle Denetleme ile yetkili, görevli ve sorumludur.’
İYİ BİLİN!..” 
***
Bütün iddia ve kara propaganda (dezinformasyon) biçiminde söylenen yalanların dışında, ötesinde ve arkasında yaşanan gerçek tüyler ürpertici olup:, Ülkemizde uygulanan vergiler insanlık dışı, fiyatlar fahiş, piyasa “rüşvet, iltimas, hırsızlık, yolsuzluk, soygun ve vurgun” üzerine kuruludur. “Eşit işe eşit ücret” ve “serbest rekabet” kuyruklu bir yalandır.
Şu haliyle rejim; Dindarlık değil, adeta simsarlık; Başta Kürtçülük misali ayrımcı furyalar olmak üzere, yurttaşlara eziyet, zulüm, küstahlık ve kindarlık üzerine kuruludur.  
****
ARKADAŞ!..
YAZDIKLARIN DOĞRU DA, EKSİK OLAN BİR ŞEY VAR.. O DA İNSANIN BENCİL (HODKÂM) BİR VARLIK OLDUĞU GERÇEĞİ. BU NEDENLE İNSANIN, (İNSANIM DİYENİN) ÖNCELİKLİ GÖREVİ BENCİLLİKTEN (HODKÂMLIKTAN) KURTULMAK, SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIK OLMAK İÇİN ÇALIŞMAK, BU YOLDA ÇABA GÖSTERMEKTİR.
BANA GÖRE, İNSANIN HODKÂM BİR VARLIK OLDUĞUNU ANLAYABİLMESİ, SÜTTEN ÇIKMIŞ AK-KAŞIK OLMADIĞINI İDRAK EDEBİLMESİ İÇİN ÜLKENİN, DÜNYANIN HALİ PÜR MELALİ ÜZERİNDE DÜŞÜNMESİ YETER!
NE VAR Kİ, BENCİL (HODKÂM) VARLIK AYNI ZAMANDA KİBİRLİDİR. BENCİLLİĞİ (HODKÂMLIĞI) KENDİSİNE YAKIŞTIRAMAZ, KABULLENEMEZ. BU GERÇEĞİ KABULLENMEDİKÇE DE SENCİL (DİĞERKÂM) BİR VARLIK OLMAK İÇİN BİR ÇABA GÖSTERME GEREĞİNİ DUYMAZ.
DİĞERKÂM OLMAMI SAĞLAYAN , (ŞAHİDİ OLDUĞUN) ÇALIŞMALARIN ÜRÜNÜ OLAN, ÖRNEĞİ EKLİ "DİĞERKÂMLIK ANDI"NI BU GİBİLER İÇİN KALEME ALDIM...
O DEĞERLİ MAKALELERİN İNSANI DİĞERKÂM BİR VARLIK OLMAĞA YÖNLENDİRİYORSA, BİR BAŞKA DEYİŞLE, İNSANLAR BENCİLLİKTEN (HODKÂMLIKTAN) OKUYARAK  KURTULABİLİYORSA (Kİ BANA GÖRE BU MÜMKÜN DEĞİL) NE MUTLU SANA!
G.B. (Galip BARAN, Muğla/Turgutreis) 
***
ALMANYA'DAN BİR YORUM:
Sayın Mustafa Nevruz Sınacı,
Son zamanlarda okuduğum en güzel yazi idi. Özeliklede hodkam ve digerkam ilgili aciklama cok hosuma gitti. Asil zor olani budur. Ben yillardir bu konulari arastiriyorum, insanlarimizın bilinc düzeyide bu noktada zorlaniyor. Hodkamdan Digerkama gecis noktasi bilincli düsünme basarisini getirir. Asil insan olmak ve insan gibi yasamak "BILINCi ve IDRAKi" bu noktada baslar. Kaleminize saglik. 
Saygilar...
Ganimet Yalcin / Almanyadan

11 Nisan 2012 Çarşamba

dindarlık, adalet, hüküm ve hikmet!......

