23 Mart 2015 Pazartesi

Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan: "T.C. gidecek, A.Ş. gelecek!.."

T.C. gidecek, A.Ş. gelecek
Mustafa Nevruz SINACI
            Fikri sefalet, kara cehalet, menfur hırs ve ihtiraslarının zebunu, zavallı kifayetsiz muhterislerin tavan yaptığı ülkemizde çok garip, acayip ve tuhaf şeyler olmaya başladı. Meselâ; Yunanistan 2004 yılından bu güne 16 adamızı fiilen işgal etti, Genelkurmay dut yemiş bülbül gibi sessiz! Şanlı Türk (!) Ordusu’nun gık’ı çıkmıyor. Fesat ve tefrika ehlinin Kobani dedikleri Ayn El Arap’ta Türk Bayrağı dalgalanıyor. Güneydoğu’nun neredeyse tamamında Türk askeri kışladan, Türk polisi karakoldan dışarı çıkamıyor. Buna mukabil eşkıya her yerde hâkim, anarşi, terör, tedhiş, zulüm, işkence, soygun, vurgun bölgede alçakça kol geziyor. Buralarda devlet yok. Hükümet, idari merci, adalet, özgürlük ve güvenlik adeta eşkıya ya emanet! Tam bir rezillik bu, insanlık dışı kepazelik ve utanç!.. Üstüne üstlük, bölgede hükümetin gücü, başta elektrik olmak üzere; Doğalgaz, su, internet ve telefon bedellerinin tahsiline yetmiyor. Batı’da yaptıkları gibi ‘baskı, icra-i takiple, ihbarla icbar etmek ve hizmeti kesmek’ yerine; İnsan hakları, adalet ve hukuka aykırı biçimde “namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu” Batı Anadolulu vatandaştan haksız tahsil cihetine gidiyorlar. Bunlar Devletin ve hükümetin yapacağı işler değil!..Çok ayıp ve kolaycı.
            AMA NE YAZIK Kİ MUHALEFET YOK!..
            Memleket adeta saldırganların, arsız, hırsız, yolsuz ve soysuzların serbest bırakılarak; Jandarma, asker, polis, hâkim ve savcı gibi adalet, hakkaniyet ve güvenlik unsurlarının “darp edilerek bağlandığı” biçimi tuhaf bir görünüm arz ediyor. Adil ve güçlü, haklılardan yana bir Anayasa akamete uğratılmış vaziyette, eskisi dâhil “en yeni, torbadan taze çıkmış yasalara” dahi uyulmadığı oluyor. Adalet, hakkaniyet, hukukun üstünlüğü, meşru özgürlük ve güvenlik, yedi’den yetmişe, doğudan batıya, bütün vatan satını şamil (kapsayan) bir eşitlik yok. Meselâ, Memurlar, işçiler ve emekliler arasında “Eşit işe eşit ücret” kuralı bitti. Hükümet erk’inin “hüküm ve hikmet” ehliyeti icabı olması zorunlu “Maaş, hak ediş ve ücretler arasında norm ve standart birliği” yok. Üretici-tüketici arasında (serbest rekabet ilkeleri korunmak kaydıyla) idame ettirilmesi zorunlu; “Aracı, tefeci ve komisyonculara %5 ile azami %20’den fazla kâr imkânı vermemek” suretiyle ana unsurların korunması ilkesi göz ardı edilmiş durumda!..
            Hâsılı devletin düzeni bozuk, hükümet ayar tutmuyor, muhalefet mel’un; Vatandaşın kahir ekseriyeti çaresiz; korkutulmuş, bastırılmış ve sindirilmiş vaziyette. İslâm ülkesi desen değil; zira hak, adalet ve hukuk yok. Cumhuriyet, Demokratik, Lâik Hukuk devleti hiç değil; Çünkü en başta memlekette etkili, güçlü ve belirleyici muhalefet, halka ait-halka dayalı kitle partileri, siyasi ahlâk ve siyasette “insan hakları, hukuk, eşitlik ve demokrasi”den eser yok.   
            İşte, tam da bu ortamda memleketin Cumhur Başkanı RTE (16 Mart 2015, Sözcü) yıllardır, “acaba ne zaman baklayı ağzında çıkaracak” kabilinden beklenen lâfı söyledi: “T.C. gidecek, A.Ş. gelecek…” Haber başlığı aynen şöyle, metin aynen aşağıda:
“T.C. gidecek, A.Ş. gelecek (16 Mart 2015, Sözcü) RT Erdoğan'ın Balıkesir'de yaptığı konuşmasında "Türkiye anonim şirket gibi yönetilmeli" sözleri tepkilere neden oldu. Erdoğan, Başkanlık Sistemi’ni anlatırken ülkeyi bir “anonim şirket” gibi yönetmek istediğini ifade etti. Balıkesir’de konuşan Erdoğan şunları söyledi;
            “TÜRKİYE ANONİM ŞİRKET GİBİ YÖNETİLMELİ”
            “Yeni Anayasa ve Başkanlık sistemini geçmişten bu yana söyledim yine söylüyorum. Bu sistemde ısrar etmek milletimize haksızlık! Yeni Türkiye sizlerin Sivil toplum örgütlerinin işadamlarımızın ellerinde yükselecek. Sizden istirhamım Yeni Türkiye, Başkanlık Sistemi ve yeni anayasayı her fırsatta millete anlatın. Bir Anonim Şirket nasıl yönetiliyorsa Türkiye öyle yönetilmelidir. Yoksa bileklerine bağlıyorlar prangayı, yürü yürüyebilirsen... 400 milletvekili verdiğiniz zaman, yeni anayasa yapılacak ve başkanlık sistemi gelecek.”
            SARAY’INDAKİ PERSONEL SAYISINI ŞİMDİDEN KATLADI
            Ülkeyi şirket gibi yönetmek isteyen Recep Tayip Erdoğan daha şimdiden Saray’ındaki çalışan sayısını 2 bin 700’e çıkardı. Abdullah Gül döneminde bu rakam 718′di…
            PEKİ, ANONİM ŞİRKET NEDİR?
            Anonim şirket, sermayesi belirli ve paylara bölünmüş ve borçlarından dolayı yalnız malvarlığıyla sorumlu olan şirkettir. Tamamı esas sözleşmede taahhüt edilmiş bulunan sermayeyi ifade eden esas sermaye 50.000 Türk Lirasından ve sermayenin artırılmasında yönetim kuruluna tanınmış yetki tavanını gösteren kayıtlı sermaye sistemini kabul etmiş bulunan halka açık olmayan anonim şirketlerde başlangıç sermayesi 100.000 Türk Lirası’ndan aşağı olamaz. Bu en az sermaye tutarı Bakanlar Kurulunca artırılabilir. Anonim şirketin kurulabilmesi için pay sahibi olan bir veya daha fazla kurucunun varlığı şarttır.”
