27 Aralık 2011 Salı

soykırım müfterileri ve Hocalı!...


HOCALI SOYKIRIMI, 
"TBMM'DE DEĞİL!.."
MACAR PARLÂMENTOSU'NDA
Mustafa Nevruz SINACI
            Hani ne demiştik?, “Fransız’dan dost, domuzdan post olmaz” konulu makalemizde:
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve insan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerin tamamı bir araya gelseler, bir “Vona Gabor” etmeyecekler!..
Ülkemizin politik-ACI'ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına ki; "mukabele-i bil misil" yapmaları şart olmuşken demagoji yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Ayı’dan post olmaz, domuzdan dost olmaz.”
            ATTİLÂ’NIN GERÇEK VE ASİL TORUNLARI
Türkiye’den yana hiç bir kaygı, kuşku ve korkusu olmayan Ermenistan, Macaristan’da olup bitenler karşısında şokta: Çünkü hiç umulmadık bir zaman ve beklenmedik bir biçimde; "Hocalı Soykırımı" özgür ve egemen Macaristan parlamentosunda. Macaristan’da, Milliyetçi Parti JOBBİK ve onun genç, kadirşinas, dürüst, demokrat ve karizmatik Başkanı Vona Gabor, Türk’lerden sevgiyle bahsetmekte, “atalarımızın bir olduğuna” işaretle “hepimizin Attila’nın torunlarıyız" diyor. JOBBİK’in lideri Vona Gabor, bunun yanı sıra "Hocalı Soykırımını" bir AB üyesi olan Macaristan’ın Parlamentosu’na taşıyarak, Ermenileri çok şaşırttı ve bir AB üyesinden hiç ummadıkları bir şekilde kazdıkları kuyuya düşürdü.
SÜRPRİZ BİR HAMLE
Dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için propaganda yürüten Ermenilerin bu arzularının aksine Macaristan ani ve sürpriz bir hamle ile Hocali Katliamını parlamentosuna taşındı. Meydanı boş bulduğu için, sözde Ermeni soykırımı furyası, yalan ve iftiralarıyla dünya parlamentolarında Türkiye’yi her fırsatta hain tuzaklara düşürüp, parçalama ve bölme uğruna köşeye sıkıştırmaya çalışan Ermenistan, bu kez kendi oyununa geldi.
Ermenistan, 1963’den bu güne tüm dünya genelinde 1915 olaylarının 'soykırım' olarak tanınması için lobilerini yürütürken, Türk hükümetlerinin aksine Macaristan'dan çok ilginç bir tepkiyle karşılaştı. Macar Parlamentosu, "Ermenilerin Dağlık Karabağ’da Azerbaycanlılara karşı toplu katliam gerçekleştirdiğini" tanıyan bir karar tasarısını gündeme aldı.
Habere göre, tasarı çok yakın bir zamanda oylanacak. Tasarı Ermeni cephesinde şok etkisine neden oldu. Ermenistan hükümeti tasarıya tepki göstererek, kabul edilmesi halinde ‘Macaristan’ın uluslararası imajının sarsılacağını’ savundu. Öte yandan Macaristan’ın attığı bu olumlu adımı Türkiye’de ve birçok uluslararası medya organında yer aldı ve memnuniyetle karşılandı. Dağlık Karabağ’da 26 Şubat 1992’de Ermeniler tarafından gerçekleştirilen Hocalı katliamında 613 çocuk, kadın ve erkek hunharca öldürülmüştü.
Tasarıyı gündeme getiren Jobbik ve Vona Gabor:
Son zamanlarda Orta Avrupa’dan, AB üyesi Macaristan’dan bir dost sesi yükseldi.
Macar (Hungarya) Milliyetçi Partisi JOBBIC’in Başkanı Vona Gabor, “Türkler ile Macar’ların aynı kökenden geldiğini” ileri sürdü. Macaristan’da son seçimlerde yüzde 17 oy alarak ülkenin 3’üncü büyük partisi olan milliyetçi, sağcı Jobbik’in lideri Gabor Vona, "Türkiye ile yakınlaşmalıyız" deyince Avrupa’daki ırkçı fanatik ve primitiflerin hedefi oldu. Macar lider, kendisini eleştirenlere "hepimizin Attila’nın torunlarıyız" sözleriyle yanıt verdi.
2002’de sağ eğilimli öğrenciler tarafından kurulan Macar Jobbik (daha iyiye) Partisi, katıldığı ilk seçimlerde yüzde 2 gibi düşük bir oy almasına rağmen, 2010’daki son seçimlerde adeta patlama yaparak yüzde 17 ile ülkenin 3’üncü büyük partisi haline geldi.
Meclise 47 vekil sokan partinin genç lideri Gabor Vona, AB üyesi Macaristan ve Avrupa’nın en gözde politikacılarından biri oldu. Mitinglerinde milliyetçi görüntüler veren, taraftarları tek tip üniforma ve kol bandı takan Jobbik, faşist olduğu konusundaki eleştirilere, "Biz sağcı bir parti bile değiliz. Sadece vatanseveriz" diye yanıt verirken seçim sloganı olarak da kendine, "Macaristan Macarlarındır" sözlerini seçmişti. (23.12.2011, Ajans ve Gazeteler)

26 Aralık 2011 Pazartesi

Ulusal "ANAYURT GAZETESİ" soykırım müfterileri...

