27 Eylül 2014 Cumartesi

Din tüccarlığı, Bid'at cazgırlığı (Kutsal Kâbe Buluşması & Büyük İslâm Kongresi) ve Kurban

Din tüccarlığı, Bid’at tellâllığı ve Kurban
Mustafa Nevruz SINACI
            Arı-duru, saf, salim (diri) ve saydam (herkesin, her kesimin anladığı/bildiği, iç dünyası ve gönül huzuru ile) halk içinde Hak’ı; Doğruluk, dürüstlük, iyilik, güzellik, güvenlik, adalet ve içtenlikle “acaba!’sız” yaşadığı) İslâm; Adı icabı barış, adalet ve selâmetin sebebi, hikmet ve teminatıdır. Yani milletlerin yaşamında barış, adalet, huzur/refah/emniyet ve selâmet varsa, orada İslâm var, Müslümanlar hâkim, adalet mevcut ve ‘dürüstlük’ hükümran demektir.
            İslâm’ın, bu neticeyi amil olarak hayat bulabilmesi için dosdoğru yaşanması; Nasıl ki, hayat iksiri olan Suyun formülü “İki Hidrojen ve bir Oksijen (H2+01) ise ve suyun başka bir terkiple teşkili mümkün değilse; İslâm’ın da ‘Asrı Saadet devrinde olduğu gibi’ yaşanmadığı, orijinal haliyle emirlerinin uygulanmadığı.; Kerahet, günah, haram ve yasaklarından şiddetle kaçınılmadığı takdirde formül oluşmaz, maya tutmaz, ibadet ve dualar kabul olunmaz. Dinin formülü tam ve doğru biçimde uygulanmadıkça İslâm hayat bulmaz. Dolayısıyla, Müslüman olmaktan beklenen huzur, güvenlik, barış, bereket ve bolluk da asla gerçekleşmez…
            İslâm Coğrafyasında hüküm süren açlık, yokluk, fakirlik, cehalet, felâket ve savaşın nedeni:, İki yüzlülük, mürailik, fitne/tefrika, kibir, rüşvet, iltimas, ayırma/kayırma, haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan, adaletsizlik, namussuzluk/sahtekârlık, hurafe/bid’at ve şeytana ibadet ile din tüccarlığı olup; Esasen “din tüccarlığı” bu mazarrat, sefalet ve felâketler ile “kan, yalan ve haramdan müteşekkil” saadet zincirlerinin yegâne sebebidir. Bu nedenle Filistin asırlardır kan ağlar. Millet kan ağlarken, bir avuç haramzade, kâfir uşağı “Karun” derecesinde muazzam servetler içinde yüzer. Arap kralları ile şeyh nam ceberutları, Avrupa batakhanelerinde sefahat hayatı sürer; Afgan yöneticileri ABD’de ‘sahibi oldukları’ lüks otel/lokantalar işletir; Terör ve tedhiş örgütlerinin AB+ABD adına sahipleri (taşeronları) lüks içinde domuz gibi yaşarlarken;,
Diğer (sözde) İslâm ülkelerinin emanetçi, hıyanetçi, vali ve despotlarının da bu mel’un, mürai ve ihanet erbabından farkları yok. Tamamı, fakirlikten kırılan ekser halklarına rağmen inadına zengin, hadsiz-hesapsız servete sahip; Lâkin bütün varlıkları şaibe, şüphe, haramlık, haksızlık, kanunsuzluk, sahtekârlık, dinsizlik ve yolsuzluk, irin, kin ve pis kokulu nemrut hanedanıdır.
            Sonuçta: Yüce Yaratıcının, bütün nimet ve servetleri ayaklarının altına serdiği İslâm ülkeleri kan revan!.. Cehalet, felâket, açlık, yokluk ve yoksulluk içinde. Suriye’de Müslüman olduğu iddia edilen kimseler açlıktan ölüyor; Vatanlarını terk edip kaçanlar perişan. Çocuklar organ mafyasının, genç kızlar ve kadınlar fuhuş patronlarının eline düşmüş durumda. Kendini kurtarabilen onurlu erkekler çöpçülük ve dilencilik yapıyor, bir kısmı ise hırsız ve gaspçı!..
            Şimdi sorulur: Be hey Osmanlı coğrafyasının asi/hain, zalim, bedhah ve günahkârları; Arap, Fars, Filistin, Afgani, Berberi, Yunan, Ermeni, Yahudi ve sair sapkın halkları; Neden ve niçin?, henüz dünyada eşi emsali görülmemiş bir güvenlik, huzur, hukuk ve adalet ikliminde yaşarken; 1700 yılından itibaren kâfirle işbirliği, dessaslık, casusluk, işbirlikçilik yapıp, çanak yalayıcılığa tamah ederek Osmanlıyı sistematik bir ajitasyonla bozarak, yozlaştırıp, çürüterek, alçakça böldünüz; Velinimetiniz Türk Milletini, hain tuzaklarda kör baltalar, katliam, intikam,  tehcir ve soykırımlarla parçalayıp, kendinizi ve kaderinizi bu günlere mahkûm kıldınız?