            DAHASI VAR
            Ülkemiz ve dünyada anim şirketler, genellikle bir aile, organize grup veya belirli bir maksada matuf olarak seçilmiş zümreler tarafından “kazanç paylaşmak amacıyla” kurulur. Bu gün için anonim şirketlerin tamamına yakın bölümü, dünyada (7 veya 12) kız kardeşler denilen, küresel/evrensel, bütün sektörlere egemen kapitalist-emperyalist vampirlerin elinde veya emrindedir. Bunlara çok uluslu canavarlar denilir ki, hemen hepsi mevcut pek çok dünya devletinden daha etkili, zengin, yaptırım ağırlıklı ve güçlüdür. Dolayısıyla anonim şirketlerin idaresi sahiplerinin de elinde değil, bahusus yeryüzü keneleri, sülük, vampir ve domuzlarının güdümündedir. Gayrisi hakkında yorum sizin!.. Ama medeni siyaset, adalet ve demokrasinin gereği olarak: Devletler bünyesinde, devletin/milletin, hükümetin, HALKIN emrinde, millete tabiî ve vatandaşların huzur, mutluluk ve zenginliği için çalışmak koşuluyla muhtelif şirketler kurulabilir. Ama asla bir devlet şirket gibi düşünülemez ve şirket gibi yönetilemez!..  

MUHALEFET ROLÜNDE
İŞBİRLİKÇİ ŞEBEKELER!..
            Mustafa Nevruz SINACI
            Şimdi düşünüyorum da, eğer 1946-1950 CHP’sinin karşısında tarihi-kadim Demokrat Parti olmasaydı, bu gün Türkiye Cumhuriyetinin hali, her halde Somali’den farksız, Mısır’dan beter, belki de (CHP’nin devrimciliği, müzmin solculuğu ve SSCB hayranlığı nedeniyle vaki) Rus özentisinden dolayı, Afganistan’dan beter olurdu! Nedeni şu: Çok küçük istisnalar hariç olmak üzere bu gün Türkiye, tam da CHP’nin 1940’larda, 50’lerde durduğu yere dönmüştür.
Türk inkılâbı ile ülkemizde kurulan “medeni siyaset”in (Cumhuriyet) ruhunda, özünde var olan “terakki (gelişme/yükselme, muasır medeniyet seviyesini aşma) sisteminin” tam tersine işleyen gericilik/irtica ve yobazlık budur işte! Şu hale nazaran Türkiye, mevcut durum, konum ve düzeyi itibarıyla; Varisi ve/veya bakiyesi olduğu Osmanlı Devleti, diğer bakiyeleri olan çakma devletlerin ekseriyeti ve özellikle Türk İnkılâbına nispetle başarısız; İslâm formu esasıyla dikkate alındığında ise çok az gelişmiş ve çok geri kalmış bir haldedir!..      
SEBEP: Şüphesiz Cumhuriyet, adalet, demokrasi ve lâiklikteki samimiyetsizliktir.   
            SİYASETTE SULTA, CUNTA, İRTİCA, DİKTA VE YOBAZLIK
            Türk siyaset tarihinin onuru, şerefli ve soylu yüz akı Demokrat Parti, sinsi ve emrivaki bir kararla katılmak zorunda kaldığı 1946 seçimleri hariç; Bilumum yerel ve genel seçimlerde ‘teşkilât yoklaması’ yapmış.; İstisnasız bütün adaylar bizzat ‘partiye kayıtlı ve herhangi bir aidat borcu olmayan’ üyelerin katılımıyla, tek etkili, yetkili ve yegâne belirleyici Ön Seçim yöntemi ile belirlenmiştir. Ki bu, insana saygı, demokrasi, hak-adalet, eşitlik, hukuk ve ahlâka saygının açık, net, mert ve tek göstergesidir.
            Parti İçi Demokrasi’nin teminatı, çimentosu ön seçimdir.
            Resmi, yasal ve Hâkim teminatlı “Ön seçim” yapılmayan partide demokrasi;
            İnsan hakları, adalet, eşitlik ilkesi, hukuk da yoktur!.
            Ön seçim millet için bir hak, parti üyeleri için zorunluluk, parti yönetimi içinse ahlâki, hukuki ve insani bir görevdir. Ön seçim yapmamak, açık hali ve tabiriyle “Kitle Partisi” değil, şahıs teşekkülü, siyasi şirket veya harici iştiraklerle güdümlenen organizasyonlar anlamı taşır.
            Her ne kadar mevcut yasal düzen ve cari mevzuat itibarıyla kerhen “mubah” olsa dahi,  esasta aday yoklaması, merkez yoklaması, temayül yoklaması gibi ad’larla yapılan sözde aday tespit, aslında atama ve re’sen tayin usulleri ahlâki, insani, olağan, kabul edilebilir ve normal değildir. Bu uygulamalar halktan kopukluğun, millete rağmen siyaset yapmanın, güdümlü bir siyasi organizasyon olmanın ya da vesayet, tasallut, sulta, cunta ve dikta gibi insanlık dışı kara ve karanlık mihraklara dâhil bulunmanın işaretidir. Sebebi de: Halka güvenmemek, insanlara inanmamak ve bilhassa milletle devlet aleyhine bazı işler çeviriyor olmaktır. Aksi takdirde ön seçim yapmak açıklığın, şeffaflığın, saydamlığın, namuslu-dürüst, demokrat olmanın yegâne göstergesidir. Ayrıca demokrasi, adalet ahlâkı, eşitlik ilkesi ve evrensel hukukun gereğidir.
            Öyleyse ÖN SEÇİM yapmayan partiye oy vermek ne kadar doğrudur?
            Millete güveni ve saygısı olmayana, millet ne kadar inanıp güvenmelidir? 
            Çünkü “Ön Seçim” yoksa mutlaka “organize işler”, karanlık dehlizler ve kapalı kapılar ardında menfur, çirkin ve ahlâk dışı pazarlıklar vardır.   
Ancak, 2820 Sayılı siyasi partiler kanunu ile kanun gereği 07 Haziran 2015 Seçimleri için Yüksek Seçim Kurulu tarafından hazırlanıp yürürlüğe konulan Seçim Takvimi’ne göre.; 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak “yargı gözetimi ve hâkim teminatlı ön seçimler” için, seçime girme hakkı bulunan kaç parti resmen başvurdu dersiniz?
YASAL ÖN SEÇİM İÇİN BAŞVURAN TEK PARTİ CHP!..
