27 Aralık 2011 Salı

soykırım müfterileri ve Hocalı!...


HOCALI SOYKIRIMI, 
"TBMM'DE DEĞİL!.."
MACAR PARLÂMENTOSU'NDA
Mustafa Nevruz SINACI
            Hani ne demiştik?, “Fransız’dan dost, domuzdan post olmaz” konulu makalemizde:
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve insan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerin tamamı bir araya gelseler, bir “Vona Gabor” etmeyecekler!..
Ülkemizin politik-ACI'ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına ki; "mukabele-i bil misil" yapmaları şart olmuşken demagoji yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Ayı’dan post olmaz, domuzdan dost olmaz.”
            ATTİLÂ’NIN GERÇEK VE ASİL TORUNLARI
Türkiye’den yana hiç bir kaygı, kuşku ve korkusu olmayan Ermenistan, Macaristan’da olup bitenler karşısında şokta: Çünkü hiç umulmadık bir zaman ve beklenmedik bir biçimde; "Hocalı Soykırımı" özgür ve egemen Macaristan parlamentosunda. Macaristan’da, Milliyetçi Parti JOBBİK ve onun genç, kadirşinas, dürüst, demokrat ve karizmatik Başkanı Vona Gabor, Türk’lerden sevgiyle bahsetmekte, “atalarımızın bir olduğuna” işaretle “hepimizin Attila’nın torunlarıyız" diyor. JOBBİK’in lideri Vona Gabor, bunun yanı sıra "Hocalı Soykırımını" bir AB üyesi olan Macaristan’ın Parlamentosu’na taşıyarak, Ermenileri çok şaşırttı ve bir AB üyesinden hiç ummadıkları bir şekilde kazdıkları kuyuya düşürdü.
SÜRPRİZ BİR HAMLE
Dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için propaganda yürüten Ermenilerin bu arzularının aksine Macaristan ani ve sürpriz bir hamle ile Hocali Katliamını parlamentosuna taşındı. Meydanı boş bulduğu için, sözde Ermeni soykırımı furyası, yalan ve iftiralarıyla dünya parlamentolarında Türkiye’yi her fırsatta hain tuzaklara düşürüp, parçalama ve bölme uğruna köşeye sıkıştırmaya çalışan Ermenistan, bu kez kendi oyununa geldi.
Ermenistan, 1963’den bu güne tüm dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için lobilerini yürütürken, Türk hükümetlerinin aksine Macaristan'dan çok ilginç bir tepkiyle karşılaştı. Macar Parlamentosu, "Ermenilerin Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlılara karşı toplu katliam gerçekleştirdiğini" tanıyan bir karar tasarısını gündeme aldı.
Habere göre, tasarı çok yakın bir zamanda oylanacak. Tasarı Ermeni cephesinde şok etkisine neden oldu. Ermenistan hükümeti tasarıya tepki göstererek, kabul edilmesi halinde ‘Macaristan’ın uluslararası imajının sarsılacağını’ savundu. Öte yandan Macaristan’ın attığı bu olumlu adımı Türkiye’de ve birçok uluslararası medya organında yer aldı ve memnuniyetle karşılandı. Dağlık Karabağ’da 26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Hocalı katliamında 613 çocuk, kadın ve erkek hunharca öldürülmüştü.
Tasarıyı gündeme getiren Jobbik ve Vona Gabor:
Son zamanlarda Orta Avrupa’dan, AB üyesi Macaristan’dan bir dost sesi yükseldi.
Macar (Hungarya) Milliyetçi Partisi JOBBIC’in Başkanı Vona Gabor, “Türkler ile Macar’ların aynı kökenden geldiğini” ileri sürdü. Macaristan’da son seçimlerde yüzde 17 oy alarak ülkenin 3’üncü büyük partisi olan milliyetçi, sağcı Jobbik’in lideri Gabor Vona, "Türkiye ile yakınlaşmalıyız" deyince Avrupa’daki ırkçı fanatik ve primitiflerin hedefi oldu. Macar lider, kendisini eleştirenlere "hepimizin Attila’nın torunlarıyız" sözleriyle yanıt verdi.
2002’de sağ eğilimli öğrenciler tarafından kurulan Macar Jobbik (daha iyiye) Partisi, katıldığı ilk seçimlerde yüzde 2 gibi düşük bir oy almasına rağmen, 2010’daki son seçimlerde adeta patlama yaparak yüzde 17 ile ülkenin 3’üncü büyük partisi haline geldi.
Meclise 47 vekil sokan partinin genç lideri Gabor Vona, AB üyesi Macaristan ve Avrupa’nın en gözde politikacılarından biri oldu. Mitinglerinde milliyetçi görüntüler veren, taraftarları tek tip üniforma ve kol bandı takan Jobbik, faşist olduğu konusundaki eleştirilere, "Biz sağcı bir parti bile değiliz. Sadece vatanseveriz" diye yanıt verirken seçim sloganı olarak da kendine, "Macaristan Macarlarındır" sözlerini seçmişti. (23.12.2011, Ajans ve Gazeteler)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Ulusal "ANAYURT GAZETESİ" soykırım müfterileri...

Fransız’dan dost,
domuzdan post olmaz..
ANAYURT & Mustafa Nevruz SINACI      26 Aralık 2011 Pazartesi

