27 Mart 2008 Perşembe

"TEMİZELLER OPERASYONU"


“ERGENEKON” EĞER
“TEMİZELLER OPERASYONU”
İSE !..
Mustafa Nevruz SINACI
Recep Tayip Erdoğan, bilerek veya bilmeyerek tarihi önem ve değeri haiz; Şahsına, hükümetine ve partisine çok büyük bir yük, vebal ve sorumluluk yükleyen bağlayıcı bir lâf ederek: “temiz eller operasyonu yapıyoruz" dedi.(24.03.2008, Gazeteler)
Evet, Başbakan Erdoğan, Ergenekon Operasyonu kapsamında gazeteci, yazar, STK başkanı ve siyasetçilerin gözaltına alınmalarını “Temiz Eller operasyonu” olarak yorumladı. Erdoğan AKP İl Başkanları toplantısının basına kapalı bölümünde İstanbul’da yaşanan gözaltılar için “Bugün olanları da biliyorsunuz” diyerek bahsetti ve hatırlanacağı üzere şu değerlendirmeleri yaptı: Hiçbir Hükümet Yapamadı:
İktidara geldiğimizden günden itibaren hükümet olarak çete ve mafyaların üzerine gidiyoruz. Bu konuda hükümet olarak kararlıyız. İtalya’da Temiz Eller operasyonu yapılmıştı. Türkiye’de de Temiz Eller operasyonu yapıyoruz. Bu iş nereye kadar giderse, oraya kadar gideceğiz. Yıllarca Temiz Eller konuşulmasına rağmen hiçbir hükümet bunların üzerine gidemedi. Hepsi kıyısından köşesinden geçti. Biz sonuna kadar gitme konusunda kararlıyız. Türkiye’yi temiz toplum yapacağız.
Her Şey Kontrol Altında:
(Bazı il başkanlarının kapatma davasına karşı büyük mitingler önermesi üzerine.) Hiç merak etmeyin. Biz gereken tedbirleri alıyoruz. Her şey kontrolümüz altında. Siz işinize bakın. Genel Merkez olarak biz gereğini yapıyoruz. Provokasyonlara dikkat edin. Sizler daha dikkatli konuşun. Biz ne konuşursak konuşalım, suç oluyor. Ama siz dikkatli olun. Temizeller Operasyonu Ne idi ?
İtalya’da 1992 yılında, Milano’nun üç namuslu-dürüst, şerefli, onurlu, sorumlu, vatansever savcısı “Piercamillo Davigo, Antonio Di Pietro ve Gherardo Colombo” tarafından başlatılan "Temiz Eller" Operasyonu; O dönemde ülkeyi saran ve devleti derinden sarsan rüşvet ve yolsuzlukların üzerine cesurca giderek başta Başbakan Bettino Craxi ve yönetimini hedef almış, çıkar örgütleri ve ihale mafyalarının ölümle tehditlerine karşın görevlerini başarıyla tamamlamışlardı.
Bu vefakâr ve fedakâr Savcılar, "Temiz Eller" bu operasyon ile birden kahraman ilan edildiler ve bütün dünyaya örnek oldular.
Ne var ki, hükümetler, siyasi partiler, medya ve politikanın baskılarına dayanamayan üçlüden önce Piercamillo Davigo istifa etti. Antonio Di Pietro ailesi ölümle tehdit edilince görevi bıraktı. "Temiz Eller"i uzun yıllar savcı Gherardo Colombo yeni ekibiyle götürmeye çalıştı. Ancak, yeniden yapılanan ihale mafyasına karşı etkisiz kaldığını defalarca gündeme getirmesine karsın netice alamadı.
Colombo geçtiğimiz hafta sonu baskılara dayanamadığını ileri sürerek emekliliğine beş yıl kala Milano Savcılığından istifa etti. Üç "Temiz Eller" savcısından Piercamillo Davigo halen Yargıtay danışmanlığı yapıyor. Antonio Di Pietro istifasından sonra yolsuzluk ve rüşvetle mücadele için siyasete atıldı. "İtalya’nın Değerleri Hareketi"ni kurdu. Son Prodi hükümetinde Altyapı ve İmar Bakanlığı görevini üstlendi. Gherardo Colombo ise genç hukukçular yetiştirmek için öğretim üyeliği yapacağını açıkladı. İtalya, bu operasyon sayesinde şimdi oldukça temiz. Darısı bizim başımıza.
Fakat, Başbakan’ın, yaptığı bu açıklama son derece ümit verici.
Hukuken ve ahlâken bağlayıcı.
Üstelik bu kritik süreçte yapılacak en doğru ve akıllıca iş.
Zira, bugün ülkemiz ve halkımız yaşamın her kesimine nüfuz eden; “Medya-Mafya-Politika” üçleminde örgütlü; Müthiş bir kirlilik, yozlaşma, çürüme, rüşvet, iltimas, gasp, irtikap, din ticareti, nüfuz ticareti, siyaset simsarlığı, görevi kötüye kullanma, alabildiğine yolsuzluk-suiistimal bataklığına sürüklenmiş ve bu durum başta demokrasi, ilim, adalet-hukuk, huzur-güven ve kamu düzenini tehdit eden korkunç bir faktör halini almıştır.
Öyle ki; Şu anda (basından takip ettiğimiz, internet ortamında izlediğimiz ve canlı şahit –taraflardan- dinlediğimiz kadarıyla) hiçbir kamu kuruluşundan, özellikle belediyeler ve bağlı şirketlerinden “avantasız” iş-ihale; Proje onayı, imar tasdiki; Bankalardan kredi ve ilgili kurumdan teşvik almanın mümkün olmadığı; En yüksek devlet kurumundan apartman yönetimine kadar her derece ve düzeyde rüşvet ve iltimasın hüküm sürdüğü; İşe alımdan tutun, atama, yer değiştirme, yurt içi-yurt dışı görevlendirme, makam-mevkii tevziine kadar her şeyin bu minval üzere icra ve ifa edildiği; İlâç sektöründen tutun-inşaat, spor, imalât ve hizmet unsurlarına kadar her yerde rüşvet-iltimas, ayırma ve kayırma ağırlıklı çıkar örgütleri ile kesif bir mafyalaşmanın hakim olduğu bir ortamda “devletin namusunu kurtarmak” mutlak bir borç, yükümlülük, zorunluluk, sorumluluk, acil görev ve vebaldir.
Dönem itibarıyla çürüme, kokuşma ve yozlaşma çok kronik bir hale gelmiş; Suç-çıkar örgütleri ve mafyalar, aynı zamanda “anarşi-terör ve tedhiş” unsurları ile de “yardım ve yataklık bağlamında” iç içe girmişlerdir. Bu mesele artık “devletin bekası” ile doğrudan ilgilidir. 57. hükümet’ den bu yana üst üste yapılan operasyonlardan bir sonuç alınamaması, kamu vicdanını derinden yaralamakta; Üstüne üstlük “dokunulmazlık, koruma-kollama imtiyaz ve ayrıcalıkların” henüz kaldırılmamış olması da çok rahatsız edicidir. Her gün yaşanan haksızlık ve yolsuzluklar milleti kahreder boyutlara tırmanmış; İşin kötüsü bazı istismar ve suiistimallerin olağan addedilerek yadsınması “Türk Kültür ve medeniyetine” vurulan çok büyük bir darbe niteliği arz etmeye başlamıştır.
