23 Ocak 2012 Pazartesi

inkâr'a reddiye ve terör-tedhiş mutfağı AB.,

TERÖR-TEDHİŞ MUTFAĞI VE LOZAN‏
Mustafa Nevruz SINACI
Türk düşmanı dâhili ve harici bedhahların kirli işlerini gördürmek, ezel-ebet haset edip hasım belledikleri asil antiemperyalist TC’ni akamete uğratmak ve nihayet; Satılık kirli beden ve beyinleri kullanmak amacıyla kurdurdukları organize suç örgütü; Sahibi batılı vampirlerin eşgüdümünde, (daha düne kadar) ülkemizden kopardıkları küçük lokmalarla yetiniyordu..
Rantiyelerini “Kürt Sorunu” kisvesiyle maskelemeyi başarmaları üzerine, gördükleri uluslararası destek sayesinde, nispi de olsa kesintisiz adımlarla ilerlemeye başlamışlardı. Bu süreçte, iğfal edilmiş beyinler, maşa ve kuklalar ile her milletten maceraperest lejyonerlerden müteşekkil lâğım fareleri, vahşi batının (AB) diplomasi, pis işler ve istihbarat merkezlerinde hazırlanan programlar dâhilinde koordine ve işbirliği içinde gelişme kaydediyorlardı...
Bu uyum ve ilerlemenin temelinde, menfur eşkıyanın yurt içinde uygulamaya koyduğu her faaliyetin, batıda yapılan ön hazırlıkları yatmaktadır. Özellikle son dönemlerde, en yetkili resmi ağızlarca, itiraf ve pek çok somutla ispat edildiği üzere; Başta, daha Lozan’ı tanımamış olmak gibi bir alçaklık ve küstahlığın zanlısı ABD olmak üzere, İngiltere, Fransa, Yunanistan, Macaristan hariç bütün AB ülkeleri ile Ermenistan maddi-manevi himaye ve lojistik destekleri ile (mezkür örgüt nezdinde) topyekun Türkiye aleyhine seferber olmuş bulunmaktadırlar..
Türkiye’de mukim kriptolarca silâhlı kuvvetlerin baş edemeyeceği değerlendirilen bu anarşist, faşist ve terörist çıkışın “mutfak çalışması”; Aslında daha önce batıda yapılmış bir projenin yurt içindeki uzantı ve uygulaması olup; Tatbikatta ilk adım, malum menfur örgütün 3. Bülent Ecevit hükümeti eliyle dönme-devşirme memurin’e (7 Kasım 1978) kurdurulması ile başlatılmıştır. Meselâ iki binli yılların başında fırtınalar koparan eşkıyanın, Kürtçe isim ve yer adlarının kullanılması taleplerinin zemini de batıda hazırlanmıştır. 
Anadilde eğitim, özerklik ve günümüzde dile getirilen ayrılıkçı taleplerin gerekçeleri, batının doğu araştırmaları, AB Üniversiteleri ve Kürt enstitülerinde belirlendi. Ondan sonradır ki, içeri havale edildi ve “em zımanê xwe dıxwazin-dilimizi istiyoruz” kampanyaları başladı. Akabinde, “bu anayasa ile asla, 1982 faşist ve antidemokratiktir” teraneleri ve ağababaları AB domuzlarının dayatması ile “yeni ve sivil anayasa” teraneleri yükselmeye başladı.
