28 Kasım 2014 Cuma

Emperyal İblisin Kâbusu: Ortak Akıl ve Anadolu

Emperyal İblisin Kâbusu: 
Ortak Akıl ve Anadolu
Mustafa Nevruz SINACI
            Akıllı insanlarca idare edilen ülkelerin insanı mutlu, huzurlu, güvenli ve zengindir.
            Huzurlu, güvenli ve zengin devletlerde adalet ahlâkı ve hukuk hâkim unsur olup; Tıpkı İslâm Dini’nin emrettiği ve öngördüğü gibi; Bir memlekette temelden tavana adalet, mutlak eşitlik ve evrensel hukuk hükümferma ise, orada “özgürlük ve güvenlik” sorunu kesinlikle ve asla yoktur. Mutlaka idare şekli cumhuriyet’tir. Çünkü cumhuriyet, kadim Türk’lerin medeni siyaset dedikleri “ilel ebed ve ebed müddet devlet” ilkesinin teminatı olan yegâne rejimdir.   
            Musa’nın şeraiti tahrif edilip, ülkeler üzerinde iblis hâkim olmaya ve emperyalizm adlı kula kulluk ve zorunlu kölelik sistemini kurmaya girişinceye kadar bu, tam da böyle idi. Hâttâ bu gün gerçekliği kanıtlanmış efsanelere göre, MU kavmi tamı tamına 65 Bin, Atlantis kavmi ise 50 Bin yıl civarında hüküm sürmüştü. Muharref Talmud, Zebur ve Tevrat sentezi “Kutsal Kitap” tabiini beni İsrail kavmi de 6000 yıldır tüm dünyada hükümran olma ve iblise adanmış evrensel bir krallık kurma paranoyası içindedir.  
AKIL KARŞITI BİR REJİM: AKILSIZLIK, MATERYALİZM VE MEZALİM
            Bu kertede, bir meleke ve müstesna cihaz olarak akıl ve akıllılığın irdelenmesi gerekir. Ki, bu gün ülkemiz ve insanlık âleminin sürüklendiği bunalım, buhran, kaos ve krizin nedeni açıkça anlaşılsın. Kadim Atalarımızın “evrensel barış, küresel adalet, eşitlik ve hukuk rejimi” olan Medeni Siyaset adlı “soy demokrasi” duyulsun; Başta Anadolu Türklüğü olmak üzere, tüm dünya ve insanlığın ezel-ebed gerçek düşmanları bilinsin.  
            Akıl; İyi, ilkeli, onurlu, sorumlu, namuslu ve dürüst insanlar tarafından doğru, “gönül” olarak da tabir edilen kalple bağlantılı, vicdanın sesi yönünde kullanılan ilâhi ve mucizevi bir cihazdır. Akıl, evrende var olan en mükemmel işletim sistemidir. Sadece ve yalnızca, sonuçta ‘halife olsun diye’ Ahsen-i takvim üzere (en güzel ve mükemmel surette) yaratılan insan, aklı yerli yerinde tam ve doğru olarak kullanır. Buna karşın, emsalsiz bir sahtekârlık, kurnazlık ve içten içe sinsilikle ‘insan formuna bürünerek’ halk içinde dolaşan şeytani yaratıklar bu nimeti, kendi amaç ve menfur istikametleri doğrultusunda farklı biçimlerde alet etmeye çalışır ve aklı istismara, suiistimale, doğası dışında kullanmaya kalkışırlar.
            Fakat insan olmayanlardan kaynaklanan ve hakikatte insansı yaratıklara dayanan oluş, fiil, eylem ve söylemler; Neticede ‘insanlığın yararına’ değil, bilâkis zararına ve doğal hayatın aleyhine büyük felâketlere, elem, ıstırap, azap, mezalim ve sıkıntılara neden olur. Dolayısıyla, insanlık aleyhine sonuçlanan hiçbir tasarı, proje veya uygulama akıl işi değildir. Akıl; Daima iyi, doğru, orijinal, ilmî fikir, tasarı, duygu, düşünce ve sevgiye dayalı projeler ilham eder.    
            ORTAK AKILSIZLIK VE KİFAYETSİZ MUHTERİSLER
Hırs, ihtiras ve ikballerinin zebunu (kulu, kölesi, tutsağı) durumuna düşen cahil, aptal, akıl ve ilim fukarası mahlûkat ‘kifayetsiz muhterisler’ (hırs yaparak, ulaşmak istediği hedefler bakımından yetersiz, yeteneksiz ve donanımsız) toplum, insanlık âlemi, doğa, ekolojik denge ve dünya için çok zararlı, tehlikeli ve düşmancadır. Bu nedenle “akıllı olmak” doğru, düzgün, istikrarlı, ilkeli, onurlu, sorumlu ve insanlığa faydalı; “Namuslu, Dürüst ve Demokrat” olmak; Hangi din, mezhep veya tarikattan olunursa olsun, “yatılanı yaratandan ötürü” sevebilmektir.
Şu kadar ki, sevgi sadece, Yüce Yaratıcının sevdiklerine ihsan ettiği nadide bir özellik olup; Akıl, ilim/irfan sahiplerinin en belirgin özelliği saygı, hürmet/muhabbet ve merhamettir. Bu, aklın, ilmin ve sevginin yoludur. Bu yolda kötülük yoktur. Akıl için yol birdir.
Bir olan yol iyilik (ittihat/tevhit) doğruluk/dürüstlük/adalet ve faziletten teşekkül eder.
Diğerlerinin iştirak ve ittifakından oluşan teşkilât ve teşekkül: Ortak akılsızlık, salgın hastalık, sarhoşluk, serkeşlik, sahtekârlık, fitne, tefrika, bölücülük, koğuculuk, fuhuş, yaygın mikrop, potansiyel insanlık düşmanlığı, zulüm ve müzmin kötülüktür. Bütün kötüler evrensel işbirliği, ortaklık ve ittifak halinde olup; Dünya da bunun görünüm biçimine, “emperyalizm” denir. Emperyalizm en kısa tanımıyla “haklıların güçlülüğü” yerine, cebren, baskı, tahakküm ve şiddetle hâkimiyet sağlamış, iyileri sindirmiş “güçlüleri haklı sayan” rejiminin adıdır.
Daha açık bir anlatımla: Kene, Sülük, Vampir ve Yarasa gibi “can alıcı/kan emici” şer ve şeytani unsurların açık iştirak, iş/ikbal ve kader birliği (akıl/beden, kalp ve ruhların kayıtsız şartsız iblise satılması) sonucu haymatlos kabilinden vücut bulur. Vatan, toprak, bayrak, milli marş, başkent, sabit bağlantı, milliyetleri olmayan haramiler ve paraya tapan putperestlerdir.    
ALENİ DÜŞMANLIK, KİN, NEFRET VE HUSUMET
Lânetli kesimin en büyük heves, istek ve ihtirası; Tıpkı Atlantis kavminin imtiyazlı rahipleri, kalburüstü seçkinleri ve cebbar yöneticileri gibi akıl almaz bir lüks, israf, zenginlik,  refah ve sefahat içinde yaşamak; Diğer insanları köle yapıp dünyayı cehenneme çevirmektir.
Dolayısıyla helâl yoldan kazanılmamış, alın teri, göz nuru, akıl-ilim ürünü ve bilek gücüne dayanmayan bütün zenginlikler bu iblis tarikatının lâğım çukurlarından biri mesabesindedir.
AKIL TUTULMASI
VE FELÂKETE
DAVETİYE
Ekim 2009’da tavan yapan “Domuz Gribi” doğal bir hastalık değil; Bizatihi övülmüş insan formundan lânetli maymuna iblâğ, akabinde mısmıl maymundan domuza ve tedricen de domuzdan tekrar insana dönüşen; Sur, Sayda, Sodom ve Gomore kıyılarından zuhur yaratıklar tarafından üretilmiş yapay bir mikrop, zehir (virüs) ve mazarrattı. Ebola ve Kuş Gribi de..