İşte bu “kritik” aşamada ve “gergin” ortamda AKP’nin ve Başbakan’ın bunun farkına varması “millet adına memnuniyet verici” sevindirici ve ümit tevlid eden bir gelişmedir;
Şu andan itibaren beklenen: Başbakan’ın namuslu-dürüst, adaletli, onurlu-sorumlu ve birinci dereceden mert bir “kamu yetkilisi-millet memuru ve parti başkanı” sıfatıyla sözünü tutması; Sözünün eri olarak: “Hiçbir taraf, yan-yandaş ve ayrım gözetmeksizin” kamu ve sivil dahil bütün sektörlerin bu illet, melânet, pislik, kan emici vampir ve domuzlardan ayıklanıp temizlenmesi ve kamu vicdanının huzura kavuşturulması adına;
DEVLETİN NAMUSUNUN KURTARILMASIDIR…
Eğer, AKP bunu, şimdi-hemen ve derhal (bu vesile ile) Ergenekon operasyonu kapsamında yapmazsa “bütün suç unsurlarının” odağı olmak gibi çok ağır bir zan, şüphe ve şaibeden ebedi kurtulamaz. Ancak, adalet ahlâkı, insan hakları, objektif hukuk ve kamusal sorumluluk çerçevesinde hareket eder ve ülkeyi; Anarşi-terör, tedhiş ve bunun mütemmim cüzü (tamamlayıcı-bütünleyici unsurları) olan çıkar odaklı suç örgütlerinden-mafyalardan temizlerse o başka. İşte o zaman “ADALET” ve “KALKINMA” partisi “adının adamı” olur ve % 70’leri bulur. Belki bir sonraki seçimde bu oran “Cumhuriyet tarihinde ilk defa” % 90’a da vurur. Çünkü millet ve devlet için “öncelikle lâzım olan” budur. Bunun adı nedir?
“Millet-halk için var olan; Varlığını adalet ahlâkına dayalı-adanmış kılan; Namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu-sorumlu, saygın ve şeffaf: Demokratik, lâik ve sosyal HUKUK devleti”

19 Mart 2008 Çarşamba

TÜRK DÜNYASININ BAYRAMI:
"NEVRUZ"
Mustafa Nevruz SINACI
Cennetmekân Mareşâl Mustafa Kemâl ATATÜRK yaşadığı sürece Türkiye’de, her hangi bir yasal zorunluluk olmadığı halde “Nevruz” daimi milli bayram olarak kutlandı. Türk dünyasının hüzün, ıstırap, mâkus talih ve kasavet zuhuru 1938 yılı Kasım ayının 10’u saat 9’u 5 geçe vaki “genç cumhuriyetin ‘milli-manevi’ yükselen değerleri, Kemalizm ilkeleri ve Türk inkılâbına karşı yapılan menfur devrim (devirme, yok etme, hafızalardan silme, tahrip ve halka rağmen-halkı idare etme) hareketinden itibaren; Ergenekon sembolü, adalet, aydınlık ve fazilet timsali “NEVRUZ” kutlanamaz oldu. Sonraları lokal ve bölgesel bazda idrak teşebbüsleri vuku buldu. Derken, 1980 sonrası “resmi bayram” kategorisine alınması istense de, bir takım sanal, sansasyonel ve havai gerekçelerle kanun kapsamına alınmadı. 2007 senesine gelindiğinde ise: (iç yüzü meçhul olmakla beraber, dışa vurum itibarıyla) Milli devlete karşı olduğu tasavvur edilen bir operasyona ad olarak konuldu… “Ergenekon Operasyonu” !...
Hangi ‘kripto’ tarafından öngörüldüğü bilinmez. Ama, her şeyden önce, sözde sağ ve sol kolları-kanatları-dayanaklarının varlığı iddia olunan (!) ve göbekten baronlarla (dahili-harici bedhahlar ve oligarklarla) irtibatlandırılan bu operasyonun ‘böyle anlamlı bir sözcükle’ adlandırılması ayıptır. Kaldı ki; Bahusus tertibin sol, anarşist, terörist ve menfur dış tertiplerle-mihraklarla bağlantısı ileri sürüldüğü halde (her ne hikmetse) halâ tutuklu olanların tamamı sağ-milliyetçi tandanslı. Dahası, operasyona “kuvvai milliye” gibi aynı derece ve düzeyde kutsanan ve Türk milleti için çok derin bir manâsı-hatırası olan “İstiklâl Savaşı ve milli mücadele” simgeleri ile başlandı. Bu nam altında ifa ve icra edilen operasyon kapsamında; Genel Merkezi Ankara olan “Kuvvacılar Derneği Genel Başkanı Bekir ÖZTÜRK” neredeyse sekiz aydır tutuklu. Aradan geçen zamana rağmen henüz mahkemesine bile başlanmadı. Günlerdir medyada yazıp çizilen, internet ortamında sirküle edilen terör ve tedhiş örgütü, sol-pagan ve kripto bağlantısı ise henüz kurulamadı. Karşı cenah olarak adlandırılan kesimden hiçbir tutuklama olmadı. Sonuç: Yapılan adlandırma ve müteakip safahat bir hukuk ayıbıdır. Dolayısıyla; İddia olunduğu biçimde bu bir “milli devlet” aleyhtarı tasarruf, tertip ve teşebbüs ise, neden adı Ergenekon ?... İnşâllah olaya bakan Savcı bu hassasiyeti dikkate alır, aykırı anılmayı önler, yaş ile kuruyu özenle birbirinden ayırır ve dosya aşamasına hız vererek adaletin bir an önce tahakkukuna katkıda bulunur. Bizim “NEVRUZ” bayramı münasebetiyle beklentimiz budur. Yani; Nevruz’un anlam, önem ve değerine taallûk eden: Adalet ve Barış. Şimdi sizinle, “Nevruz Bayramı” ve konuyla yakından ilgili “Özbekistan da Devlet ve Toplumda Kadın” hakkında; Özbekistan Altın Miras Vakfı Türkiye Bölüm Başkanı, çok değerli bilim-fikir ve dava adamı Süleyman Merdanoğlu tarafından yazılmış “çok önemli ve anlamlı” iki makaleyi paylaşmak istiyorum.
