21 Mart 2013 Perşembe

Ya eşitli ittifak, ya da hain bir tuzak!.. & Müteahhit medya ve kiralık kalemler...

Ya Eşitli İttifak, 
Ya da Hain Bir Tuzak!.
Mustafa Nevruz SINACI
Orta Doğu, Arap ve Afrika Müslümanları dâhil, hiçbir İslâm ülkesinin, hür-hükümran, adil ve özgür olmadığı; Bu devletlerde insan hakkı, eşitlik, adalet, hukuk ve demokrasiden bir eser kalmadığı; Günümüzde çok net olarak anlaşılmış ve apaçık ortaya çıkmıştır.
Gerçek şu ki;
Tıpkı 1937’de Venizelos’un Atatürk’e itiraf ve belgeleriyle ispat ettiği gibi: Bir takım soy bozukları, Âl-î Osman’a isyan ettirilerek kurulan sözde devletlerin, İngiliz milletler topluluğunun gizli üyesi, müstemlekesi yapıldıkları idİ! Kaddafi bu iğrenç tasallut ve sömürüye baş kaldırdı, Saddam, itaat ve sadakatte kusur etti, ipleri çekildi. Sıra Esed’te..
Mesele:
Ortada, bilumum Yahudi mahfillerini yanına alıp, Amerika’yı av köpeği gibi kullanan dessas İngiltere güdümünde vahşi batı, vampir, kalleş eşkıya Avrupa var. O AB ki, Kristof Kolomb ile dört koldan başlattığı dünyayı yağmalama, nitelikli dolandırıcılık, din tüccarlığı, evrensel soygun-vurgun faaliyetini; Başta Orta Doğu İslâm ülke ve halkları olmak üzere, en amansız ve acımasız bir kalleşlik ve vahşetle sürdürmektedir.     
İngilizler, kuruluşunda büyük ortak oldukları İsrail olayında kendilerini unutturmayı başarmış ve ortalıkta görünmeden hareket ederken; ABD yılardır İsrail'in tek hamisi bilindi. İsrail'in arkasındaki tek destek gücü gibi görülmesi, Irak ve Afganistan harekâtlarının İsrail'i büyütmek için ABD'li Yahudiler tarafından yapıldığının düşünülmesi sonucu İslam âlemi ile arasını açmış, Müslümanlar tarafından nefretle, düşman olarak görülmesine sebep olmuştur...
Bu nedenle İslam âlemi ve Müslüman halklar bundan sonra Rusya ve özellikle Çin’le işbirliği yapmaya, ABD ile bağları koparıp saf değiştirmeye yönelmişlerdir. Böyle bir eğilim ABD için “bitişin” başlangıcıdır. Artık, İsrail ile bölgeyi kontrol altında tutmanın da imkânı kalmamıştır. Çünkü İsrail den nefret etmeyen bir ülke, artık yok gibidir. Kaldı ki, yöneticileri Yahudi olan ülkeler bile, halkın baskısı altında İsrail’e mesafe koymak zorunda kalmışlardır.
İşte bu yüzden ABD ile perde arkasında saklı duran İngiltere, nam ve hesapları adına kendi yerlerine bakacak; Bölgeden uygun bir kâhya aramış, lâkin bu işi, tam güdümlü olarak ve fakat kendi politikası gibi usulünce yürütebilecek Türkiye dışında başka payanda bulmaları mümkün olamamıştır. Yani, Türk Milleti yönünden tam bir utanç, (sözde) eş başkan söylemi bu hain ve menfur pazarlığın sonucu edinilmiştir… Esası ihanet, gerisi iğrenç bir yalandır.   
Lâkin Türk halkı, İsrail dostlarını mahkemelere çekip içeri atmış; Ancak, arkalarında duran geri zekâlı, şımarık güçlere güvenip şirretleşen İsrail yönetimi ise Türk yardım gemisini vurup, Türk vatandaşlarını alçakça katlederek.; Hükümete gözdağı ve ABD ye de “bu bölgede biz tek başımıza kâhyalığa devam ederiz” mesajını vermek isteyip; Alçak koltuk dangalaklığı ile politika yapmayı gemiye saldıracak kadar ileri götürünce hem Türkiye’yi kaybetmiş. Hem de, kendi eliyle ABD’nin İran ve bölge politikalarının çökmesine sebep olmuştur.