Fransız’dan dost,
domuzdan post olmaz..
ANAYURT & Mustafa Nevruz SINACI      26 Aralık 2011 Pazartesi

Mustafa Kemal Atatürk’ün Cumhurbaşkanlığı sırasında, günümüz (UN) Birleşmiş Milletler Teşkilâtının atası sayılan Cemiyet-i Akvam (1919 -1946); Türkiye’ye “belirli şarları yerine getirmesi koşuluyla üyelik başvurusunda bulunabileceğini” bildirir. Akabinde, ABD’li bir gazeteci Atatürk’le röportaj talebinde bulunur.
Bu röportajda Atatürk’e “Cemiyet-i Akvam’a üye olmayı düşünüyor musunuz?” diye sorulduğunda, “Şartlarımızı koyarız, kabullerine bağlı. Biz müracaat etmeyiz üye olmak için, davet gelirse düşünürüz” dediğini, bunun üzerine Cemiyet-i Akvam yasasının değiştirildiğini ve üyeliğe davet edilen tek ülkenin Türkiye Cumhuriyeti olduğunu biliyor musunuz?...
Peki, ya Türkiye Cumhuriyeti’nin fevkalâde onurla başlayan 31 Temmuz 1959 tarihli AET (Avrupa Ekonomik Topluluğu) Ortak Pazar’a rica, minnet ve davet üzerine gerçekleşen resmi başvurusu; 1960 (1963) sonrası ne kadar rezil, aşağılık ve iğrenç bir sürece dönüştü!..
Bu şerefli ve şanlı yakın tarihten, şu geldiğimiz noktaya bakın..
Tek kelimeyle rezalet, felâket ve utanç verici..
İKİYÜZLÜ AMERİKA
Fazla değil, daha geçen yıl bu sıralar, henüz TC’nin tapusu ve hukuk-u düvel tescil belgesi “LOZAN” ı tanımayan, ikiyüzlü, kalleş ve leş kargası Amerika’nın “Ermeni Tasarısı” derdine düşmüştük. Millet ayağa kalkmış, ortalığı bir panik sarmıştı. Eşbaşkanlık rica minnet, el pençe divan havalarına girmiş, melânet Yahudi lobileri dolar yağmuruna tutularak himmet etmeleri istenmiş, rüşvet ve iltimasla kirlenen iğrenç bir furya yaşanmıştı. Her yıl Nisan ayına doğru tekrarlanan bu utanca rağmen mesele kapanmaz; Demokles’in kılıcı misal, ağırlıklı bir tehdit, kâbus, melânet musibet, belâ ve pislik kabilinden tepemizde asılı kalır...
1971’den bu güne defalarca yazdık, binlerce kişiye söyledik, onlarca sözde Mebus, namı diğer parlamenter ile de mutabık kaldık… Zuhuru toplu mezarlar, resmi belgeler ve canlı şahitler ile sabit; 1908 – 1919 dönemi Ermeni komitacıları Taşnak ve Hınçak tarafından “BİR MİLYON 500 BİN” Türk-Müslüman’a uygulanan kalleşçe ve alçakça soykırım olmak üzere:, Amerika’nın Kızılderili, İnka ve Aztek; Günümüz domuzlarının Azerbaycan Karabağ, Hocalı ve Bosna-Hersek katliamlarını yasayla tanıyıp, “soykırım” olarak ilân edelim diye…
Mümkün olmadı. Kamuoyuna açıklandığına göre teklif tasarısı hazırlanmıştı.
Sonra ne oldu bilinmez? Akıbet belirsiz!... Demek ki bizde Millet Vekili yokmuş..
KANCIK VE KALLEŞ FRANSA
Şimdi bu, tarih boyu hamisi olduğumuz bu domuz nesli başımıza belâ. Keferenin derdi Ermeni falan değil; Haçlı seferleriyle başlayıp, İstiklâl Savaşımızla noktalanan hezimetlerinin kuyruk acısı. Dahası, ezel-ebet rakibini AB kapılarında pinekletip, soykırım iftirası üzerinden, dâhili bedhah, dönme ve devşirme Valeri Boyer’i kullanarak öç almaya çalışarak keyfetmek..
Üstüne üstlük, muhatap bile almadıklarının ‘naçiz’ önleme çabalarına karşı; 23 Aralık 2011 günü Fransa Cumhurbaşkanı N. Sarkozy, ‘soykırımı inkâr yasası’ hakkındaki görüşlere ‘karşılıklı saygı gösterilmesi gerektiğini’ söyleyerek;. Açıkça, küstahça Türkiye’nin 49 sapık müfteriye saygı göstermesini istiyor ve: “Türk dostlarımızın inançlarına saygılıyım, büyük bir ülke, büyük bir uygarlık, inançlarımıza saygı göstermeliler, Fransa kimseye ders vermiyor, ama Fransa ders almak da istemiyor. Fransa egemen şekilde siyasetini belirliyor” diye apaçık meydan okuyor ve “Fransa izin istemiyor, Fransa’nın inançları, insan hakları, hatıraya saygısı var” diyerek, ülkemizde “yeni Osmanlıcılık” oynamaya kalkışanlara rest çekiyor, gerçek bu… 
OYSA; Türkiye’yi idare edenlerin, velev ki Türk olmasalar bile, en az Macaristan’ın Milliyetçi Parti Başkanı Vona Gabor kadar Türk ve İnsan olabilip, güncel Hocalı, Srebrenika ve Irak soykırımını, yasal olarak tanımaları gerekir ve beklenirdi. İşte mesele bu!.. Sonuçta, şu parlâmenterlerinin tamamı bir araya gelse, JOBBİK’in lideri bir Vona Gabor etmeyecek..
Ülkemizin politik-ACI’ları kahrolsun. Yazıklar olsun onların tamamına; “mukabele-i bil misil” yapmaları şart olmuşken polemik yapıyor ve Sarkozi kadar bile olamıyorlar. 
Bari şunu bilseler: “Ayı’dan post olmaz, domuzdan dost olmaz.”