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında, günümüz (UN) Birleşmiş Milletler Teşkilâtının atası sayılan Cemiyet-i Akvam (1919 -1946); Türkiye’ye “belirli şarları yerine getirmesi koşuluyla üyelik başvurusunda bulunabileceğini” bildirir. Akabinde, ABD’li bir gazeteci Atatürk’le röportaj talebinde bulunur.
Bu röportajda Atatürk’e “Cemiyet-i Akvam’a üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda, “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz” dediğini, bunun üzerine Cemiyet-i Akvam yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen tek ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu biliyor musunuz?...
Peki, ya Türkiye Cumhuriyeti’nin fevkalâde onurla başlayan 31 Temmuz 1959 tarihli AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) Ortak Pazar’a rica, minnet ve davet üzerine gerçekleşen resmi başvurusu; 1960 (1963) sonrası ne kadar rezil, aşağılık ve iğrenç bir sürece dönüştü!..
Bu şerefli ve şanlı yakın tarihten, şu geldiğimiz noktaya bakın..
Tek kelimeyle rezalet, felâket ve utanç verici..
İKİYÜZLÜ AMERİKA
Fazla değil, daha geçen yıl bu sıralar, henüz TC’nin tapusu ve hukuk-u düvel tescil belgesi “LOZAN” ı tanımayan, ikiyüzlü, kalleş ve leş kargası Amerika’nın “Ermeni Tasarısı” derdine düşmüştük. Millet ayağa kalkmış, ortalığı bir panik sarmıştı. Eşbaşkanlık rica minnet, el pençe divan havalarına girmiş, melânet Yahudi lobileri dolar yağmuruna tutularak himmet etmeleri istenmiş, rüşvet ve iltimasla kirlenen iğrenç bir furya yaşanmıştı. Her yıl Nisan ayına doğru tekrarlanan bu utanca rağmen mesele kapanmaz; Demokles’in kılıcı misal, ağırlıklı bir tehdit, kâbus, melânet musibet, belâ ve pislik kabilinden tepemizde asılı kalır...
1971’den bu güne defalarca yazdık, binlerce kişiye söyledik, onlarca sözde Mebus, namı diğer parlamenter ile de mutabık kaldık… Zuhuru toplu mezarlar, resmi belgeler ve canlı şahitler ile sabit; 1908 – 1919 dönemi Ermeni komitacıları Taşnak ve Hınçak tarafından “BİR MİLYON 500 BİN” Türk-Müslüman’a uygulanan kalleşçe ve alçakça soykırım olmak üzere:, Amerika’nın Kızılderili, İnka ve Aztek; Günümüz domuzlarının Azerbaycan Karabağ, Hocalı ve Bosna-Hersek katliamlarını yasayla tanıyıp, “soykırım” olarak ilân edelim diye…
Mümkün olmadı. Kamuoyuna açıklandığına göre teklif tasarısı hazırlanmıştı.
Sonra ne oldu bilinmez? Akıbet belirsiz!... Demek ki bizde Millet Vekili yokmuş..
KANCIK VE KALLEŞ FRANSA
Şimdi bu, tarih boyu hamisi olduğumuz bu domuz nesli başımıza belâ. Keferenin derdi Ermeni falan değil; Haçlı seferleriyle başlayıp, İstiklâl Savaşımızla noktalanan hezimetlerinin kuyruk acısı. Dahası, ezel-ebet rakibini AB kapılarında pinekletip, soykırım iftirası üzerinden, dâhili bedhah, dönme ve devşirme Valeri Boyer’i kullanarak öç almaya çalışarak keyfetmek..
Üstüne üstlük, muhatap bile almadıklarının ‘naçiz’ önleme çabalarına karşı; 23 Aralık 2011 günü Fransa Cumhurbaşkanı N. Sarkozy, ‘soykırımı inkâr yasası’ hakkındaki görüşlere ‘karşılıklı saygı gösterilmesi gerektiğini’ söyleyerek;. Açıkça, küstahça Türkiye’nin 49 sapık müfteriye saygı göstermesini istiyor ve: “Türk dostlarımızın inançlarına saygılıyım, büyük bir ülke, büyük bir uygarlık, inançlarımıza saygı göstermeliler, Fransa kimseye ders vermiyor, ama Fransa ders almak da istemiyor. Fransa egemen şekilde siyasetini belirliyor” diye apaçık meydan okuyor ve “Fransa izin istemiyor, Fransa’nın inançları, insan hakları, hatıraya saygısı var” diyerek, ülkemizde “yeni Osmanlıcılık” oynamaya kalkışanlara rest çekiyor, gerçek bu… 
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve İnsan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerinin tamamı bir araya gelse, JOBBİK’in lideri bir Vona Gabor etmeyecek..
Ülkemizin politik-ACI’ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına; “mukabele-i bil misil” yapmaları şart olmuşken polemik yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Ayı’dan post olmaz, domuzdan dost olmaz.”

14 Aralık 2011 Çarşamba

2011, vaziyet!...

SORUN KİMLİK DEĞİL; KİŞİLİK!..

Mustafa Nevruz SINACI

            Tartışma “dijital kimlik” haberleri üzerine başladı; Ülke’nin sorunu kimlik mi, yoksa kişilik mi noktasına geldi. Aslında konu kimlik ve kişilik kavramlarından ne anlaşıldığı ve ne kastedildiğine bağlı olmakla; Bu tartışma, ‘kimlik ve kişilik ikileminde’ yıllardır devam eden sürece eklenerek enine boyuna tartışılmaya başlandı. Aslında bir zamanlar ortalıkta böyle bir sorun yoktu. Milli Devlet’i esas alan Kanun-u Esasi (1924 Anayasası)’nin çöpe atılmasıyla tartışma başladı. İleri sürüm, iddia ve istekler önce masum bir maskelemeyle başladı. Sonrası menfur bir süreçle zıvanadan çıktı.

Kimlikler, etniklere, etnikler ana dil, din nesep (soy/boy), mezhep ve hızla sosyolojik bir yozlaşma, çürüme evresine dönüştü. Kalite bitti. Ahlâk iflâs etti. Siyaset fazilet olmaktan çıktı. Tam da hak-adalet, hüküm-hikmet, hukuk kavramlarının içi boş ve anlamsızca telâffuz edildiği, ana dil ve etnik kimlik tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde konu gündeme geldi.

Oysa sorun, şöyle veya böyle kimlik değil, kişilik zafiyeti idi.    

Kişilik olmadıktan sonra kimlik; Dijital olsa ne yazar, defter olsa ne yazar?... 

Güncel resme bakıp, dosdoğru okuyacak olursak eğer;       

En başta, günün konusu ve gündemin utancının ‘şike’ meselesi olduğunu görürüz.

Tam anlamıyla iğrenç, kokuşmuş, nitelikli dolandırıcılık ve kalleşlikle özdeş yalancı-talancı, hırsız bir zihniyetin kirli uzantısı lehine bir kalkışma.. Üstelik mürekkebi kurumamış bir yasal düzenlemenin tashih ve tekzibi mahiyetinde. Olacak şey değil, büyük utanç, tam bir yüzkarası, çok ayıp! Ama oldu işte, hem de adaletsizlik ve kayırmacılıkta işbirliği yapılarak!..   

Buna rağmen birileri “dijital kimlik” tasarlamakla meşgul!...

Kimin için ve niçin?...

Bir yanda 444’lü hatlar soygunu; Kredi kartı aidatları vurgunu;. Elektrik faturalarında ayan beyan, ahlâka mugayir hukuk dışı ‘nitelikli gasp’ kayıp-kaçak, elektrik dağıtım, hizmet,  sayaç okuma ve sistem kullanma bedeli ile enerji fonu, TRT payı ve daha ne olduğu belirsiz hak ve adalet kavramıyla taban tabana zıt, rıza ve izne aykırı, kullanım bedeline endeksli Deli Dumrul soygunu… Cebri soygun, namı diğer ‘yasalara uydurulmuş vurgun’un kullanıcıları çileden çıkartan ve çıldırtan ‘inadına tahrik, ince alay ve derin istihza-küçümseme’ içeren bir küstahlık uygulaması da var. Bilboard, radyo, gazete ve TV reklâmları!…  

İnanılır gibi değil, ama maalesef güncel gerçek. Sanki halk’a görücüye çıkmış rakipler gibi “elektrik dağıtım şirketleri” reklâm veriyor… Utanç verici, yüz kızartıcı bir tasarruf bu. Elektrik fiyatlarını, hukuk ve ahlâkdışı, haksız pahalandırıp, insanlık ve medeniyet düşmanlığı yapanları şiddetle lânetliyor ve nefretle kınıyorum…

Peki, sabit ve seyyar telefonlar bundan farklı mı?

Ya doğalgaz, akaryakıt, su fiyatları ve faturaları!..

Bu rezaletin faili’nin “kimliği ve kişiliği” ne?..

Zira ‘milli kimlik’ evrensel kişiliğin aynasıdır... 

Ama sorarlar: Hangi yüz’le?..

Yıllarca sınır geçişlerinde Türk vatandaşı olarak maruz kaldığınız çirkin ve aşağılayıcı muameleyi düşünün;. Sebebi, dönem itibarıyla devletin yönetim kademelerini işgal eden akıl, ilim ve fazilet fukarası, kalite yoksunu sözde devlet adamları değil mi? Onlar ki muhteşem bir medeniyet, adalet ve huzur iklimi bir kültürün bakiyesi, mirasçısı olmalarına rağmen; Milleti, ecdattan utanmadan ve Allah’tan korkmadan hırsız, yolsuz batıya muhtaç edip dururlar.