Bu durum, ABD derin devletindeki siyonistlerin bir kısmını ürkütmüş, ABD halkını İsrail'e karşı kızdırmış ve Neo Conlar denilen şahinlerin tasfiyesine sebep olmuştur. İkame ekip de; Dünyanın en önemli bölgelerinden biri olan “Orta Doğu ve İslâm âlemini” temelli kaybetmemek için, “öfke soğuyana kadar” bölgeden çekilmeyi uygun bulmuştur.
Bazı Akp’lilerin dilinden düşmeyen “Yeni Osmanlı” söylemi; Türkiye’yi kullanarak Orta Doğu ve İslâm âlemini uzaktan kumanda ile yönetme kalkışmasının adıdır. Ordu içinde, ABD ve İsrail'e Türkiye'den daha sadık görüntüsü verilip 28 Şubat’ın mimarı oldukları iddia edilen askerlerin tasfiye edilme sürecinin sebebi budur. Aslında tezgâh, kalleş “Amerika (ve şer ortaklarının) bölgede güvenebileceği en sağlam müttefik Türkiye” üzerine kurumlu olup; Vitrine, “Rusya ile dostluk ve Şanghay beşlisi (ŞİÖ) diyalog ortaklığı” sürülmüştür. 
Oysa Türkiye’nin hala NATO’ya ihtiyacı var. ABD bölgede rezil-kepaze olduğundan, alanı Rusya ve Çine kaptırmamak için Türkiye'ye bağımlı durumda. Bu, adeta kaderin cilvesi olarak “eşitler arası ittifak” sonucunu doğurmuştur. Duruma uyanan Merkel, mutat tavrını bir yana atıp, kalabalık iş adamlarıyla gelerek: ‘Bizi devre dışı bırakmayın, size sanayi desteğine hazırız’ diye mesaj vermek zorunda kalmıştır. Şimdi çok akıllı ve dikkatli olmak zamanıdır!..
***
Müteahhit medya 
ve kiralık kalemler
Mustafa Nevruz SINACI
Günümüzün ihanet aleti kartel medyası; Ali Kemal’den de seviyesiz, ilkesiz, onursuz, sorumsuz ve illâ seciyesiz, güdümlü, maniple, düşmana göbekten bağlı, akıl fukarası veya ‘üç maymunlar soyundan’ görme özürlü kalem’lere yataklık eden terör mihrakları halini aldı!.
Kökü dışarıda Türkiye medyası 1980’den bu yana; Özellikle namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu gazetecilik mesleğinin; Siyasi soysuzlar tarafından bakkal çakkal, inşaat ve taahhüt işlerine bulaştırılmasına izin verilen “domuz” yasalarının çıkartılmasından sonra irtifa, izzet ve itibar, şahsiyet ve haysiyet kaybederek, hızla uçuruma doğru sürüklenmeye başladı…
GAZETECİ MÜTEAHHİT OLUNCA!...
Çok kısa bir sürede, parti sahibi cuntacı ve medyatörlerin iştirak, ittifak şer ve şeytani işbirliği girdabında evlenmeleri sonucu: Daha çok haz, lüks yaşam, ihtiras, servet ve sefahat düşkünlüğü uğruna; Milliyetçi, namuslu, dürüst, demokrat, onurlu ve soylu gazetecilik bitti!.. 
Politik-ACI & Cemaat iktidarında oynanan kazan-kazan oyununun geldiği son nokta işte bu! Bilerek tüccara yanaşan, inadına özgürken yanaşma olan; Akıl (!) irade ve vicdanını kayıtsız şartsız satılığa çıkartıp, kendi eliyle sermayeye teslim eden bir tür ‘beşer’ yaratıklar; Genelevde boğaz tokluğuna sabahtan akşama çalıştırılan hayat kadınlarından farksızlar! 
Adına, kinayeten “kartel” veya “akredite medya” denilen; Dış kaynaklı, harici bedhah & dâhili bedhah iştirakli; Yabancı medya tüccarlarının Türkiye şubeleri; Bunların altlarından, araba, şoför, limitsiz kredi kartı ve başka ne varsa hepsini aldılar! Ağzını açanlara, ya kapıyı gösterdiler ya da yüksek kolpacı demokrat partizanların tavsiyesini tekrarladılar: “Git kendine bir blog aç, internet gazetelerine, mahalli basına yanaş. Okur bulursan, derdini anlat!”..
