29 Haziran 2015 Pazartesi

"Yüzdeli zam en büyük haksızlık ve apaçık bir yolsuzluktur" Mustafa Nevruz SINACI

MAAŞ VE ÜCRET ZAMLARINDA KALLEŞLİK
Mustafa Nevruz SINACI
            Aslında mizacımız, yukarıdaki (kalleşlik: sözünde durmamak, döneklik etmek, alenen haksızlık ve gizlice, sinsice yapılan kötülük) kelimeyi ‘mutlak gerçeği ifade etmedikçe, konu bakımından zorunlu olmadıkça’ kullanmaya izin vermez. Fakat apaçık bir haksızlık karşısında dilsiz şeytan misali sessiz, sorumsuz ve tepkisiz kalmak; Çözüm üretmeden, alternatif öneriler sunmadan durmak; Yazar-çizer, münevver, Kanaat Önderi, ulema ve aydın kısmına yakışmaz. Zira “sorunlu toplum”un nedeni: Medeni cesaretten yoksun, onursuz, sorumsuz, ilmiyle amel etmekten aciz, zavallı ya da cahil, korkak, sünepe, dalkavuk, emir kulu ulema ve fukahadır.
Doğal olarak böyle bir toplumda insan hakları, adalet ve hukuktan da söz edilemez.
HAK, ADALET AHLÂKI VE HUKUKUN ÖLÇÜSÜ:
Hak kavramının Allah anlamına geldiğini, haksızlığın Allahsızlık-kâfirlik; Hüküm’ün, Hikmet bağlamında ilim-ahlâk ve fazileti zorunlu kıldığını; Hükümet’in eşitlik, hak (Hakkıdır Hak’a tapan Milletimin İstiklâl), (evrensel) hukuk ve adaleti uygulamaya memur: Her derece ve düzeyde adaleti fiilen sağlamaya görevli/mecbur olduğunu bilmek, bu bilinçle hüküm irsal etmek gerekir! Çünkü bütün evrensel değerlerin ortak noktası, odağı ve bileşkesi adalettir.  
            Evrensel gerçek, İlâhi, ilmî ve insani (fıtrat) hakikat şudur ki: Adil (adaletli, eşitlikçi, namuslu, dürüst, şeffaf ve demokrat) olmayan hükümetler meşru değildir. Milletler arası bazı temas, tedbir ve misillemeler hariç olmak üzere, devlette gizlilik olmaz. Gizlilik melânettir.   
            BU HAYATİ BİLGİ, İZAH VE GİRİZGÂHTAN SONRA!..         
            Her ne kadar birileri, mevcut hükümetin siyasi kanadı “Adalet ve Kalkınma Partisi” adının; Necmettin Erbakan avenesinin “Milli Görüş” savında görünür semere olarak tezahür eden “AK EVLER” projesine dayandığını ve “ne kadar millet, o kadar devlet” zihniyetinden kaynaklandığını ileri sürse bile., Ben yine de bu isimle müsemma olmak maksadıyla “Adalet ve Kalkınma” adının samimiyetle, bilinçle, icra amacıyla konulduğuna inanmak istiyorum.    
            Çünkü çoğu kez rastlantı sonucu, tesadüfen ve bilinçsizce verilen çocuk isimleri, pek önem arz etmese de; Kurumsal isimler her şekilde önemlidir. Anlamlı ve anlamıyla bütünleşik olmak zorundadır. Buna ilim, irfan, adalet ve fazilet erbabı, Lügât’lar, Türkçe Sözlük ve Türk Deyimler Sözlüğü’nde “ismiyle müsemma olmak veya ismiyle çelişmek” denilir!
            ŞİMDİ BAKALIM, HAL VE HAKİKAT NEDİR?  
Meclis’in seçim öncesindeki son gününde yapılan değişiklikle hayata geçen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine seyyanen zam, temmuz ayında yürürlüğe girecek. Emekli maaşlarına önce yüzdeli enflasyon farkı zammı yapılacak. Ardından da maaşı bin liranın altında kalanlara seyyanen zam gündeme gelecek. Başbakan Ahmet Davutoğlu’nun seçimden önce açıkladığı ve Meclis’in son gününde acilen yapılan yasa değişikliğiyle hayata geçirilen SSK ve Bağ-Kur emeklilerine yapılacak maaş artış biçimi: “Önce, mevcut aylıklar” enflasyon farkı oranında arttırılacak. Bu artıştan sonra “bin liranın altında kalan aylıklara” 100 lira daha seyyanen zam yapılacak. 100 liralık eşit artıştan yararlanabilmek için, aylığın 950 liranın altında olması şart.
Davutoğlu Hükümetince çıkarılan yasa uyarınca, seyyanen artıştan SSK (4/a) ve Bağ-Kur (4/b) statüsündeki emekliler yararlanacak. Memur emeklisine seyyanen artış yok. Ancak, mevcut emekli aylıkları önce, her 6 ayda bir olduğu gibi enflasyon oranında artırılacak. Sonra bin liranın altında kalan aylıklara 100 lira seyyani artış yapılacak. Enflasyon farkı eklendikten sonra “bin liranın üstüne çıkan aylıklar” da 1.100 lirayı geçmeyecek tutarda ayrıca artırılacak!
Öncelikle ifade etmek gerekir ki; 2015 yılı Mayıs ayı itibarıyla Açlık Sınırı: 1.349 TL Yoksulluk Sınırı:, 4.395 TL olan ülkemizde ‘bin liranın altında emekli maaşı’ büyük utanç, enflâsyon (!) bahanesiyle maaşlara uygulanan “yüzdeli zam” ise; Bütün anlam ve unsurlarıyla haksızlık, insanlık dışı yolsuzluk, millete karşı ayıp, onursuzluk, sorumsuzluk ve küstahlıktır.
Hani ismiyle müsemma/adının adamı olmak nerede? “Adalet ve Kalkınma” adının bu hükümete göre anlamı ne? Halkı aldatmak, sömürmek ve süründürmek mi acaba! 18.5 milyon maaşlının tamamına “NEDEN VE NİÇİN” Seyyanen zam yapılmaz. Millet gerçeği bilmeli: “Bu devleti yönetenler; ‘ateşe tapan, putperest Nuşirevan kadar bile’ adil değiller mi yoksa!”
        ELEŞTİRİ; YORUM VE KATKILAR:
            1. Prof. Dr. Salih Ziya KONYALI: Kamuya her derece ve düzey memur ve müstahdem alımında zaten Kıdem, ehliyet ve liyakat gibi objektif kriterler/faktörler dikkate alınarak "farklı maaşlar" bağlanır. Atananın sahip olduğu kriterlere göre intibak ve intisabı yapılır. İntibakta zaten makul ve adil (?) bir fark vardır. Bundan sonra; Dönem itibarıyla kamu çalışanları ve tüm emeklilere bütçeden ayrılan tahsisatın çalışan ve emekli toplam sayısına (19.5 milyon) bölünüp, herkese eşit (seyyanen) maaş zammı verilmesi (ve maaşlar arasındaki norm ve standart birliğinin sabit oranlarla korunması) akıl, mantık, hukuk, ahlâk, kamu vicdanı ve adalet gereğidir. Zaten başka türlü, örneğin yüzdeli zam yapmak, başta Anayasa'nın eşitlik ilkesi olmak üzere, tüm insan hakları, insanlık değer ve ilkelerine aykırıdır. Sayın Yazar'a katılıyor, kutluyor, tebrik ediyorum. Dolayısıyla Hükümetin bu istem, uyarı ve bilimsel hatırlatmayı dikkate almasını; Sorumlu Sendikaların ise içinde bulundukları atalet, teslimiyet ve zaafiyeti terk ederek, bu istemin (eşitlik, hakkaniyet ve adaletin) uygulatılmasına öncülük etmelerini umuyor, istiyor ve bekliyorum.
2. MUSTAFA ALTINTAS (maltintas@gazi.edu.tr) 27.06.2015, Kime: Mustafa Nevruz SINACI
Sayın Sınacı, bu 19,5 milyon maaşlının durumdan fazla da şikayetçi olmadığının iki göstergesi var. Bunlardan ilki 7 Haziran'da AKP'ye verilen destek. İkincisi ise, bu haksızlıkların imzacısı sendikanın, en fazla üyeye sahip kamu emekçileri sendikası olmasıdır. Esenlikler.