İşte “iltifata tabi olamayacak kadar ‘insanlık düşmanı’ marifetleri”:  

Bil’umum alım bedelleri, ücret, her nevi tahsilât ve tahakkuklara yüklenen astronomik el koymalar. Memur, işçi ve asgari ücretli kesim, kutsal emeklerinin karşılığı olan maaşlarını alırken kaynaktan vergi kesintisi yapılıyor. Sonra işbu “vergilendirilmiş kazanç” istisnasız her alım, edinim ve ödemede tekrar vergiye tabii tutuluyor. Bu, çifte standart, katlamalı, adaletsiz ve ahlâksız bir vergilendirmedir. Evrensel hukuk, hak kavramı, eşitlik ilkesi, devlet umuru ve insanlık onuruna aykırıdır, hükümet eliyle yolsuzluktur. 

MİLLİ KİMLİK VE KADİM KİŞİLİK

Mustafa Nevruz SINACI

Eğer, yönetim unsurları insani boyut, bilgi-bilinç toplumu ve ilim irfan, vicdan sahibi kişiler, edep-hayâ, tahsil ve terbiye görmüş iseler;. Biyolojik, Sosyolojik ve felsefi kişilik ve insani kimlikleri gereği bu haksızlık, rezillik ve hükümet eliyle zulmü mutlaka önlerler; Zira bir kere vergilendirilmiş kazançtan asla bir daha vergi tarh, tahakkuk ve tahsil edilmez!...

Amma lâkin!, Kimlik ve kişilik buhranı içine yuvarlanmış bir toplumda;

Beş milyon aile ve yaklaşık 25-30 milyon nüfusun yaşam kaynağı “asgari ücret”, AKP hükümetinin her söylemini, iddia ve ifadesini yalanlayacak, tekzip edecek derecede yetersiz, az, düşük ve ancak ölmeyecek kadar, ama onursuz, başı eğik, boynu bükük ve el-âleme, evlât ve aile fertlerine mahcup bir hayat sürecek kadar vicdansızlık eseri, esir ücreti misal sefil bir miktar’a mahkûm edilmek isteniyor.          Alçaklık ve küstahlık!...

Bir de, insanlık, ilim ve hâya yoksunu tipler “2012’de 19 lira zam yapacağız” diyecek kadar alçalacak, ülkenin en has ve hakiki üretim unsurları, hayat kaynakları ve dayanakları ile alenen alay edecek kadar küçülebiliyorlar ne yazık!..

Bu cüret, aymazlık ve alaycı tavır, tıpkı asgari ücretle işçi çalıştıran ve fakat bütün aile fertleri utanmadan ve Allah’tan korkmadan 300 –500 (milyarlık) binlik süper lüks arabalara binen, ahlâken ve dinen tefessüh etmiş, iman fukarası din tüccarlarının istihzasını andırıyor…

Kurum (SGK) tertip ve teşekkül edeli aradan yıllar geçmesine rağmen, hâlâ “çalışanlar ve emekliler arasında” cari maaş ve ücretler itibarıyla ‘norm ve standart’ birliğini sağlamaktan aciz kalmış bir grup sözde sosyal güvenlikçi; Şimdi de, maaş, ücret ve gelirler arasındaki var olan derin uçurum dengesizlik ve gerilimi akıl, mantık, mantalite ve vicdanın dışına itecek bir ayarlama-düzenleme” sözde intibak çalışması yapıyorlar. Bu ‘insanlığa ihanet ve açıkça emek düşmanlığı’ çabasında; En eskisinden, en sonuncusuna kadar tamamı haksızlık, kanunsuzluk ve adaletsizliğe maruz emeklilerin bütünü / tamamı yerine, sadece bir kısmının hak ve hukuku ele alınıyor. Sonrakilerin mağduriyeti ise meçhule öteleniyor.

Adalet mi, atalet mi? Hali hazır çalışanlara bakış tarzı ve yaklaşım biçimi çok garip!..

O’da bambaşka bir ucube... Öngörülen kriterler objektif ve adil olmaktan uzak, ilâve zamlar arasında rabıta yok. En düşük hizmetli ve memurla, en yüksek arasındaki fark akıllara ziyan, tam bir ahlâki zaaf, adeta ayırma, bölme ve kayırmanın en alçakçası; Oysa aralarındaki tahsil, kıdem, ehliyet, liyakat farkı ne ki?.. Bu kadar haksız, insafsız, adaletsiz ve merhametsiz olmak “umur-u devlet, hükümet ve hikmet” olmanın şeref ve şânı ile bağdaşmamakta!.. 

Oysa hal ve hakikat; Hükmün adalet ile olmasını zorunlu kılar.

Peki, Adalet, hüküm, hikmet ve umur-u devlet bu işin neresinde?..

Tıpkı 2b, bedelli askerlik, ötv-kdv zulmü, ayarlama tür zam politikası, enflâsyon hesap usulü ve astronomik kârlarla yılı kapatan, kapitalist bankaların milletten, hak-adalet, hukuk ve emsallerine aykırı cebren tarh, tahsil; haksız ücret ve komisyon soygunları gibi!.. Şimdilerde ise; Yabancılara Milli Emlâk satışında mütekabiliyetin kaldırılacağına dair bir “vatana ihanet” organizasyon çalışması yapıldığı duyulmakta!..   

Adalet, 
hüküm ve hikmet yokluğu…

Bu tam bir iktidarsızlığın, yetersizlik ve yeteneksizliğin ispatı harbiyesi…

Başka bir şekilde anlatacak ve yorumlayacak olursak:  
Suça teşvik ve iştirak..   

Bu durumu, Serendip Altındal isimli bir Gazeteci-Yazar; Makalemizin esin kaynağı DİJİTAL KİMLİK adlı makalesinde “Ekonomik, politik, bilimsel (!), sanatsal, sportif, medyatik ve dinsel, özellikle de Amerikalı Vatikan imamı aracılığı ile dinler (!) arası diyalog masalıyla yamultulmuş (!) İslam modelli; Bütün araç ve gereçleriyle taarruza kalkmış ab+abd emperyalisti var bugün karşımızda. Dünkü emperyalist kafa yine aynı kafa, güncel heriflerse aynı haramilerin yeni sürümleri...” diyor!..

Kim bu zihniyet ve kişilikle vatandaşa “dijital kimlik” vermeyi kurabilir?...

Önce, ‘Milli Kimlik ve kadim kişiliksorununu halletmek gerekmez mi?!..
***
ESİN KAYNAĞI'NDAN YORUM VE KATKI:

Sayın Sınacı;
İçinde boğulmakta olduğumuz, artık şirazesinden çıkarılmış çarpık sisteme, cuk oturan ve can evinden vuran, güzel çalışmanızı kutluyor ve diğer paylaşımlarıma da hemen iletiyorum. Benimse ifade etmeye çalıştığım 'dijital kimlik', maalesef bizim dışımızda, 'küreselci sömürgecinin' hedeflediği ve tasarrufunda olan ulussuz, milletsiz 'tek dünya devleti' için öngördüğüdür.
 Bu bağlamda da, bizim gibi sömürge gördükleri devletlerde, tepemize yerleştirdikleri ajanları sayesinde, önemli merhalelerde kazandıklarını(!) düşünüyorlar - ki 70 milyon insanımızın dijital kimliğinin şu anda hack edilip, bütün dünyanın elinde olduğunu biliyoruz -. Ne var ki başımızda ki devşirmelerinden bir an evvel kurtulamazsak, Allah korusun ama bu sırtlanlar haklı da çıkabilirler. Bildiğiniz gibi, 'arap baharı' bölgeye yerleşti ve ilk esintieri de bize ulaştı.
 Selamlarımla birlikte esenlikler diliyorum. 
Sağlıcakla kalın ve aydınlatıcı çalışmalarınıza devam edin. İyi ki varsınız.