14 Aralık 2011 Çarşamba

2011, vaziyet!...

SORUN KİMLİK DEĞİL; KİŞİLİK!..

Mustafa Nevruz SINACI

            Tartışma “dijital kimlik” haberleri üzerine başladı; Ülke’nin sorunu kimlik mi, yoksa kişilik mi noktasına geldi. Aslında konu kimlik ve kişilik kavramlarından ne anlaşıldığı ve ne kastedildiğine bağlı olmakla; Bu tartışma, ‘kimlik ve kişilik ikileminde’ yıllardır devam eden sürece eklenerek enine boyuna tartışılmaya başlandı. Aslında bir zamanlar ortalıkta böyle bir sorun yoktu. Milli Devlet’i esas alan Kanun-u Esasi (1924 Anayasası)’nin çöpe atılmasıyla tartışma başladı. İleri sürüm, iddia ve istekler önce masum bir maskelemeyle başladı. Sonrası menfur bir süreçle zıvanadan çıktı.

Kimlikler, etniklere, etnikler ana dil, din nesep (soy/boy), mezhep ve hızla sosyolojik bir yozlaşma, çürüme evresine dönüştü. Kalite bitti. Ahlâk iflâs etti. Siyaset fazilet olmaktan çıktı. Tam da hak-adalet, hüküm-hikmet, hukuk kavramlarının içi boş ve anlamsızca telâffuz edildiği, ana dil ve etnik kimlik tartışmalarının yoğunlaştığı bir dönemde konu gündeme geldi.

Oysa sorun, şöyle veya böyle kimlik değil, kişilik zafiyeti idi.    

Kişilik olmadıktan sonra kimlik; Dijital olsa ne yazar, defter olsa ne yazar?... 

Güncel resme bakıp, dosdoğru okuyacak olursak eğer;       

En başta, günün konusu ve gündemin utancının ‘şike’ meselesi olduğunu görürüz.

Tam anlamıyla iğrenç, kokuşmuş, nitelikli dolandırıcılık ve kalleşlikle özdeş yalancı-talancı, hırsız bir zihniyetin kirli uzantısı lehine bir kalkışma.. Üstelik mürekkebi kurumamış bir yasal düzenlemenin tashih ve tekzibi mahiyetinde. Olacak şey değil, büyük utanç, tam bir yüzkarası, çok ayıp! Ama oldu işte, hem de adaletsizlik ve kayırmacılıkta işbirliği yapılarak!..   

Buna rağmen birileri “dijital kimlik” tasarlamakla meşgul!...

Kimin için ve niçin?...