Yeni ve sözde sivil Anayasa’dan maksat 1961’de açılıp, 1982’de “milli devlete” dönüş ile tekrar kapanan “bölme ve parçalama” yolunu açmak. AB’ye katılım süreci bile bu amaca hizmet edecek biçimde hazırlanıp ("Presidency Conclusions", Md: 23. "..müzakerelerin yalnız Türkiye'yle değil, diğer devletlerle de yapılabileceğini... Müzakereler sırasında Türkiye birkaç devlete bölünürse veya güneydoğu bölgesinde bir Kürt devleti kurulursa, yeni bir karara gerek olmaksızın onlarla da müzakere yapılacağına...; Brüksel Zirvesi Sonuç Bildirisi'nin "Türkiye" başlıklı bölümünden…) biçiminde düzenlendi… 
Aynı şekilde Alevilerin geçmişi, günlük hayatları, inançları ve devletle ilişkileri didik didik edildi. Dernekler kurduruldu. Kıvam tutunca yurt içinde Dersim Soykırımı yalanı ortaya atıldı. AK ve AP dönemsel Türkiye raporlarında, Lozan’da attıkları imzaları bir kenara ittiler ve Fener patriği ekümenik, Kürtler azınlık sayıldı. Ayrı millet olma özelliklerini bünyesinde toplayan anadilin anayasa ya girmesi halinde, Kürt azınlık süreci hukuken başlayacak; Asuri, Pontus, Laz, Çerkes yalanlarına da hukuk temeli oluşacaktır. Ermeniler, dünyanın büyük bir bölümüne yalan ve iftiralarını kabul ettirmiş bulunuyorlar. Diğerleri de bu yolu izleyecektir.
Tehdidi görüp, harekete geçilmezse yakın bir gelecekte ülke ve devletini seven Türk, Kürt, Zaza, Laz, Çerkes, Asurî başını eğip, esaret hayatı yaşayacaktır.. Ermeni yaftalı Etnik -terörist (sözde) Kürtçü hareket; Hükümetin acz ve müsamahası sayesinde uluslararası hukukta kendine azınlık yeri açmaya çalışıyor. Bu konudaki delice hayallerini Sudan, Ömer el Beşir ve Ruanda yargılanmaları, AİHM, Uluslararası Ceza Mahkemeleri, Uluslararası Adalet Divanı, (Russell Mahkemeleri), BM anayasası  ve sözde Kürt soykırımı süslüyor. Ne var ki; Paris’te, San Remo’da şeklen elde ettikleri azınlık statüsünü tekrar kazanmalarının önünde sadece Lozan engeli bulunuyor. 
 “Hepimiz Ermeniyiz” Feryadı ve Dink Furyası
Mustafa Nevruz SINACI
“Dinkçilere soruyorum!” Katılın veya katılmayın, sokaktaki vatandaş bakın ne diyor: “İnsan olarak Hrant Dink'in öldürülmesine karşıyım. Ama Dink’in arkasından gözyaşı döken ve “hepimiz Ermeni’yiz” diyenlere aklımdan hiç çıkmayan şu soruları yöneltmek isitiyorum:
1. Dink’in; “Türk’ten boşalacak (akacak) o zehirli kan’ın yerini dolduracak temiz kan Ermeni’nin Ermenistan ile kuracağı asil damarında mevcuttur…” dediğini;
2. Katıldığı televizyon programlarında “1915 tehciri soykırımdır” diyerek, Türkleri soykırımcılıkla suçladığını bilmiyor musunuz? Biliyorsanız, ne çabuk unuttunuz? “Hepimiz Ermeni’yiz” diyenler, ASALA diplomatlarımızı alçakça, haince, kalleşçe katlederken ayni tepkiyi gösterdiler mi? Hayır!.. Asla göstermediler.
Öyleyse, bu çifte standart neden?,
İkiyüzlülük ve “vatana ihanet derecesine varan” fanatik tarafgirlik neden?”.
ESKİ HİKÂLER VE DOĞUM LEKESİ!..‏
Aslında Dink üzerinden yürütülen tartışmaların bir anlamı, bir değeri yok. Tarafgirler Hrant Dink'e birazcık saygı duyuyorlarsa, haklı ve hukuki ‘Ermeni Tehciri’ sonucu Türkiye'de müthiş ölçekte zenginliklere el koyup, büyük hanedan oligarşilerine dönüşen, gerek toprak ve gerekse finansta, doğuştan tekelci bir gücü elde eden kapitalist ailelere baksınlar.