 Serendip Altındal

28 Kasım 2011 Pazartesi

hesaplaş ve yüzleş!...

TRUVA AT'I

KAST-I MAHSUS, 
İHANET VE ŞEAMET
Mustafa Nevruz SINACI
Meseleyi açmadan önce ‘konu başlığı” hakkında bir girizgâh yapmak, velev ki açıkça anlaşılması zor iki kelimenin anlamını vermek istiyorum. Buna göre:
1. Kast-ı mahsus: Kasıtlı olarak düşünülmüş, özel, plânlı-programlı, ihtiyatlı-tedbirli, telâşsız, soğukkanlı, aklı başında ve bilinçle işlenen suç fiili. Failin sinsi ve plânlı düşmanlığı, (bedhah) ihanet, alçaklık, küstahlık ve cürüm…
2. Şeamet: Uğursuzluk, yaygın kötülük, husumet ve düşmanlık…
Başta, bu iki kadim kelimenin içeriği olmak üzere, sonuçta bütünüyle konu başlığı; Şu içinde bulunduğumuz vaziyet; Van-Erciş depremlerinde, bir kez daha zuhur eden ihtar, ortaya çıkan korkunç ironi, hayâl kırıklığı, hüsran; Son elli yılın şifreleri ve içine sürüklendiğimiz derin uçurumun fotoğrafını açıklayan; Sivil anayasa, sözde Kürt & Ermeni sorunu ve dersim dâhil bütün unsurları deşifre ediyor sanırım!...   
Bu şeamet’in kast-ı mahsus yönüne; Mesleki bilgi, siyasi birikim ve bilinçle parmak basan İnşat Yüksek Mühendisi, 18. dönem Sakarya Milletvekili Yalçın Koçak, münhasıran deprem felâketinin şifrelerine neşter vurarak (B160, ST1, TS500) vahameti şöyle açıklıyor:
BİLİMSEL VE TEKNİK ANALİZ
“B160, ST1, TS500; Nedir bu rumuzlar? Depremin suçluları; Anlatalım Van fayı yeni kırıldı, evvel olan ERCİŞ’ti. Sevgili medyamız Adapazarı depremini de hala Gölcük depremi diye yazarak cahilce manipülâsyon yapar. Van’da olan, Erciş fayının depreştirdiği 1. depremin tetiklediği 2. depremdir. Birincisine de “Van depremi” dediler. Psikolojik olarak, Van ağır bir depremdi. Hasarlı binaları da, artçılara dayanır havasına soktular milleti! Gerçek, Erciş yıkıldı. Onlar Van’ı ve oradan çıkan feryatları yayınladılar. Erçiş’li vakurdu. Gideni, geleni, ziyaretçisi azdı. Van’da istismar prim yaptı, reiting yaptı. Medya kendi kurguladığı trajediye inandı.”
            “Doğru teşhis’e doğru tedavi… Deprem Erciş’i yıktı, Van’da 7 bina yıkıldı. Dökün kasetleri, indirin sayfa sütunları Erciş’mi? Van’mı var? Bağıran, çağıran kim? Enkaz başında sabır, teenni ve tevekkülle battaniyeye sarılı olan kim? “Van’da katliam oldu”, kurgusunda da medya, Deprem Allâmeleri ve Kamu yönetimi suçludur.
Gelelim, 1999 Marmara depremine. O yıllar, betonarme hesap metotları ve ampirik kabulleri, yani demir miktarı ve beton kesit alanlarını belirleyen TS 500 (Türk Standartları 500) sessiz, sedasız bir şekilde değiştirildi. Bu ne demek? Çünkü öğretiler hatalıydı, müteahhitler onun için suçlanamadı. Günah keçisi Veli Göçerdi, ya diğerleri, ya TS 500 ‘ü yanlış öğreten, öğretileni sorgulamayan batı muhipleri, batı suratlı, batı sıfatlı Allâmeler!… Öğretilerimizi sorgulamamız lazım diye bağır, çağır, yazmamızın nedenlerinden yalnızca birisidir bu…”
            “Şimdiki yönetmeliklerde yer, saha, tretuvar betonu olarak  (B160) kg./cm. karesinin taşıma gücü olan beton dökülebiliyor. 99 öncesi bütün binalarımız bu zayıf malzemelerdendir. İtiraf edemiyorlar. (st1) kopma mukavemeti  35 kg./mm. kare olan nervürsüz (üzeri tırtıksız) demirdir. Şimdi bu malzemeden çamaşır teli dahi yapılmamaktadır. Nervürsüz demirle (st1), çimentosu az, malzemesi kalitesiz kum/çakıldan mamul betonun, birbirine yapışması, tutması (aderans) kuvvetli değildir. Yani eşler kenetlenmiyor. Zor günde zoraki birliktelik; Zorunlu evlilik gibi darmadağın, toz duman, yerle bir oluyor. ‘Japonlar kaldı diye, biz o otelde kaldık’ diyen gazeteci, tezlerimdeki haklılığı ortaya koyuyor…” (Depremin Suçlusu, Yalçın Koçak, İnş. Yük. Müh. Müteahhit, 12 Kasım 2011, www.yalcinkocak.com)
            Cumhuriyet Tarihinde; Dönemler-Depremler, Ölü ve Yaralı Sayıları: 