            Beş bin yıldır düzenli aralıklarla dünyayı kan gölü, cinnet kumkuması ve cehenneme çeviren din savaşları, haçlı seferleri, bilumum kanlı terör-tedhiş olayları, açık insan ticareti, örtülü kölelik, uyuşturucu, mafya ve fuhuş sektörü de bu lânetli melânetlerin işidir. İnsanlık adına zahir ortak akıl, uzlaşma kültürü ve demokrasi yerine; İnsanlık düşmanlığını şiar edinen ortak akılsızlık; Yüksek ideal, şükür, kanaat, iman ve itidal yerine yetersizlik, hırs ve ihtiras ile malûl bu yaratıklar; İnsan hakları, eşitlik, adalet, sevgi, hoşgörü, tolerans, diyalog, ahlâk ve demokrasi duygularından mahrumdur.    
            Mahrum oldukları her iyilik ve her bedii güzellik, yüreklerini karartıp, haram, yalan, talan ve sair bilumum dünya nimetlerine karşı iştahlarını kabarttığından dolayıdır ki; Bu haris bencillikleri, diğer dünya insanlarının üstüne kâbus gibi çöktü. Sonuçta ortaya çıkan menfur, melun, kan emici vampirler, kene ve yarasalardan müteşekkil bu lânetli topluluğun insanlık âlemine çok büyük kötülükleri oldu. Olanla da kaldı. Bu hainlik ve kötülükleri hâlâ sürmekte!           
            Kısaca adına “emperyalist” diyebileceğimiz bu örgütlü hırsız, din tüccarı, arsız, yolsuz ve soysuz takımı, dünyanın her tarafında hüküm sürer. İnsanlığın bütün değer ve erdemleriyle hayâsızca oynar. Hak, hukuk, ahlâk, eşitlik ve adalet adına her ne varsa yok etmek için verdiği mücadelenin yanı sıra; Başta GDO, Hormon ve gökyüzünden bitki, insan ve bilumum canlı, cansız varlıkların üstüne ölüm iksiri döken, hastalık yağdıran NBC tandanslı kimyasallar dahi bu mel’un kâfirlerin, emperyalist Atlantis Rahiplerinin “kin ve kir kusumu” faaliyetidir.
            ASLA BUNUNLA YETİNMEZLER
            İnsanlık düşmanı, İslâm’dan önceki ekseri peygamberlerin katili, Kur’an-ı Kerim hariç tüm kutsal kitapların muharrefi bu Şeytani güruhun ülkemizdeki işlerinin başında 1890’dan itibaren gizlice, 1925 den beri de özellikle ve açıkça İngiliz, Fransız, Amerika ve Almanların kuklası olarak kullanılan Kürtleri (ve Kürt kisvesi altında Ermeni, Yunan, Yahudi ve sair, her türlü hainliğe hazır, kişiliksiz, nankör ve uşak ruhlu, akıl fukarası bilumum dönme, devşirme kompleksli kriptoyu) nihayetinde (bu gün) artık farklı bir faza çekerek; 35 yıldır bitirilmeyen.; Bilumum dâhili ve harici bedhahlarca “çok amaçlı olarak” kullanılan kontrollü müzmin terör belâmız PKK'yı Türkiye ile savaşan taraf olarak tanımlattırmak istemektedirler. 
            Bu arzu ve ihtiraslarının kökü/temeli ise, ta 330’lu yıllarda zahir İznik Konsüllüğüne ve Yahudi-Grek-Lâtin ittifakı ile kuvveden fiile tırmanan “Türk düşmanlığına” dayanır. Evet, ta o yıllarda Türk düşmanlığı! Sonra düzenli aralıklarla toplanan Konsül kongreleri ve nihayet 700 yıllarından itibaren İslâm ve 800’den sonra fanatik “Türk-İslâm” şirretliğine dönüşen bir furya. Akabinde Çrna Ruka, Bogomil (Hun, Avar, Bulgar ve Peçenek) Türklerine uygulanan tehcir, soy kırım ve katliamlar. Özellikle Çuvaş ve Bulgar Türkleri üzerinde dönemin Papalığı tarafından alçakça uygulanan asimilâsyon, “parçala/böl/yönet/yeni bir millet yarat” girişimi. Derken, aynı evrede vizyona konulan, Türk-Türkmen sınır boylarında mukim Türk’lerden bir “Kürt Ulusu” oluşturma plânları! 1200 yıllık bir proje bu. Şimdi, çift (altın) vuruşla ve Ermeni kıskacı kullanarak süreci sonlandırmak ve sonuçlandırmak istiyorlar. Derim özür’ü ile Ermeni diyasporasına kuyruk sallamanın, taviz ve ivaz mesajlarının arkasında bu olsa gerektir.    
            ERMENİ SOYKIRIMI YALANI
            Oysa, Taşnak ve Hınçakların iddia edip, çok edepsiz/şerefsiz bir yalan, komplo teorisi, sanal bir iddia ve iftira olarak ileri sürdükleri soykırım masalına bu güne kadar dünyada kimse inandırılamadı. Zoraki baskı, rüşvet, vaad ve tehditlerle aldırılan “soykırımı tanıma” kararları, bütünüyle düzmece, proje gereği ve Türkiye Cumhuriyetini parçalama plânının gereğidir. Bir takım gafil, cahil ve inadına kör aptallar tarafında sıkça dile getirilen 1071 (Türklerin Anadolu seferi) masalı da aynı menfur amaca matuf tiksindirici bir yalan, alçaklık ve iftiradır.
            TOPLU MEZARLAR NEREDE?..
            Eğer, söylenildiği şekilde 1915-1923 arasında bir Ermeni kıyımı yapıldı ve bazı lânetli hainlerin, dönme-devşirme ve kriptoların iddia ettikleri şekilde Bir Buçuk Milyon (1.500.000) Ermeni öldürüldü ise, bunların toplu mezarı nerede. Sarp-Silifke hattında bu güne kadar tespit edilen ve özenle açılan toplu mezarların tamamından, alçakça, hunharca şehit edilmiş, en adi, vahşi ve acımasız biçimde katledilmiş Türk ve Osmanlı vatandaşı Müslümanlar çıktı. Şu ana kadar bahse konu toplu mezarlardan bir tane bile haç, İncil, Tevrat, Zebur veya Kutsal Kitap çıkmadı. Bakınız bu konuda KKTC’nde Akademisyen olarak görev yapan, saygın bir bilim adamı, Araştırmacı – Yazar Prof. Dr. Ata ATUN ne diyor:
            PROF. DR. ATA ATUN
            “Kıbrıs sorunu konusunda uzman olan Prof. Dr. Ata Atun'un gerek Kıbrıs sorunu konusunda gerekse de Osmanlı Devleti döneminde Anadolu'nun doğu bölgelerinde 1915 yılında gerçekleştirilen Ermeni tehciri konusunda gerçekleri yansıtan İngilizce yayınları, gözden ve bilimden uzak tutulmaya çalışılmış gerçekleri göz önüne koyması ile bilinmektedir.
            Özellikle Ermenilerin 1 milyon 500 bin kişi katledildi iddialarını çürüten "Nerede bu toplu mezarlar. 150 adet futbol sahası büyüklüğünde, o dönemde kazma kürekle kazılması ve doldurulması gereken bu mezarlar nerede. Kimler, kaç bin kişi, hangi aletlerle hiç durmadan 155 gün boyunca söz konusu 150 mezarı kazabildi o günün teknolojik koşulları ile!..