İster inanın ister inanmayın, ben 20 Mart 2015 Cuma günü önce İnternet ortamında uzun bir araştırma yaptım. Bulduklarıma inanamadım. Sonra saat: 18.00’de Yüksek Seçim Kurulu’ndan teyit aldım. Buna göre: 298 sayılı Kanun'un 19., 2820 sayılı Kanun'un 41/(a) ve Yüksek Seçim Kurulunun 2 Şubat 2015 tarihli ve 112 sayılı kararı ile kabul edilen "Siyasi Partilerin Önseçim veya Aday Yoklaması Yöntemleriyle Aday Tespitine İlişkin Usul ve Esaslar Gösterir 125 sayılı Genelge"nin 6. maddesinin (b) bendi uyarınca, 29 Mart 2015 Pazar günü yapılacak resmi, yasal, açık, dürüst ve demokratik “ön seçimde” sadece CHP, (maalesef o’da örgütlü İllerin tamamında değil, sadece % 85’inde) ÖN Seçim yapacak.
Bunda; CHP içinde çok akılcı, onurlu, sorumlu ve güçlü bir “demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk mücadelesi” veren; “Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri”nin çok etkili, olumlu ve sorumlulukla icra edilen önelmiş derecede rolü olduğunu sanıyorum. Bu vesileyle mezkür grubu içtenlikle tebrik ediyor, kutluyor ve bütün partilerde böyle inançlı ve bilinçli grupların oluşmasını diliyorum. (*)
BU, MİLLETE YAPILAN BÜYÜK BİR HAKSIZLIKTIR
Bilindiği üzere, seçime katılma hakkı bulunan 31 parti var. Bunlardan kaçının aday gösterip seçime katılacağı şimdi belli değil. Ama şu an belli olan tek şey: CHP hariç olmak üzere.; Seçime fiilen girecek diğer partilerin tamamının millet iradesine saygısız, başta demokrasinin nezih ilkeleri olmak üzere: Adalet, hukuk ve eşitliğe aykırı biçimde keyfi aday belirleme veya kendi menfur emel ya da muhtemel çıkarları doğrultusunda memur, uşak, kul, köle veya maraba atamadır… 
ÜSTELİK DEMOKRASİ AYIBI VE HUKUKUN UTANCI
Şu hale ve manzaraya rağmen siyasi partiler asla ve kellâ “Demokrasinin vazgeçilmez unsuru” olamazlar. Ön seçim yapanları tenzih ederek söylüyorum; Olsa olsa, Türkiye’de hak, adalet, eşitlik, demokrasi, insan hakları ve hukukun utancı olurlar. Memleketin hali de bunu açıkça gösteriyor zaten. Usulen muhalefet rolü oynamaya ve yalancıktan muhalefetmiş gibi davranmaya çalışan halk düşmanı, Lânetli kesime bir diyeceğim yok. Fakat, adında “adalet” yazılı sözde “iktidar” partisine de yazıklar olsun!.. 
(*) BASIN AÇIKLAMASI 
(Sayın Cengiz Önal Tarakçıoğlu’na teşekkürlerimle)
Parti İçi Demokrasi, Ülke İçin İktidar Topluluğu ve Bileşenleri olarak, yaklaşan Genel Seçimler’de aday belirleme süreci için Ön Seçim yöntemini siyasal ve ahlaksal bir zorunluluk olarak görüyor ve savunuyoruz.
Başlangıçta yadırganan ve ön yargılarla karşılanan bu ilkemiz, üye tabanının ve örgütlerimizin geniş desteği ile Genel Merkezimiz’ce de kısmen benimsenerek uygulamaya konmuştur. Hatta başlangıçta karşı çıkanlar bile bu yöntemin partimizi diğer partilerden ayıran en önemli fark, demokratik bir standart olarak savunmaya ve övmeye başlamışlardır.
Ancak, bu önemli bir adım olmakla beraber yeterli değildir. Partimiz’de yıllarca ve defalarca Milletvekili olanlar, Parti olanakları ile siyaset yapabilen ve kendini rahatça tanıtabilen Parti Meclisi (PM) üyeleri, Partinin en üst kademesini oluşturan MYK üyeleri, Genel Başkan Yardımcıları’nın çoğu ve Genel Sekreter bile ön seçimden çekinerek merkez yoklaması ile yani kendi oyları ile kendilerini ön sıralara yazdırma kolaylığına ve ayıbına kaptırmışlardır…
Bu ayıplı durumdan kendini koruyup ön seçime katılan Genel Başkanımız, MYK ve PM’nin bazı üyelerini kutluyor bu sebeple tüm MYK ve PM üyeleri ve Milletvekillerimize örnek olmasını diliyoruz. Henüz vakit varken onları da aynı siyasal ahlak ilkesine uymaya ve bu büyük ayıptan kurtulmaya çağırıyoruz.
Ülke içinde AKP’nin hak ihlallerine ve gasplarına karşı çıkan Partimiz, kendi içinde bu kadar büyük hak ihlallerine ve siyasal gaspa izin vermemelidir.
Kontenjan hakkı parti içine dönük kullanılmamalıdır. Bilgi birikimi ve deneyimi ile Partimiz’e katkı koyacak, konusunun uzmanı kişiler ile yapılacak seçim ittifakları için kullanılmalıdır. Saygılarımızla...
            CUMHURİYET HALK PARTİSİ
PARTİ İÇİ DEMOKRASİ,
ÜLKE İÇİN İKTİDAR GRUBU
            ANKARA, 20 MART 2015
            ***
            ÖNERİ, YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKI
Sayın Sibel Hanım, Mustafa Nevruz Sınacı Bey bir politikacıdır. Elbetteki söylediklerinde doğruluğu olan ifadeleri de vardır. Lakin Tayyip Beyin bu ifadeyi kullanırken gerçekte niçin kullandığını, yani devletin içinde bulunduğu bürokrasiyi azaltarak işlevselliğini artırmayı anlatını ve kastettiğini evlatlarını tanıdığı gibi bildiği halde eski alışkanlığından olsa gerek seçim sathı mahalline girmiş ülkemizde yeni politik manevra denemeleri olduğunu siz de adınızı bildiğiniz gibi düşünebilirsiniz. Bu kadar açık bir beyanı dahi, tekeden süt çıkarma gayreti ile servise verip politik havayı haşlama gayretini ne millet ne de reel sektör yemiyor artık, haberiniz olsun. Biz mahallelerde ve sokaklarda milletin söylemlerine şahit oluyoruz. Bunu paylaşmak isterim. Siz de hevesle bu yazıyı yaydınız ama, milletin son yıllarda ne dediğini veya ne demek istediğini anlamaya gayret etsinler. Gün geçtikçe yaş da ilerliyor. Germek yerine, yol gösterici olmak daha kıymetlidir. İddia ediliyorsa, hikmetli olmak da bunu gerekli kılar. Siz nerde yaşıyorsunuz, bilemiyorum ama Sayın Sınacı bunu bilir. Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun. Ali YÜCEL, İBB
*
Ali  bey,
Politikacı Tayyip Erdoğan veya Kemal Kılıçdaroğlu veya Devlet Bahçeli ve çevrelerindekilere denir. Mustafa (Nevruz Sınacı) bey ise siyaset bilimcidir.  Aradaki fark çok büyük ve açıktır. Ama tam olarak anlamayabilirsiniz. Tıpkı benim sizin son yazınız olan “Selam, hidayete tabi olanların üzerine olsun.” lâfını anlamadığım gibi... Arapça, Farsça karışmış. Osmanlı vari, tekerlemeleri bırakıp Türkçe yazarsanız, sizi daha iyi anlayabilirim. Milletimizin ne arzu ettiği ise.. Ilk hilesiz seçimde …muhtemeldir haziranda ortaya açıkça çıkacak. Hoşça kalın, SIBEL ERTUNÇ, TURKISHFORUM 

9 Mart 2015 Pazartesi

KADINLAR İNSAN’DIR, ERKEKLER İNSANOĞLU!. & “Kadınlar İNSAN’dır; İnsanoğullarıysa ADAM”

KADINLAR İNSAN’DIR,
ERKEKLER İNSANOĞLU!.