                DÖNEMLER                        YILLAR                SÜRE                     ÖLÜ                       YARALI               
                Mustafa K. Atatürk            1923 -1938             16 yıl                        3.761                           30
                İsmet İnönü & CHP            1939 -1950             12 “                        44.955                         386
                Menderes-Bayar, DP          1951 -1960             10 “                              614                         674
                İnönü-RTE ve diğer            1961 -2011             50 “                        31.942                    68.552
                TOPLAM             :              1923 -2011          88 “                       81.272                   69.642 *(ek:1)
            Bu rakamları, lütfen, siyasi dönemler, kapsadığı süreler (yıllar) ve gerçekleştikleri dönem özellikleri itibarıyla (kayıpları da araştırarak) mukayeseli olarak değerlendirin lütfen!.. Bakınız, henüz inşaatçılık, belediye başkanlığı ve yerel meclis üyeliğinin kast-ı mahsus canilik ve şeamet bir mezarcılığa dönüşmediği Atatürk dönemi ile dönemin doğal devamı olan 1950- 1960 arası;, Devlet umuru, namuskârlık ve dürüstlüğün hâkim ve hükümet olduğu Menderes  döneminde felâket ve “kamu ihmalinden kaynaklanan” cinayet yok. 26 yılda: 4.375 ölü!...
            Atatürk ve Menderes arasına denk gelen 12 yıllık İnönü despotluğunda: 44.955 ölü!..
            Allah’a şükür bu dönemlerde (menfur bir isyan hariç) anarşi ve terörden ölen yok.
            Asıl felâket, şeamet ve kast-ı mahsus 1960 -2011 arası. Gelişen teknoloji, ilerleyen bilim ve yönetim sistemlerine rağmen, sadece depremlerde: 32 Bin’e yakın ölü, 70 bin yaralı!. İşte, milletin ve memleketin, belânın başı 27 Mayıs kalkışmasıyla maruz kaldığı büyük felâket.
             BİR TESPİT VE TEŞHİŞ!..            
            Sosyolojik Gerçek, Reel Yaşam Biçimi ve Etik Analiz
            Örnek: “Şu 67 yıllık ömrümde ‘ahlak, fazilet ve sadakat’  değerlerinden daha çok ‘hırsızlık, cehalet ve ihanet’ sözcükleri ile karşılaştım. Ve günümüz Türkiye’sinde, ne yazık ki her yerde, her zeminde meydana gelen pisliklerin temelinde bu 3 sözcüğü gördüm.
Teknoloji ne kadar gelişirse gelişsin, ekonomi ne kadar düzelirse düzelsin, uçak inebilecek kadar geniş ve güvenli yollarımız, sayıları yüzü aşan üniversitelerimiz, milyonlarca akademisyenimiz olsun insanlarımızın beyninde, hırsızlık, cehalet ve ihanet kırıntıları olduğu sürece, bu ülkenin arpa boyu yol alması ve cemiyetin mutlu olması mümkün değil!.. Zira her yıkım, her cinayet, her pislik ve her ihanetin altında ‘hırsızlık, cehalet ve ihanet’ yatmakta!
Bunların var olduğu ülkemizde; Yasaların yetersizliği, (yurttaşların ilgisizlik, korkaklık ve sorumsuzluğu ile yetkili ve sorumluların yolsuzluk ve onursuzluğu) devletin denetimsizliği, bürokrasinin hantallığı ve siyasetçilerimizin (politikACI’larımızın) iktidar hırsı, ülkeyi her gün biraz daha felâketlerin eşiğine götürüyor!.. Ama kılını kıpırdatan, gören, duyan yok. Bindik bir alâmete gidiyoruz kıyamete…(Mehmet Şükrü Baş, Deprem Gerçeğinin Altındaki Gerçek, Hırsızlık, Cehalet ve İhanet, Mehmet_sukru_bas@mynet.com) 
DAHASI VAR!..
Tıpkı yukarda verdiğim deprem cetvelinde görüldüğü gibi; Ekonomik, sosyal, siyasal ve kültürel alanda da; Hızla gelişen teknoloji, buna paralel artan refah düzeyi, yükselen yaşam kalitesi, yaygınlaşan konfor ve hayatı kolaylaştıran bütün yeni buluş ve sair unsurlara rağmen; Ülkemizde manzara farklı. İnsani değerler, hak, hukuk ve adalet kavramı yönünden evrensel norm, standart ve kriterlere aykırı. Hiçbir alanda adalet, eşitlik, norm ve standart birliği yok!.. 
Örnek: Bütün olumlu gelişmelere rağmen Cumhuriyet’in ilk 16 yılından sonra gelen 12 yıl tam bir kaos, kriz, kıtlık, karanlık, despotizm ve kâbustan ibarettir. Karşıdevrim zihniyetinin hâkim olduğu karanlık yıllarda 1923 Cumhuriyetinin ilkeleri ve Türk inkılâbı dışlanmış tersyüz edilmiş, milli siyaseti terkle; Türk milletinin orijinal hars, geleneksel yaşam biçimi, manevi ve moral değerlerine tümüyle aykırı, ters ve tefessüh etmiş lânetli batı kültürüne yönelinmiştir.
Bu nedenle, 11 Kasım 1938, Cumhuriyet’in 1. kırılım ve karşı-devrimidir.
Millet, 14 Mayıs 1950’de “Beyaz İhtilâl” ile bu melâneti başından defetmiştir.
Keza “Beyaz İhtilâl”, Cumhuriyet’in tek ve yegâne gerçek halk hareketidir.
Dolayısıyla 1950 – 60 arasında hükümran olan “Kurucu Cumhuriyettir”.
Bu dönemde devlet onarılmış, bozulan kurumlar, denge unsurları (stabilizatörler) imar ve tamir edilmiş; Vatandaşın milli-manevi, tarihi, ilmî ve moral değerleri tekrar hayat bularak, Devlet yeniden ‘ebed-müddet’ vasfını iktisap etmiştir.
Öyle ki, 1950–60 yıllarını kapsayan on yıl Türkiye Cumhuriyetinin ‘asrısaadet’ dönemidir. Atatürk’ün 1937 Hükümet Programı, bu on yılda kararlılıkla uygulanmış; Memleket tekrar güç, kuvvet, itibar ve istikrara kavuşmuş ve birinci sınıf bir devlet olarak, dünyanın belirleyici aktörleri arasına girmeyi başarmıştır.
İşte, 27 Mayıs “2. karşı-devrim” kalkışmasının esas nedeni budur.
BATI, EZEL-EBED TÜRK, TC VE İSLÂM DÜŞMANIDIR
Adalet güneşi Düvel-i Muazzama’yı tarihe gömen alçak, küstah, karanlık ve kapitalist, emperyalist zihniyet; Osmanlı’nın 1/25’inden ibaret bakiyesi Türkiye’ye “özgürlük, zenginlik ve mutluluk” hakkı tanımamış, Asil Türk milletini ebedi zillet, ıstırap, esaret ve sömürülmeye mahkûm etmiştir bir kere!
Bu nedenle, 1960 itibarıyla dünyanın en ileri, modern ve müreffeh devletleri arasına yükselen TC’nin 27 Mayıs’la beli kırılmış, çökertilmiş ve fazla değil sadece üç yıl içinde; (bütün yatırım ve birikimler tarumar edilmek suretiyle) ülke Batıya muhtaç hale düşürülmüştür. Zira 1960 devrimini yapan dâhili ve harici bedhahlar, hasetle malul hırsız-yolsuz, iktidarı gasp edenler ise Türk-İslâm, hak, adalet, hukuk, ilim ve insanlık düşmanı diaspora’lardır.
İkinci (sınıf, SSCB, Irak ve Suriye gibi) Cumhuriyet’in; 150’likler, kadrocular ve kökü M. Suphi’ye dayanan aydınlıkçıların nesep/çömez ve artçılarına ihale edilen misyonun amacı: Cumhuriyetin birikimleri, kurumları ve değerlerini önce yozlaştırıp, çürütmek, sonra berhava ederek Anadolu’yu, Lozan’da ‘vaad edilen’ Batı’ya peşkeş çekmektir. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türk milletinin istiklâl ve istikbalini gasp etmiş ve peyderpey düşman unsurların eline terk ve teslim etmiştir.
Bu cihetle:
Şu an için yargılanması gereken 12 Mart, 12 Eylül veya 28 Şubat değil; Kesinlikle ve mutlaka 27 Mayıs 1960’dır.
Çünkü!...      
27 MAYIS, ihanet, kast-ı mahsus ve şeamettir...
Türk Milleti ve Osmanlı bakiyesi TC Devleti’nde bu süreçte:
1. Milli Eğitim sistematik olarak ve nispi bir hızla dejenere ve deforme edilerek, 27 Aralık 1947'de CHP tarafından imzalanan ve “Fulbright Antlaşması” olarak anılan” Türkiye ve ABD hükümetleri arasında Eğitim Komisyonu kurulması hakkındaki anlaşma’nın sonucu olarak, bütünüyle Amerikalı uzmanlar ve CIA tarafından, Amerikan çıkarları doğrultusunda biçimlendirilmeye başlandı.
2. Harici bedhahlarla birlikte kurgulanan ve dâhili bedhahlarca (dönme, devşirme ve sabetay) uygulamaya konulan senaryo gereği: Önce, “Barış Gönüllüsü” adı altında 15.000 civarında CIA ajanı getirildi ve bütün Anadolu’da alenen faaliyet göstermelerine izin verildi. Yukarda Yalçın Koçak’ın bahsettiği; Büyük felâketlerin sebep, kaynak ve dayanağı olacak biçimde “Bilimsel normlar, tedrisat ve müfredat” yozlaştırıldı, çürütüldü ve dejenere edildi.
3. Türk Ordusunda ‘Kışlanın Peygamber Ocağı olduğu şuur, onur ve gururunu  yaşatan’ ne kadar Müslüman, namaz kılan, sağduyulu, milliyetçi, namuslu, dürüst üst subay, ast subay, askeri öğrenci ve mütedeyyin personel varsa tamamı emekli edildi; askeri okullara giriş şartları değiştirilerek, dönme ve devşirmelere yol açıldı;. Atatürk tarafından yasaklanan masonluk ve mütemmimleri tekrar açılıp, ihya edilerek, asker kişiler mason, lions ve rotaryen olmaya teşvik edildi... Orduevlerinde ateist, Hıristiyan inancının ibadet içkisi olan şarap ve türevleri serbestçe kullanılmaya başlandı, buna mukabil samimi milliyetçi, vatansever Türk ve hakiki Müslüman gençlere Peygamber Ocağı’nın kapıları kapatıldı. Kutsal ocakta, bazı Milli Savunma Bakanları ile kuvvet komutanları generaller dâhil olmak üzere, her derece ve düzey yolsuzluk, hırsızlık, görevi ihmal ve suiistimal aldı yürüdü. Çok nadir örnekler hariç, bunların üstüne gidilmedi…
4. Bu genel bozulum, çürüme, yozlaştırma ve dez’enformasyona paralel: Kamu-özel ayrımı olmaksızın bütün alan ve sektörlerde gasp, hırsızlık, yolsuzluk, soysuzluk, hortumculuk, görevi ihmal ve suiistimal; Rüşvet, iltimas, kayıt dışılık ve kaçakçılık alabildiğine arttı, çoğaldı. Ahlâksızlık, onursuzluk ve sorumsuzluk teşvik edildi, önü alınamaz, siyasi-sosyal, bilimsel ve kültürel değer-kalite kaybı önlemez hale geldi. Ülkemiz suç ve suçlu, cürüm cennetine döndü. İtaat, fazilet, adalet ve sadakat unutuldu. Cehalet, yokluk ve yoksulluktan kaynaklanan travma, sinir, stres ve gerilim geçimsizlik illetini yaydı. Aile hayatı derinden sarsıldı, boşanmalar tavan yaptı. Fiyatlar, vergi ve harçlar/haraçlar katlanarak arttı. Hayat giderek çekilmez hale getirildi.  
