ŞEYH EFENDİNİN RÜYASI VE TÜRKİYE
Mustafa Nevruz SINACI
Milletin asli ve hakiki hizmet unsurları insanlık, ahlâk, edep ve hukuk dışı dokunulmazlık, ayrıcalık, hususi imtiyaz, avanta, rüşvet ve iltimastan müstağni; Namuslu, dürüst memur, işçi ve emeklileri dâhil; Halkın kahir ekseriyetini fakr-ü zaruret, yokluk, yoksulluk ve sefalete mahkûm ederek; Siyasi hırs ve iğrenç ihtiraslarını tatmin uğruna millete zulmedenler bilsin ki!..
‘İkinci Abdülhamit döneminde Şeyhülislâmlık yapmış, zamanın en büyük gönül sultanları ve din âlimlerinden olan Şeyh Rahmi Baba; 1920’li yıllarda Anadolu’da mukim, vazifeli şeyh ve halife arkadaşlarını gizlice bir kasabaya davet eder. Sebebi hikmeti: “Kahriye” okunacak; Yani, Esma-i Hüsna’dan “Ya kahhar” zikri çekilerek Mustafa Kemal’in ve kurmak istediği rejiminin “kahr-u tedmiri” için müştereken dua ve zikredilecektir. Davet kabul görür ve gizlice toplanılır.
Tam kahriyenin okunacağı sabah vaktine birkaç saat kala, fecr-i sadık sıraları yakaza halinde istirahat etmekte olan Şeyh Efendi, bütün niyetlerini altüst edecek bir mânâ (rüya) görür:
Bir dünya haritası… Ortasında Türkiye. Türkiye toprakları dünyanın diğer bölgelerinden bariz bir şekilde ayrılırcasına yemyeşil... Fakat etrafı, sınırları simsiyah, hayli kalın, lâkin alçak duvarlarla çevrili. Peygamber Efendimiz haritanın başında. Mahşeri bir kalabalıkta, insanların gözü önünde dünyayı yeniden paylaştırıp, taksim ediyor; ‘şurayı şuna, burayı buna verin’ diye emirler yağdırıyor… Taraf ve etrafındakiler ise derhal gerekeni yapıyorlar.
Mustafa Kemal, Çanakkale berisi ve İstanbul ötesi Trakya bölgesinde duruyor…
Her ne hikmetse yüzü Peygamber Efendimiz’e dönük değil!.. Duruşundan anlaşıldığına göre, bir şeylerden dolayı mahcup ve tedirgin bir ruh hali içinde; Velev ki bu yüzden olsa gerek, Yüce Efendimizin yüzüne bakamıyor. Sıra Türkiye’nin kime verileceğine geldiği zaman, manâyı mükerremdeki Şeyh Efendi gözlerini beş açıyor ve pür dikkat kesiliyor. Peygamber Efendimiz yüzünü çevirmeden yalnız eliyle işaret ederek “burayı da şuna verin” buyuruyorlar.
Burası dediği Türkiye’dir, şu dediği de Mustafa Kemal’dir.
Sebebi: Müstakbel ıslahatlar (Atatürk İlkeleri) ve Türk İnkılâbı’dır…
GERÇEĞE UYANIŞ!...
Tam bu sırada Şeyh Efendi kan ter içinde uyanır. Düşüncelidir. Niyetiyle rüyası arasında bir müddet gider gelir. (Tasavvuf ve tarikat kültüründe; Peygamber Efendimizin zahir oldukları, bizzat tezahür ettikleri, göründükleri manâ [rüyalar], doğrudan sahih, sağlam ve ‘acaba’sız, kat’i bilgi kaynaklarından biridir). Şeyh Rahmi Baba Abdestini alır, vaktin namazını cemaatle kılmak için icabetini bekleyen arkadaşlarının yanına varır. Namaz eda edilir, dua biter, Fatiha okunur. Herkesin kahriye çekilmeye geçilecek dediği bir anda Şeyh Efendi rüyasını anlatmaya başlar...
Rüyayı şöyle yorumlar:
“Türkiye yemyeşil olduğuna göre, bu hayra, İslâm’a alâmettir ve durumun esas itibariyle iyi olduğunu gösterir. Türkiye’nin etrafını çepeçevre saran duvarın kalın, kasvetli ve siyah oluşu tedirginlik verici; çünkü siyah küfür işaretidir, fakat alçak oluşları mevcut menfi durumun çok uzak olmayan bir zamanda aşılabileceğini gösterir. Gerek Peygamber Efendimizin ona karşı tavrı, gerekse Mustafa Kemal’in duruşu menfi... Fakat Türkiye’yi ona veren Hz. Peygamber olduğuna göre buna karşı çıkamayız... O’na tabii olacak ve maddi, manevi yardım edeceğiz…”
Her şey apaçık ortaya çıkmış ve Anadolu Erenleri kutsal mesajı almıştır.