Serebneritsa'daki Sırpların acımasızca katlettiği 8 bin Boşnak'ın toplu mezarları 3 kez yer değiştirilmesine rağmen bulundu. Peki neden, niçin ve nasıl bu sözde soykırıma ait toplu mezarların bir tanesi bile bulunmadı" açıklamasını Almanya'daki Würzburg üniversitesinde yapmasından ve konuşmasının YouTube'da yayınlanmasından sonra yazılarının yayınlandığı farklı sitelere ve şahsına ait olan "http://ataatun.org"  adresli sitesine sanal saldırılar artmış durumdadır…” Haydi, çıksın bir özür erbabı da, buna cevap versin, mukni belge göstersin.
            TÜRK, ATATÜRK VE CUMHURİYET DÜŞMANI VAHŞİ BATI  
            Osmanlının zevaliyle birlikte sinsice tohumları ekilen ve ilk kıvılcımları 1963’lerde filizlenip tetiklenen anarşi, terör ve tedhiş ile zaman zaman asker sayısı bir milyonun üstüne çıkan Türkiye silâhlı kuvvetleri, jandarma ve polisinin baş edememesi ve/veya ettirilmemesi çok tuhaf, hayret ve dehşet verici bir hakikattir. Bu halin 27 Mayıs 1960’dan sonra sahnelenen bir “danışıklı döğüş” olup olmadığı çok tartışılan bir konudur. Keza Jandarma, Polis ve asker dâhil olmak üzere bütün silâhlı kuvvetleri üzerine çöken utanç verici bir şaibedir.    
            İŞTE, AÇILIM VE ÇÖZÜM SÜRECİ DEDİKLERİ BUDUR
            Özellikle 12 Eylül’den sonra millet; Bu darbeci, bazen yolsuzluk, görevi ihmal, askeri ihalelere fesat karıştırma, rüşvet, hırsızlık ve suiistimal ile itham edilen silâhlı kuvvet başlarını “şaibeli himaye, yasa dışı yardım ve yatakçılıktan” hesaba çekilmesini beklerken.; 2004’den sonra tam tersi oldu. Malum eşhastan sırasıyla asker, polis ve diğer güvenlik unsur yetkilileri  “hükümete karşı darbe plânlamaktan dolayı” sorgulandı, yargılandı. Bunun adına kinayeten Ergenekon denildiğini görerek şımaran, ihanette gayrete gelen ve cesaretlenen.; El ekmeğine katık, düşman emellerine alet olan bu zavallı, aciz, meczup ya da hainler “bir kın'a iki kılıç girmez” atasözünü bilmeyen, içimizde yetişmiş hem de çok semizlettirilmiş olan bigâneler, ihanete kucak açan gafiller, gemi azıya almakta, atağa kalkıp açılımlar başlatmakta sakınca görmediler. Esas onlara cesaret verenler ise, 27 Mayıs 1960’dan 2002’ye kadar iktidar olan zevattı. Bir kısmı çifte vatandaş, bazıları kumarbaz, hırsız ve yolsuz olan bu siyasi mevtalar, pusuda yatan, ihanet için fırsat kollayan hainleri harmanlayıp, türlü çeşitli “Truva At’ları” üreterek Devletin bağrını hançerlemeye vesile oldular. İnatla, ısrarla ve Türk Milleti gaflete düşürülerek sürdürülen bu hainliğin son raddesi geldi. Bilesiniz ki; bir kılıç kırılacak.
ARTIK ZAMANI GELDİ
Ortada, yukarda bütün niteliklerini anlatıp, açıkladığım ve insanlığa karşı ihanetlerini örneklediğim emperyalist domuzlarla iştirak ve işbirliği sonucu binlerce cinayet, on binlerce saldırı, tahrip-tarumar, gasp-irtikap, yalancılık, nitelikli sahtekârlık, istismar, yolsuzluk, darp ve dolandırıcılık vakıası var. Ama bu mezalim, kalkışma ve kalleşçe saldırılara rağmen garip bir barış teranesidir tutturulmuş gidiyor. Tıpkı 1974 harekâtı ile Kıbrıs’a gelen ve yıllardır aralıksız süren BARIŞ’ı, sorun olarak algılayıp BARIŞ isteyen primitif türlerin kriptolukları misal; Sanki Türkiye Cumhuriyeti vatandaşları arasında bir ayrılık ve gayrilik var gibi açılım, saçılım, çözüm ve çözülme teraneleri ile ayrımcılık, fitne-tefrika ve bölücülük yapılarak; Milli birlik ve bütünlük, huzur, düzen, intizam ve insicamın temeli sarsılmak isteniyor.
Üstüne üstlük, Cumhuriyetin temellerine yönelik tahrik, şer, şeamet ve kirli tefrikanın zebunu olan ülkelerde insan hakları, demokrasi, adalet ve hukuktan eser yok; Değil azınlıklar, asli unsurlar bile adaletten yoksun iken, bu güruh aynı umdeleri, bizi bölmek için en iğrenç bir biçimde kullanmaktan kaçınmamaktadır. Başta, pkk’nın patronu kalleş ABD, kancık AB ve diğer “dost maskeli, müttefik postlu” iki yüzlü, çoklu standartlı çete devletlerin yaptığı bu!..
DUR DEMEK ZAMANIDIR  
Şimdi Anadolu’da insanlar haykırıyor, Kanaat Önderleri vatanı, milli birlik, beraberlik ve bütünlüğü, Türk ili, Türk Dili, Türkiye Cumhuriyeti kardeşliği, Devleti ve Türk Bayrağını korumak, kurtarmak için çırpınıyor. Yeter artık!. Sözde 90 küsur muhalefet partisine rağmen yaşanan bu rezillik/iğrenç kisve altında sergilenen menfur oyun ve derin ihanetlere dur demek zamanı gelmedi mi? Daha ne kadar kalleşlik, kundakçılık, yağmacılık, çapulculuk, yolsuzluk, rüşvet, iltimas, hırsızlık, istismar ve suiistimal’e, görevi ihmal, din ticareti, siyaset simsarlığı, misyon tacirliği, cinayet, kurnazca ve canice emel projelerine müsamaha edilecek!..
VAKTİ ZAMANI GELDİ
Artık zamanı geldi. Türkiye’nin çevresine serpilmiş Kürtleri, Ermenileri, etniki eterya kalıntılarını anlarım. Zaten o ülkelerde demokrasi yok. İnsan hakları, adalet ahlâkı ve hukuk hak getire; Ekseriyeti azınlık, köle/kul, yanaşma/maraba/sığıntı statüsündeki bu zavallı, sefil, mağdur kalıntıların nüfus cüzdanları, seçme-seçilme, tapulu mülk edinme, özgür birey olarak yaşama, okuma ve kamu idaresine katılma hakları yok.
Batı Trakya, Bulgaristan, Sırbistan, Kuzey Irak, Rusya, Çin ve diğer pek çok insanlık düşmanı çete devletlerinde acı içinde kıvranan, bütün dünyanın gözü önünde ıstırap çeken; Afrika ve Asya’nın doğu bölgelerinde alçakça mezalime maruz yaşam mücadelesi veren Türk ve Müslüman kardeşlerimiz varken, bu neyin sarhoşluğu, küstahlığı ve alçaklığıdır?..  
Ama bu, ülkemizde ayrılıkçı unsurlara, yani Kürt kisvesi ardında alçakça, hunharca ve kalleşçe başkaldıran (Ermeni, Yunan, Yahudi ve sair) ihanet şebekelerine, dış güdümlü hain çete bozuntularına karşı elbette misliyle mukabele, hak ettikleri/müstahak oldukları derece ve düzeyde söz, siyaset ve yaptırımımız olmalı, olmak zorunda da!..
İhanet, kalleşlik ve hunharca saldırılar karşısında nefsi müdâfaa meşrudur.
Sonuçta bu “ortak akılsız, kifayetsiz muhteris ve ihanet şebekelerine karşı” Mevlâ bize akıl, fikir ve sabır versin. Türk Milleti meşru müdafaa hakkını kullanmak zorunda kalmasın.
Ne ikinci tehcir kanununu ve ne de ikinci istiklal marşını yazdırtmasın!.  
AMİN!...