ÖZBEKİSTAN’DA NEVRUZ BAYRAMI (*) Nevruz bayramı en eski bir halk bayramıdır. Farsça bir kelime olan Nevruz, yeni gün anlamına gelir. Nevruz, güneşin koç burcuna girdiği güne, Miladi 22 Mart'a ve Rumi 9 Mart'a rastlamaktadır. Nevruz, `Göktürkler`in Ergenekon`dan çıkışı`` ve ``12 Hayvanlı Türk Takvimi`nde yeni yılın başlangıcı`` olarak 5 bin yıldan bugüne kadar kutlanmaktadır. Nevruz, İranlıların yılbaşı olarak da kabul ettikleri bir gündür. Nevruz, Dünyadaki birçok toplulukta farklı inanışlarla çeşitli adlar altında şenliklerle kutlandığı da görülür.Tarihi kaynaklarımızda Nevruz hakkında pek çok bilgi bulunmaktadır. Bu halk bayramı, tabiatın uyanışı, kuşların geri gelişi ve ekin ekme zamanı anlamına gelir, 21 Mart günü bahar gününün gecesiyle gündüzü denk olduğu zamana rastlar. Nevruz Bayramı hakkında Türk Büyüklerinden Abu Rayhon Beruniy (973-1048) "Qadimgi xalqlardan qolgan yodgorliklar" eserinde, Mahmud Qoshg'ariy (XI.Yüzyıl) ise "Devonu lug'otit turk" “Divanü Lügat'ı- Türk' “eserinde çok önemli bilgiler vermektedir. Türk kültürü açısından gayet mühim bilgileri ihtiva eden Divanü Lügat'ı- Türk' te de, bu bayram sevincinin ifadesi olan dörtlükler yer almaktadır .Ömer Hayyam (1048-1131) alim, şair, filozof sıfatıyla bu bayram hakkında "Navro'znoma" adlı kitabı vardır. Buna benzer eserleri olanlar, Nevruz hakkında edebi düşünce, malumat verişleri önem arz eder.Bu günün yeni yıl olarak kabulü meselesini Nizamü 'l-mülk (1017-1091), Selçuklu devlet hayatına mal etmiş, vergileri bu günün birinci günü toplatmıştır.
Türk-İslam klasiklerinden biri olarak kabul ettiğimiz Yusuf Has Hacib'in (1017-1077) Kutadgu Bilig adlı eserinde, oldukça canlı tabi at tasvirleri yapılarak baharın gelişi, ağaçların yeşiller giymesi, tabiatın al ve kızıl renklerle süslenmesi en güzel şekilde anlatılmaktadır. Özbekistan'da Nevruz'a; Navruz, Navro’z, "Nevbahar" (Yeni Bahar) da denir.Nevruz, Özbekistan'da da çok eskiden beri kutlanmaktadır. Bir zamanlar Türkistan’da hüküm süren Makedonyalı Aleksandır, Araplar, Moğollar... sonrada Ruslar Nevruz’u tüm baskı ve yasaklamalara rağmen engelleyememişlerdir. Ancak komünizmin 70 yıllık hâkimiyeti döneminde, dar bir çevrede, köylü, çiftçi ve zanaatçılar tarafından bir aile bayramı olarak kutlanabilmişti. Asılardır Özbek halkının ruhuna yerleşmiş olan örf-adetler, gelenek-göreneklerden bir olan Nevruz Bayramı da sıkı takiple yasaklanmıştır. Özbekistan’ın bağımsızlığından evvel; İmam Buhari (810-870) gibi büyük İslam aliminin mezarına kimyasal atıkların saklama deposu olarak kullanılması gibi, insanın tüyünü ürperten manzaralar görülmüştür. Yine o yıllarda İmam Tirmizi ( 824-892) kabri dikenli tellerle çevrilmişti. İmam Maturidi (870-944) hazretlerinin defin etilmiş kabri ise tahrip edilip; üstüne o civarda yaşayan halk için evler inşa edilmişti. Umumi basın vasıtalarında, kitaplarda Nevruz kelimesini kullanmak siyasi hata olarak kabul edilmişti. 1986 yıllarda adıyla çıkan kitap da; bir tek nevruz kelimesi bulunduğu için tüm kitapçılardan, okul kütüphanelerden toplanmıştı.Nevruz bayramının adı komünizm rejimi tarafından değiştirilip diye yazıldı. Ama her şeye rağmen eski ve milli bayram olan Nevruz kutlamalarını yok etme teşebbüsleri halka unutturmaya çalışılmışsa da; halk tarafından kabul görmemiştir. Sen bizi bağışla ey, Nevruzumuz, Bilmezliğe battı o gün gözümüz. Yüzüne bir tokat patlatı verdik Pişmanlık içindeyiz şimdi kendimiz. (Özbek şairi Abdulla Aripov) Nevruz; evvelden beri olduğu gibi şimdi de, Bağımsız Özbekistan’da; güzelliktir, sevinçtir, emektir, gençliktir, saygıdır, sevgidir, barıştır, umuttur, berekettir, ziyarettir, ziyafettir... Mutluluktur, bahar bayramıdır.
Özbekistan 1 Eylül 1991 yılından itibaren bağımsız olduktan sonra Nevruz Bayramı milli bayram olarak kabul edilerek, o gün resmi tatil olarak ilan edilmiştir. Bugün Özbekistan’da nevruz bayramı bütün canlılığıyla yaşamakta ve yaşatılmaktadır. Adetlere göre, her evde yemekler pişirilir ve bu bayramın meşhur tatlısı sumelek (sumalak) hazırlanır. Sumelek sadece Nevruza özgü bir yemektir.Özel olarak filizlendirilmiş buğday, arpa, darı gibi hububatlardan yapılan karışıma altı çeşit madde daha eklenerek büyük kazanlarda yapılan sumelek, törene katılanlara dağıtılır. İnsanlar kadın-erkek, zengin-fakir, yaşlı-genç demeden aynı kazandan sumelek yerler. Aynı ateşten atlarlar. Dargınlar barışır. Eşitlik, dostluk, paylaşma Nevruz Bayramının temelini oluşturur. Nevruz da; ölmüş yakınlarının ruhu için Kur'an okunur. Kabirlerin üstünü ve çevresini temizlerler. Oturdukları evleri onarırlar ve temizlerler. Mahalle komiteleri kültürel faaliyetler, oyun ve eğlenceler düzenlerler. Şairler, şiir şölenleri düzenler, yaşlılar sohbetler yaparlar. Halk, bu Nevruz eğlencelerine "Seyil Eğlenceleri" adını verir ve Seyil Yerleri dönme dolaplar, çalgıcılar, beççeler, seyyar satıcılarla dolar. Nevruzun birinci günü, halk çadır çadır gezerek birbirlerinin bayramını kutlar. Bu ziyaretler sırasında ikram edilen yemek, "aş" adı verilen pilavdır. Ayrıca çay ve çeşitli meyveler de sunulur. İkramların yanı sıra, Köpkari, güreş, at yarışları ve horoz dövüşleri gibi spor gösterileri düzenlenir, Nevruz kutlamalarından esinlenmiş tiyatro eserleri sahnelenir. Bayramda sonrası ise bahçe bostan hazırlığı, ekin ekmeye başlarlar ve çok eskiden bazı örf- adetler vardı. Tarlaya, bağa ve bahçeye gitmeden evvel öküzlerin boynuzu ve boyunları yağlanıyordu. İlk tohumu yere mahallenin en yaşlı ve itibarlı kişisi ekiyordu.Önceleri Özbekistan’ın tarım ürünleri ve her bahar ayında olduğu gibi bayram pazarları kurulurdu ve gelenek halen devam etmektedir. Nevruz, Özbekistan'da genellikle bir hafta sürer. Nevruz bayramında insanlar arasındaki düşmanlıklar ortadan kalkar, dostluk tohumları filizlenir ve kuvvetlenir. Halk kırlara, tepelere, dağ eteklerine gezmeye çıkar. Özbekistan'da anneler kızlarını ve gelinlerini yanlarına alıp türlü meyve ve sebzeli yemekler hazırlayıp sofralar bezerler. Kazan dolusu yemekler pişirirler. Bu âdete "kazan doldu" denir ve "rızkımız dolu olsun" dileğine bağlanır.Nevruz, milli birliğin ve beraberliğin vesilesidir. Nevruz Özbekistan’da dostluk içinde tüm halkın birleşmesi kardeşlik bayramına dönüşmüştür. Özbek, Tacik, Kazak, Kırgız, Türkmen ve Azeri halkları Nevruz nedeniyle birbirilerini tanır, bu ortak kültürü yaşatırlar. Bu günlerde doğanlara, Özbek ve Tacikler, bu adları kendi çocuklarına verirler. "Nevruz" ismi erkek çocuklara, "Nevbahar" ve "Baharay" isimleri ise kız çocuklara verilir.Tiyatrolaştırılmış renge renk gösteriler Nevruz Bayramı’nın geçmiş ve adetlerini yaşatır.Günümüzde Özbekistan’da Nevruz kutlamaları, eski kutlamalarının yasaklandığı yılların öcünü alırcasına eşi görülmemiş görkemli bir şekilde kutlanmaktadır. Bir başkadır Özbekistan’da Nevruz. Bir zamanlar geri planlarda itilmiş ve unutulmaya yüz tutmuş olan dünyada tabiatın, insanlarda ümitlerin yeşerdiği ve Özbek halkının da kendi kültür kimliğini, kişiliğini, benliğini, hüviyetini yeniden bulduğu.