            3. A. YÜCEL: Biz görsek de göremezsek de Efendimizin; “Bütün insanoğlu hata yapar, hata yapanların hayırlısı tövbe edendir” kavl-i şerifini biliriz ve hatırlarız. Bura da maksat Müslümanların günahını pazara çıkartıp saymak değil, onları hakka irşad edebilmek. Ama niyet genel prensipler üzerinden hayırlı hedefler için gayret etmek değil de, şer ittifaklarının düdüğü misali öten militarist yaklaşımlar acayip şeyler de söylettirir insana. Sayın Sınacı kırıp dökmezmiş, hem de hiç kırıp dökmezmiş. Biz onu o kadar yakın tanımak zorunda değiliz. Zira buradan da neleri kırıp döktüğünü görüyoruz. Biz Sayın Sınacının bundan önce de yazılarını okuduk. Nsıl kavmiyetçi merkezlerin kulu derecesinde sapkın efkarı tevzi eylediğini de biliyoruz. Eğer tövbe eylediyse, bilmek isteriz. Bu haiyle elini öpebileceğimiz ağabeylerden değil, asilerdendir diyebiliriz. Allah ıslah eylesin. Hayırlı ramazanlar dileriz.
4. N.KAVCAR: Ali Bey, Başkaları oldu mu, doğru tecrübe istiyorsunuz da, AKP'nin yanlışlarını niye görmüyorsunuz? Kaldı ki Sayın Sınacı hiç kırıp dökmez. Nk
5. ALİ YÜCEL: 26 Haziran 2015 19:14 Cuma tarihinde Ali YÜCEL <ali.yucel@ibb.gov.tr> şöyle yazdı: Sayın Sınacı bu ülkede Milletvekilliği de yapmış ve koalisyon bilgisi de olması lazım. Paylaştığı yazının son paragrafında Adalet ve Kalkınma ismine öykünerek kendince bir şeyler zorluyor. Adalet arayışı isimde mi olur, yoksa özde mi olur? Kendileri adalet ve insanlığa hizmet namına ne yapmışlar, hangi hakkı teslim etmişler ki, şimdi kelimelerle ortam badanası yapmaya tevessül edebilmektedirler? Adalet ve Kalkınma kavramlarını ithafen kullandıkları hedefleri, gerçekte onların da inkarlarına rağmen farkında olamadıkları bir adalet zemininde yaşadıklarını hissettirmiş olması lazım ki, “Adalet ve Kalkınma” kavramının tesirinde gaflet yaşıyorlar. Etme! Sayın Sınacı etme! Bu yaşınıza rağmen inadına değil de, yaşanmışlıklardan doğru tecrübeleriniz varsa, onları insanlarla tarafsızca paylaşsanız da hakka belki hizmet etmiş olsanız, kötü mü olur? Hakk kavramını da hakikati de altüst etmeyi adet mi edindiniz ki be Müslüman? Etme! Lütfen etme! Yakışmıyor. Her an ölüm gelebilir, biraz vicdanınızla muhasebeleşseniz, kötü mü olur? Yoksa yakışmaz mı size? Milletin birliğine hizmet eden bilgelikte olabilseniz, daha değerli olabilirsiniz. Ama şu halinizle hiç hoş görüntü vermiyorsunuz. Haberiniz olsun isteriz. Düşünseniz, anlarsınız. Herkese selamlar. 

23 Haziran 2015 Salı

Hak, Hüküm-Hikmet ve Hükümet; "Gerçek Demokrat" Mustafa Nevruz SINACI

CHP, MHP VE HDP KOALİSYONU
Hükümet Kurmak ve Devlet Olmak Zorundadır
Mustafa Nevruz SINACI
            Sıradan bir seçim, aldatan put ve rejimin anatomisi;
Sözde İslâm ülkelerinde ironi, ötelenen bilim ve gerçek:
Hakikatte: “Hak, Hüküm-Hikmet ve Hükümet”
            Başta Orta Doğu (güdümlü Arap hükümranlıkları) olmak üzere, İslâm ülkeleri nam ya da Müslümanların yoğunlukta olup idare cihazına hâkim bulundukları memleketlerde, müthiş bir rüşvet-iltimas, yalan-talan, ikiyüzlülük, nitelikli (organize) sahtekârlık hüküm sürmektedir.  
İslâm’ın zorunlu kıldığı hak, adalet, ahlâk, eşitlik ve hukuk ilkelerine tamı tamına ters, bütünüyle aykırı ve bir nevi “emanet, vesayet ve icazet” sistemine dayalı olarak teşekkül eden sultalar, cuntalar:, Ortak akıl ve maşeri vicdanın asla kabul etmeyeceği biçimde kamu gücünü kullanarak gasp, irtikap, hırsızlık, yolsuzluk, suiistimal, hile-desise, ayırma-kayırma, aldatma-kandırma, takiyye ve çifte standart yoluyla vatandaşları alenen soymaktadırlar. Ki bu, mensup olduklarını iddia ettikleri dinle taban tabana zıt, Kuran-ı kerim vahiylerine tümden aykırı, tam bir sapkınlık, mürailik, müşriklik ve bilinçli bir kilise mukallitliği hali arz etmektedir.
Oysa Demokratik hukuk devletleri ve özellikle idarede Müslümanların yer aldığı İslâm referansı ile anılan devletlerde hükümetler eliyle; Seçilmişler tarafından doğrudan veya bazı yüksek dereceli atanmışlar (memurlar) kullanılmak suretiyle haksızlık, yolsuzluk ve suiistimal yapılıyor olması; Dünya milletlerine karşı ve İslâm adına çok büyük bir utançtır.
Uzun bir süredir “paralel devlet” yaftası altında ülkemizde sürdürülen operasyonlar da bu sosyal mutasyon ve toplumsal çürümüşlüğün, en az elli yıldır Türkiye Cumhuriyetinde var olduğunu kanıtlamaktadır. Alınan tedbirler ve yapılan operasyonların ‘namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu hükümet; Mutlak adaletli, demokrat, lâik, şeffaf devlet doğrultusunda gelişmesini ve gerçekleşmesini dilerim. Aksi takdirde, sür’atle yayılan yozlaşma, kokuşma ve çürümenin önlenmesi, devletin “haksız, hırsız, yolsuz” takımından kurtarılması mümkün olmayabilir!..         
            Aslında “dinler arası diyalog” namıyla ileri sürülen ve bazı beyinsiz kitlelere dayatılan ütopyanın sebebi; Bu koyu cehalet hali, iğrenç fanatizm veya (büyük bir ihtimalle de) dönme-devşirme (kripto) orijini olsa gerek! Bir başka şekilde, evrende var olan tek dine eş koşulur ve dinler arası diyalog safsatası nasıl ortaya konulabilir? Müslümanların çok dikkatli olması şart!
Zira “el iman minel vatan” emri, “her insan bir devlettir” olgusu, “tam bağımsız, özgür, hâkim ve hükümran” devlet algısı ile “Meclisler, vekiller ve hükümetler halkın emrine ve vatandaşın hizmetine memur unsurlardır” hakikati asla unutulmamalıdır. 
            KELİMELERİN KAVGASI VE DİL İSTİSMARI  
            Böyle bir durumda bizim her konuya, “mutabık kalınmış tanımlar” veya “kelime ve kavramların” soy anlamları ile başlamamız gerek. Aksi takdirde, ilim-irfan, emir ve ilmihale dair beyan ve bildirimlere açıkça muhatap oldukları halde, davranış biçimlerini düzeltmeyen, doğrusal yönde değiştirmeyen, yaşama tarzlarını doğrultmadan; Küfür, yanlış, hata, ihmal ve kusurda ısrar edenleri primitif varlıklar, paralize veya mutasyona uğramış mundarlar şeklinde kabul, ilân ve telâkki etmek gerekir. Böyleleri, akil olmadıkları ve rüştlerini ispatlamadıkları cihetle, hiçbir derece ve düzeyde yöneticilik görevlerine seçilemez veya atanamazlar. Velev ki seçilmiş veya atanmış olsalar bile, bu geçersiz bir eylem, gayrimeşru ve yok hükmündedir. Şu kadar ki: Bu durum, malûm eşhası işledikleri suçlardan mütevellit ceza ehliyetini kaldırmaz.