21 Ekim 2014 Salı

Çözüm süreci (!?) isyanları; AKP vahşeti ve Misak-ı Milli zamanı., Son ve Tam versiyon

Çözüm süreci isyanları; 
AKP vahşeti ve Misak-ı Milli zamanı
Mustafa Nevruz SINACI
Büyük bölümü, ABD deniz piyadeleri gibi çok özel komando eğitimli, asimetrik savaş /NBC diplomalı, tıpkı Hasan Sabbah’ın Alamut Kalesi haşhaşileri misal terör / tedhişte uzman robotik varlıklar Türkiye ve Orta Doğuda bozgunculuk yapmayı sürdürüyor. Çok yönlü ve dış destekli anarşi karşısında devletler aciz, halk biçare, kukla hükümetler şımarık ve sırnaşık. Bu iğrenç bir durum; Özde değil, “sözde Müslümanların” kadim tarih ve kutsal yaşam alanlarında kokuşmuşluk, yozlaşma, alabildiğine yolsuzluk olabildiğine suiistimal, yani, dört başı mamur tam rezillik hali, pespayelik, perişanlık hüküm sürüyor. Bir de, Türkiye bu güruha karşı “BM tarafından” korunacak, himaye edilecekmiş!.. Bu aşağılık bir aldatmaca, palavra ve baronlar arası kalleşçe it dalaşından başka bir şey değil. Bütün Türk-İslâm, masum-mazlum ve dürüst, adalet ve barış yanlısı insanlık âlemi ile alenen alay ediliyor.
KOALİSYON PALAVRASI
            Burada bir girizgâh yapmak lâzım, şöyle ki;104 ülkenin karşılarında ittifak ettiği terör, tedhiş-anarşi (fiilen din ve ilâh tüccarlığı; uyuşturucu, ilâç ve silâh mafyalığı; mülteci, köle ve beyaz kadın ticareti yapan) unsurların maksimum gücü; Ortadoğu hinterlandında çöreklenmiş bütün lejyonları toplasanız 20 bin etmez. Menfurların ikinci dereceden patron, yerel uzantı ve yevmiyeli anarşi bağlantılarını da saysanız yekûnu ciddi bir rakamı bulmaz. Buna mukabil bir avuç kiralık katile karşın 104 devletin iştiraki ile oluşan, uluslararası koalisyon!..
Ne kadar komik, alçaltıcı ve utanç verici...
Hal bu ki bunların temizlenmesi için bir bölük TMT (1) yeter de artar bile…
          KALLEŞLİK VE İT DALAŞI
Dahası bunların menfur uzantı ve dış güdümlü bağlantılarının, sözde “Kobani (Ayn-El Arap) isyan çağrısı; Terör-tedhiş, soygun-vurgun, yankesicilik ve yağma eylemleri karşısında hükümetin acze düşmesi:, Mutlak güvenlik, emniyet ve huzuru sağlamakla yükümlü polislerin vaki yıkım, yangın ve tahrip girişimlerini önlemekte, üstlerinden gelen “açılım süreci baskısı” sonucu müsamahakâr davranmaları veya saldırıları önemekte yetersiz, aciz ve zayıf kalmaları tam bir cürüm/suiistimal, görevi ihmal ve bir anlamda suça iştirak kabilinden olup:, Hükümet, mutlak sorumluluğunun gereğini yerine getirmemiş, isyancıları bastırmamış ve ülkemizde can ve mal güvenliğini sağlamamıştır. Bu cihetle mezkür alanda oynanan kanlı oyun ve Türkiye Cumhuriyeti topraklarında uygulanan anarşi; Terörden beslenen menfur odakların iştiraki ile vaki bir it dalaşı (adeta bir danışıklı dövüş) biçiminde cereyan etmiştir.
AĞIR BİR CÜRÜM VE DOLAYLI İŞTİRAK
Sonuçta madden ve manen zarar gören millet, tahrip ve tarumar edilen milli servet ve kalleşçe katledilenler Türk vatandaşıdır. Ancak, “isyan davetçisi partiyi derhal faaliyetten men, fesih, iptal ve ilga etmeyen” hükümet, Anayasa Mahkemesi Başkanlığı, YCBS ve 2820 sayılı kanuna göre kapatma isteminde bulunmakla sorumlu kurumlarla dava açmak ve şikâyet mükellefiyetini yerine getirmekle görevli kurumlar:, Barolar ve Cumhuriyet Savcıları “alenen suça iştirak ve isyanı engellememek suretiyle teşvikten dolayı” suçludur.
Esas suçlu olan Adalet ve Kalkınma Partisi (AKP) dışında kalan ve son seçimlerde, Türk Milleti tarafından kendilerine muhalefet görevi verilen Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ile Milliyetçi Hareket Partisi.; Her derece ve düzeyde itiraz, şikâyet, men-i müdahale ve suç duyurusunda bulunarak; Derhal anarşi, terör ve tedhiş örgütü uzantı ve bağlantılarının alenen cirit attığı parlâmenterler Meclisini terk edip Sine-i Millet’e dönmemekle, millete ve devlete en büyük kötülüğü yapmış bulunmaktadırlar.
Menfur isyan, yağma-talan, gasp ve irtikap karşısında dut yemiş bülbül misali suspus kalan, siyasi parti nam 80 küsur teşekkül de zan altındadır. Hatta aynı gün, Cumhuriyet Baş Savcılıklarına suç duyurularında bulunmamak, hukuk yolunu zorlamamak, hükümeti icbar ve ikaz etmemekle, dolaylıda olsa, suça iştirak etmiş durumuna düşmüşlerdir.    
Bu, “diğer” partilerin gaflet ve dalâlet içinde, atıl ve muattal olduklarını gösterir.
BU BİR AKP VAHŞETİDİR
Gerçek adı Ayn el-Arap olan Kobani bahanesiyle, Türk topraklarında sokağa dökülen unsurların, 6 Ekimden 11 Ekime kadar yüksek yoğunlukta süren saldırı/şiddet, yağma ve talan girişimleri, halkımızda büyük tedirginlik, kaygı ve korkulara yol açtı. Anayasaya aykırı olarak faaliyet göstermesine müsamaha edilen ırkçı partinin çağrısı ile patlak veren menfur eylemler vatanın huzur, barış ve güvenlik iklimini bozdu. Aziz, Mübarek Kurban Bayramı ve sonrasını zehir ettiler. Memleket, bir anda cinnet getirenlerin cirit alanı haline geldi ve kudurmuş kuduz kötülerin suç cennetine döndü.
Hâkim unsur, hüküm ve hikmet sahibi olması gereken; Adalet, barış, huzur ve sükûnu sağlamakla memur/mecbur ve mükellef hükümetin buna kesinlikle izin vermemesi:, Anarşiye göz açtırmaması, yağmacı ve çapulculara müsamaha etmemesi gerekirdi. Lâkin bu hükümet, çözüm süreci bahanesiyle terör ve tedhişe prim vermek suretiyle, asileri şımartmış, eli kanlı canilere yüz vermiş, hırsız, yolsuz ve yankesicilerin sokakları işgal etmesine göz yummuştur.
Oysa “alenen savaş yoksa” barış yolu adalet, hukuk ve hakkaniyetle örülür.     
CİNNET GETİRENLERİN CİRİT ALANI
SUÇ VE SUÇLU CENNETİ TÜRKİYE!..
Cinnet getirenler ülkeyi cirit alanına çevirir, masum insanlar alçakça katledilir, can ve mal güvenliği ortadan kalkar, terör-tedhiş; Vandallık ve kalleşlik şehir merkezlerinde, meydan ve sokaklarında kol gezerken:, Suç odaklarının çıban başları ile “uç verip/baş gösterdiği yerde anarşi, terör ve tedhişi ezmekle memur, mecbur ve mükellef hükümet” millete itidal, sabır ve sükunet tavsiye ediyor. Olacak iş mi bu?, “Ey hükümet, sen kimden yanasın” demezler mi?
Sonuçta: Terörün siyasetteki baron, aktör ve piyonları, “her yer Kobani” biçimindeki, alenen tahrik, teşvik, yardım ve yataklık içeren açıklamalarla, kan tutmuş vahşi destekçilerini yakıp -yıkmaya davet ederek; Ülkemizi karıştırmak hırsıyla kudurup, menfur emeller ve kanlı eller ve sivri dillerle, alçakça provokasyonlara sebep oldular. Açıkça Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı isyan eden, başkaldıran, milli devletimizi yıkmak, ülke’de kargaşa çıkartıp bozgunculuk yapan bu asi, hain, çapulcu ve vicdansızlara hukuk öğretmek değil; Türk Milleti adına adalet önüne çıkartıp, ‘Türkiye ve Türk milletinin büyüklüğünü’ göstermek kaçınılmazdır.
Hükümet buna mecbur; Adaleti hâkim, güvenliği temin ve tesisle mükelleftir.   
MEŞRU MÜDÂFA HAKKI
Adalet sadece eşit davranmak, hak/hukuk dağıtmak değil; Ağırlıkla ve mutlaka cürüm unsurlarını, yani suçluları mutlaka yargı önüne çıkartarak tedip ve terbiye etmek, nefsen ıslah olacakları biçimde cezalandırmaktır. Taammüden insan öldürenlerin ise, asla yaşatılmaması, mutlaka öldürülmeleri şarttır. Suç işlemeyi önlemeyen ve bütün suçluları yakalayıp, misliyle cezalandırmayan bir hükümet adil değildir. Adil olmayan hükümetlerin meşruiyeti tanınamaz. Bütün unsurları ile adalet mekanizmasını işletmeyen hükümetlerin meşruiyeti geçerli olamaz. Aksi takdirde ihanete yardım ve yataklık var demektir. Hükümetlerin suç örgütleri ile iştirak ve işbirliği halinde Millete “MEŞRU MÜDÂFA HAKKI” doğar. 
Bu hak, BM yasaları, medeni ve evrensel hukuk kuralları çerçevesinde; “Mukabele-i bil misil” bazında devlete ve nefsi müdafaa kapsamında fertlere tanınmış bir haktır. Şu kadar ki; Esasen münferit olan bu hak, icabında bir köy, bina, mahalle, şehir, çarşı veya cadde halkı tarafından da müştereken kullanılabilir. Tek şart: Saldırı, kalkışma, isyan veya tecavüzün vaki olduğu yere resmi güvenlik kuvvetlerinin intikal etmemiş olması veya intikal ve müdahalede bulunduğu halde yetersiz kalmasıdır.
Hâkimiyet, halktan çıktığı zaman da bu hak, ayniyle geçerli olmak gerekir, biline.       
Ayrıca, “Kobani düşerse Ankara düşer” diyenlerin, devlet ve millet malını talan/tahrip ve tarumar edenlerin şiddetle cezalandırılması, yol açtıkları hasar, zarar, ziyan, soygun/vurgun ve yıkımın tazmin ve telâfî ile 43 vatandaşımızı alçakça/hunharca, kalleşçe katleden katillerin mutlaka yakalanarak; İslâm’ın emri gereği idam edilmeleri şarttır. Aksi takdirde bu şerefsizce ihanet, hunharlık/yağma ve yankesicilik; Tarihe bir AKP vahşeti olarak geçmeye mahkûmdur.
ÖZGÜRLÜK VE GÜVENLİK