            Ve ey Müslüman Türkler, iyi insan, iyi vatandaş ve samimi dindarlar; Sizler ki, neden İslâm’ın tertemiz yolundan ayrılarak, sapkınların hain tuzak ve kirli kucaklarına düşüp; Ehli Sünnet Ve’l Cemaat yolunu terk ederek, Bid’at ve hurafelere daldınız? İhanet şebekeleri, dönme-devşirme düşman ve hain işbirlikçileri tarafından sinsice, şeytanlıkla, kurnazlıkla inşa edilen Sağcılık-Solculuk, Alevilik-Sünnilik, Mezhepçilik, Tarikatçılık ve Cemaatçilik yoluna neden saptınız? Bütün Müslümanlar kardeş ve ıstılahta her Cami bir Cemaat değil midir?
            Gelin şimdi; Önce Bid’at, Hurafe, yalan ve yaftalardan kurtulalım. Meselâ bu Kurban Bayramında, sadece Mekke’de, Hac farizasını icra edenlerin kesmesi farz olan Kurban’ı artık biz kesmeyelim. Sadece ‘Kutsal Kâbe Buluşması’, Müslümanların “Yıllık olağan evrensel Kongrelerini”, tam bir inanç, iman/ibadet şuuru içinde bilinçle kutlayalım. Bid’at, kötü adet ve hurafeleri terk ederek, ülkemizi haksızlık, yolsuzluk ve yoksulluktan kurtarmaya çalışalım.
            Bu samimi, ilmî ve kalbi duygularla; Hak ve hakikat adına Türk, İslâm ve İnsanlık âleminin “Aziz ve mübarek Kurban Bayramlarını” tebrik eder; Dünya Müslümanlarının “Kutsal Kâbe Buluşması ve Büyük İslâm Kongresi’nin” hayırlı-uğurlu, kademli, yararlı; “Evrensel Adalet ve Küresel Barış” cihetiyle etkili ve kutlu olmasını dilerim.  

17 Eylül 2014 Çarşamba

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.., (ve AKP'nin Menderes'le sınavı) Mustafa Nevruz SINACI

MENDERES’İN KATİLİ İNÖNÜ’MÜ?.. 
(ve, AKP'nin MENDERES'le sınavı)
Mustafa Nevruz SINACI
            Yaklaşık 91 yıllık Milli siyaset ve Cumhuriyet tarihimizde; İki vahim kalkışma, büyük felâket, çökertme teşebbüsü ve kırılma hareketi vaki olmuştur. Bunlardan birincisi, tarihi, tabii ve kadim Halk Partisi, Milli Mücadele ve Kuvva-i Milliye ruhu ile Türk İnkılâbı ve Atatürk’ü; Aziz hatıraları, emanet, eser ve vasiyetleri ile birlikte millet hafızasından silme girişimidir.
            Türk vatandaşlarının bedelini çok ağır ödediği bu cürüm 10 Kasım 1938 günü, saat: 9’u 6 geçe vücuda gelmiş bir kumpastır. Plânı 25 Eylül 1937 tarihinde, memleket ve milletin başına belâ olan ve Lozan suiistimalleri ortaya çıkan İsmet Paşa’nın Mustafa Kemal Atatürk tarafından azledilmesi (kovulması) sonucu, usulen istifa ettiği günden itibaren yapılmıştır.      
            İkincisi de, elde olmayan nedenlerle kesintiye uğrayan 1938 sürecinin ulanması ve tamamlanması amacıyla; Dâhili ve harici bedhahlarla müştereken tezgâhlanan 27 Mayıs 1960 isyanı, milleti aldatma, kandırma, sahtekârlık, millet iradesine başkaldırma kalkışmasıdır.   
            Dolayısıyla, 15, 16 ve 17 Eylül, bu menfur sürecin ‘hayati önemi haiz’ günleridir.
            15 Eylül 2014 itibarıyla; Türk hukuk, adalet ve yargı tarihinin yüzkarası, büyük utancı; Mahkemelerimizin ‘hükümde hikmet/adalet, tarafsızlık ve bağımsızlığını’ yitirişinin 53. yılını insanlık adına utanç; Türkiye Cumhuriyeti yargı sisteminin iddia, adalet, hukuk ve istisnasız bilumum hukukçular sınıfı adına (bugün itibarıyla) buruk bir üzüntüyle idrak ediyoruz!..