Bir yanda Topyekün bütün millet katillikle suçlanırken, herhalde çok yoğun bir delil araştırması yapmak lâzım. Elbette bu anlamda dedelerimizin hepsini tenzih ediyorum ve bunu zaten kabullenmiyorum. Eğer, ‘Ermeni tehciri’ ve sonrasında yaşanan mukatelelerde, sorumlu arıyorlarsa kapitalist hanedanları büyüteç altına koysunlar.
Ciddi, objektif ve tarafsız bir araştırma yapıldığında açıkça görülecektir ki; Patronlar kulübü TÜSİAD'ın en önemli ve ileri gelen isimleri Ermeni çiftliklerine, Ermeni topraklarına, Ermeni servetlerine el koyarak bu duruma gelmişlerdir.
İşte, şimdi ülkeyi haraca, mezata çıkaranlar da bunlar.
Bu yapıyı iyi analiz etmek lâzım… Belli basitleştirmeler içerisinde "bu bir tarih görevidir, bunu tarihçiler yapsın" demekle olmaz. Tarih en zehirli ve en ideolojik bilimdir. Hangi tarihçiler neyi yapacaklar, neyi tartışacaklar? Ki bunlar politik meseleler. Politik olduğu ölçüde de sınıfsal meselelerdir. “Ermeni Tehciri” meselesini niye tarihçilere bırakacağız? Çünkü bu meselenin dediğim gibi başka yönleri de var. Bu meselenin, Türkiye kapitalizminin semirmesiyle, görülmedik ölçüde tekelci bir güç olarak daha başlangıçta doğumuyla, gelişmesiyle ilgili yanları var. Bu noktada tutup da koskoca bir halkı siz nasıl suçlarsınız? Bu kadar basit mi? Buradaki düzeneğin başka yönlerinin iyi araştırılması lâzım...
    Emperyalist güçlerin bu olaylardaki rolünün iyi incelenmesi lâzım...
    Bu böyle kendiliğinden gelişen bir trajedi değildir. Bu mesele, 19. yy itibaren gelişen kapitalist birikim süreciyle yakından alakalıdır. Sömürgecilikle, emperyalizmin yerleşme, insansızlaştırma ve yok etme süreçleriyle yakından alakalı bir meseledir. Dolayısıyla, burada Hrant Dink üzerinden tartışma yapılacaksa, işin bu boyutlarına girmenin herhalde en azından belki bir saygı borcu olduğu da söylenebilir. Hrant Dink'in aklına bunların ne ölçüde geldiğini ya da gelmediğini bilemem. Hrant Dink’in Yazılarını takip etmedim. Ama işin bu boyutu da çok önemlidir. “Ermeni Tehciri”, Türkiye kapitalizminin "doğum lekesi"dir. Türkiye kapitalizminin “doğum lekesi”, nedense Türkiye kapitalizminin en büyük servetlerine sahip olan sermaye gruplarının televizyonlarında tartışılmadı. Hiç biri cüret edip de, bunu sormadı. Ne ilginçtir ki, bu büyük televizyon gruplarının başında bulunan isimler de, “Ermeni Tehciri”nin en yoğun yaşandığı bölgelerden gelen insanlardır. Türkiye kapitalizminin “doğum lekesi” tartışılmadan, bu meseleyi ancak üzerini örtmek için ele almış olurlar.
Tekrar başa dönersek; bir "derin sistem" var ve o derin sistem meselelerin çok açık ve uyarıcı bir biçimde tartışılmasını istemiyor.
Onun dışında kalanlar da, zaten işin polisiye yönleridir...
İNKÂR’A REDDİYE VE TBMM
Mustafa Nevruz SINACI
Fransa Meclisi’nden geçirilen “Soykırımın İnkârının Reddine Dair Yasa Tasarısı”nın, büyük bir ihtimalle 23 -24 Ocak tarihlerinde Senato gündemine getirilmesi bekleniyor. 
Fransa, yangından mal kaçırma; Sarkozy, Donkişotluk ve seçim telâşında...