Türk vatanı ve Türk milletinin, nimet ve servetlerinden yararlanarak yetişen ve şimdi tam bir nankörlükle isyana kalkışan güruhun Kobani kılıfıyla can almasının, kan dökmesinin, vurup kırmasının özgürlükle, insanlıkla, insan haklarıyla hiçbir ilgisi, alâkası yoktur. Askere taş, polise tokat atan, devlete söven, millete hakaretler yağdıran omurgasızların “özgürlük ve güvenlik” teraneleri, sadece yalancılık, demagoji, istismar ve sahtekârlıktan ibarettir.
Ayrıca, milletvekili nam “diğer parlamenterlerin” milli mücadelenin kutlu eseri olan Gazi Meclis’te, Kandil’in terör şeflerinden emir alanlarla aynı çatıyı paylaşmaları, en başta büyük utanç, insan hakları, adalet, hukuk, ahlâk, Din ve demokrasiye ihanettir. Asiler Kobani bahanesiyle 37 il’de 1.419 olay çıkarttı. 212 okul, 67 emniyet, 25 kaymakamlık ve 29 siyasi parti binası kundakladı. 1.177 araç tahrip etti. Sokak saldırıları sonucunda ölü sayısı 43’tür. Dahası 308’i emniyet görevlimiz olmak üzere 723 kişi de kalleşçe yaralandı. Günlerce Türk Bayrakları, Atatürk heykelleri,  büst ve köşeleri, Cami, Kültür Merkezi ve Kütüphaneler peş peşe ateşe verilerek, tıpkı hain Ermeni, Yunanlı ve Sırpların Müslümanlara yaptığı zulüm gibi hunharca yakılıp, alçakça yıkıldılar. Bu büyük bir vahşet, ihanet ve şeamettir. Vahşet, ihanet ve şeametin olduğu yerde güvenlik iflâs etmiş demektir.
Güvenliğin olmadığı yerde özgürlükten bahsetmek komikliktir.
Özgürlük&güvenlik dengesinin hiçbir yerinde, anarşi, terör, tahrip ve tedhiş olamaz.
Vahşet, ihanet, şeamet, Vandallık, ayrımcılık, bölücülük varsa güvenlik yoktur. Kaldı ki güvenliğin olmadığı yerde özgürlükten bahsetmek safdilliktir. Zira özgürlük maddi-manevi, bilimsel/kültürel anlamda, hiç kimsenin öz güvenliğine halel getirmeyecek sınırlar dâhilinde hareket etmek ve faaliyet göstermektir. Başkalarının hakkı, hareket alanı, hürriyet, sağlık ve emniyetini suiistimal eden hiçbir davranış biçimi özgürlük değildir.
Resmen izin almadan ve mesai saatleri dışında eylem Vandallık ve vahşettir.   
Millet ve devlet/kamu malının yasal veya yasa dışı; Her ne şekil ve surette olursa olsun tahribi, gasp ve irtikabı ya da çalınması halinde, bedeli failden misliyle tahsil edilmek zorundadır. Aksi takdirde, maddi ve manevi tazminatlarla birlikte davayı takip-tahsili temin etmeyen hükümetler millet düşmanı ve dâhili bedhah demektir.    
YENİ GÜVENLİK PAKETİ
Bu anlamda, hükümet tarafından TBMM’ne sunulmak üzere iki koldan hazırlanan yeni güvenlik ve yargı paketiyle Twitter’da iktidara yönelik sert eleştirilere beş yıla kadar hapis cezası getirileceği:, Aramalarda "somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesi" kriteri gözetilmeyeceği "makul şüpheyle" herkesin evi, işyeri ve otomobilinin aranacağı; Hükümete karşı suç işledikleri, örgüt kurdukları gerekçesiyle tüm muhaliflerin mallarına da rahatlıkla el konabileceği gibi iddialar ileri sürülmektedir. Bunlar akla, mantığa, hukuk ve ahlâka sığmaz.
Namuslu, dürüst, demokrat, şerefli, onurlu ve sorumlu bir muhalefet; Öncelikle insan hakları olmak üzere; adalet ve hukukun teminatıdır. Aksi takdirde millet bir şekilde muhalefet görevini üstlenecek ve icabını mutlaka yapacaktır. Kadim Türk tarihinin “Medeni Siyaset” kavramının güncel biçimi olan Cumhuriyet ve Demokrasi idaresi; başıbozukluk, disiplinsizlik, kuralsızlık ve düzensizlik değil; Tam tersine, dünyaca kabul görmüş norm kurallar rejimidir. Demokrasilerde anarşi, terör-tedhiş, başıbozukluk, yolsuzluk ve disiplinsizlik olmaz; Cunta, dikta, vesayet ve faşizme müsaade edilemez. Bu meyanda düzen, sistem veya rejimde sıkıntı varsa “muhalefet yok” demektir. Zaten de şu anda Türkiye de muhalefetten söz edilemez!..
AKP’NİN ÇÖZÜM ORTAKLARI
Türkiye’de özgürlük ve güvenliği tartışma, demagoji ve polemik konusu yapan; Milli, îlmi, kültürel, insani ve manevi değerleri, şeref, haysiyet, can/mal ve ırz güvenliğini tehlikeye düşüren, AKP’nin çözüm ortakları, AKP’nin çözüm kadrosu ve Kobani afyonuyla kudurmuş, Kobani aşısıyla çılgına dönmüş akıl fukaralarıdır. Başka bir şekilde bunlara “akıl tutulmasına uğramış” kifayetsiz muhterisler de denilebilir. Dolayısıyla, bu şer/şeamet karşısında Kobani için timsah gözyaşı dökenler milli servete, demokrasi, adalet ve hukuka hıyanet etmişlerdir.
DAHASI VAR
Öte yandan, yine Ekim ayı başlarında KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun huzurunu suiistimal ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin onur, beka ve erdemini istismar eden birleşmiş milletler genel sekreteri'nin Kıbrıs özel danışmanı Espen Barth Eide; “güney Kıbrıs Yunan çetesinin (iyi ki) terk ettiği “toplumlararası (devletlerarası değil!) görüşmelerin derhal başlatılması için gereken neyse yapılmasını adeta emrediyor!.. Bu ne cür’et, ne menem bir alçaklık ve küstahlıktır!? Hani, hâkim ve hükümran, soylu ve saygın, uluslar arası itibara sahip Anavatan siyasetçileri nerede?
Domuz yavruları Anadolu’yu işgal plânları yaparken, Anadolu hükümetleri neden ve niçin tam bir onur, erdem, beka ve basiretle; Şerefli bir duruş, kutsal görev şuuru ve tarihin derinliklerinden gelen adalet, mutlak mütekabiliyet ve icabında mukabele-i bil misil asaleti içinde hareket etmezler? Oysa hükümetin hikmeti ve devlet adamlığının umur-u budur. 
EGE’DE YAŞANAN İHMAL,
VATANA İHANET VE İZMİHLÂL
            Aynı anda palikaryanın Ege’de mevcut ve aidiyeti mutlak Türk 16 ada ve 1 kayalıktaki (muhtemelen dâhili bedhahlar ile anlaşmalı), bütün Türk Milleti’ni utandıran, kamu vicdanını rencide eden ve sızlatan menfur, küstah ve kalleş işgalleri sürüyor. Dünyanın 5 silâh üreticisi ve önde gelen “ilâh+silâh+ilâç” taciri mel’unların bu gasp, işgal ve adaletsizlikten haberi yok. Belki var da, çılgın bir çatışma, kalıcı bir savaş çıksın diye kirli, irinli ve kanlı ellerini iştahla ovuşturuyorlar. Bu nevi âdi kene, akrep ve vampirlerden başka ne beklenebilir ki?..  
            Bunların kanlı-kirli oyun, menfur tuzak, alçaklık, kalleşlik, yalancılık, soytarılık, çifte standart, iki yüzlülük ve sahtekârlıklarından dolayı İslâm âlemi kan revan içinde. Ukrayna nâ hak yere ihanet şebekeleri ile cebelleşiyor. Libya, Mısır ve Pakistan, sapkın kâfir lejyonlarının anarşi, terör-tedhiş ve tehdit kıskacında! Başta, Çin mezalimine maruz Doğu Türkistan olmak üzere; Türkmen diyarları, Bosna Hersek, Karabağ, Güney Afrika Müslümanları ile Nyanmar insanlık düşmanlarının insafına terk edilmiş durumda. Şimdi muhataplara sormak lâzım:
Ülkemizi, dolayısıyla Türk ve İslâm âlemini adım/adım kaos, derin kriz, başıboşluk, otorite zaafı, haksızlık, kanunsuzluk, kuralsızlık ve yolsuzluk bataklığına sürükleyen (hayatta olanlardan) Süleyman Demirel, A. Necdet Sezer, Deniz Baykal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli ile (bir avuç anarşisti/teröristi haklamakta acze düşen) dönem Genel Kurmay Başkanları ve Ergenekon furyası ile hapislere atıldığı.; Terör-tedhiş örgüt başı diye suçlandığı halde, ülkenin en kritik günlerinde dut yemiş bülbül gibi suskun sabık liderlerine ne demeli? 
Bunların tamamı “DEVR-SABIK” değil de nedir?
Niçin yaşanan kriz, kaos ve buhrana vaziyet etmez; Kalkıp hak, hukuk, adalet, eşitlik, Milli Birlik ve beraberlikten; Devletin namusu; Tüyü bitmemiş yetim/kul hakkı olmak üzere; Rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, hırsızlık ve suiistimaller aleyhine lâf etmezler?
            Ya da şimdilerde sayıları 89’u bulan siyasi parti nam teşekküller ne iş yapar?
Anayasa da ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları’ olarak tanımlanan 89 siyasi teşebbüse, teşekküle rağmen; Memlekette neden-niçin demokrasi, adalet, ahlâk/dirlik-düzen/disiplin ve hukuk yok? Kanuna göre kurulan siyaset/hanelerin sebebi hikmeti nedir? Parti kisvesi altında menfaat sağlamak, kart dağıtmak, kerhane ve kumarhane işletmeciliği yapmak mı acaba? 
            MİSAK-I MİLLİ ZAMANI
            İbret için görmek gerek. Âlemin gâvuru; Türk ve İslâm, gerçekte insanlık düşmanları 2. Sevr’e uğraşıyor. Yeniden, “tarih ve tabiat önünde” sorumlu olduğumuz Türk ve Osmanlı bakiyesi Orta Doğu, İslâm coğrafyası ve dünya nimetleri talan ediliyor. Bu korsanlığa seyirci kalınamaz. Şimdi, tam bu başıbozukluk, yaygın ıstırap, katliam ve mezalim sürecinde ‘Misak-ı Milli’yi teşmil zamanıdır. Vasiyeti hatırlayın. Kancık, kahpe, dönme-devşirme ve kriptolar geri dursun. Yiğit, dürüst, imanlı-şuurlu, onurlu-sorumlu Türk, ahlâken yüksek, mert olanlar beri çıksın. Dünya buna muhtaç!. Türk’ün adalet, huzur ve barış mücadelesi tez başlamalıdır.
(1) TMT, Türk Mukavemet Teşkilâtı