            GELELİM GÜNÜN EN ÖNEMLİ MESELESİNE
            Şöyle ki: 07 Haziran günü, adına seçim (!) denilen bir çeşit “saptama/tespit” prosedürü ifa ve icra edildi. Nihayetinde her an ‘asıl olan millet’ tarafından azli kabil 550 vekil tayin ve tespit olundu. Şimdi! “Sadece halka vekil olduklarını idrak, asla bir Avukattan fazla hak, yetki ve güce sahip olmadıklarının bilinciyle vekiller” hükümet kurma yolunda. Bu aşamada sadece millete karşı sorumlu olduklarını; görev ve yetkilerini doğrudan milletten aldıklarını; kanunlar gereği “sadece koordinasyonla görevli parti başkanına” biat etmemeleri; Türkiye Cumhuriyeti anayasası dışında kimseye itaat ve sadakat göstermemeleri gerektiğini bilmeye mecburdurlar.
            AYRICA: HAK kavramının Allah anlamına geldiğini, haksızlığın Allahsızlık-kâfirlik; Hüküm’ün, Hikmet bağlamında ilim-ahlâk ve fazileti zorunlu kıldığını; Hükümet’in eşitlik, hak (Hakkıdır Hak’a tapan Milletimin İstiklâl), (evrensel) hukuk ve adaleti uygulamaya memur ve her şekilde mecbur olduğunu bilmek ve bu bilinçle hükümet etmek zorundadırlar!
            Evrensel gerçek, İlâhi, ilmî ve insani (fıtrat) hakikat şudur ki: Adil (adaletli, eşitlikçi, namuslu, dürüst, şeffaf ve demokrat) olmayan hükümetler meşru değildir. Milletler arası bazı temas, tedbir ve misillemeler hariç olmak üzere, devlette gizlilik olmaz. Gizlilik melânettir.              
BU İDRAK VE HAKİKAT IŞIĞINDA HÜKÜMET ŞUURU
(Sözde) seçimlerin hemen akabinde koalisyon konusunda kırmızıçizgiler çizen Ana Muhalefet partisi (CHP)’nin, MHP ve HDP’ye bazı hatırlatmalarda bulunduğuna şahit olduk. “Hele durun, kaçmak var mı? Seçimlerde, halkın huzuruna çıkıp vaki hükümetin yeteneksiz, yetersiz ve başarısız olduğunu söylediniz. Seçim oldubitti. Yeni hükümet kurmak için icazet aldınız. Şimdi nereye kaçıyorsunuz? Emekliler, çifte ikramiye, asgari ücretliler, yüksek maaş, eşitsizlikler, çiftçiler, ucuz mazot, aç sefil çocuklar, püskevit, dar gelirli aileler, Hilal Kart ne olacak? İşsizler iş, evsizler ev bekliyor. 13 yıldan bu güne sürüp gelen yolsuzluk, yalan-talan, soygun-vurgun, rüşvet ve iltimasla suçladığınız hükümetin hesaba çekilmesi, sorgulanması, yargılanması, yargı önünde; Yüce Divanda hesap vermesi gerekmiyor muydu? Sizler, ey bu günün muhalefete soyunan ve iktidara icazet, lütuf ve inayet arz eden sözde siyaset haneleri!
Seçim döneminde yalan söylemediyseniz gelin, mertçe sözünüzün arkasında durun.   
HESAPLAŞMA YOKSA İBRA’DA YOKTUR
Sözünüzü tutmadan ve adaleti hayata geçirmeden nereye kaçıyorsunuz?
Evvelâ bu hükümete hesap sormak, sonra da haksız, adaletsiz, hukuk ve ahlâka aykırı olarak gerçekleştirilmiş bütün karar, edinim ve icraatların muhakemesini yapmak için sizler (Chp, Mhp, Hdp) hep birlikte koalisyon kurmaya mecbursunuz. Tarafsız ve bağımsız yargı önü ve kamu vicdanı nezdinde hükümet ve AKP aklanırsa; Bu defa sizler yalancı, müfteri ve bozguncu durumuna düşersiniz. İkisinin ortası yoktur. Ya hükümet olup, hesap soracaksınız ya da siyaset ve fazilet sahnesinden çekilip gideceksiniz.  Böyle bir durumda kaçmak veya kaçamak yollara sapmak yiğitlik değil, resmen (hariçle iştirakli) dâhili bedhahlıktır.   
Baştanbaşa Güney Doğu olmak üzere hemen, hemen her sandıkta yolsuzluk, hırsızlık ve hile yapıldığına dair vahim iddialar bütün İnternet medyasında yer alıyor. Buna mukabil yandaş, yoldaş ve sırdaş basın ile akredite medyada tek satır yok. Herkes neticeden memnun ve mutlu görünüyor. Hatta bir takım kaşarlı politik ACI’lar pişkinlikle sırıtarak rol kesiyorlar. Sanki bu sahne, hain oyun ve senaryo demokrasi düşmanları tarafından hazırlandı gibi geliyor insana! Peki, Yüksek (!) Seçim Kurulu kesin sonuçları neden ve niçin bu kadar geç açıkladı?..
Malum, menfur, bakkalcı ve çakkalcı medya bunu neden, niçin sorgulamadı?
SOSYAL MEDYADA YER ALAN İDDİALARDAN
Bütün bu savları yok saymak ve ithamları duymazdan gelmek herkes için zuldür.
Silah tehdidiyle vatandaşın "seçme hakkına" tasallutta bulunulduğu gerçeğine delalet edecek onlarca, yüzlerce örnek varken ve binlerce plâkasız araç sandık sandık dolaşmış iken; Bu şaibeye rağmen sizler, adalete hesap vermeden mi yüce Meclise sığınıp, dokunulmazlık zırhına sarılarak, tüyü bitmemiş yetimin hakkını domuz gibi yiyip zıkkımlanacaksınız? Bu vaziyette “millet bize muhalefet görevi verdi” demek, iğrenç bir yalandır, ayıptır, bühtandır, korkaklık, yalakalık, avantacılık, haramzadelik ve hazımsızlıktır diyen yok mu içinizde?..
Sahi, neden bu seçimde kimse “çöpten oy pusulası çıktığını” ileri sürmüyor?
Haksızlık, yolsuzluk, sahtecilik, organize sahtekârlık, görevi kötüye kullanma, hile ve desise yapıldığına dair “milletvekili çıkaran partilerin” bir iddiaları yok. Gariptir Vatan partisi gibi, “çok ağır bir yenilgi, hayal kırıklığı ve hüsrana uğrayanlar” dâhil bütün partiler neticeden memnun. Yaklaşık iki haftadır ortaya konulan eylem ve söylemlere bakılırsa, sanki mevcut hükümetin yerinde kalarak, hiçbir şey olmamış gibi fiil ve icraatına devam etmesi umuluyor, bekleniyor ve sanki akla-hayale gelmeyecek atraksiyonlarla AKP’ye gizli destek veriliyormuş gibi! Bu ne acayip pişkinlik, vurdumduymazlık ve aymazlık?
Gören de bunları AKP’nin saklı ortakları, siyasi iştirak ve müttefikleri sanacak.
Açıklaması mümkün olmayan çok şaşılacak, garip ve tuhaf bir durum!..
Oysa millet, CHP-MHP ve HDP’ye koalisyon hükümeti kurma görevi verdi.
Evet, elbette! Seçim sonuçları akıl, erdem ve vicdan ışığında okunduğunda açıkça görülür ki; Millet CHP, MHP ve HDP’ye koalisyon hükümeti kurmaları için görev, yetki ve sorumluluk verdi. Zaten, daha dün, bunu çok istiyorlardı. Yandaşları "Yaşasın koalisyon" çığlıkları atıyor; "Koalisyon felakettir" diyenlere karşı kuyruğu dik tutup, "Ne münasebet. Pek âlâ koalisyon hükümetiyle de ülke idare edilebilir. Siz, geçmişin kötü örneklerine bakmayın, piştik elhamdülillah" demiyorlar mıydı?
Şimdi fırsatı değerlendirmek zorundalar. Şekvacı, şikâyetçi ve millete karşı davacı oldukları mevcut hükümete karşı başarılı olabilecek bir koalisyon hükümeti kurmalı ve miting meydanlarında taahhüt ettikleri iddialı vaatlerini mutlaka yerine getirmelidirler. Bu bir namus, akıl, mantık, şeref ve haysiyet borcudur. Millete alenen verdikleri sözleri tutmamaları halinde; Belki de ikinci bir fırsatı asla bulamayabilirler.
KAÇMAK YOK VAATLERİ YERİNE GETİRECEKSİNİZ!