Kahriye okumaktan vazgeçilir. Kanaat Önderi Şeyhler, Halifeler huzur içinde; Vicdanen müsterih, memnun, bahtiyar, hâl ve istikametleri aydınlanmış olarak memleketlerine dönerler...’
KISSA’DAN HİSSE:
Aziz, âlim, mümin ve mücahit, kadim Türk Milleti; 1400 yılı mücavir İslâm’ın, yaklaşık 1000 yılı Muhammed ümmetinin Bayraktarlığını, Sancaktarlığını yapmış; Müslüman âlemini tam bir hamiyet ve himmetle kucaklamış; İnsanlık camiasını adaletle himaye etmiş dualı bir millettir.
Ola ki, Mustafa Kemâl’in, Peygamber Efendimiz huzurundaki mahcubiyeti; Osmanlı’da gerileme devrinin fiilen başladığı 1734 yılı evvel ve ahirinde (sonrasında); İdare, asker ve temsil makamlarında vaki gasp, yozlaşma, çürüme ve İslâm’dan uzaklaşma, adaleti terk nedeniyle vaki: Haksızlık, yolsuzluk, adaletsizlik, insana, İslâm’a ve kamu ahlâkına aykırı tertip, süfli teşebbüs, sefahat, din istismarı ve dağılma sebebi utanç verici suiistimallerin tevlid ettiği hicaptan olmalı…
ORDU!..
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (1)
27 Mayıs öncesi Türk Ordusu; Mevcut haliyle “Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı’nı” muaheze etmeden/eleştirmeden önce; Bütün eylem, işlem ve söylemlerinde ısrarla vurgulayıp; sadakat iddia, isnat ve beyan ettikleri M. K. Atatürk, Atatürkçülük ve Kemalizm’in ilkeleri ile milletin anladığı manâda Türk İnkılâbı’nın emir, Ordu tanımı ve taleplerini hatırlatmak isterim:
01- Ordumuz, Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için sarf etmekte olduğumuz sistemli çalışmaların yenilmesi imkânsız güvencesidir. (1 Kasım 1937 – Atatürk’ün TBMM, 5. Dön. açılış konuşması) “Türk Subayları çelik iradeli, hak ve hürriyet bekçisi, göğsü iman dolu, pırlanta kadar temiz ve asildir.” (A H. Pamukoğlu, Türkiyede Demokrasi-Tuncer Kitbevi,1961 S: 37)
02- Ordunun vazifesi : “Vatanı çiğnemek isteyen düşmana karşı ayağa kalkmaktır. Bu kalkış, elbette yerinde durmak için değil, düşmana atılmak için olursa, kalkılmış olduğuna değer. (1914-Zabit ve Kumandan ile Hasbihal, Atatürk-1981, Genel Kurmay Ateşe Başkanlığı Yayını)
03- Kuvvetli bir ordu denildiği zaman anlaşılması lâzım gelen anlam, her kişisi, bilhassa subayı, komutanı, medeniyet ve tekniğin gereklerini kavramış ve ona göre iş ve hareketlerini uygulayan “Yüksek Ahlâkta Bir Topluluktur.” Şüphe yok ki, tek amacı, vazifesi, düşüncesi ve hazırlığı vatan savunmasıyla sınırlanmış olan bu topluluk, memleketin siyasetini idare edenlerin, en nihayet verecekleri kararla (harekete) faaliyete geçer. (1918-Belleten,TTK, C: 32 No: 128, Hikmet Bayur)
04- Bir ordunun cevheri ne olursa olsun, siyasete karışırsa, birlikte hareket ve savaşma yeteneğini temelinden kaybeder. Ve, vatanın savunma gücünü hiç’e indirir. Siyasete karışmış bir ordunun, karışmadan önceki disiplin ve savaşma yeteneğini yeniden kazanabilmesi için çok zaman ister. (1918-Atatürk’ün Yüksek Kumandanlık Kudret ve Meziyetleri, Ali Fuat Cebesoy, 1962)