11 Ekim 2014 Cumartesi

Uluslararası Koalisyon Palavrası; Kalleşlik ve İt Dalaşı; MİSAK-I MİLLİ ZAMANI,

Koalisyon palavrası; 
Kalleşlik ve it dalaşı
Mustafa Nevruz SINACI
            Ekim ayının 9. günü, Cemiyet-i Akvam bozuntusu birleşmiş milletler nam, dünyanın baş belâsı, kan emici sömürge imparatorluklarının taşeronu lânetli çete Ajanslara bir açıklama yaptı: “Bu gün itibarıyla ışid’e karşı 104 ülke bir araya gelerek bm tarihinin en büyük işbirliği ve ittifakını gerçekleştirmiş bulunmaktadır!.” İleriki satır aralarında ise mezkür örgüt sekreteri muhterem: ‘birleşmiş milletler Türkiye’yi koruyacaktır!’ gibi tuhaf bir saçmalık da vazediyor.
            Burada bir girizgâh yapmak gerek. Şöyle ki: 104 ülkenin karşılarında ittifak yaptığı terör, tedhiş ve anarşist (din tüccarlığı, uyuşturucu mafyalığı, mülteci ve beyaz kadın ticareti yapan) unsurların maksimum gücü, Ortadoğu hinterlandında konuşlandırılmış bütün lejyonları toplasanız 50 bin etmiyor. Bunların ikinci dereceden patron, yerel uzantı ve yevmiyeli anarşi bozuntularını da saysanız, yekûnu ciddi bir rakama ulaşmamakta.. Dolayısıyla bir avuç pislik domuzuna mukabil, 104 devlet ve hükümetten oluşan uluslararası koalisyon!..
            Çok ayıp. İğrenç bir durum, tam rezillik, pespayelik ve perişanlık; Bir de, Türkiye bu güruha karşı “bm tarafından” korunacakmış ha! Bu aşağılık bir aldatmaca, palavra ve kalleşçe it dalaşından başka bir şey değil. Bütün Türk/İslâm ve İnsanlık âlemi ile alenen alay ediliyor.    Öte yandan KKTC Cumhurbaşkanı Derviş Eroğlu’nun huzurunu suiistimal ve Kuzey Kıbrıs Türk Cumhuriyeti’nin onur, beka ve erdemini istismar eden birleşmiş milletler genel sekreteri'nin Kıbrıs özel danışmanı Espen Barth Eide; “güney Kıbrıs Yunan çetesinin (iyi ki) terk ettiği “toplumlararası (devletlerarası değil!) görüşmelerin derhal başlatılması için gereken neyse yapılmasını adeta emrediyor. Bu ne cür’et, ne menem bir alçaklık ve küstahlık! Hani, hâkim ve hükümran, soylu ve saygın, uluslar arası itibara sahip Anavatan siyasetçileri nerede?
            Aynı anda palikaryanın Ege’de mevcut ve aidiyeti mutlak Türk 16 ada ve 1 kayalıktaki (muhtemelen dâhili bedhahlar ile anlaşmalı), bütün Türk Milleti’ni utandıran, kamu vicdanını rencide eden ve sızlatan menfur, küstah ve kalleş işgalleri sürüyor. Dünyanın 5 silâh üreticisi ve önde gelen “ilâh+silâh+ilâç” taciri mel’unların bu gasp, işgal ve adaletsizlikten haberi yok. Belki var da, çılgın bir çatışma, kalıcı bir savaş çıksın diye kirli, irinli ve kanlı ellerini iştahla ovuşturuyorlar. Bu nevi âdi kene, akrep ve vampirlerden başka ne beklenebilir ki?..  
            Bunların kanlı-kirli oyun, menfur tuzak, alçaklık, kalleşlik, yalancılık, soytarılık, çifte standart, iki yüzlülük ve sahtekârlıklarından dolayı İslâm âlemi kan revan içinde. Ukrayna nâ hak yere ihanet şebekeleri ile cebelleşiyor. Libya, Mısır ve Pakistan, sapkın kâfir lejyonlarının anarşi, terör-tedhiş ve tehdit kıskacında! Başta, Çin mezalimine maruz Doğu Türkistan olmak üzere; Türkmen diyarları, Bosna Hersek, Karabağ, Güney Afrika Müslümanları ile Nyammar insanlık düşmanlarının insafına terk edilmiş durumda. Şimdi muhataplara sormak lâzım:
Ülkemizi, dolayısıyla Türk ve İslâm âlemini adım/adım kaos, derin kriz, başıboşluk, otorite zaafı, haksızlık, kanunsuzluk, kuralsızlık ve yolsuzluk bataklığına sürükleyen (hayatta olanlardan) Süleyman Demirel, A. Necdet Sezer, Deniz Baykal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli ile (bir avuç anarşisti/teröristi haklamakta acze düşen) dönem Genel Kurmay Başkanları ve Ergenekon furyası ile hapislere atıldığı.; Terör-tedhiş örgüt başı diye suçlandığı halde, ülkenin en kritik günlerinde dut yemiş bülbül gibi suskun sabık liderlerine ne demeli?   
            Ya da şimdilerde sayıları 89’u bulan siyasi parti nam teşekküller ne yapar? Anayasa da ‘demokrasinin vazgeçilmez unsurları’ olarak tanımlanan 89 siyasi teşebbüs/teşekküle rağmen; Memlekette neden ve niçin demokrasi, adalet, ahlâk/dirlik-düzen/disiplin ve hukuk yok? 2820 sayılı kanuna göre kurulan teşebbüslerin sebep ve hikmeti nedir? Sadece, parti kisvesi altında menfaat sağlamak, kart dağıtmak, kerhane ve kumarhane işletmeciliği yapmak mı acaba? 
          MİSAK-I MİLLİ ZAMANI
            Âlemin gâvuru 2. Sevr’e uğraşıyor. Yeniden, Türk ve Osmanlı bakiyesi Orta Doğu, İslâm coğrafyası ve dünya nimetleri talan ediliyor. Bu korsanlığa seyirci kalınamaz. Şimdi ‘Misak-ı Milli’yi teşmil zamanı. Kancık, kahpe, dönme-devşirme ve kriptolar geri dursun. Haydin; Yiğit, iyi-dürüst, İmanlı-şuurlu, onurlu-sorumlu, Türk ve mert olanlar ileri...   

27 Eylül 2014 Cumartesi

Din tüccarlığı, Bid'at cazgırlığı (Kutsal Kâbe Buluşması & Büyük İslâm Kongresi) ve Kurban

Din tüccarlığı, Bid’at tellâllığı ve Kurban
Mustafa Nevruz SINACI
            Arı-duru, saf, salim (diri) ve saydam (herkesin, her kesimin anladığı/bildiği, iç dünyası ve gönül huzuru ile) halk içinde Hak’ı; Doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, güvenlik, adalet ve içtenlikle “acaba!’sız” yaşadığı) İslâm; Adı icabı barış, adalet ve selâmetin sebebi, hikmet ve teminatıdır. Yani milletlerin yaşamında barış, adalet, huzur/refah/emniyet ve selâmet varsa, orada İslâm var, Müslümanlar hâkim, adalet mevcut ve ‘dürüstlük’ hükümran demektir.
            İslâm’ın, bu neticeyi amil olarak hayat bulabilmesi için dosdoğru yaşanması; Nasıl ki, hayat iksiri olan Suyun formülü “İki Hidrojen ve bir Oksijen (H2+01) ise ve suyun başka bir terkiple teşkili mümkün değilse; İslâm’ın da ‘Asrı Saadet devrinde olduğu gibi’ yaşanmadığı, orijinal haliyle emirlerinin uygulanmadığı.; Kerahet, günah, haram ve yasaklarından şiddetle kaçınılmadığı takdirde formül oluşmaz, maya tutmaz, ibadet ve dualar kabul olunmaz. Dinin formülü tam ve doğru biçimde uygulanmadıkça İslâm hayat bulmaz. Dolayısıyla, Müslüman olmaktan beklenen huzur, güvenlik, barış, bereket ve bolluk da asla gerçekleşmez…
            İslâm Coğrafyasında hüküm süren açlık, yokluk, fakirlik, cehalet, felâket ve savaşın nedeni:, İki yüzlülük, mürailik, fitne/tefrika, kibir, rüşvet, iltimas, ayırma/kayırma, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, adaletsizlik, namussuzluk/sahtekârlık, hurafe/bid’at ve şeytana ibadet ile din tüccarlığı olup; Esasen “din tüccarlığı” bu mazarrat, sefalet ve felâketler ile “kan, yalan ve haramdan müteşekkil” saadet zincirlerinin yegâne sebebidir. Bu nedenle Filistin asırlardır kan ağlar. Millet kan ağlarken, bir avuç haramzade, kâfir uşağı “Karun” derecesinde muazzam servetler içinde yüzer. Arap kralları ile şeyh nam ceberutları, Avrupa batakhanelerinde sefahat hayatı sürer; Afgan yöneticileri ABD’de ‘sahibi oldukları’ lüks otel/lokantalar işletir; Terör ve tedhiş örgütlerinin AB+ABD adına sahipleri (taşeronları) lüks içinde domuz gibi yaşarlarken;,
Diğer (sözde) İslâm ülkelerinin emanetçi, hıyanetçi, vali ve despotlarının da bu mel’un, mürai ve ihanet erbabından farkları yok. Tamamı, fakirlikten kırılan ekser halklarına rağmen inadına zengin, hadsiz-hesapsız servete sahip; Lâkin bütün varlıkları şaibe, şüphe, haramlık, haksızlık, kanunsuzluk, sahtekârlık, dinsizlik ve yolsuzluk, irin, kin ve pis kokulu nemrut hanedanıdır.
            Sonuçta: Yüce Yaratıcının, bütün nimet ve servetleri ayaklarının altına serdiği İslâm ülkeleri kan revan!.. Cehalet, felâket, açlık, yokluk ve yoksulluk içinde. Suriye’de Müslüman olduğu iddia edilen kimseler açlıktan ölüyor; Vatanlarını terk edip kaçanlar perişan. Çocuklar organ mafyasının, genç kızlar ve kadınlar fuhuş patronlarının eline düşmüş durumda. Kendini kurtarabilen onurlu erkekler çöpçülük ve dilencilik yapıyor, bir kısmı ise hırsız ve gaspçı!..
            Şimdi sorulur: Be hey Osmanlı coğrafyasının asi/hain, zalim, bedhah ve günahkârları; Arap, Fars, Filistin, Afgani, Berberi, Yunan, Ermeni, Yahudi ve sair sapkın halkları; Neden ve niçin?, henüz dünyada eşi emsali görülmemiş bir güvenlik, huzur, hukuk ve adalet ikliminde yaşarken; 1700 yılından itibaren kâfirle işbirliği, dessaslık, casusluk, işbirlikçilik yapıp, çanak yalayıcılığa tamah ederek Osmanlıyı sistematik bir ajitasyonla bozarak, yozlaştırıp, çürüterek, alçakça böldünüz; Velinimetiniz Türk Milletini, hain tuzaklarda kör baltalar, katliam, intikam,  tehcir ve soykırımlarla parçalayıp, kendinizi ve kaderinizi bu günlere mahkûm kıldınız?
            Ve ey Müslüman Türkler, iyi insan, iyi vatandaş ve samimi dindarlar; Sizler ki, neden İslâm’ın tertemiz yolundan ayrılarak, sapkınların hain tuzak ve kirli kucaklarına düşüp; Ehli Sünnet Ve’l Cemaat yolunu terk ederek, Bid’at ve hurafelere daldınız? İhanet şebekeleri, dönme-devşirme düşman ve hain işbirlikçileri tarafından sinsice, şeytanlıkla, kurnazlıkla inşa edilen Sağcılık-Solculuk, Alevilik-Sünnilik, Mezhepçilik, Tarikatçılık ve Cemaatçilik yoluna neden saptınız? Bütün Müslümanlar kardeş ve ıstılahta her Cami bir Cemaat değil midir?
            Gelin şimdi; Önce Bid’at, Hurafe, yalan ve yaftalardan kurtulalım. Meselâ bu Kurban Bayramında, sadece Mekke’de, Hac farizasını icra edenlerin kesmesi farz olan Kurban’ı artık biz kesmeyelim. Sadece ‘Kutsal Kâbe Buluşması’, Müslümanların “Yıllık olağan evrensel Kongrelerini”, tam bir inanç, iman/ibadet şuuru içinde bilinçle kutlayalım. Bid’at, kötü adet ve hurafeleri terk ederek, ülkemizi haksızlık, yolsuzluk ve yoksulluktan kurtarmaya çalışalım.
            Bu samimi, ilmî ve kalbi duygularla; Hak ve hakikat adına Türk, İslâm ve İnsanlık âleminin “Aziz ve mübarek Kurban Bayramlarını” tebrik eder; Dünya Müslümanlarının “Kutsal Kâbe Buluşması ve Büyük İslâm Kongresi’nin” hayırlı-uğurlu, kademli, yararlı; “Evrensel Adalet ve Küresel Barış” cihetiyle etkili ve kutlu olmasını dilerim.  