Malum ve mezkür muhalefetin, aynı telden çalıp müştereken yaptıkları en büyük, en önemli vaat ve taahhütlerini şöyle bir gözden geçirelim: Büyük insanlık; Hak, adalet, eşitlik ve barış; Birlik, bütünlük ve beraberlik içinde adaletle kalkınma:, Objektif-Evrensel hukuk ve tarafsız, bağımsız yargı; İşsize iş, herkese aş; Namuslu, dürüst ve saydam yönetim; Bedelsiz eğitim, karşılıksız sağlık ve ücretsi adalet; Makul asgari ücret; Çalışan ve emekli maaşlarında norm ve standart birliği; Seyyanen ücret zammı; Aracı-tefeci ve komisyoncu soygununa son verilerek, üretici ve tüketici arasında dolaşan kene, kan emici vampir ve sülük saltanatına dur denilmesi… Daha neler, neler. Alın sokaklara dağıtılan afiş, pankart ve el ilânlarına bakın.
Şunu kimse unutmasın: Siyasette herkes sözünden vaat ve taahhüdünden sorumludur.   
Aslında Yüksek Yargı, TBMM ve Adalet Bakanlığının olması gereken görevi: Yerine getirilmediği sürece: Nitelikli sahtekârlık, organize hırsızlığa teşebbüs, bireyleri ve top yekûn kitleleri kandırmaya, aldatmaya ve bu yolla çıkar sağlamaya hazırlık, TBMM, siyasi partiler ve Milletvekilliği kurumunu istismar, suiistimal ve kötüye kullanma suçlarını takip biçiminde düzenlenmek zorundadır. Zira sıkı bir takip, denetim ve belgeleme olmadan suç önlenemez.
UTANMADAN, ARLANMADAN POLEMİK YAPILIYOR    
Kılıçdaroğlu yan mı çiziyor? Demirtaş "MHP ile asla bir araya gelemeyiz" mi diyor? Bahçeli erken seçim mi istiyor? Bir dakika beyler! Kaçmak var mı? Halkın huzuruna çıkıp bu hükümetin başarısız olduğunu sizler söylediniz ve hükümet kurmak için icazet aldınız. Şimdi nereye kaçıyorsunuz? Emekliler, çifte ikramiye, asgari ücretliler, yüksek maaş, çiftçiler, ucuz mazot, çocuklar püskevit, fakirler hilal kart, işsizler iş, evsizler ev:, Top yekûn millet adalet, hak, hukuk ve eşitlik bekliyor. Açılım-saçılım sahtekârlığı yalan, tiksindirici bir hile, desise... Bu milletin yegâne sorunu: Herkese adalet, eşitlik ve hukuktur. Hani söz namustu, bu vaatleri gerçekleştirmeden nereye kaçıyorsunuz? Bahane üçlü koalisyon kurulamaz. Niye? Görünüşte Erdoğan nefreti sizi bir araya getirdi. Pek âlâ da ortak çalışabilirsiniz. Neden olmasın… 
“MHP'nin olduğu yerde HDP, HDP'nin olduğu yerde MHP olmazmış. Bunlar düşman kardeşler, bir yapı içinde huzurlu olamazlar, sürekli "maraza" çıkarırlar. İkisinin olduğu yerde CHP olmaz. Kurulacak bir "azınlık hükümetine" dışarıdan destek de vermezler. Yapıları, çatı ve ideolojileri buna uygun değil. Dünya yıkılsa bir araya gelemezler” söylemleri doğru değil.
RTE nefretinde bir araya gelebilen, Pekâlâ bir ‘ortak çalışma’ düzeni kuran, kurdukları düzende birbirlerini kırmayan, üzmeyen, suçlamayan, incitmeyen, karşılıklı atışmayan, ağız dalaşına girmeyen ve maraza çıkarmayanlar, hükümeti haydi haydi kurar ve birlikte çalışmayı başarabilirler. Daha dün bunlar birbirlerini vatana ihanet, hırsızlık, yolsuzluk, hele ki devleti satmakla hiç suçlamıyorlardı. Seçim sathında adeta paslaşıyor halkın çok iyi bildiği suçlarını; Görevi ihmal, ihanet ve suiistimallerini, haksızlık-yolsuzlukta ortaklıklarını dile getirmiyorlar; Birlikte atıp-tutuyor, üç aşağı beş yukarı tamamı benzer vaatlerde bulunuyorlardı.
Sıra vaatleri gerçekleştirmeye gelince mi "düşman kardeşler" oldular? 
ELEŞTİRİ; YORUM VE KATKI YERİNE KAİM OLMAK ÜZERE!..
HER SECIMDE HILE VAR DIYE YIRTINANLAR NEREDELER ?‏ 
Zeki Kentel, 29.06.2015
391 SECMENI OLAN KOYDEN HDP'YE 396 OY; Yuksel YILDIRIM
Her secimde hile var diye yirtinanlardan, ortaligi birbirine katanlardan nedense bu secimde tik yok.. kediciler neredeler?? Secim aksami her yerde elektrik kesintisi olacak diye kehanette bulunanlar veya mevcut olmayan santrali patlatanlar neredeler?? Çopluklerde oy pusulasi avciligi yapanlar neredeler??
Guneydoguda ve doguda secim guvenligi icin ysk,nin gerekenleri yapmadigi inancindayim.. Daha acik yazarsam, ysk,nin sandik gorevlilerinin ehliyetli olup olmadigina, pkk,li olup olmadiklarina dikkat etmedikleri kanaatindeyim.. Bir de bolgedeki paralel yapiya mensup ilce secim kurulu baskani olan hakimlerin, ve yerleri degistirilen buralara gonderilen polislerin bu isleri organize ettiklerine dair duyumlarin ciddiye alinip gerekenlerinin yapilmadigini dusunuyorum..
Yine bazi bolgelerde askerlerin ve polislerin bu tur uyarilara orali olmadiklari da soyleniyordu.. 
Yani sonuc: doguda ve guneydoguda bolge pkk,ya terkedilmis, pkk,lilara goz yumulmus bir sekilde secim yapildigi ortada.. Zaten medyasiyla adamlariyla vs hdp,yi destekleyenlerin bu tur seyleri gormezden gelmeleri de gayet normal.. Çunku ilkeleri yok, beyaz turkunden ulusalcisina, thecemaatcisinden anti-emperyalistine cakma islamcisindan ataturkcusune chplisine bunlarin ulkelerini vatanlarini dusundukleri sevdikleri tamamen yalan.. Kim kazanirsa kazansin, yeter ki tayyip kaybetsin diye dusunuyorlar/di.. Hala ayni kafadalar.. nasil bir akil tutulmasi yasiyorlarsa artik, ulkeyi bolmek isteyenlere kendi elleriyle yardim ediyorlar.. Bekleyelim, gorelim..
///////////
İste HDP'nin sandik hilesinin kaniti YSK'nin kesin sonuclari aciklamasinin ardindan HDP'nin bolgede yapmis oldugu hileler de ortaya cikmaya basladi. Diyarbakir koylerinde cogu sandikta diger partilere oy cikmazken HDP, 391 secmenin bulundugu sandiktan dahi 396 oy aldi. En dikkat ceken detay ise acilan sandiklarin cogunda gecersiz oyun olmamasi. Dogu Anadolu ve Guneydogu Anadolu bolgelerinde, secmenin yerine HDP'ye oy kullanildigi iddialari tazeligini korurken, bu bolgedeki illerde HDP'nin neredeyse yuzde yuzluk katilimla birinci cikmasi dikkat cekti. 
Yuksek Secim Kurulu'nun acikladigi verilere gore 7 Haziran'da secime katilma orani yuzde 84. Diyarbakir secimlerde katilimin en yuksek oldugu illerinde basinda yer aldi. Bazi ilce ve koylerde ise katilim orani yuzde yuzlere ulasti. Bu sandiklarda HDP'nin full cekmesi ve gecersiz oylarin olmamasi Olmamasini nedeni ise muhre ayni kisinin basmasi.
391 SECMENI OLAN KOYDEN HDP'YE 396 OY
            Diyarbakir'da secimlere en yuksek katilim yuzde 99 ile Kocakoy ilcesinde gerceklesti. Ilcede 9 bin 296 secmenden, 9 bin 182'si resmi tutanaklara gore sandik basina gitti. Ilcede sadece 114 kisi oy kullanmadi. 
Bozbaglar mahallesinde ise ortaya ilginc bir sonuc cikti. Mahallede kayitli 391 secmen bulunurken, HDP 396 oy cikmasi sasirtti. Sandiktan ayrica AK Parti'ye de 2 oy cikti. Fazla oylar 'sandik gorevlileri' ile aciklansa bile HDP'nin full cekmesi dikkat cekiyor. Oylardan 1 tanesi de gecersiz sayildi.