Hani bir kere mallaşmış, haymatloslaşmış, kaşarlanmış olmak var ya âlemde…
Daha önce de yazmıştım: Bindiğin (Atatürkçü, Milliyetçi) dalı asla kesmeyeceksin...
Yiyemeyeceğin, harcayamayacağın, taşıyamayacağın lükslere talip olmayacaksın!.
Güvenliğini asla ihmal etmeyeceksin. Güvenlik olmadan özgürlük olmaz! Hiç fare yakalamayan Kedi olur mu? Dosdoğru yazmayan, dördüncü kuvvet olmayan, hükümeti kamu vicdanı ve halk adına eleştirmeyen, takip-kontrol etmeyen, iktidara doğru yol’u göstermeyen, uyarmayan, halkı bilinçlendirmeyenden gazeteci-yazar veya medya olur mu?!. Asla olmaz…
Sözün özü:
“İmralı Zabıtları” yayınlansın dı / yayınlanmasın dı tartışmaları bir yana, esas cevabını arayan soru ortada: Akp’nin yürüttüğü “ihanet şebekesi-bebek katili” açılımının sonucundan ne bekliyorsunuz? Şapkadan çıkan ‘Acem Tavşan’ının kulakları ortada! Eşkıya silah bırakacak da, ortalık gül’lük gülistanlık mı olacak? İran savaşı, mezhep savaşları, din ve enerji savaşları, güdümlü müstemleke oyunları? Akp, “ihanet şebekesi, bebek katili, karayılan ve Barzani açılımı” ile hangi savaş’ı sonlandırıyor? Türkiye Cumhuriyeti’nin milli birlik, dil, toprak, bayrak bütünlüğünü muhafaza, boru hatlarının güvenliğini temin edebiliyor mu acaba?
Netice:
Bu menfur açılımın sonu Barzanistan’a gider! Barzani ile girilen gayrimeşru enerjisel ilişki yaşadığımız coğrafyanın güvenlik ve Avrupa’nın huzurunu tehdit etmektedir!..
ABD uzaklardan ikaz ediyor: “tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir!” 
Medyaya gelince,
Ali Kemal, güç’e tapanların acı sonunu anlatan basit bir semboldü! Millete kalleşlik ve hainlikte Ali Kemal geride kaldı. Öfkeyle barışa gidilmezmiş! Peki, neyin barış’ı, ne barış’ı, kiminle, niçin barış? Ortada bir savaş mı vardı ki, lânet olsun size, bir gram şeytani haz ve ihtiras uğruna yapmadığınız yataklık, dalkavukluk kalmadı! Devlet parçalansın ama sizin harama, yalana, talana dayalı maceranız, serencamınız sürsün öyle mi?
Hadi sorun bakalım büyük medya patronu Barzani Erbil’de size gazettacılık verir mi? Kandil ne kadar özgür? Bebek katili medyası “öfkesiz barış” bahisçilerine köşe açar mı acep?
Son olarak:
Bu kapsamda, ‘Büyük Kulüp’çülere soruların en zalimi basit bir soru:
Medyacılar Akp & Gülen iktidarında yazacak yolsuzluk, soygun-vurgun, yalan-talan haberi bulamıyorlarmış. Beyan esas, doğru kabul etmek lâzım! Peki, Akp iktidarında milyon dolarlık emlak ve inşaat yatırımı yapacak parayı nereden ve nasıl bulabiliyorlarmış acaba?... 

14 Mart 2013 Perşembe

Beşinci Cumhuriyetin Ayak Sesleri... & Sözde Barış (!) Adına Vizyona Konan Menfur Süreç..

BEŞİNCİ CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
Mustafa Nevruz SINACI
Bir şafaktan, bir şafağa; “Karanlık gecelerin nurlu sabahına doğru..”