5. 27 Mayıs 1960’a kadar kimsenin aklına gelmeyen ve asla telâffuz dahi edilmeyen, Ermeni soykırımı, Kürt sorunu, Dersim isyanı, Alevi-Sünni meselesi, anarşi, terör ve tedhiş gibi; Devletin temeline dinamit koymaya matuf “ihanetlikler” 1963’den itibaren ısıtılmaya başlandı. Bugün mutazarrır olduğumuz çoğu ihanet şebekesi bizzat cunta, parti ve hükümetler eliyle kuruldu. Aynı yıl cunta, Avrupa ülkelerine, domuz ahırı bakıcılığı, süpürgecilik, diğer pis, aşağılık süfli işler, ağır sanayi ve maden işçiliği yapmak üzere, ezeli düşman Batıya ‘Türk vatandaşı’ ihraç etmeye başladı. Daha 1937 ve müteakip 1960’larda ‘nitelikli Avrupalı iş gücü’ istihdam eden Türkiye Cumhuriyeti için bu, utanç verici, yüzkarası bir durumdu…   
Üstelik lânetli vesayet ve cunta-sulta zamanında başlayan bu “Türk Milletini çürütme, eritme, milli hafızayı silerek yozlaştırma ve köleleştirme;, Türkiye Cumhuriyeti’ni özgür, adil, kuvvetli-kudretli, muktedir, hâkim ve hükümran, 1. sınıf bir dünya devleti” olmaktan çıkartma, çökertme, bölme ve parçalama çabaları: İlk Cunta’dan sonra da, hız kesmeden günümüze kadar sürüp geldi. Cemal Gürsel’den sonra gelen bütün (sözde) erkân-ı devlet şürekâsı; Encümen-i Daniş, Loca, Mahfil ve manda manipülâsyonlarının dışına çıkamadı. Üstüne üstlük bunların hepsinin yüzünde Atatürk maskesi, ellerinde insan hakları, hukuk ve Demokrasinin (!) kılıcı vardı. Ama aralarından asla bir demokrat, adil ve insan haklarına saygılı adam çıkmadı..        
BUNA RAĞMEN!...     
Hiçbir düzen partisi ve sulta hükümeti “27 Mayıs’ın” üstüne gitmedi.
Adına, utanmadan “mahkeme” denilen “yassı-ada” çadır tiyatrosu ile mapushaneler, DP toplama kampları ve sürgün yerlerinde DP’li üye ve yöneticilere reva görülen insanlık dışı, yüz karası, utanç verici, alçakça, düşmanca muamele; Eziyet, zulüm, işkence, taammüden cinayet ve 16 -17 Eylül katliamlarının hesabı sorulmadı. Belki de sorulamadı!..
Neden Atatürk’ün 36 yıllık Anayasa’sını çöpe attınız?
Niçin Cumhuriyete ara verdiniz? 
Milli Devlet prensibini “neden ve niçin” anayasadan çıkarttınız?..,
Diyebilen, sorabilen olmadı!..
Her yeni gelen, bir öncekini hayâsızca akladı. Lâğımlar beyaz sayfalarla örtüldü. Hain, hortumcu, şerefsiz ve soysuzlar ihya edildi. Cinayetler ‘faili meçhul’, gasp, irtikap-batak ve hotumlar “kamu zararı” hanesine yazıldı. 60’dan günümüze, meclis ve yüce divan müthiş bir aklayıcı-paklayıcı oldu. Bu da yetmedi, TBMM’nin “hükümranlık hakkı” AİHM’ne verildi!..
Çok ağır diye TCK (Türk Ceza Kanunu) suç odaklarına bayram ettiren, masum ve mazlumu çileden çıkartan bir “AB dayatmalı hafifletme” işlemine tabii tutuldu. En kötüsü de, şeamet ve şer başı, bebek katili bir eşkıya uğruna “idam” cezası kaldırıldı. Gerektiğinde, mutlaka tatbik edilmesi Allah’ın emri olan “idam cezasının kaldırılması” cemiyet için büyük bir uğursuzluk ve hayırsızlık olmuştur.   
SENARYO GEREĞİ !...
Kurgulanmış senaryo gereği milletin hali, kimyası ve iradesi; esnek, muğlâk ve kurnaz tuzaklarla donatılmış yasalarla itile-kakıla, ötelene-dışlana buralara kadar taşındı. Şimdi artık ‘demokrasi, hak ve eşitlik kavramı, adalet ahlâkı ve Cumhuriyet’ yok, halka danışmak gibi bir devlet umuru kalmadı. Millet seçemiyor, seçilmiyor; sadece vesayet, cunta, sulta ve parti sahiplerince ‘düzen’lenmiş ve hukuk’a-ahlâk’a aykırı yasalara uydurularak halk önüne ötelenen listeleri oylanıyor, oylamayanlar cezalandırılmakla korkutuluyor.
Dolayısıyla millet, sosyolojik olarak şok geçirmekte ve buna paralel büyük bir travma yaşamaktadır. Her hususta insanları ürküten ağır bir korku, baskı, tehdit ve tedirginlik hâkim vaziyette. Kurumlar birbirinden, alt makam üst makamdan, memur amirden, amir memurdan, vekil parti sahibinden, koca karı-karı kocadan, çocuk babadan tedirgin. Hâsılı vatandaş korku, kaygı, panik ve stres içinde çile çekiyor, zulme maruz kalıyor. İntihar ve boşanmalardaki artış korkutuyor. Yerel yönetimler/hükümetler yüzünden ‘doğal depremler’ bir kâbus, azap, afet ve felâkete dönüşüyor; Günde 15 kişi trafik kazalarına kurban gidiyor, suç türü ve oranları süratle artıyor. Zaten gergin olan toplum, bir de yeni açılımlarla geriliyor.
VAHŞİ BATI SENDROMU
12 + 50 = 62 yılı mücavir erozyon, yozlaşma, sindirme, çürütme ve Türk Milleti ile ulu önder Atatürk’ün şiddetle karşı çıktığı, illet ve nefret ettiği, menfur düşman, ezel hain, tefessüh etmiş batıya, bataklığa yönelme sürecinin Lozan’dan beri Türk-İslâm düşmanlarınca planlanan beklenir sonucu işte bu… Şimdi, menfur AB ve ABD (Ermeni yalanları, Dersim iftiraları, sahne kavgaları ve BOB-BİB gibi kurgulanmış senaryolar gereği) Atatürk’ü yargılamaya, katil ilân etmeye hazırlanıyor. Zaten ,Ümraniye soruşturmasında kanıtlanan anarşi, terör-tedhiş, cürüm, hırsızlık – yolsuzluk, yalan-talan, uyuşturucu ve insan ticareti, vergi dâhil her türlü kaçakçılık, alçaklık, ayırma-kayırma, sağ-sol, alevi-Sünni gibi bilumum kötülük-bölücülük hep bu güruhun toplum mühendisleri, Mason ve Siyonist mahfillerce hazırlanıp bilinçle uygulanan senaryolar değil mi? Üstelik yalan, iftira, hırsızlık ve tefrikaya bulanmış kara, kirli alçak ve küstah bir süreçle!... .
ATATÜRK VE BATI
AB köpekleri her söze ‘Büyük Atatürk’ün hedef gösterdiği muasır medeniyete ulaşma, aşma ve batılılaşma yolunda..” diye başlarlar. Bu külli yalan, uydurma ve iftiradır.
Çünkü Atatürk, “insanlık düşmanı, kalleş, hırsız ve emperyalist” Batı’dan nefret eder.
İşte O’nun sözde ‘Atatürkçü-Kemalist’ AB'cilere tekzip ve tokat gibi cevabı;
“Efendiler! Avrupa’nın bütün ilerlemesine, yükselmesine ve medenileşmesine karşılık Osmanlı tam tersine gerilemiş, düşüş vadisine yuvarlanadurmuştur. İşte o dönemde; vaziyeti düzeltmek için mutlaka Avrupa’dan nasihat almak, bütün işleri Avrupa’nın emellerine göre yapmak, bütün dersleri Avrupa’dan almak gibi bir takım zihniyetler belirdi. Halbuki hangi istiklâl vardır ki ecnebilerin nasihatleriyle, ecnebilerin planlarıyla yükselebilsin? Tarih, böyle bir hadiseyi kaydetmemiştir! (Mustafa Kemal Atatürk, TBMM, 6 Mart 1922)
NETİCEDE: Ülkemiz 27 Mayıs 1960’tan bu yana siyasi vesayet, peşkeş, fiili kuşatma ve abluka altında. Şimdilik bunu kırmanın tek ve son hukuki ve demokratik yolu: Etkili, güçlü, namuslu, dürüst, ilkeli, sürekli ve sorumlu denetim; İddialı, güçlü, azimli ve kararlı muhalefet olup; Bu şerefli ve şanlı görev sadece “sözde” muhalefet partilerinin değil!.. Fert, fert, bireyler olarak bütün milletin, sorosPU çocuklarıyla alâkası olmayan ve AB’den fonlanmayan bilcümle Sivil İnisiyatiflerin; Bilhassa Üniversite Öğrencilerinin, Öğretmenlerin ve özellikle akademik sınıfı teşkil eden “Kanaat Önderleri” ve topyekün Üniversitelerin görevidir.     
Son ve tek çare: “soyguna, vurguna, yolsuzluk, cehalet ve siyasi vesayete karşı; Milli Devlet, milli birlik, hak, adalet, evrensel hukuk ve demokrasi uğruna tek bilek, tek yumruk ve tek yürek olarak birleşmek;, Başta TBMM olmak üzere, yerel yönetim ve yerel meclisler, kamu kurumları, bilumum sektörler; Eğitim ve öğretimi denetlemek, “bizatihi milletin olan” devlete sahip çıkmak, Cumhuriyet’i korumak ve kurtarmaktır. İşe, yakın çevremiz, mahallemiz, günlük faaliyetlerimizde sırasında, trafikte, kamu kurum-kuruluşlarında, halk içinde ve halk arasında;. Bilumum sektörlerde gördüğümüz ve şahsen karşılaştığımız her türlü haksızlık, hukuksuzluk, yolsuzluk, suiistimal, görevi ihmal ve sair edep’e ahlâk’a aykırı, suç teşkil eden fiilleri tespit ve failleri hakkında şikâyette bulunmak, mümkünse fiili müdahale ve icabında haklarında dava ikame ve/veya yerel Cumhuriyet Savcılıklarına suç duyurusunda bulunma yollarını harekete geçirmekle başlayalım. Yönetimi denetleyen, iyi insan, onurlu ve sorumlu vatandaş olalım.
MUTLAK BİR HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME GEREK!..
Tabiî ki, mevcut yönetimin gerçek niyet ve vaatlerinde samimi olduğunu kanıtlaması halinde; Başta 27 Mayıs olmak üzere ve mutlaka Mahkemeler marifetiyle bir “Hesaplaşma ve Yüzleşme” sürecini başlatması, son 50 yıldır yaşanan kasıt ve şeamete son verecektir.
UNUTMAYIN Kİ!..
İnsan olanların görevi, ‘sureti haktan görünüp, gerçekte insan olmayan’ kötülere yüz çevirmek; Hırsız, yolsuz, yalan-talan, rüşvet ve suiistimal erbabını yaşam ve çevresinden dışlamaktır. Müslümanların en iyisi ise: Kötüler ve kötülüklerle eliyle, mücadele ve müdahale eden; Değilse imkân ve kaynaklarını bu uğurda kullanan; İmkânı yoksa söz ve davranışlarıyla kötüler ve kötülüklere engel olmaya çalışan, en zayıfı ise kötülere yüz çeviren ve dışlayandır.
(EK) TÜRKİYE'DEKİ BÜYÜK DEPREMLER...
1924–2005  Türkiye'de 1924 yılından itibaren yaşanan depremler... 
Bu tabloda, büyüklükleri 5 ve daha yüksek olan depremlere yer verilmiştir.
YER
TARİH
BÜYÜKLÜK
ÖLÜ
YARALI
ÇAYKARA
13.05.1924
5.3
50
-
PASİNLER
13.09.1924
6.9
310
-
AFYON-DİNAR
07.08.1925
5.9
3
-
MİLAS
08.02.1926
4.7
2
-
FİNİKE
18.03.1926
6.9
27
-
KARS
22.10.1926
5.7
355
-
İZMİR-TORBALI
31.03.1928
7.0
50
-
SİVAS-SUŞEHRİ
18.05.1929
6.1
64
-
HAKKARİ SINIRI
06.05.1930
7.2
2514
-
DENİZLİ-ÇİVRİL
19.07.1933
5.7
20
-
BİNGÖL
15.12.1934
4.9
12
-
ERDEK
04.01.1935
6.7
5
30
DİGOR
01.05.1935
6.2
200
-
KIRŞEHİR
19.04.1938
6.6
149
-