“NEVRUZ BAYRAMINIZ KUTLU OLSUN”
Son Not: Yukarda, (bölüm başında) kısaca temas ettiğim ‘Türkiye’de Nevruz’ safahatı ile ilgili olarak; Özellikle, bilhassa insani ve vicdani yükümlülük olarak ‘az bilinen’ birkaç hususu mutlaka belirtmem ve Anadolu Türklüğüne hatırlatmam gerekiyor. Şöyle ki: İkinci Cihan Harbinden sonra yeryüzünün ilk kez tanık olduğu “dünyanın en zalim, vahşi, acımasız, merhametsiz, soykırım ve kitle katliamcısı” varlıklar tarafından idare olunan SSCB’nde kalan kardeşlerimiz ve soydaşlarımız, bütün baskılara, insanlık, adalet-ahlâk dışı yasaklara, mezalim ve soykırıma rağmen ‘her ne pahasına olursa olsun” kendi yerel yurt ve coğrafyalarında “Nevruz Bayramını” kutlamaktan asla geri durmamışlardır. Öyle ki; Mustafa Kemâl Atatürk’ün, “Bu gün dostumuz ve müttefikimizdir. Amma, yarın ne olacağını kimse önceden bilemez ve kestiremez..” dediği SSCB, tıpkı içerdeki dahili bedhahların karşıdevrimi gibi, Rusya da bir “Atatürk ve Türk Karşıtı Devrim” yaparak Aralık 1938’den itibaren “Lise üstü tahsil görmüş” bütün Türkleri katletmiştir.Bak: İsmail Gaspıralı. Devrimden itibaren katlettiği, soykırım ve tehcire tabii tuttuğu Türklerin sayısı ise milyonlarla ifade edilmekte olup; Sadece Kafkas, Kırgız, Kazak, Türkmenistan ve Çeçenistan bölgesinde 14 Milyon kişiyi hunharca katlettiği tarihen bilinmektedir.
ÖZBEKİSTAN’DA DEVLET
VE TOPLUM DA KADININ YERİ (*)
Özbekistan tarihinde kadının önemli bir yeri vardır. Günümüzde de; bu önemini kaybetmeden korumaktadır. Özbekistan edebiyatı, kültürü ve sanatında kadınlar da dikkat çekmektedir. Bunlardan Zebunisa (1639-1706), Uvaysiy ( 1779 -1845), Nadire (1792-1842), Anbar Otin (1870-1915) ve geçtiğimiz günlerde Taşkent’de heykeli dikilen ünlü Özbek şair ve yazar Zülfiya (1915-1996) ilk akla gelenlerdir.Hadiste denilir ki:” Bilmen gerekir ki, kadın ve erkek her Müslüman için ilim öğrenimi farzdır.” 1417 yılında Mirza Ulugbek tarafından Buhara’da kurulan medresenin girişinde şu sözler yazılıdır.” bilgiye yönelmek her Müslüman kadın ve erkeğin kutsal borcudur.” Özbekistan Cumhuriyeti Anayasasının 46.Md. de “Kadın ve erkekler eşit haklara sahip olacaktır “ denmektedir. Sadece bu birkaç örnek bile, Müslüman bir ülke olan Özbekistan’da kadına verilen değeri ve erkeklerle eşitliğini göstermektedir.
Özbekistan’da kadınların toplum-politik faaliyetlerine katılımı, o­nların eşit haklara sahip olma konusunda önemli bir unsurdur. 1991 yılı Özbekistan’ın bağımsızlığından sonra, çoğu diğer İslam ülkelerin de olmayan Özbek kadınlarının lehine önemli gelişmeler olmuştur.
8 Mart Kadınlar Günü Özbekistan’da da kutlanmaktadır. Ülkede en saygın kadınlar teşkilatı konumundaki “Özbekistan Kadınları Komitesi” faaliyetini sürdürmektedir. Komite’nin 3 Milyondan fazla kurumsal ve bireysel üyesi mevcuttur. 1995 tarihinden itibaren aile, annelik ve çocuk sosyal koruma konularıyla ilgilenen Başbakan Yardımcılığı görevi tesis edilmiştir. Özbekistan Kadınları Komitesi, kadınların durumunu iyileştirme, kadının rolünü yükseltme, toplum ve ailede kadınların statüsü, o­nların sosyal, ekonomik ve manevi menfaatlerini korumak amacıyla hukuk sisteminin geliştirilmesine yönelik devlet politikalarının uygulamaya konulması ile ilgili çalışmaları yürütmektedir.
Söz konusu komite, kadın kadro kaynakları hazırlanması ve istihdama kadınların teşvik edilmesi, kadınların mevcut durum analizi, toplumun sosyo-ekonomik yönden gelişmesinde kadınların katılım düzeyi, çalışma koşulu, ailede moral ortamı, ayrıca mülk şekline bakılmaksızın işletme, kurum ve teşkilatlarda kadınların sosyal korunma düzeyi ile ilgili konularda çalışma yürüterek, ihtiyaç duyan kadınlara hukuki, psikolojik, maddi ve manevi destek sağlamaktadır.
Son yıllarda Özbekistan’da kadın statüsünün yükseltilmesi ve mevcut durumun iyileştirilmesi ile ilgili ulusal düzenlemeler oluşturuldu. Kadın hareketinin gelişmesi ve potansiyel kadın gücünü önemsemek için hukuki konularda sağlıklı planlar hazırlandı.
Özbekistan’da kadın hareketinin önemli gelişme aşaması, devlet bünyesinde olmayan kadın kurumlarının oluşturulması oldu. Devlet bünyesinde olan ve olmayan sektörler arasındaki ortaklık, kadın sorunları ile ilgili konuların amaca uygun olarak ele alınma ve çözülme oranını yükselti.