Yaklaşık 17 bin yıldır Anayurt Anadolu’yu mesken tutan aziz, kadim ve necip milletimizin tarih boyunca, yan yana yahut da peş peşe kurduğu (bilinen ve belli olan) 101 devlet ve 16 İmparatorluk sürecinde;,  Defalarca, adına “son” denilen ve fakat her biri aslına rûcu, mazarrattan arınma, dâhili bedhahlardan ayıklanma anlamına gelen ileri ufuklara açılım; Yeni başlangıç, büyük oluşum ve nice, birbirinden sancılı kutlu doğumlar yaşanmıştır. Ki bu, insanlığın adalet ve uygarlık tarihini inşa, inkişaf ve inkılâp tarihinin destansı sürecidir.
Kadim hatıratlarda bu vakıalara: “Karanlık gecelerin nurlu sabahı” denilir.
Hattâ 1700’den itibaren “küresel adalet, evrensel barış ve hukuk”un yaşam biçimi olmaktan çıkartılması nedeniyle, sadece duraklama, gerileme ve yıkılış dönemi toplamı 223 yıl süren son “Türk-İslâm İmparatorluğu” Osmanlı Devletine nazaran; Henüz 90 yıllık genç TC bünyesinde; Mâkus talih, dâhili ve harici bedhah iştirakli karanlık ve kâbus biçiminde cereyan eden; Yeniden yapılandırma, değiştirme, dönüştürme kalkışmaları” mevcudu; Hiçbir tarihi, zorunlu ve tabii neden olmaksızın “şark meselesi, güdüm ve menfur emeller gereği” alçakça yıkıp, yeniden ve “sözde Cumhuriyet oluşturma” kalkışmaları defalarca yaşandı...
Kısaca “Milli Devleti ilga, Türk Milleti’ne ihanet ve Cumhuriyeti dış güdümlü sömürgecilikle ikame” kalkışmalarının “karşı devrim” niteliği arz eden ilki: 11 Kasım 1938 ve ikincisi: “ihanete tam teşebbüs” de diyebileceğimiz: 27 Mayıs 1960’dır. Buna mukabil; Milletin “mezalime reddiye, misak-ı milliye uyanış, manevi diriliş ve doğal korunma içgüdüsü” nün doğal sonucu olarak vukua gelip hayat bulan: “Dörtlü Takrir” Manifestosu ve 07 Ocak 1946’da şahlanan, kadim Demokrat Parti halk hareketinin 14 Mayıs 1950 günlü “Beyaz İhtilâl”i ise; Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbının zaferidir.      
Bu zafer zulme karşı kazanılmıştır. Ata-Türk, Türk Milleti ve İslâm ümmetine ihanet eden hain İsmet İnönü’dür. O ki; Atatürk’ün (katledilerek) vefatı üzerinden bir gün bile geçmeden, Meclisi tanklarla çevirtip kendisini Cumhurbaşkanı ilân ettirerek;  Milli Şef ve sözde “cumhuriyet halk partisi’nin” ebedi başkanı sıfatlarının kullanarak 11 Kasım 1938’de diktatörlük ihtirasını hayata geçirmiş bir halk düşmanıdır. Gerici, solcu, goşist, emperyalist ve yobazlar bu kalkışmaya “karşı devrim” adını yakıştırır!.  
Buna göre: Birinci Cumhuriyet, Milli Mücadele zaferi ile taçlanan 1923 - 1938 dönemi; İkinci Cumhuriyet, 11 Kasım 1938 kalkışması ile başlayan 1938 - 1950 dönemi; Üçüncü Cumhuriyet, 14 Mayıs, “Milli Demokrasi” Bayramı olup;  27 Mayıs 1960 isyanına kadar süren Asr-ı Saadet dönemidir. Şu içinde bulunduğumuz idare Dördüncü Cumhuriyet olmaktadır. 27 Mayıs’la başlayan dördüncü Cumhuriyet; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair “ayarlama ve düzenlemelerle” devleti bu siyasi zaaf, hafıza kaybı, milli, ilmî ve manevi değerler erozyonunun zirve yaptığı uçurumuna kadar sürüklemiştir…    
Kısa bir analiz yapacak olursak:, 11 Kasım ile 27 Mayıs’ın; Ata-Türk ilkeleri,   Türk inkılâbı ve Milli Mücadele ruhuna “karşı devrim” kindarlığı ile tam bir ihanet, hedef ve amaç birliği içinde olduğunu; 14 Mayıs “Beyaz İhtilâl” halk hareketinin ise: Milli Mücadele, Milli Devlet, Türk İnkılâbı ve Kurucu Cumhuriyet’in nezih temelleri üzerinde; Birleştirici, barıştırıcı, tamamlayıcı ve bütünleyici bir siyasi denge unsuru  (stabilizatör) sıfatıyla yükseldiğini iftiharla görürüz...