Yanı sıra, geçen hafta Bulgaristan’da prova edildiği biçimde menfur yasanın bütün AB ülke Meclislerinde kabul ettirilerek, nihayette bir “AB Parlâmentosu kararı”na dönüştürülmek istendiği apaçık ortada… Gerçi, Hocalı Soykırımı’nı parlâmento gündemine taşıyan Türk Hun devleti Macaristan olmak üzere; Halihazır AB üyesi 27 ülkenin bu furya kapsamında gaflet ve dalâlete düşmesi pek de mümkün görülmemektedir.
Ancak, Dışişlerinin bu süreçte çok akil, uyanık, ilkeli, onurlu ve sorumlu olması şart...
Hakeza AB müktesebat müzakerelerinin de askıya alınmasında zaruret vardır.
Zira Türk Milleti adına, özgürce ifa ve icra edilecek ilkeli, onurlu ve sorumlu bir dış politika; Bilumum düşmanlıklar ve her türlü misillemeye karşı ‘mukabele-i bil misil (misliyle karşılık vermeyi) zorunlu kılar. Hükümranlık hakkı ve milli meşruiyetin olmazsa olmaz şartı budur. Aksi takdirde özgür, hâkim ve hükümran bir dış politikadan bahsedilemez... Şahsiyetli, haysiyetli, onurlu ve sorumlu, meşru bir dış işleri bakanından ise asla!...
Bilinen ve belli olan, binlerce yıllık Türk dış politikasının icabı ve şiarı budur.  
Şu hale nazaran; Cari “mülkiyette mütekabiliyet” esasının kaldırılması için uğraşan ihanet şebekelerinin menfur uzantıları “tedip ve terbiye edilerek” TBMM ve Türkiye Millet Vekillerine;, Mukabele-i bil misil istikametinde çok hızlı, doğru, isabetli, istikrarlı ve kararlı hareket etmek; Dönem itibarıyla şartların, tarih, tabiat ve kader’in yüklediği görevi, hakkıyla ve lâyıkıyla yapmak düşer... Bundan kaçmak veya kaçınmak, şüphe ve şaibe nedenidir.
Düşmanın açık tehdit, adalet, hak ve hukuku tahdit, yalan-dolan ve menfur iftiralara istinaden misillemesine, misliyle karşılık vermemek; Ya düşmandan yana olmak veya özgür irade yoksunluğu, yahut koza, kripto, alçak, sünepe, dalkavuk ve korkaklık anlamına gelir..
İşte buna çok dikkat edilmeli; Bütün Türk âleminin geleceğini karartmaya ve istikbali ipotek altına almaya yönelik Ermeni-Fransız kalkışması, kalleş, âdi, ahlâksız, küstah tehdidin, aleni saldırı, düşmanlık, kahpelik ve kancıklığın def-i ve diğerlerine gözdağı verebilmek için; Mutlaka mukabele-i bil misil yapılmalıdır.
HEDEF KİTLE VE STRATEJİ NE OLMALI?.. MESELÂ!..
ABD’nin Kızılderili Soydaşlarımıza ve İngiltere Krallığının 1788 -1938 tarihleri arasında Avustralya`da yerleşik Aborjinlere karşı sistematik olarak uyguladıkları soykırım;
Almanların 1891 Güney Batı Afrika (Namibya) Herero ve Nama katliamları;
İkinci Dünya Savaşı bitimi Rus Ordusunun önünden kaçan 250 bin Alman mültecinin, Danimarka`da, “tel örgülerle çevrili toplama kamplarında” jenoside edilmelerini;
Almanların, 1933-45 yılları arasında mükemmel Alman ırkını yaratmak hedefiyle 21 milyon insanı kurşuna dizerek, yakarak, gaz odalarında zehirleyerek uyguladıkları soykırımı;
Dresden’e sığınan Alman göçmenlere, 3 gün süreyle havadan 3 bin 900 ton tahrip gücü yüksek bomba ve 200 bin napalm bombası atılarak yapılan soykırımı;
1700 yılından itibaren Avrupa ülkeleri ve Çarlık Rusya’sı tarafından, 200 yıl süreyle ve sistematik olarak uygulanan zorunlu tehcir; 1909–1915 arası Anadolu’da alçakça, kahpece, haince uygulanan Ermeni soykırımı, vahşet ve katliamı sonucu “Bir Milyon 650 Bin” Türk ve Müslüman’ın yok edilmesini; Hiroşima, Nagazaki ve Fransızların Cezayir katliamlarını;
İngiliz ve Rum-Yunan’ların 1912 -1974 döneminde Kıbrıs Adası ENOSİS ve EOKA tehcir, katliam ve sistematik soykırımlarını; Nihayet, Postmodern insanlık suçu ve soykırım diyebileceğimiz Srebrenica, Hocalı +abd ve ortaklarınca işgal edilen Irak`ın Felluce  kentinde 1 milyon 500 Türk’ün sokaklarda vurulup çürümeye terk edilmesini; Dahası Irak’ta 1.600.000 katliam ve kadınların % 75’ine tecavüzle uygulanan vahşet, insanlık suçu ve soykırım’lardan “her hangi birisi veya tamamı” yasal olarak kabul, tescil ve ilân edilmelidir!..

