14 Nisan 2014 Pazartesi

MÜCADELE BAŞLIYOR. İLK ADIM CUMHURBAŞKANLIĞI. (Hasan Korkmazcan)

MÜCADELE BAŞLIYOR.
İLK ADIM CUMHURBAŞKANLIĞI
Mustafa Nevruz SINACI
Geçtiğimiz hafta, 09 Nisan 2014, Çarşamba günü, ABEM (Ankara Barosu Eğitim Merkezi) salonlarında tarihi önemi haiz; Katılanlar ile kamuoyunda adeta bir uyanış, Türkçe duruş, diriliş ve yeni bir doğuş imajı yaratan bir Panel düzenlendi. (*)
İhanete hayır, Türk Milleti ve Devleti Bölünemez” konulu paneli; 14.,15. ve 20. (üç) dönem Denizli Milletvekili, Demokratik Parti ve ANAP Grup Başkan Vekili, TBMM Başkan Vekili, bir süre Cumhurbaşkanı vekili, Türk Parlâmenterler Birliği Başkanı ve halen Türk Parlâmenterler Birliği Onursal Başkanı, serbest Avukat Hasan Korkmazcan yönetti.
Sırasıyla konuşmacılar: 21. Yüzyıl Türkiye Enstitüsü Genel Başkanı Prof. Dr. Ümit Özdağ., Serdar Öztürk, Prof. Dr. Nurullah Çetin ve Durhasan Akkoca idi.  
Panel’e, öyle devasa salonlar veya miting alanlarındaki gibi on binler, yüz binler değil; Ama her biri binlerce insanın feyiz ve ilham aldığı, ilim ve irfan kaynağı milliyetçi-demokrat Kanaat Önderleri, mahalli liderler, onurlu kadim siyasiler, sorumlu yazarlar ve ilkeli aydınlar katıldı. Bu cihetle, muhtemel ve müstakbel, beklenir sinerjinin, sıradan etkinlikler üstünde bir hızla yayılım ve geniş halk kitleleri üzerinde uyandırıcı bir aksiyon yaratması umulur!...   
Toplantının açılışını Türkiye Sivil Toplum Birliği ve Milli Düşünce Merkezi Başkanı Sadi Somuncuoğlu yaptı.
Paneli onurlandıran Kanaat Önderler ise: Çok vukuf, özgün ve önemli açıklamalarda bulundu. Ülke ve milletimizin içinde bulunduğu kaos, kriz, bunalım ve derin buhranlar dile getirildi. Yıllar boyu karşı karşıya kalınan ve zaman içinde üst üste gelip katmerlenen çürüme, yozlaşma, yosunlaşma, erime; Maruz kalınan Psikolojik saldırı, kültürel deformasyon, anarşi, terör / tedhiş, yüksek enflâsyon, açlık, yokluk, yoksulluk, yolsuzluk, yolsuzluk ve hırsızlıklar sonucu insanların içine sürüklediği uçurum!. Acilen tedbir alınmadığı; adalet, hukuk,  ahlâk, milli devlet, milli siyaset ve siyasette “Türk İnkılâbı” değerlerine dönülmediği takdirde, çok büyük felâketlerin yaşanabileceği ifade edildi.      
Milli bir TAMGA ve beklenen mesaj: 
Mücadele Başlıyor!...
Ancak Panel’e Hasan Korkmazcan tarafından yapılan açıklamalar damgasını vurdu.
Hasan Korkmazcan: “Artık mücadeleyi başlatıyoruz. Cumhurbaşkanlığı seçimleri bu mücadelenin ilk adımıdır” diye başladığı; Güne, içinde bulunulan zamana ve yakın geleceğe damgasını vuran açıklamalar ve aşağıdaki tarihi beyanlarda bulundu:   
“Başbakan Erdoğan artık güven kaybetmiştir. Kanunlara uymayan bir Cumhurbaşkanı, Cumhur’un başı olamaz. Bugün, burada küçük bir salonda, ama çok büyük bir hak, hukuk ve adalet aramak için toplanmış bulunmaktayız. Buradan, büyük bir ulusu parçalama zihniyetine ve “ihanete hayır” diyoruz.
Türk Ulusu her şeyi affeder ancak ihaneti asla affetmez.