Günümüzde, devlet bünyesinde olmayan tüm kadın kurumları tarafından “Mehr” (“Merhamet”) birliği oluşturuldu ve uluslararası kadın hareketinde tek konuma sahip oldu. Kadınlar Komitesi ile Yüksek ve Orta Mahsus Eğitim Bakanlığı işbirliğinde düzenlenen toplantılarda, bilimsel alanlarda kadın bilim adamlarının teşvik edilmesi ve rolünün artırılması kadına yönelik benzeri konular ele alınmaktadır.
Başbakan Yardımcılarından Bayan Svetlana İnamov’un da hazır bulunduğu bu yıl yapılan bir toplantıda, doktora öncesi çalışma tezini savunanların %y33’ü, doktora unvanı alanların %16’sı ve bilimsel araştırma görevlilerinin % 37’sinin kadınlar olduğu açıklanmıştır.
Senato Dış Politika Komisyonu ile Kadınlar Komitesi işbirliğinde yeni düzenlenen “Kadın, Devlet ve Toplum”başlıklı yuvarlak masa toplantısında, siyasi, ekonomik ve sosyal yaşamda kadınların rolünün artırılması, kadın haklarının korunması, kadın girişimcilerin desteklenmesi ve kadın haklarının ihlal edilmesinin önlenmesinde sivil toplum kuruluşlarının önemi ile ilgili konular değerlendirilmiştir.
Yasama Meclisi üyelerinin %18, Senato üyelerinin ise %15’inin kadınlardan oluştuğu, küçük boyutlu işletmeler arasında ise %23 olduğu belirtilmiştir.
Bugün Özbekistan Parlamentosunun Yasama katmanına 21 kadın milletvekili seçildi. Bu toplam milletvekili oranının %17,5’ini oluşturmaktadır.
Uluslararası ilişkilerin pekiştirilmesi ve ülke kadın hareketinin uluslararası bütünleşmeye büyük önem verilmektedir. Kadınlar Komitesi ve devlet bünyesinde olmayan kadın kurum vekilleri birçok uluslararası görüşme ve sempozyuma faal olarak iştirak etmektedir. Kadın hareketi BM Teşkilatı ve o­nun kurumları ve Özbekistan’da akredite edilmiş diğer uluslararası kurumlar ile faal ortak çalışmaları yürütmektedir.
Özbekistan’da kadınlara yönelik küçük düşürücü tüm davranış şekillerinin ortadan kaldırılması, Birleşmiş Milletler Kadınlara Karşı Her Türlü Ayrımcılığın Önlenmesi Sözleşmesi (CEDAW) ile ilgili BM Teşkilatı, Pekin Platformu, kadın hakları ve menfaatleri kapmasında diğer uluslararası belgelerin uygulanması ile ilgili eylem planının hayata geçirilmesi konusunda çalışmalar yapılmaktadır.
CEDAW koşullarının yerine getirilmesi kapsamında Özbekistan raporunda ele alınan sonuçlara göre kadınları aşağılayıcı tüm davranış şekillerinin ortadan kaldırılması ile ilgili komitenin önerileri uygulaması hakkında ulusal eylem planı hazırlandı ve hayata geçirilme süreci devam etmektedir. Özbekistan 2004’te CEDAW koşullarının yerine getirilmesi ile ilgili ikinci raporunu komiteye sundu. Özbekistan Kadınlar Komitesi, insan hakları konusunda Ali Meclisi (parlamento) tarafından yetki verilen enstitü ile işbirliğinde kadın hakları ile ilgili uluslararası ve ulusal belgelerin uygulanmasını denetleyen bir izleme grubu oluşturdu. Kadınlar Komitesi tarafından, Özbekistan Cumhuriyeti nüfusunun sağlık ve hakların korunması hakkında yasa tasarısı hazırlandı. 2006 yılının başında Özbekistan’da yapılan yasal düzenlemelerin 80’den fazlası kadın hakları ve özgürlüğü ile doğrudan ilgilidir.
Özbekistan’da kadınların durumunun iyileştirilmesi ve rolünün yükseltilmesi konusunda ve Bakanlar Kurulu tarafından o­naylanan ulusal platformdaki eylem planı uygulamaya konulmuştur. Son zamanlarda Özbek kadınlarının uluslar arası toplantılarına katılımları artmıştır. Katar’ın başkenti Doha’da düzenlenen 3.Uluslararası Kadın İşadamları Toplantısı’na katılan Başbakan Yardımcısı Svetlana İnamova, Özbekistan'ın ekonomik potansiyeli, Cumhurbaşkanı Karimov’un önderliğinde yürütülen ekonomik ve sosyal reformlar, kadın işadamlarının teşvik edilmesi ve desteklenmesine yönelik çalışmalar hakkında bilgi vermiştir. Kuala Lumpur da İslam Konferansı Teşkilatı tarafından düzenlenen “Karar Alma Süreçlerinde Kadının Rolü””başlıklı uluslararası konferansta Özbekistan’ı Başbakan Yardımcısı Bayan S. İnamova başkanlığındaki bir heyet temsil etmiştir.
23 Aralık 2007 tarihinde yapılan Cumhurbaşkanlığı seçimine Özbekistan ve Orta Asya ülkeleri tarihinde ilk kadın olarak; bir partinin genel başkanının Cumhurbaşkanlığı için aday gösterebilmesi, ülkede kadın haklarına verilen önemin göstergelerinden biridir.
1 Ocak 2008 tarihinden itibaren ülkede idam cezası tamamen kaldırılmasında; idam cezasının ömür boyu hapis cezasıyla değiştirildiği, ömür boyu hapis cezasının sadece kasten adam öldürme ve terör suçlarını işleyenler için uygulanacağı, ömür boyu hapis cezasının kadınlara, 18 yaşını doldurmayanlara uygulanmayacağı kadın olanlara tanınan bir ayrıcalıktır.
2008 Ocak ayı sonunda Taşkent’te düzenlenen bir törenle tanıtımı yapılan “Özbekistan’da Kadın ve Erkek””raporunda ülke genelinde 1000 erkeğe 1000 kadın denk geldiği, Taşkent'te 10 erkeğe 9 kadının denk geldiği; göç ile ilgili rakamlara göre, 2000–2005 döneminde yılda 85 bin kadın ve 66 bin erkeğin ülkeye geldiği, 125 bin kadın ve 110 bin erkeğin ülkeden çıktığı; eğitim oranının ülke genelinde % 90'ın üzerinde olduğu; erkeklerin %56,7’si, ülke ekonomisinde kadınların payının %43,3’ünün ekonomik sektörlerde çalıştığı belirtilmektedir.
Özbekistan'da erkek giyiminin dışında; Özbek olan kadınlarında kendilerine özgü giyimleri vardır. Kadınlar, hemen hemen her yerde ipek atlastan yapılmış entarilerini giyerler.
Ülke genelinde kadınlara yönelik çeşitli etkinlikler yapılmaktadır. Bağımsızlık yılı kutlamalarında kadınların gösterileri büyüleyicidir.