Sürecin ispatı ve gerçekliği: Büyük oyun’un bekraund’u olan 28 Şubat dava sürecine start verilmesine karşın; Dönemin hırsızlık, yolsuzluk, gasp, irtikap ve talanına ait milyarlarca dolar devlet alacağının peşine düşülmemesi; Çok gerekli ve zorunlu olmasına rağmen, henüz 11 Kasım 1938’in gündeme bile taşınmaması, 27 Mayıs 1960 isyan davalarının başlatılmamış olmasıdır. İşte bu cihetle; İçinde bulunduğumuz evre, adeta, ‘ihtiyar Osmanlı’nın, genç Türk Cumhuriyetinde kastı mahsusla, düşmanca tekrarlanmak istenen, kin ve intikam hezeyanlarını hatırlatmaktadır ki; Bu “nurlu sabahlara doğru” bir yöneliştir..
BİR TESPİT VE TEŞHİSLE..
Özgür Gündem Grubunda bir mesaj yayınlayan değerli ilim, tarih ve düşünce adamı Osman Akgün; “İmralı süreci, bir ABD İsrail şantaj ve tehdit sürecidir. Arkalarında bol miktarda suç dosyaları, suç kanıtları ve kanunsuzluklar bırakarak yükselenler, şimdi bu hatalarını Türk milletine ödetmeye; Sadece kendilerini kurtarmak için koca bir milleti parçalamaya ve tarihten silecek adımlar atmaya kalkıyorlar…
Şundan, kesinlikle eminim ki, bunu yapmaya ömürleri yetmeyecek. “Yeşil kâğıda güvenerek Orta Doğuda at oynatanlar da en kısa sürede, o yeşil dolarların ellerinde patlaması ile perişan olup gidecekler” diyorum ve İran’ın nükleer bombasını yapmasını, Çin'in doları dolaşımdan kaldırmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Az kaldı sabredin!..”
TÜRK MİLLETİNE ÇAĞRI
Beşinci Cumhuriyet’in ayak sesleri; Bilumum insan hakları, eşitlik, adalet ve hukuka aykırı açılımlar, yeni (sözde sivil) anayasa ve torbalar dolusu yasa düzenlemeleri ile sistemin objektif ve reel geleneksel yapısını temelden sarmaya matuf teşebbüslerle.; Üç’ü parlamento içinde temsilci sahibi olmak üzere, toplam: 71 partiden oluşan muhalefetin gaflet, dalâlet ve Türk Milleti’ne hıyaneti sayesinde ağır, ağır geliyor. Oysa vatan, toprak ve bayrağın hakiki sahipleri; “Devletin Sakinleri” değil, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek Sahipleri” Aziz ve necip Türk Milleti’nin, bu vesileyle yüksek vicdanına sesleniyor ve ilgilileri uyarıyorum!
            1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden, Kanunlar ve Anayasa’dan asla çıkartılamaz, çıkartılmamalıdır!..
            2. Devletimizin eşit, onurlu, şerefli, tamamı 1. sınıf üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırk, din ve mezheplere ayrıştırılamaz. TC’nin asli ve kurucu unsuru Müslümanlar; Tali unsur ve azınlıkları: Müslüman olmayan vatandaşlardır. Ancak; Türk Medeni Kanunu ve Anayasa karşısında bütün vatandaşlar eşittir. ATA-TÜRK döneminde vaki müracaatla tüm azınlıklar bu hususu kabul ve Cemiyet-i Akvam da tescil etmiş bulunmaktadır. Dolayısıyla, dünyanın en uygar ülkesi Türkiye Cumhuriyetinde azınlık ve ayrıcalıktan söz edilemez…
            3. Türk Milleti’nin Anadolu’da 17 bin yıldır kesintisiz olarak devam eden varlığı ve 7000 yıllık (doğrudan ve dolaylı) egemenliği; Emperyalist güçler dayatıyor ve vahşi batı nam kalleş AB istiyor diye, hile, desise, oyun ve düzenle yok edilemez. Türkiye Cumhuriyeti üniter değil “Milli ve mütesanit” bir devlettir. Bunun böylece sürdürülmesi gerekir.