Tarihimiz bunun örnekleriyle doludur. Bu Millet, düşmanlarının hainlerini bile cezalandırmıştır. Devlet olmanın en önemli gereklerinden biri, ihanetle mücadele etmektir. Üzülerek belirtmeliyim ki, adalet ve hukukun askıya alındığı bir süreç yaşıyoruz. Bu süreçte, bugünler daha iyi günler, “kötü günler ilerde” diyenlere sesleniyorum: Şu anda içinde yaşadığımız günler en kötü günlerdir. Bundan daha kötü bir durum olamaz.
Türk Milleti adını bilinçli olarak silmeye çalışıyorlar.
Bunu yapmaya çalışan hainlere sesleniyorum. Dünya’daki tüm kütüphaneler yıkılıp, kitaplar yakılmadan, tüm sanat eserleri yıkılmadan, Türk adını yeryüzünden silmek mümkün olmayacaktır. Mazide bu görüşe katılan ama bugün aksi davranışlar sergileyen kişileri, her şeyden önemlisi TBMM’ni bu görüşe sahip çıkmaya davet ediyorum. Bu son çağrıdır. İçinde bulundukları hukuksuz durum, hükümeti, bu ülkeye ihanet eden terör örgütü ile aynı statüye getirir onlarla aynı sonu paylaşmalarını sağlar. ASALA ve EOKA’cılar ve onların hasta zihniyetli destekçileri, yıllarca, yüce Türk Milleti’nin ırkçı bir millet olduğunu söylediler. Oysa, bu bir iftiradır.
Türk Milleti asla ırkçı olmamıştır, hattâ, ırkçılık düşüncesine en uzak millet, Türk Milleti olmuştur. Aksi olsa birleştirici, bütünleştirici, insani değerleri yüksek bir millet olmasa bu kadar uzun süre yaşaması mümkün olmaz ve tarihin derinliklerine çoktan gömülürdü. Aynı zihniyettekilerin attığı ikinci bir iftira var. Türkiye, terörle mücadelede başarı kazandı, ancak bu dönemde, 17 bin faili meçhul cinayet işlendi iftirasıdır.
Türk Milleti, hiçbir zaman cinayet işlememiştir.
Yetkililer niçin bu iftiraya karşı bir kampanya yürütmüyorlar? Türkiye Cumhuriyeti Anayasası, Türk Devleti’nin köklü gelenek ve görenekleri ile ilkelerinden oluşmuştur. Bu Anayasa’da değiştirilemeyecek hükümler vardır. Değiştirilemeyecek maddelere dokunan Meclis gayrimeşru olur. Bizim en büyük gücümüz, yüce Türk Halkı’nın bize olan güvenidir. Başbakan Recep Tayyip Erdoğan, bu güveni kaybetmiştir.
İsteyen herkes Başbakan’dan istediği tavizi koparabilir.
Başbakan Recep Tayyip Erdoğan bu güveni kaybetmesi ve içinde bulunduğu durum nedeniyle tehdit altındadır. Başbakanın tehdit altında olması demek milletin tehdit altında olması demektir. Onu bu tehditten kurtarmak bilinçli Türk Halkı’nın elindedir. Devlet milletin devletidir. Millet çağlayan bir ırmak, bizler ise bu ırmakta bir damlayız. Bir milletin, adını, kendi iradesiyle değiştirmem mümkün mü?..
Geçmişte, Japonya, Almanya ve İtalya Anayasa’larını zorla değiştirenler bile bunların isimlerini silmeyi başaramamışlarken; kim bize, Türk ismi Anayasa’dan çıkacak diyebilir ki?.. Bu salondakiler, karar verirsek, bu toplantıyı, gider, bu vatanın ayrılmaz bir parçası olan Diyarbakır’da da yaparız. Bunu kimse engelleyemez… Kötümserliğe kapılmayalım ama mevcut durumu da seyretmeyelim.
Ülkesini seven bizlerin yapacak işleri var.
Bir proje etrafında birleşmeli ve 
bir plan dâhilinde çalışmalıyız.
Bu proje; emperyalizmin dayatmalarına hayır diyerek direnmek, insan hakları ve hukuk çerçevesinde ülkemize sahip çıkmaktır. Terör örgütü üyeleri ve bu zihniyeti destekleyen bölücüler asla affa uğrayamazlar. Bölge halkıyla doğrudan temas kurmalı ve bölücüleri aradan çıkarmalıyız.
Cumhurbaşkanlığı seçimleri mücadelenin ilk adımıdır.