05- Askerler mert olur. Türk Askeri ise, mertlerden mert ve pek civanmert olur.” (1919-Reşit Paşa’nın Hatıraları, Cevat R. Yularkıran-1939) “Ordumuz hayat ve onur mücadelesinde, milletin ve milletin gayelerinin tek dayanağıdır. Ordunun, kendisine verilen bu yüce vazifeleri hakkı ile başarabilmesi için sahip olması gerekli niteliklerden birincisi, demir gibi bir disiplindir. (1920-Söylev ve Demeçler, Cilt: 5, Atatürk Tamim ve Telgrafları-Türk İnkılâp Tarihi Yayını)
06- Türkiye Büyük Millet Meclisi hükümeti’nin ordusu, istilâlar yapmak veya saltanatlar yıkmak veya saltanatlar kurmak için şunun bunun elinde ihtiras aleti olmaktan uzaktır. Ordu, insanca ve bağımsız yaşamaktan başka gayesi olmayan milletle aynı ideale sahip olmaktan gurur duyan ve yalnız o’nun emrine bağlı ve sadık öz evlâtlarından oluşmuş saygıdeğer ve kuvvetli bir heyettir. (1922-Söylev ve Demeçler, Cilt: 3 – Atatürk, Türk Devrim Tarihi Yayını-1960)
07- Türkiye Büyük Millet Meclisi ordularının vazifesi: “Misakı Milli” (Milli Ant) hükümlerini sağlamaktır (1922-TBMM, Gizli Celse Zabıtları-Cilt: 3)
08- Memleketin genel hayatında orduyu siyasetin dışında tutmak prensibi; Cumhuriyetin daima dikkat ettiği bir esas noktadır. Şimdiye kadar takip edilen bu yolda, cumhuriyet orduları vatanın güvenilir ve sağlam koruyucusu olarak saygınlığını muhafaza etmiştir. (Nutuk: Cilt: 1, 1945)
09- Milleti yönetenlerin dayanağı ordu olmuştur. Diğer milletlerde, ordu ile millet daima birbiri ile karşı karşıyadır. Halbuki bizde, tamamiyle bunun tersidir. (1925-Atatürk’ün Şapka Devriminde Kastamonu ve İnebolu Seyahatleri, Mustafa Selim İmece – Türkiye İş Bankası Yayını, 1959)
10- Ordumuz Türk birliğinin, Türk kudret ve kabiliyetinin, Türk vatanseverliğinin çelikleşmiş bir ifadesidir. Ordumuz; Türk topraklarının ve Türkiye idealini gerçekleştirmek için yapmakta olduğumuz sistemli çalışmaların, yenilmesi imkânsız garantisidir., Türk milleti ordusunu çok sever, onu kendi idealinin koruyucusu olarak düşünür. (1927-Söylev ve Dmeçler, Cilt: 1 Atatürk, Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını-1945 / 1931-Ayın Tarihi, Cilt:25, Sayı: 84-85)
11- Dünyanın hiçbir ordusunda, yüreği seninkinden daha temiz ve daha sağlam bir askere rastlanmamıştır. Her zaferin mayası sendedir. Her zaferin en büyük payı senindir. Kanaatinle, imanınla, itaatinle, hiçbir korkunun yıldırmadığı demir gibi temiz kalbinle düşmanı sonunda alt eden büyük gayretin için minnet ve şükranımı söylemeyi, kendime en değerli borç bilirim. (1921-Atatürk’ün Tamim Telgraf ve Beyannameleri – Mustafa Kemal Atatürk – Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını )
ORDU!..
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (2)
Hikmetinden sual olunur. Lâkin “sebep ve hikmet hakkında” cevap irad olunmaz. Olunsa da, verilen cevap kamu vicdanında makes bulmaz. Millet sorar: Uğruna varımı yoğumu adadığım milyonluk Ordu’m 3.5 eşkıya karşısında niçin pasif, yetersiz ve yeteneksiz kalır? Hangi sersem Ordu’mun elini-kolunu bağlar; Bir kendini bilmez hain, lânetli bebek katiline ‘sayın’, eli kanlı eşkıyaya ‘gerilla’ sözüne vize verir de; Halkın namusu, devletin beka ve bağımsızlığından mesul “hüküm, hikmet ve kuvvet” ne yapar? Bakın, kurucu irade neyi emanet ve vasiyet ediyor?..