6 Ocak 2012 Cuma

gönüller hep mahzun!.......

Hayretüllezi minel garaib!.?..
REZİLLİK VE KÜSTAHLIK
Mustafa Nevruz SINACI
Prof. Dr İsa Kayacan, “Türkiye’de, Millet-vekil’leri her bakımdan hep asıl’larının önünde yer almışlardır. (!)” İsim ve konulu makalesinde; İlmi, resmi ve kurumsal kaynakları esas alarak “millet vekil’liği” kavramının öz’ünü ve özne’sini açıkladı. Buna göre: “Türk Dil Kurumu’nun Türkçe sözlüğünde Vekil: “Birinin işini görmesi için, yerine bıraktığı veya yetki verdiği kimse”, olarak açıklanırken; Milletvekili: “Anayasaya göre, millet meclisine seçimle giren millet temsilcisi, mebus, parlâmenter, vekil..,” olarak ifade edildiğini” yazıyor.
Toplumbilimci Prof. Dr. Özer Ozankaya (Aşırı yüksek ödenekler, millet vekil’liğini arpalığa, semirme yerine döndürür! Ticarete dönüşen kitle yayıncılığı, demokrasiyi savunmak yerine yıkmak için kullanılabilir!) ile Prof. Dr. Nurullah Aydın (Milletvekili nedir?, ve ne iş yapar?)’ın özgün makalelerinde konu; tarihi, tabii, ontolojik, sosyolojik ve mukayeseli siyaset bilimi yönünden incelenmiş ve irdelemiş... 
MESELE NEDİR?.. 
En başta; İnsan hakları, adalet, hukuk, Rönesans ve hümanizm gibi ulvi kavramların, yıllardır pişkinlik, utanmazlık, aymazlık ve menfur bir yalancılık derecesinde atıf, ithaf ve ilzam edildiği, Fransız halk meclisinde; Müttefik mezalim güruhu müstebit ve müfterilerce tezgâhlanan “Ermeni soykırım” yasasının onaylandığı gün TBMM’nde, tıpkı farmasonlar gibi, alçaltıcı bir utanca, istismar, suiistimal ve ağır bir yolsuzluğa, yüzkarasına imza atıldı!..
Yolsuzluğun adı: Mevcut ve emekli (sözde) milletvekili ücret ve özlük hakları!..
Daha açık bir deyimle: Kıyak emeklilik, ayrıcalık, küstahlık ve imtiyaz tertip’i… 
Artı; Kültür ve Turizm bakanı Ertuğrul Günay’ın “Bir milletvekilinin, aynı zamanda emekli maaşını kesintisiz olarak almasını, genel uygulamaya aykırı sayarım…” açıklaması..