            4. Başta Avrupa (AB) ve Amerika olmak üzere, bütün dünya devletlerinin “tek resmi dil” esasına dayalı dil birliğine gider.; Rusya Federasyonunun Özerk Cumhuriyetlerinde “ana dil” resmi dil ve eğitim dili bile olamaz; Esir (azınlık) olmalarına rağmen Çin Uygur bölgesi, Batı Trakya ve Bulgaristan’da Türkçe eğitim yapılamaz, AB’de resmi dil dışında ana dil bile konuşulamazken; Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türkçeden başkaca bir dil, "resmi dil ve eğitim dili" olarak, asla ve kesinlikle ikame edilemez ve kullandırılamaz. Bu dünya gerçekleri, bilim, adalet ve evrensel hukuka bütünüyle aykırı; Gericilik, yobazlık, bölücülük ve çağ dışılıktır.
            Bütün Türk’ler, bu aşamada şu iki gerçeği çok iyi bilmelidir:
            1. Ayrılıkçı isyan hareketini sürdüren (siyaseten BDP tarafından desteklenen) eşkıya başı Abdullah Öc alan'ın (Artin Agopyan) 1996 da Grek TV ile  yaptığı ibret verici söyleşisini şu linkten: http://www.youtube.com/watch?v=M9knlpssYR0 izleyebilirsiniz. Türkiye'nin geleceğini, Türk Anayasasının nasıl olacağını böyle biriyle pazarlık yapan politik acı’lar Türk Devletinin koruyucusu olabilirler mi?.. Ermeni asıllı olduğu için Kürtçe bilmeyen, bu nedenle kötü bir doğu şivesiyle Türkçe konuşmaya çalışan Öcalan; “Yunanistan'ın Ege ve Akdeniz’de haklarını savunan taraf,  Türkiye’nin ise saldırgan olduğunu”  belirterek, örgütünün Türklere ve Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşın, “Yunan davasına da hizmet edecek büyük bir fırsat” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor ve “Yeni bir Türk-Yunan savaşı olursa, bu sefer Türkler tarihlerinin en ağır, yenilgisini alacaklardır” kehanetinde bulunuyor…
            2. Türk Demek: “Türk’çe Düşünmek, Türk’çe Konuşmak ve Türk’çe Yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene..” Gazi Mustafa Kemâl ATA-TÜRK
            ***
SÖZDE BARIŞ (!) ADINA,
VİZYONA KONAN MENFUR SÜREÇ
Mustafa Nevruz SINACI
Şimdi gelelim; Daha dün “değişim ve dönüşüm” denilen ve fakat bu gün: “değiştirme, yeniden yapılandırma ve dönüştürme” kalkışmasının ayrıntılarına. Hafızalarınızı iyi yoklayın ve hatırlamaya çalışın. Bu, ‘değişim-dönüşüm ve yeniden yapılandırma’ söylemlerinin kökeni ta 1938 ve nihayet 1960’lara dayanır. Turgut Özal tarafından piyasaya sürülen transformasyon bu “vatana ihanet örgüsünün” baba lisanı, yani İngilizcesi ya da Amerikancasıdır...  
Sanki memlekette savaş varmış gibi; Sözde “barış” adına icat ve ihdas olunan menfur bir süreçte Türkiye Cumhuriyeti devleti, eş başkan (çok utanç verici bir tanım) Erdoğan'ın eşkıyanın silah bırakması ve yurdu terk etmesi başlığında Türk düşmanı bebek katili Apo'nun himmetine çöktürülmüştür. Bu dayatma bir alçaklık, anarşi ve terör ile müzakereye kalkışmak ise tam bir acizlik, millete karşı küstahlık, insanlık düşmanlığı, hukuk katli ve rezilliktir…
Mahpus bir eşkıya ile sözde Kürt (gerçekte Rum, Ermeni) kimliğine tanınacak statüyü teminen Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun Türk inkılâbı ve ilkeleri yönünde belirlenen “Vatan ve Milletinin ebed-müddet varlığı ile Türk Devletinin bölünmez bütünlüğü” üzerinden hangi kesintilere gidileceği müzakere ve münakaşa ediliyor. Hangi hak, cesaret, yetki ve cüretle? Yuh artık! Hal bu ki, “Müslim ve Gayri Müslim esasına dayalı Milli Devlet” statüsünden en ufak bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası hukuka bağdaştıran, hali hazır yaşanan huzur ve barışın teminatı olan Lozan’ın ihlali ve ilgasına yol açar.