İnsanların mücadelesinde en kuvvetli siper, iman dolu göğüslerdir. (1922-Atatürk)
MİLLİ BAĞIMSIZLIK, EGEMENLİK ve ULUSLAR ARASI İLİŞKİLER
01- Milli bağımsızlık bence bir hayat meselesidir. Millet ve memleketin çıkarları gerektirdiği taktirde, insanlığı meydana getiren milletlerden her biri ile medeniyet gereklerinden olan dostluk ve siyaset ilişkilerini büyük bir dikkatle takdir ederim. Ancak, benim milletimi esir etmek isteyen her hangi bir milletin de, bu arzusundan vazgeçinceye kadar amansız düşmanıyım. (1921-Atatürk’ün Söylev ve Demeçleri, Cilt : 3 – Türk İnkılâp Tarihi Enstitüsü Yayını, 1954)
02- Bugünkü Türk milleti siyasi ve sosyal topluluğu içinde kendilerine Kürtlük, Çerkezlik ve hattâ Lazlık veya Boşnaklık fikri propaganda edilmek istenmiş vatandaş ve milletdaşlarımız vardır. Fakat geçmişin bu keyfi idare devirlerinin sonucu olan bu yanlış adlandırmalar, düşmana alet olmuş birkaç gerici, beyinsizden başka, hiçbir millet ferdi üzerinde kederlenmekten başka bir etki meydana getirmemiştir. Çünkü bu milletin fertleri de, Türk toplumu gibi aynı ortak geçmişe, tarihe, ahlâka, hukuka sahip bulunuyor. Bugün içimizde bulunan Hırıstiyan, Musevi vatandaşlar, kader ve talihlerini Türk milletine vicdani arzularıyla bağladıktan sonra kendilerine yan gözle, yabancı gözü ile bakmak, medeni Türk milletinin asil ahlâkından beklenebilir mi? Diyarbakırlı, Vanlı, Erzurumlu, Trabzonlu, İstanbullu, Trakyalı ve Makedonyalı, hep bir ırkın evlâtları, hep aynı cevherin damarlarıdır., Aynı kavmin çocuklarının hep beraber olarak birbirlerini tanımaları, birbirlerini sevmeleri ve bu “birlik sevgisinden” çıkacak yüksek hislere olduğu gibi uymaları ne güzel bir şeydir., (1929-Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, 1969-Türk Tarih Kurumu Yayını; 1832-Atatürk Diyarbakır’da, Kadri Kemal Kop. 1938 /325 + Dünya Gazetesi : 30.08.1952)
03- Türk milleti kurtuluş savaşından beri, hattâ bu savaşa atılırken bile, mahkûm ve mazlum milletlerin hürriyet ve bağımsızlık davalarıyla ilgilenmeyi, o davalara yardım etmeyi benimsemiştir. Böyle olunca, kendi soydaşlarının hürriyet ve bağımsızlıklarına ilgisiz kalması elbette uygun görülemez. Fakat milliyet davası şuursuz ve ölçüsüz bir dava şeklinde düşünülemez ve savunulamaz. Milliyet davası siyasi bir mücadele konusu olmadan önce şuurlu bir ideal meselesidir. Şuurlu bir ideal demek pozitif bilimlere ve bilimsel yöntemlere dayandırılmış bir hedef ve gaye demektir. O halde, propagandalarda denenmiş yöntemlere müracaat etmek şarttır. Türkiye dışında kalmış olan Türkler, önce kültür meseleleriyle ilgilenmelidirler. Nitekim biz, Türklük davasını böyle uygun bir ölçüde ele almış bulunuyoruz. Büyük Türk tarihine, Türk dilinin kaynaklarına, zengin lehçelerine, eski Türk eserlerine önem veriyoruz. Baykal ötesindeki Yakut Türkleri’nin dil ve kültürlerini bile ihmal etmiyoruz. (Türk Kültürü Dergisi, Sayı: 13)
04- Biz, uluslararası ilişkilerde karşılıklı güven ve saygıyı amaçlayan açık ve samimi politikanın en ateşli taraftarıyız. Hassasiyetimiz, bu alandaki durum ve yükümlülüklerimize karşı, bunların bizim için de geçerli ve gerçek bir güven sağlayıp sağlamayacağı noktasındadır. (Nutuk)
05- Hayati gerçekleri bilerek, bilmeyenlere de uygun bir yol veya zorla anlatarak amaca doğru yürüyeceğiz. Bizi amaca varmaktan alıkoyan iki kuvvet vardır. Biri dış düşmanlar. Bunlar bizi sömürge haline koymak için ilerlememizi istemeyenlerdir. Fakat çiftçi arkadaşlar, muhterem babalar, bizim için bunlardan daha zararlı, daha öldürücü bir sınıf daha vardır; O’da, içimizden çıkması muhtemel olan hainlerdir. Aklı eren, memleketini seven, gerçeği gören kimselerden böyle bir düşman da çıkmaz. İçimizden böyleleri çıkarsa onlar ya aklı ermeyen cahiller, ya da memleketini sevmeyen kötüler veya gerçeği görmeyen körlerdir. Biz, cahil dediğimiz zaman, mutlaka okula gitmemiş olanları kastetmiyoruz. Kastettiğimiz: İlmi ve gerçeği bilmektir. Yoksa okumuş olanlardan en büyük cahiller çıktığı gibi, hiç okumak bilmeyenlerden de, özellikle sizlerin içinizde görüldüğü gibi gerçeği gören gerçek bilginler çıkar. (1923-Atatürk)
ORDU!..