SANDIKTA FIRE YOK!
            Silvan'da ise 47 bin 676 secmenin 43 bin 180'i oy kullandi. Secime katilim orani yuzde 90,57 oldu. 
Akyol koyunde sandik basina giden secmenin hepsi, HDP'ye oy verdi. 107 secmenin 107'si 'HDP' dedi. Akcayir koyunde de 365 secmenden, 360'i sandik basina gitti. 360 kisiden 356 secmen HDP'ye oy verirken AK Parti'ye sadece 2 oy cikti. Oylarin 2'si ise gecersiz sayildi. Akdere koyunde de oy kullanan 388 secmenden 387'si HDP'ye, 1 tanesi ise AK Parti'ye oy verdi.
239 SECMENIN 238'I HDP DEDI
            Hazro ilcesindeki koylerden cikan sonuclar da, dogunun tum illerinde oldugu gibi sasirtmadi. Zira secmenin sadece birkac tanesi haric hepsi HDP'ye oy verdi. 
Varinca koyunde sandik basina giden 239 secmenden 238'i HDP'ye oy verirken, 1 secmen de MHP'ye oy verdi. ResIk koyunde oy kullanan 163 secmenin ise 158'si, Gozlu koyunde oy kullanan 602 kisiden 584'u, Ulgen koyunde oy kullanan 142 kisiden ise 130'u HDP'ye oy verdi. Ulgen'de 3 kisi de MHP'ye oy verdi.
DIGER PARTILERE OY CIKMADI
            Bismil'de HDP'nin oy orani yuzde 87,4 oraninda. Koylerdeki sonuclara gore secmenin neredeyse tamami HDP'ye oy verirken, bircok mahalle ve koyde diger partilere hic oy cikmadi. Diger partilere oy cikmadigi gorulurken, HDP koylerdeki oyun yuzde 99'unu aldi.
            DIYARBAKIR'DA HER ILCEDE AYNI TABLO
            Diyarbakir'in hemen hemen her ilcesinde, benzer tablo ortaya cikiyor. 
Baglar ilcesindeki sandik sonuclari da secmenin uzerindeki HDP baskisini gozler onune seriyor. Sandik basina giden secmenin yuzde 98'i firesiz 'HDP' dedi. Baticanakci Mahallesi'ndeki 378 secmenin 2'si haric hepsi HDP'ye oy verirken, Bucuktepe Mahallesi'nde oy kullanan 116 secmenden 114'u HDP'ye, 1 tanesi ise AK Parti'ye oy verdi. Oylarin bir tanesi ise gecersiz sayildi. Baglar 2. bolgede ise Yukari Mollaali koyunde sandik basina giden 320 secmenden 310'u HDP dedi. Oylarin 9'u AK Parti'yi giderken 1 tanesi gecersiz sayildi.
-------------------------------------
            Kaynak: Yenisafak,    

http://www.takvim.com.tr/Guncel/2015/06/27/iste-hdpnin-sandik-hilesinin-kaniti
HER SECIMDE HILE VAR DIYE YIRTINANLAR ŞİMDİ NEREDELER?...
BU ÇOK LÂNETLİ BİR OYUN!...
GİZLİ İTTİFAKLAR, KİRLİ İTTİFAKLAR ORTALIKTA CİRİT ATIYOR

16 Haziran 2015 Salı

ŞEHR-İ MÜBAREK RAMAZAN "Sahur-İMSAK Çelişkisi ve İlâhi Hakikat" Mustafa Nevruz SINACI

SAHUR-İMSAK ÇELİŞKİSİ VE İLÂHİ HAKİKAT
Mustafa Nevruz SINACI
            Eğer nasip ve müyesser olursa inşallah bu hafta; Hazreti Âdem Ata’mızdan günümüze değin, peygamber gönderilen bütün kavimlere (ümmetlere) farz olan mübarek Orucu tutmaya; Ramazan ayını idrake.; Bu kutsal ayın feyiz, rahmet, hikmet, sağlık ve medar-ı şifa bereketini yaşamaya; İnsanlık/İslâm âleminin en faydalı ibadetlerinden Şehri Ramazan’a başlayacağız.
            Eğer Yakup’un çocukları Tevrat’ı, Hazreti İsa’yı çarmıha geren sapkın İsrail oğulları da İncil’i tahrif, İblisin söylemleri ile tezyif ve Rab’in ayetlerini tekzip etmeselerdi; Ramazan ayında bütün ehli kitap oruçlu olacaktı. Dolayısıyla bu yüksek rahmet, ulûhiyet ve bereketten gayri Müslimler ne yazık ki yararlanamayacak ve çok büyük bir nimetten mahrum kalacaklar. 
            Ancak; Kâinatın en yüce ilmine mazhar ve İslâm’ın ekmeli (Âl-İmran 19) Hatem-ül Enbiya ile müyesser Müslümanların önemli bir meselesi var. Şu anda dünyanın en fakir, geri kalmış, az gelişmiş, küffara 12 yılda 10 milyon Şehit veren; Başta Nyanmar putperetsliğinin Arakan bölgesi olmak üzere:, Doğu Türkistan (Çin), Afrika, Irak ve Suriye’de, insan aklının alamayacağı; Hiçbir vicdanın kabul edemeyeceği bir şiddet, şeamet, baskı, eziyet, zulüm ve soykırıma maruz; Diri, diri yakılan ve esir pazarlarında satılan milyonlarca Müslüman var.
            Buna mukabil, sözde İslâm ülkelerinin (İslâm’a aykırı olmasına rağmen) Firavundan intikal Kralları, Yezitten mülhem Sultanları, Nemruttan mütevaris ifrit-iblis devlet başkanları ve müstebit Başbakanlarının istibdadı küffara rahmet okutacak derecededir. Üstelik sair ehli kitap ve umum küffarın idarecileri oldukça mütevazı, kendilerince dürüst, yalandan-talandan uzak, hak’sızlık/yolsuzluk yapmayan kimseler iken; Yukarda bahse konu İslâm düşmanlıkları malûm Müslüman ülke yöneticileri ise Karun Kâfirini kıskandıracak derecede zenginler!..
            Üstelik bu zenginlikleri haram (gasp-irtikap, HAK’sızlık ve yolsuzluk ürünü), sözleri yalan-yanlış, kendileri hırs, ihtiras, ahlâki zafiyetle malûl kifayetsiz muhterislerdir. Bunlardan Hak, adalet, eşitlik, ilim, ahlâk, barış ve hukuku hâkim kılanları tenzih ederim. Velâkin, İslâm ülkelerinde yaşanan hak’sızlık, yol’suzluk ve suçlarla mücadele etmedikleri, kötüleri şiddetle cezalandırmadıkları için suçludurlar. (Hak’sız: Allahsız, dinsiz, imansız, kâfir demektir.) İşte bu nedenle İslâm âlemi sıkıntılı; Dünya Müslümanları ise ekseriyetle mezalime maruzdur!..              
MESELÂ SAHUR, İMSAK VE SABAH MESELESİ
            Diyanet İşleri Başkanlığı’nca izin verilen günümüz takvimleri ve imsakiyelere göre: Bu yıl Oruç’un ilk günü 18 Haziran 2015 Perşembe, imsak: 03.15, güneş: 05.13, Akşam/İftar: 20.28.. Yani bu demektir ki! Bu Ramazan Oruca gece 03.15’de başlanacak ve akşam 20.28’e kadar: Tam 17 saat 13 dakika oruç tutulacaktır. Üstelik Haziran ve Temmuz sıcağının yakıcı etkisi ve en uzun günlerin dayanılmaz baskısı altında. Üstelik haksız ve gereksiz yere!..  
            Şehri Ramazan’ın sonu 16 Temmuz 2015 – Perşembe günü de durum aynı. İmsak: 03.34. Güneş (Sabah): 05.26, akşam: 20.25!.. Başlangıca göre 19 dakika uzama ve akşama nazaran 2 dakika kısalma! Sonuçta 30 günlük süre içinde değişim sadece: 17 dakika. Yani, fark eden bir şey yok. Eğer, Allahın âyetle ile ilgisi olmayan Diyanet imsakiyesine uyarsak yandık. Yani kutsal bir ibadet, işkenceye dönecek demektir!.. 
            Peki; Oruca Başlama Vakti Kur-an’a Göre Nasıl Olmalı?