Türkiye, Türkiye Cumhuriyeti kanunlarına uymayan bir Cumhurbaşkanı ile kanunu neresinden delerim diyen bir Başbakana bırakılacak bir ülke değildir. Herkesin bir hesabı olabilir, ama unutulmamalıdır ki; Yüce Türk Milleti’nin de bir hesabı vardır. Bu mücadeleye gönül veren herkes, tüm önyargıları kaldırıp kucaklaşmalı ve bütünleşmelidir.”
***
Yoğun bir katılım ve bilinçli katkı…
İçişleri eski Bakanı İdris Naim Şahin., Eski Ulaştırma Bakanı Enis Öksüz, Prof. Dr Anıl Çeçen, Prof. Dr. Gökhan Çapoğlu, LDP 4. Dönem Genel Başkan Yardımcısı Avukat Y. Ziya Kıvanç, Sincan eski Ağır Ceza Mahkemesi Başkanı Osman Kaçmaz, Türk Demokrasi ve Kadın Platformu Başkanı Av. Ayşegül Kahveci, Toplumsal Düşünce Derneği Genel Başkanı Avukat Fethi Bolayır, Türk Dünyası ve Akraba Topluluklardan sorumlu (eski) Devlet Bakanı Enis Öksüz, Menderes Yılmaz, Gazi Üsteğmen Serdar Öztürk ile İslâmcı Yazar İsmail Nacar gibi birçok Kanaat Önderi, aydın, ünlü ve önemli isim panelde yer aldılar.
(*) (Türk Demek: Türkçe düşünmek, Türkçe konuşmak ve Türkçe yaşamaktır. Ne mutlu Türk’üm diyene... Gazi Mareşal Mustafa Kemal Atatürk

11 Nisan 2014 Cuma

Beşikten mezara kadar hizmet; Namuslu, dürüst, onurlu ve sorumlu insanların görev yeri: "Belediyeler ve Belediyecilik" !..

BEŞİKTEN MEZARA KADAR HİZMET:
BELEDİYECİLİK
Mustafa Nevruz SINACI
Bu makale 29 Mart 2014 Cumartesi günü kaleme alındı. Şimdiyse artık, adına “seçim” (!) denilen “usulen tefhim ve fiilen icra” işlemi sona erdi. Buna göre: Seçmen vasfını haiz pek çok vatandaş; Milli irade/kamu vicdanı, demokratik usul, adalet ve hukukla hiçbir ilgisi, alâka ve bağlantısı olmaksızın salt “parti sahipleri” tarafından bulunup atanan Büyükşehir, il, ilçe ve belde Belediye Başkanı, Belediye Meclisi ve İl Genel Meclisi Üyesi adayları (köy ve mahalle Muhtarlıkları hariç olmak üzere) cebren, hile ve dayatma yoluyla oylanmak suretiyle; İnsan hakları, adalet ahlâkı, demokrasi, hakkaniyet ve hukuk ilkelerine en aykırı biçimde;, Yani en açık dürüst anlatımıyla: “devletin sahibi millete rağmen” belirlenmiş oldu.
Üstelik böylesine aykırı, kamu vicdanı ve millet iradesine aykırı eylem; Devlet düzeyi ve mahalli idareler (yerel yönetim) bağlamında “en değerli varlığımız, ana unsurumuz ve milli hazinemiz olan” insan formuna doğrudan hizmet alanında ifa ve icra edildi. Daha açık ve net bir izahla: Görevi, beşikten mezara kadar “hiçbir karşılık beklemeden, sadece kamu yararı ve Yüce Yaratıcının rızası hürmetine” insan, hayvan, bitki, tarih, doğa ve kültüre hizmet olan bir alanda.; Hakiki sahip sıfatını haiz vatandaşların, kendilerini idare, şehri ihya, tabiatı ikame ve insan hayatını idame ettirecek kişi ve kadroları bizzat seçmesine izin vermemek çok büyük bir insanlık ayıbı, hak kavramı, adalet, evrensel hukuk ve demokrasi düşmanlığıdır.
Maalesef bunların tamamı, 01 Ocak 2014 ilâ 30 Mart 2014 tarihleri arasında tastamam vuku buldu!.. Hukuk çiğnendi, adalet ayaklar altına alındı, demokrasi ile kıyasıya alay edildi. Dahası, nedeni halâ anlaşılamayan (Ankara) Güven Parkı toplu taşım dolmuş parkı işgali gibi; Bu defa YSK önündeki eylemler bahane edilerek Mithatpaşa caddesi tamamen, bağlantılı yol, cadde ve sokak ise kısmen araç trafiğine kapatılarak, yüz binlerce vatandaş ile binlerce esnaf, hiçbir geçerli neden olmaksızın günlerce mağdur ve perişan edildi…       
Güvenpark işkencesinin sürmesi yetmezmiş gibi, burada da tam bir zulüm başladı…
MADEMKİ VAKİ OLDU!..