3.761
30
İZMİR-DİKİLİ
22.09.1939
7.1
60
-
TERCAN
21.11.1939
5.9
43
-
ERZİNCAN
26.12.1939
7.9
32962
-
NİĞDE
10.01.1940
5.0
58
-
KAYSERİ-DEVELİ
20.02.1940
6.7
37
20
YOZGAT
13.04.1940
5.6
20
-
MUĞLA
23.05.1941
6.0
2
-
VAN-ERCİŞ
10.09.1941
5.9
194
-
ERZİNCAN
12.11.1941
5.9
15
-
MUĞLA
13.12.1941
5.7
-
-
BİGADİÇ-SINDIRGI
15.11.1942
6.1
7
-
OSMANCIK
21.11.1942
5.5
7
-
ÇORUM
11.12.1942
5.9
25
-
NİKSAR-ERBAA
20.12.1942
7.0
3000
-
ADAPAZARI-HENDEK
20.06.1943
6.6
336
-
TOSYA-LADİK
26.11.1943
7.2
2824
-
BOLU-GEREDE
01.02.1944
7.2
3959
-
DÜZCE
10.02.1944
5.4
-
-
MUDURNU
05.04.1944
5.6
30
-
GEDİZ-UŞAK
25.06.1944
6.2
21
-
AYVALIK-EDREMİT
06.10.1944
7.0
27
-
ADANA-CEYHAN
20.03.1945
6.0
10
-
VAN
20.11.1945
5.8
-
-
KADINHAN-ILGIN
21.02.1946
5.6
2
-
VARTO-HINIS
31.05.1946
5.7
839
349
İZMİR-KARABURUN
23.07.1949
7.0
1
7
KARLIOVA
17.08.1949
7.0
450
-
KIĞI
04.02.1950
4.6
20
-