17 Eylül 2014 Çarşamba

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.., (ve AKP'nin Menderes'le sınavı) Mustafa Nevruz SINACI

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.. 
(ve, AKP'nin MENDERES'le sınavı)
Mustafa Nevruz SINACI
            Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir.
            Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır.      
            İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.   
            Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir.
            15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..
            Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..
            17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…
            Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR…
            Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.
            O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sıgaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…               
            Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar.
            Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar…
            Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım:              
            27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur.
            O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..   
            Bazı menfur unsurlar sayesinde bu gün: Yunan'a adalar, eşkıya’ya Diyarbakır, bir takım paralellere ekonomi, siyaset ve emniyet ve sair devlet ve adalet cihazı terk ve teslim edilmiş haldedir. Kanunsuzluk, ahlâksızlık ve zorbalık had safhadadır. Daha düne kadar katli kabil olan zani, cani, katil ve her nevi hain ortalıkta serbestçe cirit atmaktadır. Tarihin en şanlı ve onurlu ülkesinde “zina” suç olmaktan çıkartılmış; Bebek katili, tecavüz suçluları, suiistimal erbabı, rüşvetçi, hırsız ve yolsuzlar adeta himaye edilir hale gelmiştir.
            Dahası: Halkımızın büyük bölümü AKP narkozu ile uyutuluyor; Dün kapımızı çalan felâket, bu gün içerde kol geziyor; Çalışan ve özellikle emeklilerin kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırı altında maaş almakta iken; Adeta 1155 liraya oyunu satacak hâkim/savcı aranması çok manidardır. Esasen hak/adalet dağıtma mecburiyeti taşıyan ‘kesime’ adaletsizlik ve haksızlık yapılarak, sanki iltimasla, HSYK seçimleri öncesinde rüşvet teklif ediliyor!;    
            Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet;
 Merhamet ve muhabbet yok!..
            İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.
            27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden…
            Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:
            05 Eylül 1961  günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi.
Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.
            13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Başkanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,
            Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.
            13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi.
15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı.,
16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan.,
17 Eylül'de Menderes idam edildi.,
15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı.
            Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.
Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röportajı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rütü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.
Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…
AKP’nin samimiyet, ciddiyet, adalet, hukuk ve ahlâk sınavı:
17 Eylül 2014 günü Anıtmezar başında nutuk irad ve medyatik ortamlarda halka hitap eden AKP yöneticileri “21. yüzyılın DEMOKRAT PARTİ’si AKP’dir” dediler. Eğer, RTE’yi Menderes’in halefi olarak ilân ve iddia eden söylemlerinde ciddi, samimi ve dürüst iseler; 27 Mayıs’ı derhal yargıya taşırlar. Aksi takdirde, bu yalanları kınar, men, tenzih ve tekzip ederiz.   

30 Ağustos 2014 Cumartesi

ADALET (BARIŞ) MİLLET İRADESİ VE ÜSTÜNLÜK!..