O gün ki, TBMM yerine, AB üyesi Hun/Macar Parlâmentosuna ‘Hocalı Soykırımı’ hakkında yasa tasarısı sunulan bir gün!.. Ar, hayâ belâsına adına millet-vekili dedikleri; İnsan hakları, adalet ahlâkı ve (evrensel değil) yerel hukuka dahi temelden aykırı “kıyak emeklilik”, ayrıcalık, imtiyaz ve gaspları katmerleştirme, mevcut maaşları iyileştirme” kararı almaları ne kadar utanç verici, yüz kızartıcı, ayıplı!.. Hatırlanacağı üzere, bu talihsiz ve kamu vicdanının nefretine sebep vakıadan birkaç hafta önce de danışman adı altında parlamento’da müstahdem (istihdam edili) akraba, hemşehri, eş-dost ve sadık bendelerinin maaşlarına % 170 - % 185 dolayı haksız, hukuksuz ve adaletsiz düzeyde zam yapmışlardı.  
BUNLAR “MİLLET VEKİLİ” FALAN DEĞİL!...    
düşün., düşün!..?..
Yukarda kaynak gösterilen resmi tanımlar ile pek çok değerli bilim insanının konuya dair yayınlarında yer alan tarif ve izahlara bunların durumu kesinlikle uymuyor. Üstelik mer’i 82 Anayasası, ettikleri yemin 1924-28 ve 961 ile de örtüşen yanları yok. Başta medeni kanun, siyasi partiler ve seçim yasaları olmak üzere hiçbir hukuki tanımla da eşleşmiyor halleri!....
PEKİ, KİM BUNLAR?..  
Kendilerini utanmadan “milletvekili” olarak tanımlayan; Parti sahibi, vesayet ve sulta tarafından atanmış; Dünyanın “ileri demokrasi, adalet ahlâkı, hak-hukuk normları ile evrensel standartları”na ters, emsallerine göre çok aykırı ve farklı bu tür’e ‘parlâmenter’ denilmekte!..
İstihdam edildikleri yer de parlamento!
Parti sahibi, sulta, vesayet, dikta ve cunta tarafından atanmış; “özgür irade mahrumu mütegallibe” için bu, son derece olağan ve doğal!... Çünkü bunların milletle bir ilgi, imtizaç ve alâkaları yok. Halktan yana her hangi bir kaygıları da!... Son derece pişkin, gamsız, aymaz ve benciller… Bunlara “millet-vekili” demek, bilime ve bilimsel gerçekliğe de aykırıdır.
İsterseniz, malum şahısların eylem, fiil, hattı hareket, hak-hukuk ve halk adına velev ki özgürce inisiyatif kullanma; Yerine göre milli, ilmi, insani, hukuki, ekonomik, sosyal, siyasi ve medeni sorunlar karşısında ki tavır-tutum, etki, tepki, davranış ve söylemlerini; Muhterem Hoca’larımızın, Anayasa ve yasalarımızın tanımları, özgür bilim ve objektif bilincin açılım, tasvir ve sıra dışı, (milli falan değil) olağan ve sıradan siyasetin yüklediği sorumluluk ve anlamlarla karşılaştırın….
Eğer!,
gerçek “Millet Vekili” olsalardı!..
Mustafa Nevruz SINACI
Burada bir “beyin fırtınası” yapalım.
Mevcut hâl-vaziyet ile en fazla 50 yılı mücavir, analitik bir “zamanda yolculuk” ve “mekânı muhasebe (ortam muhasebesi), mütalâa, mukayese” turuna çıkalım.
Velev ki, şahsında âlemi İslâm ve cihan Halife’liği mündemiç; Adalet güneşi, emniyet ve huzur iklimi Osmanlı’nın bakiyesi, varisi, hamisi Cumhuriyet’in kurucusu, Gazî, Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde ‘üye’ sıfatı taşıyanlar (milletvekili denilenler) gerçekten;..