Özbekistan’ın başkenti Taşkent’te Kasım 2006 tarihinde ilk defa düzenlenen moda haftası kapsamında sergilenen Özbek kadınlarının geleneksel giysileri izleyicilerin ilgi odağı olmuştur. Özbekistan’da iki evliliğe resmen bir izin yoktur. İmam nikâhıyla ikinci bir hanımla evlenenler de bulunmaktadır. Özbekistan’da resmi nikâhtan sonra, dini nikâh kızın evinde bir din adamı çağırılarak kıyılır.
Bölüm Notu:
Beyaz Rusya ve kapsama alanında (Federasyonda) sıkça rastlanan ‘ahlâken düşük’ ve ülkemizde fahişe anlamında ‘nataşa’ denilen necis-habis, insanlık dışı süfli, soydan murdar ve “rahim sıfatına mütecaviz” pis varlıkları görmek bile mümkün değildir. Özbekistan da Türk Kadını; Atatürk’ün “Cumhuriyet Kadını” için hususan vasiyet ettiği “Çok Namuslu Olmak Gerek” umdesini bütünüyle uygulayan, yaşayan ve “Tarihi Anadolu Kadını” misal çok temiz, namuslu, dürüst ve mutahhar. Yani, “her türlü övgüye lâyık” olma vasfını haizdir.
(*) Süleyman MERDANOĞLU
Özbekistan Uluslararası Altın Miras Vakfı Ankara Bölümü Başkanı./ altinmiras-w@tr.net, www.altinmiras.com

14 Mart 2008 Cuma

TRUVA ATI, OLİGARK VE KRİPTOLAR

TRUVA ATI,
OLİGARK VE KRİPTOLAR

Mustafa Nevruz SINACI
Tanımlara sırasıyla bakalım:
Truva atı (trojan): Bu kelime, Gazi Mareşâl Mustafa Kemâl Atatürk tarafından gizli-iç düşman anlamında sıkça kullanılan ‘dahili bedhaht’ ın tam karşılığı olup; Türk vatandaşı olduğu halde, devlet ve milleti aleyhine ‘dış düşmanla’ iş birliği içinde şer ve şeytani fesat, ifsat, tefrika; Ekonomik-sosyal-dini-ilmi ve milli konular dahil olmak üzere her alanda anarşi, terör ve tehdit unsuru odaklarına denir. Klâsik Yunan’a atfedilen mitolojik anlama atıf da aynı kapsam ve bağlamdadır. (hile, desise, sahtekârlık vb.) Ayrıca, (trojan) bilgi transferi (hırsızlık) karşı casusluk, anlık tehdit, dijital sabotaj, siyasi-sosyal-kültürel dezinformasyon ve beyin kontrolü amacıyla kullanılan çok tehlikeli bir virüs türüdür.
Oligark : Ülkenin ve halkın ekonomik varlıklarını, Truva atlarıyla eşlik ve işbirliğinde organize suç örgütleri teşkil edip bilumum ‘yasal boşluklardan yararlanarak’ ve/veya her türlü kanun, hukuk ve ahlâk dışı yollara başvurmak suretiyle ‘millet, devlet ve fert aleyhine bütün imkân ve vasıtaları kullanarak” gasp, irtikap, rüşvet, nüfuz ticareti, baskı, şantaj ve tehdit yoluyla ucuza kapatan kapkaççı, kaçakçı, kayıt ve kapsam dışı (sözde) işadamları için kullanılır.
Kripto: Esas itibarıyla milletin asli ve kurucu unsuru olmadığı halde, suret-i haktan (asli unsurdan) görünerek gerçek kimlik, menfur niyet ve kişiliğini maskeleyen, halktan daha halkçı, Atatürkten daha Atatürkçü, yerine göre sağcıdan daha sağcı-milliyetçi ve maneviyatçı, Türkçü, ulusalcı veya ‘devletin namusu nam solcu’ görünebilen; Aslen dönme, devşirme, din tüccarı, siyaset simsarı, müşrik, mason, misyoner, gizlice ırk ve kök davası güden sabataist, Yahudi ve Hıristiyanlar için yapılan tanımlamadır.
Şimdi, aşağıda yer alan olay, duyum ve haberi; Lütfen bu bağlamda değerlendiriniz !.. Türkiye Cumhuriyeti’nin aleni-resmi ‘mukayyet’ azınlık ve gayrimüslimlerden yana her hangi bir şikâyet ve rahatsızlığı yoktur. Onlar, kahir ekseriyetleri İstiklâl Savaşında Gazi Mustafa Kemâl’in, Türk halkının ve müstakbel Türkiye cumhuriyetinin yanında ‘sadakat, ihlâs ve samimiyetle’ yer almış, ülkeyi vatan bilmiş ve hakiki anlamda ‘milleti sadıkadan’ olmuş, saygın yurttaşlarımızdır. Burada onları ilzam edecek tek bir sözümüz yoktur.
Gladyo:Bu üç unsurun 'baronlar' düzeyinde bileşimi (ortaklığı) ve küresel entegrasyonu bağlamında oluşan 'dünya derin devleti/küresel mafya' uzantısı; Daha açık bir anlatımla: Evrensel gericilik, fanatik irtica, radikal paganizm ve emperyalist "ilâh+İlâç+Silâh" tüccarlarının, ülkeye münhasır tepe halkasıdır. (3D teorisi)
Mesele:
Şubat ayının son günü “Çok ciddi, kanıtlı ve destekli” bir iddia, anonslu-spotlu ilginç bir haber olarak ortaya atıldı. Ayrıntıları www.universitehaber.com sitesinde. C. Mirac imzası ile 1.03.2008 tarih ve 37238 referans numarası ile Liberal İzmirliler grubunda yayınlanan habere göre: “YÖK, rektörler ve Danıştay arasındaki türban gerginliği adeta bildiri savaşına dönerken, üniversite ve siyaset çevrelerinde şok iddia kulaktan kulağa yayılıyor. Buna göre: Dekan ve rektörler arasında 22 tane Hıristiyan asıllı isim var.Bir taraftan, ‘kesinleşen anayasa hükmüne’ rağmen YÖK ve mevcut bazı rektörler arasındaki türban gerginliği inadına tırmandırılıyor, diğer taraftan mezkür iddia üniversite ve siyaset çevrelerinde şok haber olarak kulaktan kulağa yayılıyor. Kaynak siteye göre haber, tarihçi bir profesöre dayandırılmakta. İddiaya göre dekan ve rektörler arasında 22 tane Hıristiyan asıllı isim bulunuyor.
Aynı zamanda kökenbilimine ilişkin çalışmalarıyla tanınan, (burada adı bizde mahfuz deniliyor) Profesör'ün iddiasına göre; Hıristiyan olduğunu yıllardır kamuoyundan gizleyen bu 22 rektörün büyük çoğunluğu da ermeni kökenli denilmekte; Ayrıca, halen ülke çapında kain vakıf, devlet üniversitesi ve eğitim kurumlarda daha binlercesinin varlığı ileri sürülmekte.
EVLERİNİN ALTINDA ŞAPEL !