            Ama elbette, 16 Eylül 1961 günü; Milli Dava Kıbrıs Fatihleri; Biri Türk tarihinin en namuslu, dürüst Maliye Bakanı Hasan Polatkan, diğeri 1700 yılından bu yana Türk Dışişleri teşkilâtının gördüğü en şerefli, soylu, milliyetçi ve cesur Hariciye Bakanı Fatin Rüştü Zorlu..
            17 Eylül 1961 günü de; İstiklâl Savaşı Gazisi, Mustafa Kemal Atatürk’ün Baş Vekili, genç Demokrasimizin ilk halk kahramanı.; “Beyaz İhtilâl efsanesi” ve “aç-bi’lâç, sefil-yoksul, sadakaya muhtaç” devraldığı Türk Milleti ve Türkiye Cumhuriyeti devletini 10 yılda 100 yıla baliğ (tekabül eden) bir kalkınma-gelişme hareketi ile ihya eden Adnan Menderes…
            Haksızca, hukuksuzca, alçakça ve hunharca ASILDILAR…
            Asanlar, astıranlar ve Cumhuriyeti askıya alanlardan hâlâ hesap sorulmadı.
            O meş’um kalkışma, sulta, cunta ve ceberut diktanın vasileri sıgaya çekilmedi; Devleti bütün kurum ve kuruluşları ile kuşatmış, bütün genlerine sızmış; Türk Milleti’nin kanı, helâl kazancı, canı ve malı ile beslenen “adaletsiz, haksız, hukuksuz ve nesebi gayri sahih dönme, devşirme, mürai ve mürteci” paraleller sökülüp atılamadı…               
            Üstüne üstlük bu mazarratlar; Aziz ve necip Türk Milletinin karar, icra ve muhakeme mercilerine çöreklenip; İnsan hakları, adalet-hukuk, kalkınma-gelişme, ilim, hars-kültür, milli emel ve manevi değerlerin önünü/yolunu tıkadılar.
            Üstelik hâlâ hüküm sürmekte ve her şeye rağmen hükümferma olmaktalar…
            Baştan alıp, menfur ve mütegallib sürece bir göz atalım:              
            27 Mayıs kalkışması: Dâhili ve harici bedhahların (gizli ve kinci düşmanların) isyanı; Dönme, devşirme ve kriptoların devleti “cebren, kalleşçe ve hile ile” ele geçirmesi; Alçakça gasp ve irtikap ederek, şanlı ve şerefli Türkiye Cumhuriyeti’nin dizleri üstüne çökertilmesi ve memleket üzerine “mezar toprağı serpilmesi” olayından ibarettir. Yeni Türkiye, açılım/atılım söylemlerinin tavan yaptığı günümüzde 12 Eylül ve 28 Şubat, kısmen de olsa yargılanmasına rağmen; İnsan hakları, Adalet, Hukuk, Demokrasi, İnsanca yaşama, kalkınma ve gelişmenin çökertilme milâdı olan 27 Mayıs’ın hâlâ yargı önüne çıkartılamamasının nedeni budur.
            O gün bu gündür millet vekilini seçememekte; Devlet idaresinde, millet iradesi tecelli edememekte; İktisatta, siyasette, ticarette, maddi-manevi, ahlâki, ilmî ve kültürel hayatımızda sulta, cunta, vesayet, oligarklar ve güdümlü paralel yapılanmalar hüküm sürmektedir!..   
            Bazı menfur unsurlar sayesinde bu gün: Yunan'a adalar, eşkıya’ya Diyarbakır, bir takım paralellere ekonomi, siyaset ve emniyet ve sair devlet ve adalet cihazı terk ve teslim edilmiş haldedir. Kanunsuzluk, ahlâksızlık ve zorbalık had safhadadır. Daha düne kadar katli kabil olan zani, cani, katil ve her nevi hain ortalıkta serbestçe cirit atmaktadır. Tarihin en şanlı ve onurlu ülkesinde “zina” suç olmaktan çıkartılmış; Bebek katili, tecavüz suçluları, suiistimal erbabı, rüşvetçi, hırsız ve yolsuzlar adeta himaye edilir hale gelmiştir.
            Dahası: Halkımızın büyük bölümü AKP narkozu ile uyutuluyor; Dün kapımızı çalan felâket, bu gün içerde kol geziyor; Çalışan ve özellikle emeklilerin kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırı altında maaş almakta iken; Adeta 1155 liraya oyunu satacak hâkim/savcı aranması çok manidardır. Esasen hak/adalet dağıtma mecburiyeti taşıyan ‘kesime’ adaletsizlik ve haksızlık yapılarak, sanki iltimasla, HSYK seçimleri öncesinde rüşvet teklif ediliyor!;    
            Adalet ve Dad; Hüküm ve hikmet;
 Merhamet ve muhabbet yok!..