Mustafa Nevruz SINACI
             Anadolu’nun kutsal topraklarından neş’et (doğma, bitme, zuhur) Türk Ozanı, düşünür, halk filozofu ve sanat adamı; Abdallık geleneğinin son büyük temsilcisi, “bozkırın tezenesi” merhum Neşet Ertaş’a (1938 / Kırşehir - 2012 / İzmir) izafe edilen, çok anlamlı bir söz: “Kadınlar insandır. Biz erkekler ise; İnsanoğlu…”
            Aslında bu sözün gerçeği: “Kadınlar İNSAN’dır; İnsanoğullarıysa ADAM” biçiminde olmalıydı. Çünkü Kadınlar için burada ifade edilen “İnsan” tanımlaması ANNE’lik vasfından ileri gelmektedir. Nitekim buna bağlı olarak “oğul/evlât” betimlemesi yapılmıştır. Her şeyden önce ve sadece analık özelliğine dayalıdır. Bu takdirde “Adam gibi Adam” ile ‘mükemmel bir Anne ve muhteşem bir kadın’ söylemi yerini bulur. Eğer biraz düşünseniz, halk arasında mert, yiğit, namuslu, onurlu-sorumlu, dürüst, akıllı ve şerefli bir erkeğin tanımlanması gerektiğinde, ekseriyetle bu cümlenin kurulduğunu ve kullanıldığını görürsünüz. 
Acaba neden? Çünkü: Her ne kadar ilk insan Hazreti Âdem olsa ve Havva Anamız da O’ndan yaratılmışsa bile; İnsanlığın üremesi, çoğalması ve bütün dünya’ya yayılmasına vesile olan Havva Ana’mızdır. Daha açık bir anlatımla Havva Ana’mızın yüksek şahsiyetinde kadın, Âlemlerin Sahibi her şeye egemen Yüce Rab’in “Yaratma” sıfatının tezahürü olan bir mucize ile donatılmıştır. Dolayısıyla (ilk) kadın’ın yaratılma amacı, Rahim sıfatına vesile kılmaktır.
Bu nedenle Kadın kutsiyet arz eder ve İslâm’a göre en büyük saygıya lâyıktır.
Şu kadar ki; Mutlaka yüksek faziletli ve çok şerefli olması şartıyla, tabii…
AKSİ TAKTİRDE!..  
Bazı din tüccarı, batılı sapık, mutasyona uğramış zavallı mahlûk ve sapkınların ileri sürdükleri gibi cinsiyet; Şeytanlık, kötülük ve lânetli bir lâğım hayatı sürmek için değil; Bil akis, insanlığı yüceltecek, ahlâki ve medeni değerleri geliştirecek, tabiatı ve hayatı daha da yaşanabilir / sürdürülebilir kılacak;
İlkeli, onurlu, soylu, sorumlu, namuslu, dürüst, şerefli ve saygın İnsanoğulları”, “İnsanlık için hayırlı, yeryüzü için yararlı, helâl süt emmiş adam gibi adamlar” yetiştirmek içindir. İşte bunu başarabilenler, her türlü saygıya, hürmet ve muhabbete lâyık kadın, diğerleri ise sadece şeytani unsurlar mesabesinde dişi, yaratık veya çok genel bir deyimle kancıktır.      
ÂDEM yokluktur. Yok demektir. Varlık HAVVA ANA ile başlar. 
Havva ANA, yaradılış itibarıyla öncelikle “onur/erdem/namus/iffet, şeref ve haysiyet” gibi çok yüksek vasıflarla donatılmış; Sonra bilgelik, incelik, şefkat, merhamet, sevgi ve sabır yüklenerek, nihayet “Rahim/yaratma-oluşturma” sıfatı lütfedilmiştir. Bu yaradılış biçimi İns ile başlayıp, ünsiyet, meşveret ve muhabbetle tamamlanan “İnsan’ın yaradılışı” sürecine de tıpa tıp uymaktadır. Sonuçta Kadın: İyi insan, namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu, şefkatli ve merhametli; İnsanoğlu ise: Anne’sinden dolayı, bütün insani özellikleri haiz ve fakat ilâveten dünyayı imar ve ihya edecek bir kuvvet; Adalet, hakkaniyet ve barışı yeryüzünde tam bir faziletle hâkim ve hükümran kılacak kadar bilge olandır.
Medeni ve doğrusal yönde hakikat budur.
Medeniyetin dışında ve yaratık düzeyinde ise:
Kancık/erkek, erkek/dişi, alt varlık ve türevleri gibi tamamı dünya dillerinde iğrenç, normal insanlara tiksinti veren; Yeryüzünde barış, hakkaniyet-adalet, özgürlük, güvenlik ve medeniyet düşmanı sıfatlarıyla anılan; Namussuz, hırsız-yolsuz, anarşist-terörist, yalancı-talancı, potansiyel suç unsuru yaratıkların tamamı İnsanlık dışı varlıktır. Suçlarının misliyle cezasını çekip, ıslah olmadıkça bunlara insan denilemez ve insanca muamele de edilemez!..
DÜNYA KADINLAR GÜNÜ                  
            BM Genel Kurulu, 16 Aralık 1977’de, her yılın 8 Mart’ının “Dünya Kadınlar Günü” olarak kutlanmasına karar verdi. Ülkemizde giderek önem ve anlam kazanan bu kutlamalarda “İnsan ve Kadın” teması haklı ve doğru olarak öne çıkarılmaktadır. Fakat, BM tarafından baz alınan ve dünya kadınlar günü kutlanmasına esas teşkil eden bazı kadın eylemleri bilinmekle; Muhtemelen bahse konu genel kurulda akla ve gündeme gelmeyen tarihi bir gerçeğin, belki de “ilâhi tesadüf” olarak yer bulmasıdır. Zira: Böyle bir kararın ana kaynağı, tarihi dayanağı olan:, 8 Mart 1857’de ABD’nin New York kentinde 40.000 kadın dokuma işçisinin katılımı ile yapılan “hak arama eyleminde” polisin sert müdahalesi sonucu 129 kadın işçinin öldüğü gündür; Bu gün, aynı zamanda Büyük İslâm Peygamberinin “Veda Hutbesi”ni okuduğu 9 Zilhicce Cuma; yani Milâdi Takvimle 8 Mart 632 Cuma günü’nün iz düşümüdür.