DİNDARLIK, 
ADALET VE DEVLET
Mustafa Nevruz SINACI
Osmanlı İslâm Devleti’nin., evrensel İslâmi değer, adalet ahlâkı, insanî norm, ilke ve standartları terk ederek çöpe atmaya; Yönetim ve yaşam biçimini tefessüh etmiş (yozlaşmış, çürümüş) maddeci Batı kültürüne göre şekillendirme gafletine düştüğü 1700’lerden itibaren, muharref ve mukallit İncil yandaşlarının yıldızı parlamış, buna paralel olarak fanatik Musevi camiasında yükselme devri, Osmanlı’da (1734) gerileme, düşüş ve çöküş başlamıştır...
Bunun ana nedeni: Tabiatın boşluğa tahammül edememesidir.
Daha açık bir anlatımla batı, Türk ve İslâm âleminin içini boşaltıp değerlerini çalmış; Yerine kendine ait yozlaşmış, çürümüş, ahlâksızlık, hırsızlık, yolsuzluk, namussuzluk illetini koymuştur. Merhum Milli Şâir Mehmet Akif Ersoy, bir Avrupa gezisi dönüşü bu hali tespit eder ve şöyle açıklar: “Batı İslâm’ın ilmini almış; Bize ancak adı kalmış pâyidar…”      
“EY İNSANLAR VE MÜSLÜMANLAR!...
‘Evrensel hukuk ve İslâm’a göre: Devlet insan içindir. İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın, düsturu, iktisat ve müttefik içtihat gereği: Hak edilmiş ve helâl olmak şartıyla, ‘kazanç’tan en az bir yıl kullanıldıktan sonra vergi alınır. Gelir Vergisi oranı 1/40, yani: % 2.5 olup; gümrük hariç “peşin vergi” haram ve yasaktır. Başta tekel ürün ve hizmetleri olmak üzere; Akaryakıt, Doğalgaz, Tüpgaz, Elektrik, Su, Telefon, Ekmek zorunlu ihtiyaç ve sürüme dayalı “sürekli ve garantili” kazanç unsuru mal ve hizmetlerde azami kâr oranı, maliyet artı % 5;, Alımı isteğe bağlı, zorunlu ve yaşamsal olmayan mal ve hizmetlerde ise kâr oranı: Maliyet artı en fazla % 20’dir. Üretici, Sanayici ve Tüccar halka hizmetle memur-mükellef kimsedir. Fahiş ve haksız kâr edilemez. Devlet’in varlık sebebi millet adına piyasaları geliştirme ve kontrol, huzur, istikrar ve insicamı temin; Halkı, hür teşebbüsü, üretim ve hizmetleri Düzenleme, Destekleme ve özellikle Denetleme ile yetkili, görevli ve sorumludur.’ 
İYİ BİLİN!..”         
Enteresandır; Osmanlı ve İslâm devletlerinin duraklaması Batı’nın ayağa kalkmasına; Gerilemesi ise yükselmesine denk gelir. Bizde duraklama ve gerilemenin nedeni: "nepotizm, gayrimüslimlere yalakalık, ABD, İngiltere, Almanya ve Fransa’ya yardakçılık, hak, adalet ve hukuku siyasete, din’i hem siyaset ve hem de ticarete alet edecek kadar ahlâki düşüklüktür. "
Dönem itibarıyla tüm İslâm âlemini kucaklayan, temsil ve izam eden Osmanlı’nın bu minval üzere zevali, doğal ve evrensel yaşam biçiminden uzaklaşarak; Hızla küfrün kucağına düşmesi, 200 yıl süren “hilâl-i salip” mücadelesi neticesinde sözde Müslümanların ric’ati (pes ederek geri çekilmesi), mağlubiyeti ile sonuçlanmış ve bu illetle yıkılıp gitmişlerdir.    