            Bakara Suresi 183: “Ey iman sahipleri! Oruç sizden öncekilere yazıldığı gibi, sizin üzerinize de yazılmıştır. Bu sayede korunmanız umulmaktadır.” Anlaşılıyor ki oruç bizlerin korunması maksadıyla çok hayırlı bir ibadet olarak emredilmiştir. Böylece Allah bizler için faydası olan oruç konusunda kuranda çok detaylı bilgi vermekte ve özellikle: Üstelik yemin ederek ‘bu dini sizler için kolaylaştırdım’ demektedir. Sahur, İmsak ve Oruca kolaylık getiren Ayet ise (Bakara 187): “Tan yerinin, beyaz iplik siyah ipten sizce seçilinceye kadar yiyin için, sonra da orucu gece oluncaya değin tamamlayın..” Nasıl ki, akşam güneşin batması ile iftar ediliyorsa; Makul zamanda Sahura kalkılarak, gün ışımadan, sabaha en yakın zamanda imsak (kapama-niyet) ile orucun bağlanması gerekmektedir.
            Dolayısıyla bu Ramazanda Ezanla sahura kalkıp; 45 dakika içinde imsak yapmalıdır.      
Zira beyaz iplik ve siyah iplik karanlık ve aydınlığın buluşma noktasını temsil eder. Burada güneşin doğmuş olması bahis konusu değildir. Böyle olsaydı Âyette güneş doğduğu zamana kadar denirdi. Öyleyse örnek olarak verilen fecr vakti ne zaman olabilir? Örnekten anlaşılan şu: Gecenin bitişi, gündüze ilk adım vakti ve karanlığın artık gün aydınlanmasıyla baktığımız şeylerin fark edilme anıdır. Kaldı ki eğer Allah, “dini sizler için kolaylaştırdım” diyorsa, kullarını saniyelerle sınırlı bir oruca asla mahkûm etmez.
Şu hale nazaran, Sahura (normal vaktinde okunması gereken) sabah ezanından bir saat önce kalkılabilir. (Zaten, Ramazanda Ezanlar, tam da sahura kalkma zamanına çekilmektedir.) Rabbin Ayeti gereği: “Tan yerinin beyaz iplikle siyah ipliğin (çıplak gözle) seçilinceye kadar” yenilip içilir. Sabaha en yakın vakitte de niyet edilerek günün orucuna başlanır. Aksi takdirde, milyonlarca insanı çok erken vakit oruca başlatmak, büyük bir gaflet, cehalet ve hıyanettir ki, bunun vebali büyüktür. Hesabı verilebilir mi bilinmez!.
Dahası: Güneşin tamamen batıp havanın karardığı anın, “gündüzün geceye geçiş anı” olduğunu bilmişiz de, neden zifiri karanlıkta orucu başlatmak isteriz? Bu yaman çelişki niçin? Akşam Ezanının okunduğu vakti hatırlayın, gecenin zifiri karanlığı değil, ama zahir olmaya başladığı ilk zamanlardır. İşte Rabbimiz oruca başlama vaktini (verdiği örnekte olduğu gibi), “baktığımızda beyaz ile siyahın fark edildiği zamanı” çok net tarif etmesine rağmen, birileri kendi düşüncelerini “Kur-an’dandır diyerek” Allah’ın emirlerini görmezden gelmiş. Yetki ve sorumlu Diyanet İşleri Başkanlığı da seyirci kalmıştır. Durum bu!. Allah ümmileri affetsin.
KONUYU BİRAZ DAHA AÇALIM
            Sahur Ramazan gecesinde, oruç tutmak niyetiyle kalkıp; bu maksatla kalkmaya, yiyip içmeye denir. Hadîs-i şerifte "Sahura kalkın, çünkü onda bereket vardır" buyrulmuştur. İmsak ise yiyip içmeye son vermek, oruca fiilen başlamaktır. Sahur; İftar yemeğinden sonra kişinin yeniden yiyip içecek hale gelmesi ile gerçekleşir. Bunun belli bir saati yoktur; ancak tutulacak oruca medar olsun, oruçlunun açlık ve susuzluk çekeceği zaman asgarîye insin diye “sahurun mümkün olduğu kadar geciktirilmesi”, iftarın ise vakit girer girmez yapılması tavsiye edilir.
            Sahurun son vakti, tan yerinin ağarmaya başlamasıdır. Bu vakte ‘fecr-i sadık’ denir.
            Sahur bitince başlayan zaman imsak’tır. Yani İmsak, sahurun bittiği ve orucun fiilen başladığı andır. Kuran-ı kerim, "Tan yeri ağarması sebebiyle tarafınızdan siyah ip beyaz ipten iyice ayırt edilinceye kadar yiyin ve için" (Bakara: 2/187) buyurmaktadır. Burada geçen siyah ipten gecenin karanlığı, beyaz ipten de, doğu ufku boyunca beyaz bir ip gibi başlayıp, sonra kalınlaşarak yayılan tan ışığı kastedilir. Günümüzde tan olayının başlaması; yani sahurun sona ermesi ve İmsak vakti hesapla daha önceden belirlenmekte, takvimlere yazılmaktadır. Ancak, bu takvim ve imsakiyeler genellikle yanlış, ihtilâflı ve çok tartışmalı ve ilgili âyete aykırıdır!
            Oruca Başlama ve Takvimlerimiz:
            Oruca ikinci fecrin doğmasıyla, yani sabaha en yakın vakitte başlanıp; Akşam güneş batıncaya kadar devam edilir. Güneşin ufukta kaybolmasıyla iftar edilir. Dağlıkta, dağların üzerinden güneş ışıklarının çekilmesi beklenir. Sabaha doğru doğu ufkunda iki çeşit ağarma olur. Birincisine, 'fecr-i kâzib' yani 'yalancı tan' denir. Bunun dinen bir hükmü yoktur.
            İkinci fecir: Doğuda gökle yerin birleştiği çizgi boyunca yayılan aydınlık; Tan yerinin ağarmaya başlamasıdır. Bu anda Sahura son verilip oruca başlanır. Aynı anda “sabah namazı” vakti de girmiş olur. Bunda bütün mezhepler ittifak etmişlerdir. Ayrıca Diyanet İşleri Bşk.lığı Din İşleri Yüksek Kurulu 21 Ocak 1982 günlü kararıyla; Uygulamalarda görülen bazı bid’at ve yanlışlıkları kısmen düzeltmiş, saptanan yeni olumsuzlukları da düzeltme yoluna girmiştir.  
            Umarım Sahur ve İmsak konusu da ivedilikle düzeltilir; 17 saat oruç zulmü sona erer!
            NETİCE OLARAK:
Özellikle, ORUÇ ayının yaz dönemini kapsayan uzun ve sıcak günlere denk geldiği yaz aylarında fark edilen “Sahur ve İMSAK” konusunda vaki ve hali hazır ısrarla sürdürülen inat ve yanlışlık acilen ele alınır; Asgari 1.5-2 saatlik hata düzeltilir, milyonlarca Müslüman eziyet, zulüm ve Hak’sızlıktan kurtarılır. Sırf bu nedenle (hastalık, yaşlılık, güçsüzlük, zayıflık ve sair sebeplerden dolayı) oruç tutamayanlar da, böylece oruçlarını tutarlar inşallah...

3 Haziran 2015 Çarşamba

BU SEÇİM (!) ADİL DEĞİL! ÜSTELİK GİDİŞAT ŞAİBELİ; Mustafa Nevruz SINACI

BU SEÇİM (!) ADİL DEĞİL!..
ÜSTELİK GİDİŞAT ŞAİBELİ
Mustafa Nevruz SINACI
Milletten özellikle gizlenen bir hakikat olması nedeniyle; Şurası mutlaka bilinmelidir ki, Osmanlı Devleti’nde yapılan bütün seçimler ile Türkiye Cumhuriyeti kurulduktan sonra 5 Haziran 1946’ya kadar vaki seçimlerin tamamı iki derecelidir. Sistemin esası: Cumhuriyetten önce, tıpkı Amerika’daki uygulama gibi; Birinci derece seçimde, sınırlı sayıda seçmen ile aday, ‘hiçbir aracı ve etki unsuru olmaksızın’ yargı gözetiminde karşı karşıya gelir. Sadece bir asil ve bir yedek delege için “daraltılmış birim alan çerçevesinde” seçim yapılır. Sistemde her 500 seçmen, adeta yüz yüze gelerek bizzat delege adaylarını belirler ve sonuçta 1 asıl (bir yedek) delege seçilerek ilk aşama tamamlanır. İkinci derecede: (ABD örneğinde olduğu gibi) Kendi aralarından (veya Osmanlıda Ehli Vukuf bir seçici kurul tarafından) vekil tespiti yoluna gidilerek seçimler tamamlanır ve her derece/düzey seçim bu delegeler arasından yapılır.    