            Dolayısıyla bunu, pek çok örtüşmede olduğu gibi bir tesadüf değil, muhtemelen İlâhi plân ve manevi programın, insanlığa ibret kabilinden denk geldiği bir büyük hadise biçiminde algılamak, idrak etmek ve bu anlamı da dikkate alarak kutlamalar yapmak gerekir.      
            Şimdi bakalım: Neden? “Dünya Kadınlar Günü” = “Veda Hutbesi”!.
Çünkü: İnsan hakları, adalet-hukuk, demokrasi ve lâikliğin öncüsü Medine Muahedesi, Rıdvan Biatı ile Veda Hutbesi olup; Bu harikulâde belgeler, bütün insanlık âlemi ile kutsal kitap ve sayfalar bazında maruf vahiy dinlerini şamil Evrensel İslâm ile İslâm Peygamberine ait Hâdislerin özü ve “insani yaşamın” öznesidir.
VEDA HUTBESİ;
KADINA ÖZGÜRLÜK VE SAYGINLIK
Bakınız; 9 Zilhicce Cuma (8 Mart 632) tarihli Veda Hutbesi kadın için ne diyor:
“Ey insanlar! Bu günleriniz nasıl mukaddes bir gün ise, bu aylarınız nasıl mukaddes ay ise, bu şehriniz (Mekke) nasıl bir mübarek şehir ise, canlarınız, mallarınız, namuslarınızda öyle mukaddestir, her türlü tecavüzden korunmuştur. Cahiliye devrinden kalma bütün adetler ilgadır, ayağımın altındadır. Kan davaları da tamamen kaldırılmıştır.
"Ey insanlar! Kadınların haklarını gözetmenizi ve bu hususta Allahtan korkmanızı tavsiye ederim. Siz kadınları Allahın emaneti olarak aldınız ve onların namusunu kendinize Allahın emri ile helâl kıldınız. Sizin kadınlar üzerinde hakkınız, kadınlarında sizin üzerinizde hakkı vardır. Sizin kadınlar üzerindeki hakkınız, namusunuzu hiç kimseye çiğnetmemeleri, hoşlanmadığınız kimseleri izniniz olmadıkça evinize almamalarıdır. Eğer gelmesine müsaade etmediğiniz bir kimseyi evinize alırlarsa, Allah size onları yataklarında yalnız bırakmanıza ve daha olmazsa, hafifçe dövüp sakındırmanıza izin vermiştir. Kadınlarında sizin üzerinizdeki hakları, meşru örf ve adet’e göre yiyecek ve giyeceklerini temin etmenizdir.
Size iki emanet bırakıyorum, onlara sarılıp uydukça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. O emanetler Allahın kitabı Kur an-ı Kerim ve Peygamberinin sünnetidir. Sözümü iyi dinleyiniz ve iyi belleyiniz. Müslüman Müslüman’ın kardeşi olup, bütün Müslümanlar kardeştirler. Bir Müslüman kardeşin kanı da, malı da helal olmaz. Malını gönül hoşluğu ile vermişse o başka.
Cenab-ı Hak her hak sahibine hakkını vermiştir. Her insanın mirastan hissesi vardır. Mirasçıya vasiyet etmeye lüzum yoktur. Çocuk kimin döşeğinde doğmuş ise ona aittir. Zina eden kimse için mahrumiyet vardır. Babasından başkasına ait soy iddia eden soysuz yahut efendisinden başkasına intisaba kalkan köle Allahın meleklerinin ve bütün insanların lânetine uğrasın. Cenab-ı hak bu gibi insanların ne tövbelerini nede adalet ve şahadetlerini kabul eder.
"Ey insanlar! Rabbiniz birdir. Babanızda bir. Hepiniz Âdem’in çocuklarısınız. Âdem ise topraktandır. Arap’ın Arap olmayana, Arap olmayanında Arap üzerine; kırmızı tenlinin siyah üzerine, siyahında kırmızı tenli üzerinde bir üstünlüğü yoktur. Üstünlük ancak takvada, Allahtan korkmaktadır. Allah yanında en kıymetli olanınız Ondan en çok korkanınızdır. Bir azası kesik siyahi bir köle başınıza amir olarak tayin edilse sizi Allahın kitabı ile idare ederse onu dinleyiniz ve itaat ediniz. Suçlu kendi suçundan başkası ile suçlanamaz. Baba oğlunun suçu üzerine oğlu da babasının suçu üzerine suçlanamaz. Dikkat ediniz! Şu dört şeyi kesinlikle yapmayacaksınız: Allah’a hiçbir şeyi ortak koşmayacak, Allah’ın haram ve dokunulmaz kıldığı can’ı haksiz yere öldürmeyeceksiniz. Hırsızlık yapmayacaksınız.
(Mekke, 9 Zilhicce Cuma – 8 Mart 632 Cuma)
İNSANLAR, İNSANOĞLU
(ANA’LAR VE ADAM GİBİ ADAMLAR) HAKKINDA
Mustafa Nevruz SINACI
            Gerçekte söylem tarihi çok eskilere uzanan “Kadınlar İnsan’dır, Erkeler ise İnsanoğlu” sözünün anlamını, bu vesileyle incelemek ve irdelemekte yarar var. Bu meyanda, başta Tevrat olmak üzere, öncesi kutsal kitap ve sayfalar ile sonraki tüm İncil’lerin tamamını kapsayan çok Yüce bir kitap olan Kur an-ı Kerim’i, karşılaştırmalı olarak (aynı konuya dair Ayetleri) tasnif ederek (derleyip) değerlendirdiğimizde ortaya.; İnsan (Anne vasfıyla kadın) ve İnsan ana/oğlu (erkek) hakkında orijinal bir sentez (birleşik) olarak şu tanımlar ortaya çıkmaktadır:
            İNSAN:
Varlık sebebi, yaradılış amacı, fıtratına sahip, kendine saygılı ve evet, ben de insanım diyen, bunun gerçekten farkında, idrakinde, bilincinde olan hiçbir kişi; (özellikle ve bilhassa; Türk’ler ve Müslümanlar) kişilik ve kimlik sahipleri yalan söylemez. Aldatmaz. Kandırmaz. Dedikodu, fitne, iftira, küfür, haset ve hakaretle iştigal etmez. Namussuzluk, din tüccarlığı ve siyaset simsarlığı yapmaz. Anarşi, terör-tedhişle iştigal, ihanet şebekelerine yardım-yataklık etmez. Banka soymaz. Gasp, irtikap, sahtekârlık ve suiistimal yapmaz. İnançları sömürmez, siyaset simsarlığı, demokrasi düşmanlığı, suiistimal ve istismara tevessül ve tenezzül etmez.