Üstüne üstlük, bu kalkışma veya namı diğer açılımda Devleti eşkıyanın önüne düşüren müzakerelerde, Kürt nüfusun var olduğu tüm coğrafyalarda uluslararası hukukun çiğnenmesi sorumluluğu göze alınmakta. Sızdıranlar bulunarak doğruluğu sabit olan “meşhut suç unsuru”  İmralı zabıtlarında Sırrı: “Rojava (Suriye Kürdistan’ı) için bir aktarımınız olacak mı?” diye sorar: “Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını verirse onunla çalışsınlar. Suriye demokratik kurtuluş cephesi olsun. Türk, Türkmen, Kürt, Arap hepsi, Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esat küçük burjuva diktatörü. Suriye Kürtleri Barzani emrine girmez. Onun çizgisi farklı. Kürtler mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı..” denilmekte..
Şu diyaloga, mücadele yerine yapılan “demokratik” müzakereye bakın!…
Kesinliği ve doğruluğu net olarak kanıtlanan ve içeriği Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halkı, Hükümeti ve Anayasasına karşı “tartışmasız suç teşkil eden” işbu tutanaklar hakkında Cumhuriyet’in Savcıları henüz suskun. Adalet cihazı ilgisiz, siyasi taraf tehditkâr ve baskıcı; Müzakereciler tam bir saklılık, gizlilik ve mahremiyet peşindeler. Adeta millet ve devletten gizli menfur bir pazarlık yapılmakta…  
Karanlık gecelerin kâbusu, bu ihanet şebekeleri ve işbirlikçileridir işte… 
Şu anda Türkiye’de, “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan” Anayasa ve hukuk ihlali yönünde, söylem biçimi dahi ihanet içeren, anayasal ve yasal suç teşkil eden teşebbüsler var. Bu bilinçsiz ve güdümlü kalkışmalar Türkiye'yi çok büyük bir risk, ağır sıkıntı ve ufukta belirmiş nice tehlikeli badirelere sokuyor? 
Hatırlamaya çalışın:
Temmuz 2012'de Suriye Kürt bölgesinde kendisini Kürdistan ordusu olarak tanıtan YPG; Haseke ve Kamışlı kentleri dışında tüm alanı ele geçirmişti. Kentlerde halk meclisleri ve yargı sistemi oluşturulmuş, dış güvenlikte YPG, iç güvenlikte polis ve yerel zabıta görev başı yapmış, meslek ve kadın örgütleri, eğitim ve halk evleri çalışmaya başlamıştı. Resmi sınırın bu tarafı Ceylanpınar’ın tam karşısında Serakaniye'de YPG güçleri ile Türkiye'den kumandalı Özgür Suriye ordusu arasında rejime karşı işbirliğini geliştirmeye yönelik ateşkes anlaşması Suriye Kürdistan’ında özerkliğin inşasına hız vermişti!..
Karşı tarafta bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyetinde de KCK’nın altyapısını oluşturmaya yönelik delege ve komite seçimleri yapılıyor; Yetkili ve sorumlu bir hükümete rağmen, sistematik olarak Türkçe coğrafi isimler Kürtçe’ye dönüştürülüyordu.    
Şimdi Apo'nun mektubunu Kandil'e götüren, ıkçı, ayrılıkçı ve sahrada teröristlerle kucaklaşacak kadar küstah, bölücü parti heyeti; Irak Kürt Yönetimini ziyaretinde Barzani yönetimi ile temasta. Barzani yönetimi kim? Otuz yıldır Türkiye ile deFAKTO savaş halinde olan aleni ve alçak, hain düşman!.. Dahası farklı ideolojilerde siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme hareketi perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen ortak dil ile siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması anlamında; Terör ve tedhişin hamisi, 27 Mayıs’ın mimarı.; İnsanlık haysiyeti, şeref ve soy yoksunu, alçak Batı tarafından yaratılan sözde Kürt sorununun çözülmesini destekliyor.