Evet, mademki zorlama, dayatma ve millete rağmen., Bu atama, cebren, hile ve desise ile onaylatmalar oldu; Öyle ise, bari atamaları fiilen gerçekleşen eşhas belediyeciliği öğrensin, halka hizmet/hak’a hizmettir söyleminin ifa ve icra makamı olan Köy ve Mahalle Muhtarlığı, İl Genel Meclisi Üyeliği, Belediye Meclisi Üyeliği, Büyükşehir ve il/ilçe Belediye Başkanlığı görevlerini hakkıyla ve lâyıkıyla yapsınlar...
Artık bu dönemden itibaren kimse deli domuzlar gibi rüşvet almasın; İnsan altı yaratık ve şahsiyetsiz, haysiyetsiz mahlûkata özenip ayırıcılık, kayırıcılık, yolsuzluk, hırsızlık, kanun ve kitap dışı suiistimaller, ihmaller, ihanetler yapmasın. Başta ŞEHİR EMİNİ (Şehrin onurlu ve sorumlu kayyımı, yediemini) olmak üzere: Yardımcıları, Meclis Üyeleri, bilumum memur ve hizmetlileri namuslu, şerefli, dürüst, üretken ve çalışkan olsunlar. Şehir / Kent yönetimine kimse, günümüzün nefret, fetret ve sosyal illeti siyaseti sokmasın. Her ne kadar göreve gelme biçimi bu (antidemokratik, adalet, rıza ve ahlâka aykırı) olsa da.; İlerde sistemin düzeltilmesi, ıslah ve adalete iblâğı çabasını elden bırakmadan “adam gibi adam, insan gibi insan, namuslu, dürüst ve demokrat” saydam/şeffaf bir faaliyet, hayrî ve hasbi gayret, fedakâr/vefakâr çalışma içinde olunması insanlık, onur/erdem ve sorumluluk gereğidir…
PEKİ, 
NASIL BİR BELEDİYE VE BELEDİYECİLİK?..      
Her şeyden önce bilinmelidir ki, Belediyecilik İslâmi ve İnsani bir kurumdur.
Demokrasi, insan hakları, adalet, hukuk ile buna mümasil bilumum hak, ödev/görev, sorumluluklar ile bilumum varlığa karşı vecibelerin odak noktası belediyeciliktir. Bu anlam ve bağlamda belediyecilik, “kesinlikle ve asla, adil-eşit ve makul bir vergi dışında başkaca bir bedel / ücret ve karşılık alınmayan” bütün hizmetlerin maliyet, imece ya da ikame yoluyla, en uygun ve ucuz şartlarda karşılandığı kamu yararı esaslı bir kurumdur. Ayrıca, günümüzde rant olarak nitelenen “kentsel değer artışı”nın adaletle paylaşıldığı bir yaşam alanıdır.
Şehirler için aile ne ise, devletler içinde Köy ve Belediyeler aynıdır. İleri ve medeni bir ülkenin köy, mahalle ve belediyeleri mamur, müreffeh, temiz, huzurlu ve güvenli; Geri kalmış veya az gelişmiş devletlerin mukabil yerleşim yerleri ise: Düzensiz, bakımsız, imarsız, pis, perişan, yaşanamaz bir halde ve her haliyle laçkadır. Hırsızın, yolsuzun ve yolsuzluğun olduğu yer, henüz şehir olamamış veya şehir vasfını yitirmiş pis ve necis bir viranedir.     
Dolayısıyla “şehircilik” yaşam kalitesi ile doğru orantılı olmak zorundadır.
Yaşam kalitesinin yüksek, “zenginlik ve fakirlik arasındaki açının dar”, emniyet, adalet, huzur ve güvenliğin tam olmadığı bir belde’de (yerleşim yerinde); Devletin gölgesi, Hükümetin yansıması hikmet ve kesinlikle bir belediye teşkilâtı yok demektir ki, bu durumda, şehir menfaat grupları, çıkarcı ve organize çetelerin eline geçmiş demektir…
BU NEDENLE!..