İNSAN SUÇ İŞLEMEZ. 
İnsan Namusu, şeref ve haysiyeti için yaşar. Asla namussuzluk düşünmez. Bu yolda ve uğurda bir fiile, namus ve ırz düşmanlığına, taciz ve tecavüze teşebbüs etmez. İffetsiz olamaz. Anarşi, terör, tedhiş ve bölücülükle iştigal etmez. Cinayet işlemez. Katil olamaz. Hak yolunda ve inandığı değerler uğrunda mücadeleyi, mevcut ve mer-i yasalar muvacehesinde verir.
Hiçbir şekil ve surette Kanunları çiğnemez. Yasalara karşı mücadelesini; yine mevcut yasal nizam içinde yürütür. Başta; rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk, hırsızlık, gasp, can ve mal güvenliğini tehdit, hürriyeti tahdit, çıkar ilişkileri tesis, imtiyazlı sınıf oluşturma ve sair; insanlık, adalet, hukuk ve ahlâk dışı cürüm ve canice emel sahipleri ile katiller, devleti parçalamaya ve milleti bölmeye teşebbüs edenler asla “insan” olarak kabul edilemez ve Islah olmadıkça, asla insanca muameleye tabi tutulamaz.
ÖZELLİKLE BU İNSAN “MÜSLÜMAN-TÜRK” İSE;
Bütün insanlardan tutun madde ve manâ plânında var olan her şeye ve herkese karşı önyargısız, saygılı, edepli, terbiyeli, yüksek ahlâklı, davranış biçimi düzgün, söz ve eylemleri doğru, dürüst, kâmil ve mükemmel olmak zorundadır. Halk, devlet içinde daima en muteber, sevgili, saygın ve muhterem olması gereken insanlar muhakkak ve mutlaka “gerçek İnsan ve gerçek Müslümanlardır.” Bunun başka yolu ve çıkarı yok. İslâm dini her ne kadar bazı eylem ve söylemleri kategorik “günahlar” biçiminde tarif, tavsif ve tasnif etmiş ise de; Bunlardan, topluma ve kamuya (devlete) karşı işlenenler “kul hakkı” kavramı ile ağırlaştırılmış ve Yüce Yaratıcının af kapsamı dışında tutulmuştur. Sözgelimi “% 99’u Müslüman’dır” denilen Türk toplumunda bu idrak, şuur ve bilincin hakim olması halinde suç oranlarının sadece kalan % 1’e münhasır olması gerekmez mi !?
OYSA: 
Dönem itibarıyla Türkiye’de ahlâk düşüklüğü ayyuka çıkmıştır. Bu gün için dünyada Türkiye’deki kadar düşük bir toplum olmadığı iddia olunmakta; Ahlaksızlığın özellikle Özal ile birlikte tırmandığı, AKP döneminde ise dikey yükselişe geçtiği gözlenmektedir. Toplumun hemen hiçbir değeri kalmadı: Tek değer, kişi veya grupların hak etmedikleri şeylere uzanmak için her yolu denemelerinin makbul marifet sayılmasıdır. Türkiye rüşvet ve hırsızlıkta Avrupa birincisi, dünya dördüncüsüdür. Dünya ülkeleri arasında cahillik düzeyiyle en ön saflarda yer alıyor, dünya üniversiteleri arasında adı geçen ilk 500 arasında bir üniversitesi yok. Ülkemiz, devleti yönetenler hakkında mevcut suç dosyaları nedeniyle dünya birincisi. Taciz ve tecavüz edilen, cinsiyet nedeniyle öldürülen kız çocuğu haberleri manşet. Halk o kadar cahilleşti ki, yapılan işler veya kendisine yapılanların çoğunun ahlâksızlık olduğunun farkında bile değil!..
TÜRK İNKILÂBINDA KADIN, AİLE VE İFFET
Mustafa Nevruz SINACI
            Sarahaten (kesin olarak) bilindiği gibi, İslâm Dini’nin Cumhuriyet (milletlerin kendi kendilerini idare ve idame ettirmesi), Demokrasi (hakkaniyet, adalet, eşitlik ve evrensel hukuk ilkelerine uygun olarak, “aralarındaki en bilge, akıllı/bilge, şerefli ve dürüst kişiler tarafından” yönetilme hakkı) ve bütün vatandaşların.; Kesinlikle ve asla suç işlememek, hak yememek ve vatandaşlara haksızlık, yolsuzluk yapmamak kaydıyla; Diledikleri gibi inanıp, inandıkları gibi yaşayabilecekler ve/veya hiçbir dine inanmayabilecekleri (ferden isterlerse, dinsiz/ateist bile olabilecekleri) umdesinin ifade biçimi olan Lâik’lik dışında bir istemi, öngörüsü ve tavsiyesi yoktur… Orijinalde bütün vahiy dinleri barışçı ve adaletçidir.  
            Fakat insanlık tarihinde bunun tam terzi uygulamalara; Çok zalim dayatmalara, haksız yere yapılan eziyet/zulüm ve işkencelere rastlanır. İşin kötüsü, insanlık dışı mezalim, hainlik, kalleşlik ve alçaklıklara din kılıfı uydurulur. Oysa Yüce Yaratıcı Rab, asla zalim değil ADİL, merhametli, şefkatli, sevgili, barışçı ve değerli olup; Yeryüzünde haksız, adaletsiz ve ahlâksız bir biçimde hüküm süren bütün değersizliklerin amansız düşmanıdır.   
            Sonuçta: Namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu, iyi insan ve iyi vatandaşlara; Mazlum ve masum milletler ile “suçlu olmayan” İnsanlara saldırı, eziyet, esaret, zulüm ve işkenceyi ön gören bütün din metinleri yalan, uydurma ve sahtedir. Arı-duru, saf, salim, nezih, orijinal ve temiz olan Peygamberimizin yaşadığı ve bütün insanlığa “bir yaşam biçimi olarak” emanet ve vasiyet ettiği İSLÂM.; Mutlak bir barış, esenlik, medeniyet ve mükemmellik dinidir.      