Cumhuriyetten sonra uygulanan iki dereceli sistem ise, İslâm’da Devlet İdaresi’ne dair kaynaklarda öngörülen (Medeni Siyaset) sistemindeki ‘şûra usulünü’ andırmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk zamanında; Önce vilâyet halkı kendi aralarından emin/âlim, mutemet, akil ve mütekâmil zevatı belirler. Bir nevi, ön seçimle belirlenen isimler Ankara’ya bildirilir; Ankara, önerilen isimler arasından seçim/tespit ve vekil atama işlemini yapardı. Bu uygulama çok mükemmel bir sistem idi; Bilhassa Atatürk döneminde, dünyanın en kaliteli, onur-erdem ve sorumluluk sahibi Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti nezdinde kurulurdu.
Eğer dikkatlice bir gözlem, inceleme ve araştırma yapılırsa görülecektir ki:, 11 Kasım 1938 karşı devriminden itibaren meclise dâhil edilenler ile 27 Mayıs 1960’tan sonra gelenler arasında: Hırsızlık, yolsuzluk, iş takipçiliği, afyon-esrar kaçakçılığı, rüşvet-iltimas, ayırma ve kayırma suçluları ile anarşi-terör, tedhiş dâhil olmak üzere aşağı-yukarı her mazarrattan zanlı, mücrim, sabıkalı ve dahi mahkûm bulmak mümkündür. Ama Atatürk ile tarihi ve kadim D.P.  dönemlerinde böyle yaygın, salgın bir yüz karası, utanç mahlûkatı çok nadirdendir.
Literatürde II. Cumhuriyet denilen 1938 – 1950 döneminde yaşanan bozulum, istismar ve deformasyonun sebebi CHP ve İsmet İnönü’dür. Eylem bazında: 150’likler denilen “vatana ihanet suçundan” vatandaşlıktan atılmışların affı; Atatürk kadrolarının Ordu ile Kamu Kurum ve kuruluşlarından tasfiyesi; Hain başı Mustafa Suphi’den intikal “kadrocu ve aydınlıkçıların” devlet görevlerine alınması; Yolsuzluk, ayırma-kayırma, gasp ve hırsızlıkların yoğunlaşması!.      
5 Haziran 1946’ya kadar inanılmaz bir başıbozukluk, kitlesel tek parti sömürüsü, sulta, cunta ve diktatörlük hüküm sürer. Fakat tarihi-kadim Demokrat Parti’nin kurulması ile bozuk düzene “DUR” deme yürekliliği baş gösterir. Halk Partisi paniğe kapılır ve saltanatını garanti etmek için bir takım acil kararlar alır. Bunları derhal kanunlaştırır. Kısaca ve öz olarak:  
Önce 1945’de, tek partili cunta ve diktatörlükten, çok partili demokratik sisteme adım atılmasına ve bir “deneme yapılmasına” karar verilir. Her ne kadar ortada bir “Siyasi Partiler Kanunu” yoksa da, Cemiyetler Kanununa göre faaliyet gösteren bir takım teşekküller vardır. Halk Fırkasındaki derin ayrışma ve kurmayların terki sonucu, 07 Ocak 1946 da, demokrasinin lokomotifi Demokrat Parti kurulur. Aslında iliklerine kadar demokrasi karşıtı, fakat kendisine verilen rol icabı “Cumhuriyetin kurucusu, koruyucusu ve demokrasi yanlısı” görünmeye özen gösteren malum fırka, çok acele bir seçim kanunu çıkartır. 5 Haziran 1946 tarihli bu kanunla, iki dereceli seçim sistemi sona erdirilir ve yerine “Açık Oy – Gizli Sayım” usulüne dayalı çok rezil bir “seçim düzeni” getirilerek; Kanunun tartışılmasına bile imkân tanımadan 21 Temmuz 1946 tarihinde genel milletvekili seçiminin “ani ve baskın” biçimde ifa ve icrası kararlaştırılır.
Netice malum. Cumhuriyet tarihine geçen en kara leke ve tiksindirici bir utanç vakıası.
MAKUS TALİH TEKRARLANMAK MI İSTENİYOR?..   
Aslında bu ne ilk ve ne de son olacağa benzer. Hani 1946’da, “Türkiye’ye çok partili sistemi getirdi” dedikleri, Cumhuriyet düşmanı bir politik organizasyon; Demokrasi, adalet ve çok partili düzene geçilmesin diye “açık oy gizli sayım” usulü ile güya bir seçim yaptırmıştı. Sonra 14 Mayıs 1950’de millet iktidar oldu ve seçim mevzuatındaki bütün pislikleri temizledi.
Aslında, ismiyle müsemma olmadığı sonradan anlaşılan Adalet-Kalkınma Partisinden de aynı beklenti vardı. Maalesef beklenen olmadı. Barajın kaldırılması; Hazine soygununun iptali; Dar bölgeli, iki dereceli ve milli delege sistemine dayalı “namuslu, dürüst, demokrat” seçim usulü ikame edilerek halkın ‘kendi vekilini bizzat seçmesi’ sağlanacaktı. Olmadı!
Üstüne üstlük: 
Konya Milletvekili Atilla Kart, 1.06.2015 günlü Basın duyurusunda: “12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde; seçim suçu işledikleri sabit kişiler hakkında 2586 soruşturma açıldığını, bu soruşturmalarda yargılanan zanlı sayısının On-Bin dolayında olduğunu; Ancak, Temmuz 2012’de AKP eliyle gece yarısı çıkartılan bir düzenlemeyle bu suçluların örtülü olarak affedildiğini!.. Sonuçta yargılama dosyalarının AKP tarafından düşürüldüğünü” açıklayınca ortalık iyice karıştı.
Bu karmaşa içinde, 25. dönem genel parlamenter seçimlerinin yapılacağı gün geldi çattı ve 07 Haziran çok az kaldı. Adına parti denen fakat “kitle partisi olmakla hiçbir ilgisi, alâkası bulunmayan” teşekküllerden seçime katılma şansı elde edenlerin tanıtım, ses kirliliği, beyin yıkama, kafa ütüleme ve propaganda yarışı hızlandı. Radyo, gazete, TV ekranlarından yayılan ses kirliliği, cadde ve sokakları dolduran el ilânı ve afiş çirkinliği; Hoparlörlerle çok yüksek frekanslarda yapılan yalan bombardımanı ile kulaklara verilen zarar. Hâsılı medeni, çevreye saygılı olmaktan uzak, insanlık dışı, dayatma ve ilkel bir seçim rezaleti yaşanıyor. 
HAZİNE YARDIMI KEPAZELİĞİ
Bu panayır keşmekeşinin sebebi: Halkın rıza ve muvafakatine aykırı olarak, kesinlikle objektif norm ve adil kriterlere dayanmaksızın alınan/verilen “hazine ulufesi”. Bu haksız ve haram parayı alan partiler, adeta çılgın mirasyediler gibi bol keseden atıyor, işitsel ve görsel medyayı hovardaca kullanıyorlar. Buna mukabil, asgari % 3 oyu alamayan veya % 10 barajını aşamadıkları için “tüyü bitmemiş yetimin hakkından” nemalanamayan diğerleri lâf salatası yapamıyor. Hatıra binaen listeledikleri “fedakâr adaylarını” ekranlarda dolaştıramıyor, çarşaf çarşaf ilan veremiyorlar. Çok yoğun masraf ve fuzuli israf, bol avanta ve peşkeş gerektirdiği için de açık hava toplantıları, konvoy şovları ve miting yapamıyorlar.