            İte, bütün bunların sebebi/nedeni 27 Mayıs’tır.
            27 Mayıs olmasaydı bu gün Türkiye Cumhuriyeti; Milli geliri fert başına/reel olarak 50 bin doları aşmış; En dip toplumsal ve sosyal hücrelerine kadar adalet, ahlâk, refah, huzur, hukuk, demokrasi ve barışı yaşayan; Dünyanın en gelişmiş üç medeni ülkesi içinde yer alan.; Özgürlük ve güvenlik sorununu “hakkaniyet, hukuk, eşitlik ve adalet” düzleminde halletmiş bir memleket olacaktı. Ama olmadı, olamadı!.. Neden? 27 Mayıs ve İnönü yüzünden…
            Lütfen “şu olanları” tam bir dikkat, insani bilinç ve vicdanınıza vurarak inceleyin:
            05 Eylül 1961  günü görülen “Anayasa ihlâli (!) davası” ile duruşmalar sona erdi.
Son celse yapılan “Anayasa İhlâli” duruşması, tarihin en komik, mesnetsiz ve aptalca tiyatrosu idi. Zira 27 Mayıs’ta Mustafa Kemal Atatürk’ün Anayasası ilga edilmiş ve kurduğu Cumhuriyet, en zalimane biçimde, alçakça ve hunharca tarihin çöplüğüne atılmıştı.
            13 Eylül 1961’de, Atatürk ve Menderes düşmanlığı/kindarlığı ile maruf İsmet İnönü, başta Berrin Menderes Hanımefendi olmak üzere; Bazı Devlet ve Hükümet Başkanları ile iç siyasi mihraklar ve dış misyondan intikal baskı, rica ve istekleri savmak kabilinden; “henüz belli olmamış kararlar ölüm cezası içeriyorsa” tatbik edilmemesi hususunda tavassut istirhamı içeren bir mektubu orgeneral Cemal Gürsel’e, usulen ve tefhimen yolladı.,
            Hiçbir ciddiyeti, samimiyet ve ehemmiyeti olmayan mektup dikkate bile alınmadı.
            13 Eylül’de yazılan mektubun zamanlaması, zaten etkili olmasına engeldi.
15 Eylül 1961’de Yassıada Mahkemeleri cezaları açıkladı.,
16 Eylül'de Zorlu ve Polatkan.,
17 Eylül'de Menderes idam edildi.,
15 Ekim 1961’de genel parlamenter atamaları (namı diğer seçim) yapıldı.
            Tarihlere dikkat! Yassıada süreci yaklaşık bir sene sürdü. Bu süreçte yeni anayasa imal edildi. İdamlardan 1 ay önce; Devleti vesayete mahkûm eden “anayasa nam paçavra” oylandı ve % 60’la kerhen kabul edildi. Sözde kurucu meclis, CHP'nin güdümünde ve olağan Meclis hükmünde idi. Buna rağmen İsmet paşa, kendisine “idamları Meclise götür” diye ısrarla teklif edilmesine rağmen bunu kabul etmedi.
Milli (?) Birlik Kurulu Başkanı ve seçimler sonrası müteakip dönemin Cumhurbaşkanı Orgeneral Cemal Gürsel’in, 15 Kasım1961 tarihli Hürriyet'te bir röportajı var. "Seçimlerin altı ay önce yapılmasını teklif ettim. CHP (İsmet Paşa) idamların sorumluluğunu üstlenmemek için kabul etmedi." Devamla: “İsmet Paşa, idamların takvimini seçimlerin önüne aldı. ‘CHP Adnan Menderes, Hasan Polatkan ve Fatin Rütü Zorlu’nun katilidir’ unvanını almamak için meclise gelen idam kararlarını sonuçta onaylamayacaktı; Memleketin bu hale düşmesinde en büyük mesuliyet CHP'ye düşmektedir" dedi. 27 Mayıs'ı yapan adam, seçimlerden bir ay sonra bu lafı söylüyor!. Bu bir itiraf ve günah çıkartmadır.
Neden? Çünkü “bütün sebeplerle” Menderes'in katili İsmet Paşa'dır da ondan…
AKP’nin samimiyet, ciddiyet, adalet, hukuk ve ahlâk sınavı:
17 Eylül 2014 günü Anıtmezar başında nutuk irad ve medyatik ortamlarda halka hitap eden AKP yöneticileri “21. yüzyılın DEMOKRAT PARTİ’si AKP’dir” dediler. Eğer, RTE’yi Menderes’in halefi olarak ilân ve iddia eden söylemlerinde ciddi, samimi ve dürüst iseler; 27 Mayıs’ı derhal yargıya taşırlar. Aksi takdirde, bu yalanları kınar, men, tenzih ve tekzip ederiz.