Gelinen nokta: Adalet ve faziletle hükümferma olunan 20 milyon 500 bin km2’lik bir cihan devletinden, 780 bin km2’lik arenadır. Oysa Cumhuriyetin kuruluş ilkesi Türk İnkılâbı ile Osmanlı’nın kuruluş düsturu birdir. İmanlı-şuurlu, onurlu-sorumlu, hak, adalet ve fazilete dayalı namuslu, dürüst, demokrat “antiemperyalist” Türkiye Cumhuriyeti…..     
Dolayısıyla, her iki halde de olması gereken, beklenen ve mayalanan ne idi?
“Ebed Müddet Devlet”; Hak, adalet, huzur, emniyet, eşitlik ve barış iklimi!..
OSMANLI’DA OLMADI!...
Bunun sebebi: İnsan için en doğal, rahat, özgür, şahsiyetli ve haysiyetli yaşam biçimi olan İslâm’dan uzaklaşmak, bid-at ve hurafelere saplanmak; Müslümanlık bir yana, insanlık dışı, alt ve alçak bir yaşam tarzına rıza göstermektir. Aşağıda arz, ifade edeceğim şekilde bu, bütün İslâm âlemi bir yana İnsanlık âlemi için de büyük bir hezimet, ıstırap, sıkıntı ve utanç nedeni olmuştur. 1700 ilâ 1930 yılları arasında aralıksız cereyan eden Müslüman odaklı savaş, tehcir (zorunlu göç), sistemli soykırımlar, suni olarak teşkil ve teşekkül ettirilen sözde ana dil, etnik kök, mezhep ve tarikat sapkınlıkları da hesaba katmak gerek!..    
İşte bu feci izmihlâl ve ağır hezimetin faili: Vahşi Batı, Hıristiyan ve Yahudiler;
Suçlu ve sorumlusu: Apaçık gaflet, dalâlet ve hıyanetle malûl, din tacirliğine müptelâ ‘Müslümanların Emir’i vasfını terkle “Kral” kisvesine bürünen, kibir, sefahat, saltanat ve ilmî sefalet zafiyetiyle illetli ümera (amirler, yöneticiler) ve bu zûl-zilletten maişet dilenecek kadar alçalan, ilim, ahlâk ve fazilet fukarası ulema, fukaha ile sözde zamanın aydınlarıdır...  (./..)   
DİNDARLIK, BİLİM VE DEVLET
Mustafa Nevruz SINACI
Devletten, sosyal hayat ve kurumlardan dini soyutlamanın, ahlâkı dışlamanın faturası daima çok yüksek olmuş; “insan, ekosistem ve bütünüyle doğal hayata ihanet” anlamına gelen bu menfur teşebbüsler, sonuçta çok büyük ekonomik, sosyal ve kültürel felâketler, travma ve çöküntülere neden olmuştur. (BAK: Dindarlık, Adalet ve Devlet)     
Mağdurları: Sorumluluk duygusu, medeni cesaret, onur, ahlâk, iman ve ilimlerini terk edip; Dinî ticarete, adaleti siyasete, ilmi menfaate alet etmeye kalkışan; rüşvet-iltimas, ayırma, kayırma, haksızlık, yolsuzluk ve suiistimale yönelen, icabında yalan söylemek ve yalan yere yemin etmekten kaçınmayacak kadar insanlık dışına çıkmış öz haini, sözde Müslümanlar… 
Bu yüzdendir ki; (1300–1923) 623 yıllık ömrün 434 yılını insanca ve İslâm’ca hüküm süren; Adalet ve barış iklimi, fazilet güneşi Osmanlı’nın çöküşü 189 yıl sürmüştür. Oysa yeni Türkiye Cumhuriyeti henüz 89 yaşındadır. Bilinen ve belli olan, tarih boyunca kurulmuş Türk devletlerine oranla henüz çok gençtir. Yenidir…
Mayası itibarıyla Osmanlı’ya rücu eder korkusuyla da;
Genç Türkiye Cumhuriyeti, olgunlaşmadan boğulmak istenmektedir..  