Silâhlı Kuvvetler İdaresi Başkanlığı (3)
06- Gelişmenin amacı, insanları birbirine benzetmektir; Dünya birliğe doğru yürüyor; İnsanlar arasında sınıf, derece, ahlâk, elbise, din ve ölçü farkı gittikçe azalmakta. Tarih, yaşamak kavgasının ırk, din, kültür, terbiye yabancıları arasında olduğunu gösterir. Birliğe doğru yürüyüş, barışa doğru yürüyüştür. Ahlâk kanununun temeli kişisel sorumluluktur. İyiliği sevmek ve kötülükten kaçmak lâzımdır. Yaptığımız işler, etrafımızda sevinçler veya acılar halinde yankılar uyandırır. Bu durum bize vicdani vazifeleri duyurur. Bağlılık, bizi başkaları için hoşgörülü yapar. Çünkü başkalarının kusurlarında bizim de istemeyerek çoğunlukla beraber suçlu olduğumuzu gösterir. Kısaca, bağlılık, “Herkes, kendi için” yerine “Herkes, herkes için” düşüncesini ortaya koyar. Bu düşünce sosyaldir. Milli’dir. Geniş ve yüksek anlamı ile İNSANCILDIR. (1930-Medeni Bilgiler ve Mustafa Kemal Atatürk’ün El Yazıları, Prof. Afet İnan, Türk Tarih Kurumu Yayını, 1969)
07- Çocuklarımız ve gençlerimiz yetiştirilirken onlara özellikle varlığı ile, hakkı ile, birliği ile ters düşen bütün yabancı unsurlarla mücadele lüzumunu ve milli duyguya dayanan düşünceleri büyük bir olgunlukla her karşıt düşünceye karşı şiddetle ve fedakârlıkla savunma zorunluluğu telkin edilmelidir. Yeni neslin bütün manevi gücüne bu özellik ve yeteneklerin aşılanması önemlidir. Sürekli ve müthiş bir mücadele şeklinde beliren milletlerin hayat felsefesi, bağımsız ve mutlu kalmak isteyen her millet için bu özelliği büyük bir şiddetle ister. Efendiler, yetişecek çocuk ve gençlerimize görecekleri tahsilin sınırı ne olursa olsun, en evvel ve her şeyden önce Türkiye’nin istiklâline, kendi benliğine, milli geleneklerine düşman olan bütün unsurlarla mücadele etmek gereği öğretilmelidir. (1921-Nutuk, C: 2, Türk İnkılâp Tarihi Ensı-1952)
08- Egemenlik hiçbir sebep ve şekilde terk, iade ve emanet edilemez, bırakılamaz. Bu egemenliği tekrar geri alabilmek; almak için kullanılmış olan araçları kullanmak gerekir. Millet, egemenliği kayıtsız şartsız elinde tutmayı kendi vicdanına karşı söz verip yemin ettikten sonra, şunun veya bunun gereğidir diye, şuna veya buna verilebilecek en basit bir halk bulunuz, vazife bulunuz ve yetki bulunuz. Kimse bulamaz... İrade alınamaz ve irade verilemez. Egemenliği verebilen bir insan ve yahut egemenliğini kaybeden bir insan ve yahut bir toplum egemenlikten yoksun olunca (ki, egemenlik iradenin göründüğü ve bilindiği yerdir) o halde iradesi felç olur.