44.955
386
İSKENDERUN
08.04.1951
5.7
6
10
KURŞUNLU
13.08.1951
6.9
52
208
HASANKALE
03.01.1952
5.8
133
-
YENİCE-GÖNEN
18.03.1953
7.4
265
366
KURŞUNLU
07.09.1953
6.4
2
-
AYDIN-SÖKE
16.07.1955
7.0
23
-
ESKİŞEHİR
20.02.1956
6.4
2
-
FETHİYE
25.04.1957
7.1
67
-
BOLU-ABANT
26.05.1957
7.1
52
100
BAŞKÖY
07.07.1957
5.1
-
-
KÖYCEĞİZ
25.04.1959
5.7
-
-
HINIS
25.10.1959
5.0
18
-



614
674
MARMARİS
23.05.1961
6.5
-
9
IĞDIR
04.09.1962
5.3
1
22
DENİZLİ
11.03.1963
5.5
-
-
ÇINARCIK-YALOVA
18.09.1963
6.3
1
26
DENİZLİ
22.11.1963
5.1
-
-
MALATYA
14.06.1964
6.0
8
36
MANYAS
06.10.1964
7.0
23
130
DENİZLİ-HONAZ
13.06.1965
5.7
14
217
KARLIOVA
31.08.1965
5.6
-
-
VARTO
07.03.1966
5.6
14
75
VARTO
19.08.1966
6.9
2394
1489
ADANA-BAHÇE
07.04.1967
5.3
-
-
ADAPAZARI
22.07.1967
7.2
89
235
PÜLÜMÜR
26.07.1967
6.2
97
268
AKYAZI
30.07.1967
6.0
2
40
BİNGÖL-ELAZIĞ
24.09.1968
5.1
2
40
BARTIN
03.09.1968
6.5
29
231
FETHİYE
14.01.1969
6.2
-
-
GÖNEN
03.03.1969
5.7
1
-
DEMİRCİ
23.03.1969
6.1
-
-
ALAŞEHİR
28.03.1969
6.6
41
186
KARABURUN
06.04.1969
5.6
-
3
GEDİZ
28.03.1970
7.2
1086
1260
ÇAVDARHİSAR
19.04.1970
5.9
-
2
DEMİRCİ
23.04.1970
5.7
-
43
BURDUR
12.05.1971
6.2
57
150
BİNGÖL
22.05.1971
6.7
878
700
EZİNE
26.04.1972
5.0
-
-
VAN
16.07.1972
5.2
1
-
İZMİR
01.02.1974
5.2
2
22
KARS-SUSUZ
25.03.1975
5.1
2
26
LİCE
06.09.1975
6.9
2385
3339
DOĞU BEYAZIT
02.04.1976
4.8
5
13
ARDAHAN
30.04.1976
5.0
4
-
DENİZLİ
19.08.1976
4.9
4
28
ÇALDIRAN-MURADİYE
24.11.1976
7.2
3840
497
LİCE
25.03.1977
4.8
8
17
PALU
26.03.1977
5.2
8
26
İZMİR
16.12.1977
5.3
-
-
FOÇA
14.06.1979
5.9
-
-
MUŞ-BULANIK
27.03.1982
5.2
-
-
BİGA
05.07.1983
4.9
3
-
ERZURUM
30.10.1983
6.8
1155
1142
ERZURUM-BALKAYA
18.09.1984
5.9
3
35
MALATYA-SÜRGÜ
06.06.1986
5.6
1
20
KARS-AKYAKA
07.12.1988
6.9
4
11
ERZİNCAN
13.03.1992
6.8
653
3850
DİNAR
01.10.1995
6.0
96
240
ÇORUM-AMASYA
14.08.1996
5.4
-
6
ADANA-CEYHAN
27.06.1998
6.3
145
1041
KOCAELİ 
17.08.1999
7.4
17127
43953
KOCAELİ
13.09.1999
5.8
-
-
MARMARA DENİZİ
20.09.1999
5.0
-
-
MARMARİS-MUĞLA 
05.10.1999
5.2
-
-
BOLU-DÜZCE
12.11.1999
7.2
845
4948
BOLU-YIĞILCA
14.2.2000
5.1
-
-
DENİZLİ-HONAZ
21.4.2000
5.0
-
-
ÇANKIRI-ORTA
6.6.2000
6.1
2
1766
SAKARYA-HENDEK
23.8.2000
5.8
-
9
AFYON-SULTANDAĞI
15.12.2000
5.8
6
547
TUNCELİ-PÜLÜMÜR
27.1.2003
6.2
1
7
İZMİR-URLA
10.4.2003
5.6
-
-
BİNGÖL
1.5.2003
6.4
176
520
ERZURUM-ÇAT
25.3.2004
5.1
9
20
AĞRI-DOĞUBEYAZIT
2.7.2004
5.1
18
32
MUĞLA-GÖKOVA KÖRFEZİ
3-4.8.2004
5.0 - 5.4. - 5.0
-
-
ELAZIĞ-SİVRİCE
11.8.2004
5.5
-
12
HAKKARİ
25.1.2005
5.5
2
5
BİNGÖL-KARLIOVA
12.3.2005
5.7
-
16
BİNGÖL-KARLIOVA
14.3.2005
5.9
-
-
VAN-ERCİŞ
24.10.2011
7.2
700
1230



31.942
68.552
17.8.1999 Marmara Depremi'ndeki ölü ve yaralılar ile ilgili rakamlar 19.10.1999 tarihli; 12.11.1999 Düzce Depremi'ndeki ölü ve yaralılar ile ilgili rakamlar da 2.2.2000 tarihli Başbakanlık Kriz Yönetim Merkezi açıklamasından alınmıştır.