Üstelik Erdoğan'a PYD'nin de barış sürecine dâhil edilmesi çağrısı yapılıyor!
Bu sıra, Erdoğan'ın Türkiye'deki misafiri Irak'tan idam mahkûmu eski Cumhurbaşkanı Sünni lider Tarık el Haşimi, Sünni milletvekillerinin Şii Maliki hükümetinden çekilmelerini istiyor. O sıralarda rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu da Suriye-Irak sınırının kuzeyinde El Anbar / Akaşat'ta pusuya düşürdüğü Suriyeli ve Iraklı askerlere saldırıp ağır kayıplara neden oluyor. Yoksa bu bahaneyle Suriye cephesinin Irak’a genişlemesi mi isteniyor? Çünkü ABD, başta Türkiye ve Arap olmak üzere bütün Ortadoğu, ülkelerini kayıtsız-şartsız kendi sömürge alanı, pazarına katmayı hedeflemiş ve projelendirmiş bulunmaktadır.
BOP, BİP ve Arap Baharı denilen menfur plânların yegâne hedef v amacı budur.
Bunu teminen Amerika askeri gücünü yedekte tutuyor. Ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi, yetki devri, yeniden yapılandırmalar gibi benzeri yöntemlerle ulusal sınırları anlamsızlaştırmayı, Ortadoğu'yu “Yeni Osmanlı” sanal tutkalıyla güya herkese ortak vatan yapmayı hedefliyor. Oysa bu tam bir yalan, hile ve desise…
Eş başkanlık yetkisi devrettiği sanılan (!) Erdoğan ise, Ortadoğu'da insanların eşitlikle mi yoksa dikta ile mi bir arada olacakları gerilimini yönetiyor. Bu noktada, emperyalistlerin en büyük korkusu Atatürk'ün "Mazinin kararsız, çürümüş zihniyeti çöktü. Bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini, şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk, vatanının bir karış toprağı için ayağa kalkar. Türk milletinin haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş hain bir darbe olacağını  fark etmeyeceğini sanmak hatadır" ifadesi ibretle hatırlanmalıdır.
Ama bakınız, tam bir ihanet, şer ve şeamet skandalı var!..
Aleni ihanet ve meşhut suç belgesi “İmralı tutanakları” etrafa saçıldığında Eş başkan Erdoğan, "Bana güvenin. Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" diyor, bir yandan da ihanet şebekesi ile mücadeleyi rölantiye alıp müzakere ediyor. Ne elemli bir çelişki değil mi?..
Diğer tarafta: "Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" konseptinde acuze, zavallı İslam Konferansı Örgütü; Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin ilgası ile başsız, etkisiz, güçsüz ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler konfederasyonu olarak temsil ettiğini sanıyor... Oysa bu iddia bütünüyle yalan. En utan verici hakikat ise; Sözde İslâm devletleri adına “Örgüt temsilcisi” olanların çoğu, bir Yahudi tarikatı olan masonluk illetinin mensubu.
Mason Locasından mülhem ABD-İngiltere ve AB kullarında mürekkep ve çoğu ilmi toplantılarında bile “İngilizce” konuşulan bu deforme yapı, güya ümmetin dayanışması, siyasi - ekonomik-kültürel-bilimsel işbirliği ve Müslüman halkın hukuk ve haklarını savunmayı amaçlıyor. İslam Kalkınma Bankası ise güya İslam şeriatı yönünde ekonomik, mali ve bankacılık faaliyetleriyle ümmetin münferit ya da birlikte ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunuyor gibi görünüyor! Bunların hepsi yalan...
AB uydurması, Amerikan senaryosu ve yeni sömürge girişimlerinin iğrenç maskesidir. İşte bu yüzden, petrol ve maden dâhil olmak üzere, aslında bütün insanlığın ortak malı, doğal hak ve servetlerinin sahibi İslâm, Afrika coğrafyası şimdi yeniden talan ve tarumar edilmek,  yağmalanmak isteniyor. Karanlık kâbus budur. Bu karanlık ve kâbustan nurlu sabaha; Beşinci Cumhuriyetle değil; Ancak ve sadece Milli Devlet, Milli Hükümet ve Milli Şuur ile ulaşılır.  
Aksi takdirde “muktedir olmayı”, “diktatör olmak” biçiminle anlayanlarla değil..