            Dolayısıyla Türkiye Cumhuriyeti’nin kuruluşunda bu nezahet, safiyet ve samimiyet vardır. Aşağıda, kendisi bir Osmanlı Paşası olması sıfatıyla ibadet, eylem ve söyleminde, yani (hakkında uydurulan tüm yalan, iftira ve karalamaları aksine) iman ve amelinde samimi bir mümin olan Mustafa Kemâl ATA-TÜRK’ün Türk Milleti, Türkiye Cumhuriyeti Yurttaşları ve Asil Türk Gençliğine emanet, vasiyet ve öğretilerini bulacaksınız.  
            Bu vecizeler, emanet ve vasiyetler, aynı zamanda Türk İnkılâbının temel taşlarıdır.
            Türk Kadını Nasıl Olmalıdır?
Türk Kadını dünyanın en aydın, en özverili ve en ağır kadını olmalıdır.
Ağır sıklette değil; Ahlâkta, erdem de ağır, ağır başlı bir kadın olmalıdır.
Türk kadınının vazifesi, Türk’ü zihniyetiyle, azmiyle koruma ve müdâfaya gücü yeter nesiller yetiştirmektir. Milletin kaynağı ve sosyal hayatın esası olan kadın, ancak faziletli olursa vazifesini yapabilir. Her halde kadın, çok yüksek olmalıdır., (Atatürk, Söylev ve Demeçler-T.D.K. Ens. 1989-Sayfa: 242/294)
Kadınlık meselesinde şekil ve dış görünüş ikinci derecededir.
Asıl mücadele sahası, kadınlarımız için şekilde ve kıyafette başarıdan çok, asıl başarılı olunması gereken saha (kadınların) nur ile irfan ile “Gerçek Fazilet” ile donatılmasıdır.,
Ancak, bu şekildedir ki, çocuklarımız memlekete yararlı (ve hayırlı) birer vatandaş ve mükemmel birer insan olurlar.” (1923-Nutuk, 153-154 ve Fotoğraflarla Atatürk ve Atatürk’ün Hususiyetleri, S: 74 Hasan Rıza Soyak)
“Şehirlerimizdeki kadınlarımızın giyinme ve kapanmalarında iki şekil meydana çıkıyor. Ya aşırı taşkınlık, ya da aşırı kapalılık görülüyor. Ya, ne olduğu bilinmeyen çok kapalı, çok karanlık bir dış şekli gösteren giyim yahut Avrupa’nın en serbest balolarında bile dış giyim olarak gösterilmeyecek kadar açık bir kıyafet... Bunun her ikisi de şeriatın tavsiyesi, dinin emri dışındadır. Bizim dinimiz kadını o tefritten ve bu ifrattan uzak tutar. O şekiller dinimizin gereği değil, muhalifidir.” (21.Mart.1923 – Söylev ve Demeçler, Cilt: 2 T.D.T.E. Yayını, 1989 – Sayfa: 155-156 / 294)  “Onun için, medeni topluluklarda erkek daima kadına hürmet etmek zorundadır.” (Niyazi Ahmet Banoğlu, Nükte-Fıkra ve Çizgilerle Atatürk – Kitap: 2, Sayı: 136)
            Din gereği olan örtünmek, kısaca açıklamak gerekirse, denebilir ki, kadınlara külfet yaratmayacak ve terbiyeye aykırı olmayacak şekilde basit olmalıdır. Örtünme şekli kadını hayatından, varlığından ayıracak bir şekilde olmamalıdır.,
Dini örtünme, kadınlar için zorluk yaratmayacak, kadınların sosyal hayatta, ekonomik hayatta, ilim hayatında, erkeklerle birlikte çalışmasına engel olmayacak şekilde basit olmalıdır. Bu basit şekil, toplumumuzun ahlâk ve terbiyesine aykırı değildir., Kadınlarımızın, genel görevlerde üzerlerine düşen paylardan başka; Kendileri için en önemli, hayırlı ve faziletli vazifeleri İYİ ANNEolmaktır...
Bu günün anaları için gerekli özelliklere sahip evlât yetiştirmek, evlâtlarını bugünkü hayat için faal bir organ hâline koymak, “pek çok yüksek niteliği” taşımalarına bağlıdır. Bu sebeple; Kadınlarımız, hattâ erkeklerden daha çok aydın, daha çok verimli, olgun, daha fazla bilgili olmaya mecburdurlar. Eğer gerçekten “milletin anası olmak istiyorlarsa” böyle olmalıdırlar.  (1923-Söylev ve Demeçler, S: 150-153) Bu millet, esas terbiyesini aileden almaktadır. Türk milleti, öyle Analara sahiptir ki, her devrin büyük adamlarını bu analar yetiştirmiştir. Türk kadını, daha yüksek nesiller yetiştirmeye kabiliyetlidir., Türk kadını dünyanın en aydın, en faziletli ve en ağır başlı kadını olmalıdır. Milletin kaynağı, sosyal hayatın esası olan kadın, “ancak faziletli olursa” görevini yerine getirebilir. Her halde kadın çok yüksek olmalıdır. (Kemal Atatürk ve Milli Mücadele Tarihi, Enver Ziya Karal / 1925-Nutuk, S: 234-235)
            Hiçbir ulus yoktur ki, ahlâk temellerine dayanmadan yükselsin. (Atatürk, 30.Ağustos.1926, Nutuk Cilt: 2, T.D.T.E. Yayını, 1989 S: 4) Ahlâk kutsaldır; Çünkü aynı değerde eşi yoktur ve başka hiçbir çeşit değerle ölçülemez. Ahlâk kutsaldır. Çünkü en büyük “gerçek ahlâkın sahibi” bir varlığa aittir. O varlık, yalnız ve ancak toplumdur. Ondan başka bir varlık yoktur. Gerçek ahlâk, Tanrı katında değişmiş, örnek bir şekilde düşünülmüş ve bir toplumla birleşmiştir. Çünkü vicdanlarımız üzerinde etkili olan ruhi hayat, toplumun fertleri arasındaki niyetler ve bu niyetlere olan tepkilerden oluşur. Hakikatte toplum, en yoğun fikri ve ahlâki faaliyetlerin odak noktasıdır. (1929-Medeni Bilgiler, M.K.Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan)
ÇOK NAMUSLU OLMALIDIR.
Şimdiye kadar yapılmış bulunan hataların en büyüğü, bilhassa teşebbüs sahiplerimizin, aydınlarımızın ve özellikle bilginlerimizin en büyük günahı namuslu olmamaktır. Milletin karşısında namuslu olmak, namuslu (ilkeli) ve dürüst hareket etmek lâzımdır. Milleti aldatmayacağız. Millete daima ve daima gerçeği söyleyeceğiz. Belki hata ederiz. Gerçek zannederiz. Fakat millet onu düzeltsin! Kendimizi kimsenin üzerinde görmeğe de hakkımız yoktur. Radikal yürümek ve esaslı olmak lâzımdır. Yapacağımız her şeyin bir anlamı ve bir nedeni olması gerekir. Bütün dünya bilsin!.. Yeni Türkiye ne yapıyor, hangi esas üzerine yürüyor? Gerçekte aldatmak kolay değildir.