Bu istek ve ihtirasın zebunu ise: Kadim “Şark Meselesi’nden” mütevellit bedhahlardır.
Hakikatte MS 300 yıllarından beri Türk milletine karşı düşmanlığı bilinen ve sürekli bileylenen, tarihin en kanlı soygun, vurgun, katliam ve soykırımlarından biri “Haçlı Seferleri” ile maruf, eli kanlı, kara vicdanlı, haramzade, emperyalist batıdır. Musevi, Hıristiyan âleminin siyasal, sosyal, bilimsel ve kültürel yapısı; Türk ve Müslümanların, bütün devirlerine nazaran, çok ileri, koyu ve derin bir dindarlıkla örülmüştür… 
Hıristiyan Batı ve Kuzey Yıldızı Yahudiliğin referansı din’dir. (Din kullanılarak 19. yy’da İsrail devleti kurulmuştur.) Ancak öncelikle, “arz’ı idare etme” iddiası güden, yaygın söylem ve yayınlara göre bu ideal, iddia veya ütopyasını hayata geçirmek için evrensel bazda yoğun çaba harcayan Yahudi toplumunu ele almak ve analitik olarak incelemek gerek:
“EY İNSANLAR VE MÜSLÜMANLAR!...
‘Evrensel hukuk ve İslâm’a göre: Her insan bir devlettir. Devlet insan için vardır. İnsan’ı yaşat ki, devlet yaşasın düsturu, iktisat ve içtihat gereği: Her nevi kazanç sadece ve yalnızca “bir defa” vergilendirilir. Vergilendirilmiş kazançtan; ÖTV, KDV ve sair namlar altında, doğrudan veya dolaylı olarak başkaca vergi alınamaz. Buna teşebbüs ve tevessül insan hakları, adalet ahlâkı ve hukuka aykırıdır. Üretici, Sanayici ve Tüccar halka hizmetle memur ve mükelleftir. Meşru hükümet adaletin teminatı olmakla; hüküm ve hikmet de, adalet iledir. Hükümete rağmen hiç kimse fahiş ve haksız kâr elde edemez. Rüşvet, haksızlık ve yolsuzluk domuzluktur. Devlette suiistimal, ihmal ve hırsızlık varsa hükümet yok demektir. Devlet’in varlık sebebi. Millet Adına kontrol, huzur, istikrar ve insicamı temin; Sektörleri tanzim, tertip, üretim, hizmet, serbest rekabet, fiyat ve piyasaları “insan lehine” Düzenleme, Destekleme ve özellikle Denetleme ile yetkili, görevli ve sorumludur.’
İYİ BİLİN!..”        
MUKAYESELİ BİR İNCELEME VE DEĞERLENDİRME     
2012’de nüfusu 7 milyara ulaşan Dünyada yalnızca 14 milyon Yahudi / Musevi var.
(Kuzey ve Güney Amerika'da 7, Asya'da 5, Avrupa'da 2 milyon ve Afrika'da yaklaşık 100  bin Musevi yaşamakta) Buna mukabil, aynı dünya’da 1 milyar 600 milyon Müslüman var. (1 milyar 100 milyon Asya'da, 500 milyon Afrika'da, 44 milyon Avrupa’da, 6 milyon Amerika kıtasında.) Yani dünyada 1 Musevi’ye karşın 114 (!) Müslüman var... İyi ama bu Yahudiler Müslümanlardan niçin 100 kat daha güçlü ve daha zengin ve daha eğitimli ve daha mucitler?
            Tarafsızlık ve bilimselliği “Müslümanlar açısından” tartışmalı tespitlere bakalım…
NEDEN VE NİÇİN?..