İnsan hakları, adalet ahlâkı, parti içi demokrasi, fırsat eşitliği ve hukuk ilkelerine sahip ve saygılı; Dikta, sulta, cunta, sınıf-zümre, menfaat, ticaret şirketi, organize suç örgütü, illegal mafya falan değil; Gerçek bir kitle partisine kayıtlı, aidatlarını muntazam ödeyen, vecibelerini yerine getiren; Mensup olduğu siyaset kurumunun; Eğitim, bilinç geliştirme vs, aktivitelerine düzenle katılan, hakiki ve samimi üyelerin; Namuslu, dürüst, demokrat ve helâl oyları ile aday gösterilip, genel seçimlerde seçmenin şaibesiz ve şerefli onayı ile “Millet Vekili” olsalardı!....
ACABA NE OLURDU? 
BAKALIM:
1, Millet, yasama faaliyetlerinden dolayı, vekâlet şartları dâhilinde vekil ettiğine hesap sorabilir; yetki alanı ve sorumluluğu ile bağdaşmayan fiil ve tasarruflarından dolayı, icabında vekâletten azletme hakkını kullanabilirdi. Şimdi hesap soramamakta ve azledememektedir!..
2, Kürsü masuniyeti dışında, asillerin sahip olmadığı hak, dokunulmazlık, ayrıcalık ve imtiyazlara sahip olamaz; Asil’in rıza ve muvafakati hilâfına, milletin sırtından fahiş ücret ve kıyak emeklilik gibi, insanlık, hukuk ve ahlâk dışı gasp ve iktisaplara teşebbüs edemezlerdi…
3, Devlet bütçesi, ithalât ve ihracat denk olur; Cari açık verilmez; Tüm makam, maaş, memuriyet ve ücretler ‘kıdem, ehliyet, liyakat/objektif norm ve standart birliği’ esasına uygun olur; İnsanlık dışı “yüzdeli zam” yerine, insanca ve adil “seyyanen zam” uygulanırdı…
4, “Emek-yoğun, zorunlu altyapı, iktisadi, sanayi ve ticari yatırım, kalkınma, gelişme faaliyetlerinde kullanım” harici dış borç alınmaz; Şaibe, kısır döngü, kayırma, haksız, yolsuz edinim unsuru iç borca asla tevessül edilmez; İşsizlik ve yoksulluk önlenir;, Vergide adalet ve tahsilât sağlanır, çifte vergilendirme şerefsizliğine düşülmez, dolaylı vergilerle halk soyulmaz, fahiş fiyat, ahlâksız ve sınırsız kâr hovardalığına asla ve kesinlikle izin verilmezdi.
5, Bedeli her ne olursa olsun hak-hukuk, huzur, Milli güvenlik ve adaletten asla taviz verilmez; İnsan hakları, eşitlik, akıl-mantık, kamu vicdanı ve kanun hükümlerine aykırı karar, edinim, izin, istisna, müsamaha, af-atıfet tasarruflarıyla, Yüce meclis, cüce meclis durumuna düşürülmez;, Sivil-Asker, bütün kamu ve özel sektör, aleni ve örtülü ödenekler “tam disiplinle sıkı denetlenir” bütün hesaplar hakkıyla ve lâyıkıyla sorularak “devletin namusu” ile tüyü bitmemiş yetimin hakkı korunur; Haksız edinim, yolsuzluk ve fahiş kazanç önlenirdi...          
6, Gazetecilik ve yayıncılık, (medya) asla “genel (basit/sıradan) piyasa tacirliği, sanayi ve kamu müteahhitliği (taahhütçülük) alanı”, siyasi şantaj, baskı aracı, yağdanlık, yalakalık, yardım ve yataklık vasıtası olarak kullanılamaz; Sözde kitle yayıncısı, akredite kartel medyası tertip ve teşekkül ettirilemez;
Bir yanda ıstıraptan kıvranan, rencide edilen, acı çeken, sızlayan kamu vicdanı, halka ve hak’a tercüman olmak varken; ‘4.kuvvet’ olarak bu ayıp, derin utanç, yüzkarası, gasp, irtikap, rezillik ve küstahlığa ortak olunamaz ve seyirci kalınamaz;, Bu günkü medya nam sahibinin sesi kemikçiler; Demokrasi, adalet, ahlâk ve hukuku savunmak yerine; Yıkmak, yok etmek, hâtta 1950 öncesi koyu dikta, istibdat ve despotizme davetiye çıkartıp, bölünme ve parçalanmaya çanak tutmak, katkı sağlamak adına ne lâzımsa yapamazlardı...