Habere göre, bu dönme ve dahili bedhah (gizli düşmanların) tarihsel hikâyesi, 1900'lü yılların başında vaki tehcir uygulamasına dayanıyor. Tehcir uygulamasından kurtulmak ve topraklarından ayrılmak istemeyen birçok ermeni Müslüman oluyor. Bazıları da Müslüman komşularının yanlarına sığınıyor. Bir bölümü samimi olarak ve gerçekten İslam’ı kabul ederken diğerleri dışarı da Müslüman görünüp, özel hayatlarında Hıristiyan olarak yaşamaya devam ediyorlar. Hatta bazılarına ait evlerin bodrumunda, küçük kilise anlamına gelen özel ve gizli "şapeller" bulunduğu ileri sürülmekte. Bunlara, "Kripto Hıristiyanlar" deniliyor.
Müsnet iddialar ve tarihi vesikalara göre, bunların aralarında gizli Hıristiyan (oligark, kripto ve baron) oldukları halde 40 yıl boyunca Müslüman din âlimi kisvesi altında hocalık yapanlar; Atatürk, İslâm dini ve Türk tarihi hakkında kitap yazanlar bile var.
Ayrıca, Türkiye'de ermeni asıllı, kripto-gizli Hıristiyanların sayısının şu anda 100 bin civarında olduğu tahmin edilmekte. Ki, bunlardan pek çoğunun siyaset, sermaye, yargı ve bürokraside yüksek düzey ve etkin konumlarda yer aldıkları; Sistemli bir ajitasyon, plân-program dahilinde, en büyük etkinliği eğitim camiasında sağladıkları; Gerçek din, kök, kimlik ve milliyetlerini özenle gizleyerek dekanlığa, rektörlüğe kadar yükseldikleri, İçişleri-Dışişleri ve Eğitim camiasında yoğunlaştıkları ileri sürülmektedir.
AŞKIN, ALICI VE SAYLAN
Yakın bir geçmişte bu konuda bazı iddialar gündeme geldi. 9 Eylül Üniversitesi rektörü Emin Alıcı'nın, kimliğinde, Hıristiyan yazdığı, Babasının adının Manufer, dedesinin adının ise Ohannes olduğu basında yer aldı; Yine tescilli Van 100. yıl üniversitesi rektörü Yücel Aşkın'la, bir dönem YÖK üyeliği de yapan çydd başkanı Prof. Türkan Saylan hakkında benzer iddialar medya organları tarafından gündeme getirilmişti…”
Haber ve iddialar böyle. Şimdi gelelim yansımalar ve yorumlara:
Malum, Türk milleti on yıllardır anarşi, lânetli terör ve tedhişe karşı mücadele uğruna şehit vermekte; Ekonomisi batmakta, ülke geri kalmakta ve her gün bu millet, bir evladının dağda, şehirde ne idiğü belirsiz bir çakalın kurşunu ile şehit edilişine yanmaktadır.
Yıllardır bu mâkus talihe maruz kaldığımız-teröre can verdiğimiz ve kan döktüğümüz halde; Her ne hikmetse Türk Milleti’nce yetkilendirilen kurumların terör örgütlerinin legalleşmesine göz yummaları, bataklığı kurutmamaları, AB-D telkin ve dayatmaları bahane edilerek, terör ve tedhiş unsurlarına müsamaha etmeleri, CMUK ve 301’i değiştirmeye kalkışmaları, vakıflar yasasını çıkartmaları; Türk Milleti için en az verilen şehitler kadar yürek yakan bir durumdur. Dahası, devlet malı birçok okul ve üniversitede terörist yuvalanması, Türk kimliğini ifade etmenin tehlike içermesi, popüler medya ve yüksek düzey siyasi aktörlerin; yargı erki dahil milli menfaatler ve milli devlet aleyhine karar ve tasarrufların vukuu, terör odakları lehine propaganda ve provokatif eylemler bu ileri sürümü doğrulayan karineler meyanındadır.
SON SÖZ :
Alın 1938-50 (karşıdevrim) ve 1960-2007 (trasformasyon) dönemini. Koyun büyüteç altına. Vatan, millet ve devlet aleyhine işlenen her nevi suç, ihanet-cürüm, hortum, özellikle de aleyhimize gelişen AB sürecinde müktesebat entegrasyonu antaklarına dikkatle bir bakın hele. İşte o zaman; Truva atları, oligarklar, kriptolar ve baronları hayretler içinde ve oldukça berrak bir biçimde görecek ve şaşırıp kalacaksınız

9 Mart 2008 Pazar

BÜRO (Çalışma ofisi, Ankara)FOTOĞRAFLARI






en
yeni
vesikalık
fotoğraf
Ankara
2007

8 Mart 2008 Cumartesi

"LÂNETLİ BATAKLIĞIN FERYÂDI !.."

BATAKLIKTA PANİK;
KURUTULMA KAYGISI
Mustafa Nevruz SINACI
Önce Genelkurmay Başkanlığı’nın 04 Mart 2008 tarih ve BA-26/08 numaralı basın açıklamasına bir bakalım. Son sınır ötesi operasyon üzerine yayınlanan bildiri aynen şöyle:
“1. Türk Silahlı Kuvvetlerinin 03 Mart 2008 günü düzenlediği basın toplantısında, Genelkurmay Başkanı tarafından, Irak’ın kuzeyinde icra edilen sınır ötesi harekât hakkında basın temsilcilerine detaylı bilgiler verilmiş ve kamuoyunda tartışma konusu edilen bazı noktalara açıklık getirilmiştir. 2. Genelkurmay Başkanı ve diğer komutanlar basın ve kamuoyu önündeki açıklamalarını, en anlaşılır ve yalın bir dille yapmışlardır. 3. Tüm bu iyi niyet ve şeffaflığa rağmen, 04 Mart 2008 günü basın dışından Türk Silahlı Kuvvetlerini hedef alan söylemler, ülke adına terörle mücadele eden ve şehitler veren bir kuruma haksız ve seviyesiz saldırılar olarak değerlendirilmektedir. 4. Siyasi kişi ve kurumlarla hiçbir zaman polemiğe girmek istemeyen Türk Silahlı Kuvvetleri, 24 yıldan bu yana devam eden terörle mücadele sürecinde, ilk defa bu tür anlamsız saldırılara hedef yapılmak istenmektedir. Bu saldırılar, Türk Silahlı Kuvvetlerinin terörle mücadele azmine, hainlerden daha fazla zarar vermektedir. 5. Türk Silahlı Kuvvetlerinin maruz kaldığı bu tür saldırıların değerlendirilmesini, Türk Milletinin engin sağduyusuna havale ediyoruz. Kamuoyuna saygı ve üzüntü ile duyurulur.”
Bu açıklama, özellikle politik mihraklarda büyük rahatsızlık ve alınganlık yarattı. CHP’den “Açıklamadan alınmadığını ve kendisini beyana muhatap görmediğini” belirterek; “Bizim K. Irak politikamızda en ufak kırılma yoktur. K. Irak’tan PKK terörü temizlenmeli. Türkiye bunu yapacak imkâna sahiptir. Ancak, yurt dışından gelen baskı ve engellemeler var.” Beyanı geldi.