ÇOK ADALETSİZ BİR YARIŞ
Bir taraf, millet razı olmadığı halde, devletten cebren, hile ve desise ile hortumladığı haram para ile seçim sefahatı yaparken; Diğer taraf parasızlık ve imkânsızlıktan kırılıyor ve seçim sefaleti içinde kıvranıyor. Şöyle bakıldığında: Önce parti sahipleri, sulta-cunta, vesayet ya da velâyet unsurlarınca yapılan aday atama işlemi!; Azıcık olsun, kanunda öngörülmesine ve fırsat verilmesine rağmen, “aday belirleme konusunda seçmene söz hakkı tanınmaması”; İmkân, kaynak ve eşitliğe bütünüyle ters adaletsizlikler; Sandık güvenliği konusunda duyulan büyük kaygılar; Fuat Avni nam bir eşhas tarafından ısrarla yayılan 7 milyon oy’un çalınacağı söylentisi; YSK tarafından kullanılan “Elektronik Seçim Programı” SEÇSİS’e karşı duyulan derin şüphe, alabildiğine güvensizlik, korku-endişe ve kuşku; Haksızlığı vicdanları sızlatan ve 1983’e kadar hiç uygulanmamış, “millet iradesine karşı ipotek misali konulmuş” % 10’luk seçim barajı; Bunların tamamı vesayet, emanetçilik, sulta ve cunta icadı haksızlık. Hukuksuz, etik, saydam ve adil olmayan ahlâksız zorbalık, diretme ve dayatmalar.
Sözde “millet iradesini, devlet idaresine taşıyacağı” iddia olunan bu yarışın aktörleri, argümanları ve elemanları arasında millet iradesi yok. Adalet, hakkaniyet, eşitlik ve hukuk desen hak getire! Bu nedenle şimdilerde sıkça dile getirilen 21 Temmuz 1946 günlü 8. dönem parlamenter seçimi, bu melânet yüz karası, kalleşlik ve komedinin düzenbazlıkları, sahtekârlık ve alçaklıkları akıllara geliyor. İnsanlar birbirlerine: Neden? Öyleyse, siyasi partiler ve seçim kanunları bu güne kadar düzeltilmedi? diye, derin bir hayret, merak ve taaccüple soruyorlar…
İşte bu gerilim, güvensizlik, baskı, dayatma ve korkularla süren bir seçim sathı maili!.. 
Adalet mi bu? Hukuk bunun neresinde? Devleti vekâleten üstlenecek, “Hak ve halk adına” yürütecek olan “Millet iradesi” bu yaman çelişkiler içinde mi tecelli edecek. Büyük bir demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk ayıbı bu!.. Ya vaktiyle Demokrat Parti’nin yaptığı gibi, partilere kesinlikle hazineden para verilmemeli, siyasi şirket eğilimi önlenerek “parti içi demokrasi ve kitle partisi özelliği zorunlu kılınmalı” ve şimdilerde “hazine yardımı” namıyla yapılan bu hortumlama, olabildiğince objektif, adaletli ve “aidat veren, gerçek, sorumlu, aktif üye sayısına endeksli” hakkaniyetli ilkele, norm ve kriterlere bağlanmalıdır.
Bu insanlık dışı, adaletsiz ve haksız uygulama çok ayıp ve iğrenç. Dolayısıyla, haksız edinimlerle elde edilen oylar da helâl değil, haram, hayırsız, onursuz, umursuz; Kamu vicdanı yönünden şaibeli, meşruiyeti tartışmalı, haksız kazanılmış ve gerçekte geçersiz oylardır.  
DEMOKRASİ BUNUN NERESİNDE?
Birileri, bütün beyan, ilân, bildiri ve çağrılarında durmadan Demokrasi, İnsan hakları, Hak, Adalet ve hukuktan bahsediyor. Oysa en başta yaptıkları seçim adil değil. Cumhuriyetin başı durum ve konumundaki zatın, seçimlere paralel biçimde ve muhtelif açılış bahaneleri ile meydanlara çıkması etik değil. Demokrat Parti zihniyetine göre “eşit şartlar, eşit imkânlar ve saydam kaynaklarla” yapılması halinde seçimlerde “millet iradesi” tecelli edebilir. Aksi halde bu sulta, cunta ve nihayet emanet, vesayet unsurlarının kirli oyunlarından ileri geçemez. Peki, gösterin bakalım. Şu seçim sathı mailinin neresinde adalet?, Neresinde insan hakları, hukuk, eşitlik, eşit şartlarda yarı ve demokrasi var?.
TABANA VURMUŞ SİYASET VE SEÇİM VAADLERİ
Geleneğe göre: Adalet timsali, devlet idaresinde millet iradesinin mutlak tecelli biçimi ve bütün usul ve uygulamaları ile fazilet olarak kabul edilen siyaset; Asla yolsuzluk, haksızlık ve kanunsuzlukla birlikte anılamayacak kadar yücedir. Amma lâkin, günümüzdeki çirkinliğin esas sebebi: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra siyaset kirlenmiş, kalite taban yapmış, Politik-ACI’lar en alt düzeylere inmiş ve adeta bir yalancılar ve talancılar mesleği haline getirilmiştir. Bu Türk milletine hakarettir. Ayıptır, utanç ve hicap vericidir. Siyaset derhal temizlenmelidir.
SEÇMEN ŞUNU BİLMELİ Kİ
Adeta bir açık artırımla, birbirleri ile kıyasıya yarışarak, taklitçilikle siyaset yapanlar; Propaganda araçlarından ses; Mesnetsiz iddialar ve bu saçma iddiaların yer aldığı broşürlerle bilgi ve çevre kirliliğine yol açan politikacıların “millet iradesi, devlet idaresi, dürüst siyaset ve demokrasi ile her hangi bir ilgileri alâkaları yok. Üstelik bunların % 99’u önseçim ile değil sulta, cunta, vesayet ve emanetçi ataması ile oralarda fink atıyor. Seçmen şunu bilmelidir: Bu seçimler kaderdir. Ülkemizin geleceğidir. Asıl olan: Bilgi, birikim, inanç, azim, irade, sağlam karakter sahibi; Namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, insan hakları adalet ve demokrasiye saygılı insanların seçilmesidir. Bu nevi insanlar ise ancak “helâl oylarla” seçilir.
ŞİMDİ OY’LARA VE SANDIKLARA SAHİP ÇIKMA ZAMANI
Son olarak tekrar etmekte yarar var. Bu seçimlerde özellikle muhalefet ve seçmenlerin çok büyük bir kesimi; Seçim sonrası oylarımız ve sandıklara bir şey olur mu?, endişesi içinde. Daha önceki seçimlerde bu tür iddiaların gerçekleşmiş olması ve bir şekilde seçim sonuçlarını etkilemesi seçmenlere ‘şimdi oylara ve sandıklara sahip çıkma zamanı’ dedirtiyor. Dahası her gün yapılan anketlere göre iktidar partisindeki oy erimesi iktidarı çıldırtıyor. Halkın korku ve endişesi “AK Parti kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Geçmişte de oy hırsızlıkları olmuştu. Bu kez, herkesin daha dikkatli hareket etmesi gerekiyor” şeklinde. Bu nedenle ve haklı olarak: “Oyuna ve sandığa sahip çık” kampanyaları yapılıyor. Daha önceleri yapılan sahtekârlıklar ve oy hileleri bir, bir açıklanıyor, seçmen uyarılıyor ve aydınlatılıyor. Oy çalınmaması ve sandık güvenliği için “teknik yol ve yöntemler” hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor.
NETİCEDE: 
Çağdaş, lâik ve demokratik bir hukuk devletinde seçimlere hile, desise ve şaibe bulaşması; Oy ve sandık çalınmasından, elektrik kesintisinden korkulması, çok utanç vericidir. Bundan iktidar partisi, hükümet ve YSK sorumludur. Bu rezilliğin, savunulacak bir yanı olamaz. Zira bunu Türkiye aşmış olmalıydı. Ayrıca: Seçim suçluları ile bu tiksinç, iğrenç ve insanlık düşmanı suçluları himaye edenler; Hukuk içinde hesap vermeye mecburdur. Aksi takdirde sadece “seçimlerin meşruiyeti" değil; Seçilenlerin de meşruiyeti yok hükmünde olur.
       YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
FW: Güzel bir Seçim Analizi... Hikmet Ersoy // Kime: gercek.demokrat@hotmail.com Bilgi: Kaya B. ATAMAN
Mustafa Bey,
Sanırım beni T.Forum’dan tanıyorsunuz.
Güzel bir sayfa/yazı  hazırlamışsınız, maalesef insanlarımız ümitle güzel geçecek bir seçimi bekleyecekleri yerde…
Yıllardan beri her seçim öncesi vatandaş da bir sıkıntılı bekleyiş var..”
Acaba bu seçim adil geçecek mi..?”
Halbuki iktidarların , halkın bu endişesine karşı, niçin  yüksek sesle ortaya çıkıp “Hayır biz dürüst, mert, demokrasi kurallarına uygun seçim yapacağız...." demiyorlar…!!!
İyi günler, selamlar.
Hikmet Ersoy