Adalet (Barış) Millet İradesi ve Üstünlük 
Mustafa Nevruz SINACI
            Adı “Adalet ve Kalkınma” olan partinin olağanüstü büyük kongresinde, hatipler adeta haykırıyor, başta Hâkimler ve Savcılar Yüksek Kurulu (HSYK) olmak üzere, Cumhuriyet Baş Savcıları dâhil bütün adalet ve hukuk cihazı camiasına telkin, tembih ve tehdit dolu mesajlar göndermekte birbirleri ile yarışıyorlardı!.. (Ankara, 27 Ağustos 2014)
Onlara göre: Hiçbir şey (güç, kuvvet veya erk) millet iradesinden üstün olamazmış!.
Özellikle, 27 Mayıs sonrası ve bizatihi 27 Mayıs’ın (12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair post modern darbe, sulta/cunta, vesayet kalkışmalarının) henüz yargılanmadığı; Şahsi ahvaller dışında (Nürmberg Mahkemeleri gibi), bütün olayın maşeri vicdan (HÂKİM) önüne çıkartılıp sorgulanmadığı bir Türkiye’de, bu söz çok iddialıdır. Mübalâğalı, ağdalı, abartmalı ve belli ki “icraattan dolayı duyulan rahatsızlıklardan mütevellit”, aba altından sopa gösterme amacına matuf bir söylem kabilindendir!..
Esası demagoji, hayal ve ütopyadır.
Zaten de öyle algılanmıştır…
Yine de gelin, bu iddia ve ihtirasın mümkün olup olamayacağına bir bakalım:
Ancak burada, öncelikle millet iradesinin tezahür biçimi son derece önemlidir.
Medeni ülkeler ve yerleşik, kurumlaşmış namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu, sorumlu-soylu ve saydam demokrasilerde “bire/bir” yani, doğrudan vekâletle temsil hakkı verilmiş bireylere Millet Vekili denir. Doğrudan seçmen tarafından önerilerek, tayin ve tespit edilmemiş kişinin milleti temsil hakkı yoktur. Bu ve mümasil (benzer) kişiler ancak patronları, parti sahipleri ve icabında dâhil oldukları “saadet zincirinin” menfaatlerini temsil ve ilzam ederler…
Dolayısıyla Milletin değil; Vesayetin vekillerine parlamenter denilir.
Son elli yılda bu usul-esas ve kriterlere uygun olarak: Namuslu, dürüst, demokrat ve şeffaf usullerle seçilmiş, gerçek bir “MİLLET VEKİLİ” var mı acaba?. Malûm sürece dair tarihte yazmıyor. Bilen varsa beri gelsin!.. Velev ki, Milletvekilleri bu esas ve usullere uygun seçildi. Millet tercihinin eseri, şaibesiz vekiller ve “devlet idaresinde millet iradesinin” tecelli unsurları oldu. Bu takdirde adalet’in üzerinde ve adalete rağmen bir irade ortaya konulabilir mi? Müştereken Meclis dahi adalete aykırı bir karar alabilir ve uygulamaya sevk edebilir mi?
Cevap: Kesinlikle HAYIR, asla ve kat’a mümkün olamaz’... 
Tam burada bir hatırlatma yapayım:
Bu gün 1 Eylül Dünya Barış Günü (01 Eylül 2014) 
Barış öyle bir kavramdır ki; Sadece Adalet hüküm sürdüğünde gerçekleşir.
Bir ülke, aile, kabile, kurum veya dünyada Adalet yoksa Barış yoktur. Ülkenin bütün kurum ve kurulları ile hayatın her alanında adalet yoksa sadece zulüm, eziyet, işkence, gasp, irtikap, terör/tedhiş ve sömürü vardır. Nizamı âlemde; Daha açık ve doğru bir tanımlama ile evrensel hukukta; Haklı, doğru-iyi ve dürüstlerin güçlülüğü>meşruiyeti esastır. Özellikle vahşi batının ‘şeytani kuramı’ olan “insan insanın kurdudur” itikadında ‘güçlülerin haklılığı, hâkimiyeti ve meşruiyeti’ esas olmakla beraber; Bu yol, meslek veya meşrep orijinal/objektif İnsan (canlı) Hakları, Adalet, adalet ahlâkı ve hukuka kesinlikle aykırıdır.
Amma lâkin (sözde) Müslüman âlemin içine düştüğü gayya çukuru; Nefret, ifrat, hırs, ihtiras, zaaf, fetret ve “kifayetsiz muhterisler” ile millet iradesini “sahtecilik, yalan ve hileyle” gasp ederek hükümferma olan kripto tiranlar dolayısıyla, yüzler Kâbe’den batı’ya çevrilerek; Adalet, hakikat ve faziletin nuru, kötülük ve kul hakkının karanlığına iblâğ olmuş (dönüşmüş) bulunmaktadır. Bunun anlamı:
Şu anda dünyada özgür, hür ve hükümran bir İslâm ülkesi yok demektir.
Oysa, Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulduğu 1923 yılında, başta İran olmak üzere; Afganistan ve Türkiye hür, bütünüyle özgür ve hükümran (egemen) ülkeler idi!..
İşte günümüzün fotoğrafı budur.    
Peki, “ADALET MÜLKÜN TEMELİDİR” ne demek?
            Kuramın Arapça aslı “El-adlü esâsü’l-mülk”tür. Türkçede ‘mülk’ kelimesi ‘Mahkeme kadıya mülk değil’ söylemindeki gibi genellikle taşınmaz (gayrimenkul) anlamında kullanılır. Oysa Arapçada hükümran devlet, müstakil düzen, ülke, egemenlik, iktidar, saltanat, özgürlük anlamlarına gelir. Yani ‘Adalet mülkün temelidir” sözüyle özellikle ve ağırlıkla kastedilen: “Devletin veya düzenin esası adalettir.” Hükmü, hayati unsur ve evrensel gerçeğidir.
            Bu gerçek, Mecelle, Sosyoloji, Felsefe ve Siyaset Bilimi disiplinleri gibi objektif ilmî kaynaklarda (medeni siyaset normunda) açıklandığı ve tanımlandığı üzere:
            Millet Meclisi (YASAMA) nezdinde; Bütün Millet Vekillerinin ortak ve kesin mutlak sorumluluğu altında:  
            Adalet cihazı (YARGI) “özerk, tarafsız ve bağımsız”,
            Hükümet (YÜRÜTME) ise, sadece Anayasa, Anayasaya kesinlikle mutabık/uygun olmak koşuluyla Yasama Kanunları ve Yargı Kararlarını uygulamakla memur ve mükellef olup; İş bu erklerin/kuvvetlerin her birisi, devlet varlığı içinde “nevi-i şahsına münhasır” özerk unsurlardır. Şu kadar ki: Yasama kendine amir; Yargı ve yürütme ise Yasamaya bağlı kurumlar ve bağlı kuruluşlar hükmündedir.
            Yani: Tepeden-tırnağa, tabandan zirveye/çatıya, devlette adalet hâkim ve hükümferma olmadıkça; İnsani, hukuki, ahlâki ve medeni bir devletten söz edilemez. Devlet, Demokrasi, Cumhuriyet ve Lâiklik “olmazsa olmaz” kabilinden özgün kurallar bütünüdür. Hükümetler sadece ve yalnızca; Mümkünse bu kural ve kaideleri, akaidi/rejimi geliştirmek, iyileştirmek ve mükemmelleştirmek;  Daha kavi, sağlam ve mükemmel kılarak “haklıların güçlülüğü, iyi insan ve iyi vatandaşların” mutluluğu istikametinde yükseltmek zorunda ve yolunda Millet Meclisi ile ortak çalışarak görev yapmak durumundadırlar.  
            ‘Esas’ kelimesi için seçilmiş olan ‘temel’ yanlış anlaşılmakta, yanlış kullanılmaktadır.
Çünkü bir “toplumsal akit/sözleşme niteliği arz eden” devlet kurumu adalet temelinde teşkili önemli olmakla beraber; Asıl şart adalet, hak ve hukukun devlet binasının “temelden tabana, tavana (en tepeye) ve bütün huzme ve hücrelerine nüfuz etmiş bulunmasıdır.”
Adalet, sadece devlet binasının temelinde mevcuttur” biçiminde bir iddia ve telâkki ile otaya çıkılıp; Devlet işleri “Kitabına Uydurulmak” kabilinden sevk, idare ve idame olunamaz. Söz, kuram ve kural’ın sahibi olan Hz. Ömer’in anlayışına göre “adalet bir devletin temelinde olduğu gibi çatısında da, yani her zerresinde mevcut olmalı, fiilen hayat ve vücut bulmalıdır.
Temelinde adalet olup da, temeller üzerine bina ve inşa edilen kurum ve kuruluşların çatısında zulüm yaşanırsa, o binada adaletin varlığından söz edilebilir mi? Elbette, kesinlikle hayır. Halkın idaresiyle iştigal edip;
En az Hazreti Ömer veya aynı dönemin “putperest İran Kisrası Nûşirevan” kadar adil olamayan Amirler ile; “Adaletsiz amirler karşısında dilsiz şeytan kesilen Alimler” manâ itibarıyla sadece bir Köpek hükmündedirler. Biline…
            Netice olarak:
Adaleti Meclisler tesis (eşit, adil, orijinal (norm), hikmetli, evrensel hukuk ve insan haklarına uygun kanunlar çıkartarak);
Adalet cihazı (Mahkemeler, Hâkim, Savcı ve Avukatlar) temin ve;
Hükümet’ler; Kanun ve kararları ifa ve icra etmeye mecburdur.
***
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKI:
Açıklayıcı ve tamamlayıcı olur diye şunları da ilave etmeyi uygun buldum.
Yazıda sık sık adalet mefhumuna vurgu yapılmış. Ama içeriği boş bırakılmış. Adalet denilince ne anlamamız gerektiğini de vuzuha kavuşturmazsak söylediklerimizden ne demek istediğimiz tam olarak anlaşılmaz.
Çünkü her kelime gibi adalet kelimesi de aşınmış, aşındırılmış, bağlamından koparılmış kelimelerimizdendir.
ADALET = Hakk kanunlarına uygunluk.
Herkese hakkını vermek ve layık olduğu muameleyi yapmak. Haksızları terbiye etmek. Zulüm etmemek. İnsaf.
anlamına gelmektedir.
Adalet kelimesinden türeyen
Mâdelet = adaletli olmak
Adalet kelimesinin kökeni olan
Dâd. = Cenab-ı Hakk'ın emrini emrettiği şekilde tatbik etmek. Suçluya Allah'ın emrini icra etmek.
anlamına gelmektedir.
Adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet adalet; hak sahibine hakkını vermektir. Menfi adalet de haksızları zalimleri te'dip ve terbiye , ta'zip ve tecziye etmektir.
Fatih Sultan Mehmet adalet hakkında şöyle der :
Adalet; bu dünyada bedahet derecesinde ihâtası vardır. Çünkü her şeyin istidat lisaniyle ve ihtiyac-ı fıtrî lisaniyle ve ıztırar lisaniyle Fâtır-ı Zülcelâl'den istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor. Demek adâletin şu kısmı, vücut ve hayat derecesinde kat'i vardır. İkinci kısım menfidir ki: Haksızları terbiye etmektir. Yâni, haksızların hakkını, tâzib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise; çendan tamamiyle şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat, o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle: Kavm-i Âd ve Semud'dan tut, tâ şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dib ve tâziyâne-i ta'zib, gayet âli bir adâletin hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor.
Hakk'ın çizmiş olduğu hududullaha muvafık olmayan her hüküm adaleti değil zulmü tervic eder.
Yani adalet meşruiyetini Hakk'tan almalıdır ki zulme inkılab olmasın.
Günümüz meclisleri meşruiyetlerini Hakk'tan değil Hakk'ın yarattığı Haliklardan (yaratılmışlardan) alması hasebiyle Meclisteki vükelanın hevalarından münezzeh olamaz.
Furkan suresi 43 ncü ayet-i kerimede
أَرَأَيْتَ مَنِ اتَّخَذَ إِلَهَهُ هَوَاهُ أَفَأَنتَ تَكُونُ عَلَيْهِ وَكِيلًا
"Kendi istek ve tutkularını (hevasını) ilah edineni gördün mü? Şimdi ona karşı sen mi vekil olacaksın?"
buyurulmaktadır.
Meclisteki vükela meşruiyetini Hakk'tan değil de halktan alması ve çıkardığı yasalarda da hevalarını (yani kendi istek/arzu/tutkularını) ön planda tutmaları ve Hakk'a tetabukiyetine hiç dikkat etmemeleri nedeniyle adaleti ve Hakkı tesis etmeleri asla mümkün olamaz.
Hakk'a istinad etmeyen yasalarla hüküm veren mahkemelerin de adil olmaları ve Hakkı ihkak etmeleri asla mümkün olamaz.
Hükümetler de aynen mahkemeler gibi Hakk'a istinad etmeyen yasalarla icra edecekleri iş ve işlemlerde adil olmaları ve Hakk üzere karar verme ve uygulamaları asla mümkün olamaz.
Zincirleme birbirini etkileyen etkenler.
Çünkü temeli çürük. Adalet mefhumuna bakış mantalitesi sakat ve dürbüne tersinden bakmakta. Hakk'a istinad etmemekte.
Temeli çürük olmakla çatısı da haliyle çürük.
Yani mülk Hakk'a dayalı bir adaletten mahrum olmakla temelinden sarsılmış durumdadır.
Dolayısıyla böylesi çarpık bir mantaliteye sahip bir adaletten (!) sızlanma ve şikayet asla eksik olmaz.
Böylesi bir yapıda da asla barış ve huzur tesisi asla mümkün olamaz.
Saygı ve Selamlar
Yunus kavik