Yakın çağın en etkin bilim adamı Albert Einstein; Psikanalizin (ahlâksızlık, dinsizlik ve insanlık düşmanlığı öğretisinin) babası Sigmund Freud; Sayısı milyonları bulan masum ve suçsuz insanın sefalet, açlık, yokluk, ideolojik kargaşalarda, harplerde telef edilmesine neden olan Karl Marks, Engels, Stalin, Buharin ve Kuzinen Yahudi idi… (./…)
DİNDARLIK, MİLLİYETÇİLİK VE DEVLET
Mustafa Nevruz SINACI
Enteresandır, özellikle esir, sığınmacı, mağdur ve mazlum milletlerin; Soy değerlerine sadık, inanç, kültür (hars) ve geleneklerinde her şeye rağmen samimi oldukları takdirde, diğer milletler ve egemen unsurlara nazaran; Bilim, sanat, keşif, icat ve buluşta, yani medeniyetin ilerleyip gelişmesinde, inkişafında çok büyük pay ve mesafeler kat ettikleri müşahede olunur.     
Meselâ tarihin her döneminde, dünyanın her yerinde, bütün baskı, dışlama, katliam ve kısıtlara rağmen, ısrarla dini şeriatlarını yaşayan Yahudiler ile Osmanlı ve İslâm âleminin, dindarlığı terk etmesiyle bazı Hıristiyanlar, bilimde Müslümanların yerini alarak, günümüze kadar büyük başarılara imza atmışlardır. 1700 öncesi Türk ve İslâm Âlimlerinin bilime katkı, ilim, icat ve buluşları dikkate alınmaksızın, yok sayılarak ve hakları yenilerek, hatta inkârla; İnsanlığa zenginlik, sağlık ve mutluluk kattığı iddia edilen, fakat gerçekten hayırlı ve yararlı bazı keşif ve icatlar da yaptıkları bilinen Yahudiler:
Benjamin Rubin insanlığa aşı iğnesini armağan etti., Jonas Salk ilk çocuk felci aşısını; Gertrude Elion lösemiye karşı ilaç buldu., Baruch Blumberg Hepatit-B aşısını geliştirdi., Paul Ehrlich frengiye karşı tedaviyi buldu., Elie Metchnikoff bulaşıcı hastalıklarla ilgili buluşu ile Nobel ödülü aldı. Gregory Pincus doğum kontrol hapı geliştirdi. Bernard Katz nöromasküler (kas sinir sistemi arası iletişim) alanında Nobel ödülü kazandı. Andrew Schally  endokrinoloji (metabolik sistem, diyabet, hipertiroid) tedavi yöntemi geliştirdi. Aaaron Beck Cognitive Terapi’yi (akli bozukluk tedavilerinde kullanılan psikoterapi yöntemini) geliştirdi. Gerald Wald  insan gözü hakkındaki bilgilerimizi geliştirerek Nobel ödülü kazandı. Stanley Cohen  embriyoloji (embriyon ve gelişimi çalışmaları) dalında Nobel aldı. Willem Kolff böbrek diyaliz makinesini yaptı. Peter Schultz optik lif kabloyu, Charles Adler trafik ışıklarını, Benno Strauss paslanmaz çeliği, Isador Kisse sesli filmleri, Emile Berliner telefon mikrofonunu, Charles Ginsburg ilk bantlı video kayıt makinesini geliştirdi. Stanley Mezor ilk mikro-işlem çipini icat etti. Leo Szilard ilk nükleer zincirleme reaktörünü geliştirdi.
Yahudi/Musevi toplumu içinden, son yüz yılda, insanlık uğruna gerek olumlu veya gerekse olumsuz yönde, ama sonuçta dünya çapında eylem, buluş ve başarılara imza atan bilim insanları çıkarken; Bir yandan Birinci ve İkinci Dünya Savaşları cereyan ediyor, Diğer taraftan Türkiye Cumhuriyetinin kuruluş çalışmaları sürüyor; Orta Doğu’da ise Müslüman (?!) Arap kardeşlerimiz düşmanla el ele verip, birbirlerini boğazlıyorlardı!..