Bundan dolayı, egemenliğini verebilmek için iradesinin felç olmasına razı olmak gerekir, veremez. Egemenliği verebilmek için; İradesinin, arzusunun, eğilimlerinin felçli kalmasını kabul etmek lâzımdır. (bu) Ölmeyi kabul etmek demektir. Dolayısıyla bir millet egemenliğini veremez. Egemenlik yalnız alınır ve zorla alınır. Millet egemenliğini elinde tutar, ancak, egemenliğinden gerektiği kadarını uygulamak üzere Millet Meclisi’nin tümünü görevlendirir. Fakat, bir tek adama bu yetki verilemez., Egemenliğine sahip olmayan insan veya toplum, hiçbir zaman iradesini kullanamaz., Egemenlik, kayıtsız şartsız milletindir ve Milletin kalacaktır. İdare usulü, halkın geleceğini, bizzat ve bilfiil idare etmesi esasına dayanır., Milleti temsil eden, milli iradeyi millet namına sınırlı ve belirli bir zaman için manevi şahsiyetinde toplayan TBMM bile, en sonunda “millet tarafından yenilenebilir” Esas olan millettir. Egemenlik, onun olduğu gibi, idare hakkı da onundur., “Ancak, milletler egemenliklerini geçici olarak da olsa verecekleri Meclislere dahi lüzumundan fazla güvenmemelidir. Millet, her ihtimale karşı egemenliğini korumak zorundadır. Bu hususta yapılagelen şey, tekrar milletin oyuna başvurmaktır. Bugünkü Meclisimiz milli egemenliğin aşığıdır. Bundan sonrakilerin de öyle yapacağına şüphem yoktur. Bunlar elbette bu gibi önlemleri tam olarak bilirler. Türkiye halkının şeriat hükümleri, TBMM tarafından yerine getirilir. Bunu yapmak için hiçbir makama ihtiyaç yoktur. (1923-Atatürk’ün, Eskişehir-İzmit Konuşmaları)
09- Eğer devamlı barış isteniyorsa, kitlelerin durumlarını iyileştirecek uluslar arası tedbirler alınmalı. Tüm insanlığın refahı, açlık ve baskının yerine geçmelidir. Dünya vatandaşları, haset, aç gözlülük ve kin’den uzaklaşacak şekilde eğitilmelidir. (1937-Atatürk) “Eğer istersen memlekette sulh-ü salâh, hazır ol cenge her daim” – “Ekseriyetin istibdadı, istibdatların en korkuncudur” (Hukukçu Thomas Paine, Arif Hikmet Pamukoğlu-Türkiye’de Demokrasi)
10) Türk topraklarının veya haklarının en küçük kısmını kimseye terk etmek zorunda değiliz; Onurla yaşar ve onurla ölürüz. (Dankwart E. Rustow, Turkey, America’s Forgotten Ally, New York, Council on Foreign Relations – 1987, s. 88)
YORUM VE KATKILAR:
"ŞEYH EFENDİ'NİN RÜYASI VE TÜRKİYE"
Sultân 2. Abdûlhâmid Han'ın Şeyh'ül-İslâmları arasında "Şeyh Rahmi Baba" isimli biri bulunmamaktadır. Bu dönemde, toplam 8 kişi, bu makamda bulunmuştur. Bunların arasında bu isimde biri yoktur. Zâten Osmanlı'da tasavvûf ekolünden gelen birinin, bu makama gelmesi mümkün değildir. Çünkü bu makam, medrese ekolüne açıktır. Atatürk ile ilgili "târikât ve tasavvûf terminolojisi"ni öne çıkarmak, şeyhlerin rü'yâlarını öne çıkarmak (doğrudur, yanlıştır, ayrı konu), Atatürk fikrinin neresine girmektedir? Atatürk, Türkiye'nin "şeyhler, dervişler" memleketi olamayacağını söylerken, Atatürkçülük adına, bir şeyhin rü'yâsını öne çıkarmak, çelişki değil midir? Atatürk'ün dedeler ve babalar ile ilgili sözlerinin bilinmesine rağmen Alevîliğin övülmesinden sonra, şimdi de diğer târikâtlar mı övülecek? Kutlu Altay KOCAOVA (26.05.2012-UNITED-TURKS)
2 yorum:
1920 yilinda Ataüturk'u nicin kahredecekler? İstanbul esir. Anadolu dogrulup dikiliyor. Bunu saglayan da Ataturk. Onun kahredilmeseni isteyecler oyle mi? Ruya ile hareket etmek ortacag isi bir sey. Bunu simdi tarihi bir olay gibi anlatmak ise ancak masalcilara yakısır. Allah akil-fikir versin. Yavuzer.
yil, ruya, durum vs... Hepsi sacma. Ortacagda miyiz?
Yorum Gönder