7, Hükümetler devletin sınırlarına hâkim olur, dağları tutar, dâhilde ABD, Rus, İngiliz, Fransız, İsrail casuslarının fink atmasına, elçi nam “harici bedhahların” devlet işlerine dûhul etmesine izin vermez; Ezeli düşmanların dayatması ile “yeni anayasa” yapmaya kalkışmazdı.
SONUÇTA:
Hakiki Millet Vekilleri; Mutlak surette “namuslu, dürüst ve demokrat” olur; Kendilerini hakkaniyet öznesi, eşitlik ilkesi, adalet ahlâkı ve hukuk temelinde “küresel adalet, evrensel barış ve ebed-müddet Türkiye” idealine adarlardı….
Ve biliniz ki tek çare: “Mahalli Kongreler” ve “Milli Delege” sistemidir.
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR: 
Date: Tue, 10 Jan 2012 00:56:19 -0800 //From: matamer2003@yahoo.com //Subject: Re: VE HANGİ MİLLET VEKİLİ?..............
RE: Hangi Devlet //To: gercek.demokrat@hotmail.com

Değerli dost Mustafa Nevruz Sınacı bey,
Yazınızı benimle paylaştığınız için teşekkur ederim.
Bu ülkede "gerçek Milletin vekillerinin temsil edildiği" bir Meclise hasret gideceğimizi düşünmekteyim. 
Onun bunun adamları Meclisi işgal etmekte ve onların yapttığı "sivil darbe" olmamakta; bağnazlığa, irticaya, yurdunu savunmak için hizmet veren insanları ''tarikat ve tekkelerin'' talimatları ile zanlı sayıp, tutuklamakta olan bir idarenin; Kime ve neye hizmet ettiğini anlamamak icin aptal olmak gerekir.
Ülkem şu veyahut bu şekilde parçalanmakta, kamplara bölünmekte.
Bölücü örgütünj başı imralıdan örgütü yönetmekte, devlet olarak buna çanak tutmaktayiz, buna karşın benim vatanımı korumakla sorumlu insanlar tutuklanmakta!... 
Dağdan inen eşkiya'nın ayağına Hâkimleri götüren idare, onları serbest bırakmakta;
Saygın insanları ise tutuklamakta.... Bu ne biçim adalet? bu ne biçim hak? bu ne biçim cumhuriyet? bu ne biçim demokrasi?.. Utanıyorum.... Sevgiler,  
Metin Atamer  


Atatürk'ün ölümünden sonra, TBMM'inde, Milletin vekili olduğunu iddia eden kişilerin, aralarına tesadüfen girmiş olan ve bir elin parmaklarını bile geçmeyen şahısların dışında, 2400 civarında ailenin temsilcileri olduğunu ve zaten birçoğunun da, biribiri ile akraba olduklarını ve bu konuda kapsamlı bir araştırmanın yapıldığını, bu araştırmayı yaptıran çok yetkili bir ağızdan bizzat dinlemiştim...
Osman ŞAHİN, 
Date: Mon, 9 Jan 2012 20:10:19 +0200 // From: osahin46@gmail.com
-------------------------------------------------------------------------------------------------------------------
Sayın Sınacı merhaba.
Öyle bir "genelleme" yapmışsınız ki, korkarım , sizi milletvekili düşmanı olarak tavsif edeceğim neredeyse?. Benim ,istifade edin diye, gönderdiğim bir basit uyarıyı bu kadar çarpıtmanızı anlamak için bilmem ki hangi referansları araştıralım;. Pesss doğrusu!!!. Saygılarımla,
Ali Eser, 
Yük. Gemi İnşa ve Mak. Müh.
18. ve 19. Dönemler Samsun Milletvekili

From: aeser1@ttmail.com, Date: Mon, 9 Jan 2012 11:47:28 +0200