Sonra başımıza ve başlarına BOP (büyük orta doğu) ve BİP (büyük İsrail) projeleri musallat edildi. Türk’ü imha plânları ise, başta insanlık düşmanı Yahudi tarikatı masonluk olmak üzere özellikle Avrupa tarafından üretiliyordu. Bu projeler uyarı Mareşal M. Kemal Atatürk zehirlenerek öldürüldü. 11 Kasım 1938’de Türk İnkılâbı’na “karşı” devrim yapıldı.
Peki ama; son 100 yıl içinde Yahudiler bilimsel alanda 104 Nobel ödülü kazanırken, 1.6 milyar Müslüman neden yalnızca 3 Nobel kazandı. Yahudiler niçin bu kadar yaratıcı ve neden bu kadar güçlüler? Bunu anlamak ve çözebilmek için, Yahudi inancına bağlı, küresel çapta büyümüş, tanınmış şu yatırımcılara, işadamlarına ve markalarına bakalım:, Ralph Lauren (Polo), Levi Strauss (Levi's Jeans), Howard Schultz (Starbuck's), Sergei Brin  (Google), Michael Dell (Dell Bilgisayarları), Larry Ellison (Oracle), Donna Karan (DKNY), Irv Robbins (Baskins & Robbins), Bill Rosenberg (Dunkin Dougnuts), Richard Levin (Yale Ünv'nin kurucu başkanı). Musevi inancına bağlı, küresel çapta büyüyüp tanınmış sanatçılar: Michael  Douglas, Dustin Hoffman, Harrison Ford, Woody Allen, Tony Curtis, Charles Bronson, Sandra Bullock, Billy Crystal, Paul Newman, Peter Sellers, George Burns, Goldie Hawn, Cary Grant, William Shatner,  Jerry Lewis, Peter Falk... Yönetmenler ve yapımcı Yahudiler: Steven Spielberg, Mel Brooks, Oliver Stone, Aaaron Spelling (Beverly Hills 90210), Neil Simon (The Odd Couple), Andrew Vaina (Rambo 1 /2 / 3),  Michael Mann (Starzky and Hutch), Milos Forman (One Flew Over The  Cuckoo's Nest, Amadeus), Douglas Fairbanks (TheThief of Baghdat), Ivan Reitman (Ghostbusters), Kohen Kardeşler, William Wyler. William James Sidis.., (./..)  
DİNDARLIK; 
GELİŞMİŞLİK VE DEVLET
Mustafa Nevruz SINACI
Şimdi sorun kendinize: 250’lik IQ derecesiyle dünyaya gelmiş en parlak insan hangi dine mensuptur? Neden Yahudiler bu kadar güçlüdür? Çünkü: Çocuklara ve genlere kaliteli eğitim verirler...  Bu eğitim türü sorgulayıcı (teslimiyetçi değil), araştırıcı (ezberci değil) ve yaratıcıdır (bilgi üretmek/bulmak içindir)..
Peki: Neden Müslümanlar bu kadar güçsüzdür? Cevap: Yanlış eğitim verdikleri ve gelişime yararı olmayan sistemler uyguladıkları için (sözde Din eksenli, sorgusuz, araştırmaya önem vermeyen, ezberci ve dayatmacı eğitim...). Oysa dünyada yaklaşık 1 Milyar 676 milyon Müslüman yaşamakta. Yani, toplam dünya nüfusu içinde her 5 kişiden biri Müslüman. Her bir Hindu'ya 2, her bir Budist'e karşılık 2 Müslüman vardır. Her bir Yahudi'ye karşılık olarak da 114 Müslüman bulunmaktadır. Müslümanlar bu kadar kalabalıklar ama neden güçsüzler?
Nedeni eğitim(sizlik)dir. İslam Konferansı Örgütü'nün (OIC) 57 üyesi var ve ülkelerin tümünde sadece 500 adet üniversite bulunur. Yani üniversite başına 3 milyon kişi düşmekte!.. Başka bir deyişle 3 milyon kişi için bir üniversite.. Bunların kalitesi başka bir sorun!.. Fakat, sadece ABD'de 5 bin 758 adet üniversite vardır. Shanghai Jiao Tong Üniversitesi tarafından 2004 yılında hazırlanan ‘Dünya Üniversitelerinin Akademik değer Listesi’ne halk çoğunluğu Müslüman olan ülkelerin hiç birinden ilk 500’e giren bir üniversite olmadı. Neden? Bunun cevabı sadece: Kalitesiz, niteliksiz, amaçsız, anlamsız ve ezberci eğitimdir...