Hiçbir zaman medeniyet dünyasını aldatabileceğimizi zannedemeyiz. Böyle bir zan, dünyanın en büyük yanılgısı içinde bulunduğumuzu göstermekten başka bir neticeye varamaz. (1923-Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan)
Allah Birdir. Şanı büyüktür. Peygamberimiz Efendimiz Hazretleri, Allah tarafından insanlara, dini gerçekleri duyurmaya memur ve elçi seçilmiştir. Bunun temel esası hepimizce bilinmektedir ki, yüce Kuran’da ki anlamı açık olan ayetlerdir. İnsanlara feyiz ruhu vermiş olan dinimiz, son dindir. En mükemmel dindir. Çünkü dinimiz akla, mantığa, gerçeğe tamamen uyuyor ve uygun düşüyor. Eğer akla mantığa ve gerçeğe uymamış olsaydı, bununla diğer ilâhi tabiat kanunları arasında çelişki olması gerekirdi. Çünkü, tüm evren kanunlarını (maddi ve manevi âlem kanunlarını) yapan Allah dır. (1923-Atatürk’ ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: 2 – Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1952 )
“Hazreti Peygamber Efendimiz, bütün Müslümanların ve kutsal kitap sahiplerinin bildirdiği üzere, Allah tarafından dini gerçekleri insanlık dünyasına duyurmaya ve anlatmaya memur edilmişlerdir ve ismi peygamberdir. Yani, haber ulaştırmakla görevlidir. Ulu Allah, Kur’an-ı Keriminde kendisine emirlik, saltanat ve taç vermiş değildir. Hükümdarlık vermiş değildir. Peygamberlik vazifesi ile gönderilmiştir. Tabiatıyla, gerçek vazifesini tamamen kavramış olan Cenab-ı Peygamber bütün dünya insanlarına O’nu duyurdu.
Hepinizce bilinmesi lâzımdır ki, o devirde, meselâ doğuda bir İran devleti, kuzeyde bir Roma İmparatorluğu vardı. Diğer teşkilâtı ve kurulu devletler vardı ve Cenab-ı Peygamber (bu) devletlere gönderdiği peygamberlik mektuplarında buyurmuşlardır ki; Allah bir ve ben O’nun tarafından, size gerçeği anlatmakla vazifeliyim. Hak Dini, İslâm dinidir. Ve bunu kabul ediniz... ve hattâ ilâve etmiştir, Ben size, Hak Dini’ni kabul ettirmekle zannetmeyiniz ki, sizin milletinize, sizin hükümetinize el koymuş olacağım. Siz, hangi hükümet şeklinde, hangi durumda bulunuyorsanız o yine aynı kalacaktır. Yalnız hak dinini kabul ediniz ve koruyunuz...(1923-Gazi Mustafa Kemal Atatürk’ün Eskişehir-İzmit Konuşmaları, Arı İnan-Türk Tarih Kurumu, 1982)
Türk milleti daha dindar olmalıdır, yani bütün sadeliği ile dindar olmalıdır demek istiyorum. Dinimize, bizzat gerçeğe nasıl inanıyorsam, ona da öyle inanıyorum. Bilince ters, ilerlemeye engel hiçbir şey kapsamıyor. Hal bu ki Türkiye’ye bağımsızlığını veren bu Asya milletinin içinde daha karışık, suni, boş inançlardan ibaret bir din daha vardır. Fakat bu cahiller, bu güçsüzler (zavallılar) sırası gelince, aydınlanacaklardır. Onlar aydınlığa yaklaşamazlarsa, kendilerini yok ve mahkûm etmişler demektir. Onları kurtaracağız. (Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt: 3–Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1954)
            Din lüzumlu bir müessesedir. Dinsiz milletlerin devamına imkân yoktur. Yalnız, şurası var ki, din Allah ile kul arasındaki bağlılıktır. (1930-Nutuk, Cilt: 3 Mustafa Kemal Atatürk, Türk Devrim Tarihi Enstitüsü Yayını-1960) Büyük bir inkılâp yaratan Hazreti Muhammed’e beslenilen sevgi, ancak O’nun koyduğu fikirleri, esasları korumak ve uygulamakla mümkündür. (1930-Şemsettin Günaltay, Ülkü Dergisi-Sayı: 100 – 1945)
            Vatandaşları içinde çeşitli dinlere mensup unsurlar bulunan ve her din mensubu hakkında âdil ve tarafsız tutum ve davranışta bulunmaya ve mahkemelerinde vatandaşları ve yabancılar hakkında eşit âdalet uygulamakla vazifeli olan bir hükümet, fikir ve vicdan hürriyetlerine uymaya mecburdur. (1927-Nutuk, Cilt: 2, M.K.Atatürk-Türk Devrim Tarihi Ens. Yayını, 1960)
            Lâiklik asla dinsizlik olmadığı gibi, sahte dindarlık ve büyücülükle mücadele kapısını açtığı için, gerçek dindarlığın gelişmesi imkânını temin etmiştir. Lâiklikle dinsizliği karıştırmak isteyenler, ilerleme ve canlılığın düşmanları ile gözlerinden perde kalkmamış doğu kavimlerinin fanatiklerinden başka kimse olamaz. (Atatürk ve Din, Sadi Borak-1962)
Softa sınıfın din simsarlığına izin verilmemelidir. Dinden maddi menfaat temin edenler, iğrenç kimselerdir. Bu duruma karşıyız ve buna müsaade etmiyoruz. (1930-Atatürk’ün Hususiyetleri, Kılıç Ali-1955)
Bütün dünyanın Müslümanları, Allah’ın son Peygamberi Hazreti Muhammed’in gösterdiği yolu takip etmeli ve verdiği talimatları tam olarak tatbik etmelidir. Tüm Müslümanlar Hazreti Muhammed’i örnek almalı ve kendisi gibi hareket etmeli, İslâmiyet’in hükümlerini olduğu gibi yerine getirmeli. Zira, ancak bu şekilde insanlar kurtulabilir ve kalkınabilirler. (1938-Prof. Dr. Hanif Favuk–Ankara Üniversitesi Dil ve Tarih Coğrafya Fakültesi Yayınları, 1979, Sayı: 102 – 1938, / Atatürk’ü Tanımak ve Anlamak, Behzat Şaşal – Ankara, 2004)  
“Türk milleti vakur ve çok sabırlıdır,
O’nun büyüklüğü ülkesinin ve nüfusunun genişliğinde değil, sadece yüksek (kanındaki asalet, insanlık davası, onur, haysiyet, şeref ve) karakterine dayanır ve ondan doğar. Türk, asil, mağrur ve yüksek bir ruh’tur. Cumhuriyet ve Demokrasi bunun açık bir göstergesidir.”