Köy, Belde, İlçe, Şehir ve Büyük Şehirler dâhil olmak üzere, ülkedeki bütün yerleşim yerlerinde: Öncelikle tarihi, doğal ve kültürel dokunun tam bir kadirbilirlik, tarihe, tabiata ve bütün canlılara karşı vicdan borcu, onur, erdem, sorumluluk, sahiplik şuuru ve kıskançlıkla korunması; Mümkünse, “orijinaline halel” getirmeksizin ihyası, bütün belediyelerin olmazsa olmaz görevi olup; Buna pınarlar, bütün su kaynakları, çay, dere, deniz, nehir ve göl’ler ile her türlü duru / stabil ve akar suların mutlak bir özenle korunması, sürekliliğinin kesinlikle sağlanması, sair atık, lâğım ve pislik karışımına izin verilmemesi dâhildir.
Aksi takdirde ilgili belediyede insan yok demektir.
BEŞİKTEN MEZARA KADAR HİZMET
Bir şehrin suyu tam bir güvenle içilemiyor; Altyapısı mükemmel işlemiyor; Göl, dere, nehir ve denizlere lâğım bağlanıyor, atık ve pis su veriliyorsa; Esnaf denetlenmiyor, üretici ile tüketici korunmuyor ve komisyoncu kontrol altında tutulmuyor; İmar/inşa/ihale ve sair hizmet karşılığı halktan rüşvet alınıyor, ayrımcılık / kayırmacılık yolsuzluk ve suiistimal yapılıyorsa; Her tür gıda maddesinin üretim, içerik (muhteva) ve satışında; Hileli katkılar, zararlı karışım, GDO, hormon ve sair kimyasal mazarrat müdahaleleri önlenerek “İnsan, Hayvan ve bilumum canlı sağlığı” özenle korunmuyorsa: Mezkür belediye başkanı ve bilumum yönetici ve meclis üyelerinin tamamı gâvur parası ile beş kuruş etmez demektir.
KÖTÜLER HAYIRSIZ, 
UĞURSUZ VE LÂNETLİDİR.
Ki, bu necis mahlûkata itaat ve itibar caiz olmadığı, vazife icraları gayrimeşru olduğu cihetle, her çareye başvurup, bu mazarratın şehir ile ikamet ve görev yönünden bağlantılarının kesilmesi; Sorumlular için mutlak bir vecibe, halk için ise meşru bir hak’tır.  
Ayrıca imar-inşa, sanayi-ticaret, çevre temizlik işleri; Hazır, imal ve yetiştirme ürün sağlığı, gıda-hijyen ve genel sağlık konusunda süreklilik arz eden takip ve disiplin; Hizmet sektörü, sanayi-ticaret, imalât ve inşaat alanında kâr oranlarının minimize edilerek denetimi; Fahiş fiyat, stokçuluk ve spekülâtörlüğün kesinlikle önlenmesi, ölçüde adaletin sağlanması, reel bütçe, kapıların halka açık olması…
Fakir-fukara, garip-guraba, yoksul, kimsesiz, engelli (sakat) vatandaşların sığınağı, kimsesizlerin kimsesi, çaresizlerin çaresi; Katılımcılık, öğrenci, sanayi, esnaf ve üniversite ile işbirliği, şeffaflık / saydamlık, halk eğitimi, yerinde değerleme kaydıyla kentsel dönüşüm;
İlim, kültür, sanat ve edebiyatta kitlesel teşvik, toplumsal ilerleme…
Ücretsiz veya ucuz mezar, doğumhane, hastane ve cenaze işlerinde kolaylık…
Toplu taşım ve kent içi ekonomik ulaşım; Dini/milli bayramların geniş katılımlarla kutlanması; Asgari konforu haiz ucuz konut ve işyeri üretimi vs. belediyelerin görevidir.
Belediyeler, varlık nedenleri ve asli görevleri nedeniyle kâr amacı güdemez; Rantla uğraşamaz ve aracılık yaparak hiçbir kişi, kurum veya kuruluşa; Makamdan, mekândan ve aslen halka ait imkândan menfaat sağlanmasına alet edilemez.
Velhasıl, belediyecilik hayrî ve hasbî bir iştir.
Yerinde hayır ve hasenat, mutlak surette ve ancak “yerli” tarafından bilinir.
Bu nedenle, her derece ve düzey belediye seçilenleri “yerli” olmak zorundadır.