MHP, “Genelkurmay açıklamasının hedefi biz değiliz. Sınır ötesi operasyon yetkisini verirken TSK’nın önüne PKK terörünü ‘o bölgeden söküp atma’ hedefi belirlendi. Ancak, AKP hükümeti ve başbakan belli tedbirler almakla yetindi. Bu açıdan, bizim eleştirilerimizde muhatabımız o bakımdan başbakandır” dedi.
DP Genel Başkanı Süleyman Soylu önce, “Sınır ötesi her zaman masada olmalı” uyarısında bulundu. Muhalefete “kurumları yıpratmayın” tepkisini gösterdi ve, “Türk Silahlı Kuvvetleri’ne millet olarak müteşekkiriz” derken, “Mehmetçik’in güç ve kudretini gösterdiğini, çetin kış şartları ve doğa koşullarına aldırmadan hainlere hak ettikleri dersi inlerinde verdiğini” ifade ederek “Şehitlere rahmet, ailelerine ve Türk Silahlı Kuvvetleri’ne başsağlığı” diledi.
Elbette yapılan açıklamalar ve söylemler bundan ibaret değil. Bir de işin eylem, aleni tahrik ve espiyonaj boyutu var. Örneğin DTP ve bütünleyici unsurları; Tıpkı 1974 Kıbrıs Barış Harekâtında yaptıkları gibi savaş çığlıkları attılar, uluslar arası hukuk-meşruiyet çerçevesinde vaki nefsi müdafaa ve misilleme operasyonunu ‘savaş’ ve TSK’yı işgalci olarak niteleyip dağlara çıkmaya yeltendiler. Bu kalkışmada 35 bin kişinin katili hakkında sitayişkâr lâflar edildi. Gerçekte, hain bir ihaneti, Ermeni asıllı terör ve tedhiş örgütü olan bu menfur mihraklar, konuyu AB gündemine taşınmaya, münhasıran iç politikaya yönelik baskı, telkin ve dayatma ortamı oluşturulmaya çalışıldı. Bunun yanı-sıra hükümet ve iç siyasetin barışçıl-müsamahakâr tavrı övüldü asker insafsızca suçlandı. Dahası var: TSK’nın ve Türk güvenlik güçlerinin bilinçli bir şekilde “dahili ve harici terör odakları ve bataklıklarını kurutma konusunda” ne kadar ciddi, azimli ve kararlı olduğunu bilen bedhahlar, ta orijine inerek, tam bir gaflet, dalâlet ve hıyanetle (muhtemel bir iç temizlik operasyonunu önlemek amacına matuf olmak kaydıyla) Mareşâl Mustafa Kemâl Atatürk’ün ideal, ilke ve ideolojisi olan “Kemalizm (Türk inkılâbı için) Komünizmden de beter” nitelemesinde bulunacak kadar ileri gittiler ve azgınlaştılar. Bu nedenle, elbette Genelkurmay beyanında haklıdır. Tavır doğru ve yerindedir. Zira: “Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir.Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesidir.(1) “Türk Subayları çelik iradeli, hak ve hürriyet bekçisi, göğsü iman dolu, pırlanta kadar temiz ve asildir.”(2)
KORKUNUN ECELE ECELE FAYDASI YOK !...
Bugün, şerefli ve soylu Türk Ordusu’na; Mehmetçiğe karşı çıkanlar, yalan-iftira ve hezeyan furyası içinde kıvranarak cebri müfteri durumuna düşenler, hakiki-tarihi ve ebedi Türk, Cumhuriyet ve Atatürk düşmanlarıdırlar. Hakikatte dünyanın en yüksek medeniyet ve insanlık rejimi olan “Kemalizm” in karşı devrimci nankörlerinden elbette her an her melânet beklenebilir. Amma lâkin bu kadarı da fazladır. Aslında korku şu: Sınır ötesinde var olan tehdit ve tehlike bir dereceye kadar önlendi. Fakat, Kandil havalisinde en az 5000 terörist ve 25 bin dolayında yandaş var. Üstüne üstlük sözde K. Irak yönetiminin her tür ihanet-misilleme ve melânete açık tavrı malum. AB-D ve şeriklerinin siyasi, iktisadi ve lojistik desteği aleni. Şu hale nazaran elbette sıra içerdeki 3000 dolayındaki anarşist-terörist ve 10 bin dolayındaki yardım ve yatakçılarını tedip ve terbiye etmeye (bataklığı kurutmaya) geldi. Başta TSK olmak üzere diğer güvenlik unsurlarının doğal görevi bu.
Dolayısıyla; Başta hükümet, dayandığı parti, siyaset kurumları, “Milli Devlet” yanlısı sivil toplum kuruluşları ve kanaat önderleri: “Tez kurutun anarşi, terör ve tedhiş bataklığını; Yardım ve yataklık eden uzantılarını; Rüşvet, iltimas, nüfuz-misyon-din taciri, siyaset simsarı, görevi ihmal, gasp-irtikap ve suiistimal erbabını bütün yandaş-yoldaş ve uzantıları ile ortaya çıkarın; Namuslu, dürüst ve tarafsız Türk adaletine derhal havale edin” demeli. Ve, “millet olarak” şöyle haykırmalıdır… Eyyy… Şanlı Türk Ordusu: Sen şanlısın, zaferlerin tek ve ebedi kahramanısın. Sen, insanlı yaradılışı ile var olan Türk’ün Askeri, Anaların kınalı kuzusu, 17.000 yıllık asil Türk Milleti ve yüksek medeniyetinin muhafızı;Mete Han, Oğuz Kağan, Alp Er Tunga, Timur Han, Cengiz Han, Fatih Sultan Mehmet ve Kanuni Sultan Süleyman’sın. Sen, Muhammedan’sın, Mehmetçiksin. Ölmeyen, ölüm nedir bilmeyen ve vatan için can-baş vermeyi şeref sayan, şân sayan şüheda ve Gaziler ocağısın. Sen ki, yolundan ve izinden imanla, samimiyet ve sadakatla yürüdüğün “Ebedi Başkomutan Gazi Mareşâl Mustafa Kemâl Atatürk’ün ordusu; Türk’ün, dünya’ya çelik pençeleri, adalet ahlâkı ve emsalsiz hukuku ile kazıdığı DAMGASIN…(3)
Andımız: Türküm.Doğruyum.Çalışkanım.Yasam: Küçüklerimi korumak, büyüklerimi Saymak. Yurdumu ve milletimi özümden çok sevmektir. Ülküm: Yükselmek, ileri gitmek ve muasır medeniyet seviyesini aşmaktır.Ey, Büyük Atatürk; Açtığın yolda, gösterdiğin hedefe durmadan yürüyeceğime; Ant içerim. Varlığım Türk varlığına armağan olsun.
Ne Mutlu Türküm Diyene... Şehitler Ölmez; Vatan Bölünmez.
Akan Türk kanlarının bedeli mutlaka alınacaktır.
1) 1 Kasım 1937 – Atatürk’ün TBMM, 5. Dönem Açılış Konuşması.
2) Arif Hikmet Pamukoğlu, Türkiyede Demokrasi-Tuncer Kitbevi,1961 S: 37.
3) Gülsev İrhan Eyüboğlu'dan derleme, 06.03.2008