OKUMA YAZMA ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
UNDP tarafından toplanan verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma oranı % 89’dur. Bunların %98’i en az ilkokul ve 100 kişiden 40’ı üniversite mezunudur. 15, Hıristiyan çoğunluğa sahip ülkede okuma-yazma oran ise %100’dür. Yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak mümkün değil. Oysa İslâm ülkelerinde durum bunun zıddı olup: Her 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir. Herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke yok!..Bunların %50’si ilkokul mezundur ve sadece %2’si üniversiteyi bitirmiştir.
BİLİM İNSANLARININ ORANLARI DA ÇOK DÜŞÜK!
ABD’de toplam bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000’dir. Müslüman çoğunluğa sahip 57 ülkedeki bilim adamı sayısı sadece 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi bilim insanı değildir. Bilim insanı, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Ve beher 1 milyon Müslüman kişiye sadece 1 bilim insanı düşmekte. Teknisyenler bakımından Müslüman Arap ülkelerinde durum daha da kötüdür: Her 1 milyon Müslüman Arap nüfus içinde 50 teknisyen bulunur. Hıristiyan dünyasında ise her bir milyon kişi içinde 1000 teknisyen vardır. 
NEDEN?.. Kalitesiz eğitim ve araştırma geliştirmeye yeterli kaynak ayrılmaması... Çünkü Müslümanlar gayri safi milli gelirin sadece % 0,2’sini AR-GE’ye aymakta. Buna karşın Hıristiyanlar araştırma-geliştirmeye % 5, yani 25 kat daha fazla fon ayırmaktadır.
SONUÇ: İslam dünyasında yeni bilgi üretebilecek kapasite yok. Ayrıca dünyada üretilen bilgiyi kendi halkına öğretmekte başarısızlar. Bunun kanıtı ileri teknoloji ihracat rakamlarında saklıdır: Pakistan’ın ileri teknoloji ihracatının toplam ihracatın içindeki oranı  %1; Suudi Arabistan, Kuveyt, Fas ve Cezayir’in ise % 0,3; Hıristiyan Singapur'da % 58'dir.
Gelecek Bilgi temelli toplumların olacaktır. İlginçtir, 57 İslâm ülkesinin gayri safi milli hâsılalarının toplamı 2 trilyon doların altındadır. Buna karşın 310 milyonluk ABD tek başına 12 trilyon dolar değerinde mal ve hizmet üretir; Çin 8 trilyon dolar, Japonya 3,8 trilyon dolar ve Almanya 2,4 trilyon dolarlık üretim yapmaktadır. (Hesaplama: Satın alma gücü eşitlenerek yapılmıştır.) Mal ve hizmet üretimi İspanya’da 1 trilyon doların üzerinde; Katolik Polonya’nın mal ve hizmet üretimi 489 milyar dolardır. Budist Tayland  545 milyar dolar değerinde mal ve hizmet üretimi yapar.
İşin daha acıklı tarafı şu: İslam Dünyasının gayri safi milli hâsılasının tüm dünya gayri safi milli hâsılasına oranı hızla azalmakta! O halde Müslümanlar neden bu kadar güçsüzdür? 
Cevap: Eğitim!. Tam anlamıyla söylersek; kaliteli ve çağdaş eğitim yoksunluğu. Çok kesin biçimde söylersek; akılcı olmayan, ezberci, teslimiyetçi, sözde din, hurafe eksenli ve çağdışı eğitim...
(*) Yararlanılan Kaynak: Dr. Faruk Saleem, Pakistan  (bitmedi….)