Bir yanda 444’lü hatlar soygunu; Kredi kartı aidatları vurgunu;. Elektrik faturalarında ayan beyan, ahlâka mugayir hukuk dışı ‘nitelikli gasp’ kayıp-kaçak, elektrik dağıtım, hizmet,  sayaç okuma ve sistem kullanma bedeli ile enerji fonu, TRT payı ve daha ne olduğu belirsiz hak ve adalet kavramıyla taban tabana zıt, rıza ve izne aykırı, kullanım bedeline endeksli Deli Dumrul soygunu… Cebri soygun, namı diğer ‘yasalara uydurulmuş vurgun’un kullanıcıları çileden çıkartan ve çıldırtan ‘inadına tahrik, ince alay ve derin istihza-küçümseme’ içeren bir küstahlık uygulaması da var. Bilboard, radyo, gazete ve TV reklâmları!…  

İnanılır gibi değil, ama maalesef güncel gerçek. Sanki halk’a görücüye çıkmış rakipler gibi “elektrik dağıtım şirketleri” reklâm veriyor… Utanç verici, yüz kızartıcı bir tasarruf bu. Elektrik fiyatlarını, hukuk ve ahlâkdışı, haksız pahalandırıp, insanlık ve medeniyet düşmanlığı yapanları şiddetle lânetliyor ve nefretle kınıyorum…

Peki, sabit ve seyyar telefonlar bundan farklı mı?

Ya doğalgaz, akaryakıt, su fiyatları ve faturaları!..

Bu rezaletin faili’nin “kimliği ve kişiliği” ne?..

Zira ‘milli kimlik’ evrensel kişiliğin aynasıdır... 

Ama sorarlar: Hangi yüz’le?..

Yıllarca sınır geçişlerinde Türk vatandaşı olarak maruz kaldığınız çirkin ve aşağılayıcı muameleyi düşünün;. Sebebi, dönem itibarıyla devletin yönetim kademelerini işgal eden akıl, ilim ve fazilet fukarası, kalite yoksunu sözde devlet adamları değil mi? Onlar ki muhteşem bir medeniyet, adalet ve huzur iklimi bir kültürün bakiyesi, mirasçısı olmalarına rağmen; Milleti, ecdattan utanmadan ve Allah’tan korkmadan hırsız, yolsuz batıya muhtaç edip dururlar.

İşte “iltifata tabi olamayacak kadar ‘insanlık düşmanı’ marifetleri”:  

Bil’umum alım bedelleri, ücret, her nevi tahsilât ve tahakkuklara yüklenen astronomik el koymalar. Memur, işçi ve asgari ücretli kesim, kutsal emeklerinin karşılığı olan maaşlarını alırken kaynaktan vergi kesintisi yapılıyor. Sonra işbu “vergilendirilmiş kazanç” istisnasız her alım, edinim ve ödemede tekrar vergiye tabii tutuluyor. Bu, çifte standart, katlamalı, adaletsiz ve ahlâksız bir vergilendirmedir. Evrensel hukuk, hak kavramı, eşitlik ilkesi, devlet umuru ve insanlık onuruna aykırıdır, hükümet eliyle yolsuzluktur. 

MİLLİ KİMLİK VE KADİM KİŞİLİK

Mustafa Nevruz SINACI

Eğer, yönetim unsurları insani boyut, bilgi-bilinç toplumu ve ilim irfan, vicdan sahibi kişiler, edep-hayâ, tahsil ve terbiye görmüş iseler;. Biyolojik, Sosyolojik ve felsefi kişilik ve insani kimlikleri gereği bu haksızlık, rezillik ve hükümet eliyle zulmü mutlaka önlerler; Zira bir kere vergilendirilmiş kazançtan asla bir daha vergi tarh, tahakkuk ve tahsil edilmez!...

Amma lâkin!, Kimlik ve kişilik buhranı içine yuvarlanmış bir toplumda;

Beş milyon aile ve yaklaşık 25-30 milyon nüfusun yaşam kaynağı “asgari ücret”, AKP hükümetinin her söylemini, iddia ve ifadesini yalanlayacak, tekzip edecek derecede yetersiz, az, düşük ve ancak ölmeyecek kadar, ama onursuz, başı eğik, boynu bükük ve el-âleme, evlât ve aile fertlerine mahcup bir hayat sürecek kadar vicdansızlık eseri, esir ücreti misal sefil bir miktar’a mahkûm edilmek isteniyor.          Alçaklık ve küstahlık!...

Bir de, insanlık, ilim ve hâya yoksunu tipler “2012’de 19 lira zam yapacağız” diyecek kadar alçalacak, ülkenin en has ve hakiki üretim unsurları, hayat kaynakları ve dayanakları ile alenen alay edecek kadar küçülebiliyorlar ne yazık!..

Bu cüret, aymazlık ve alaycı tavır, tıpkı asgari ücretle işçi çalıştıran ve fakat bütün aile fertleri utanmadan ve Allah’tan korkmadan 300 –500 (milyarlık) binlik süper lüks arabalara binen, ahlâken ve dinen tefessüh etmiş, iman fukarası din tüccarlarının istihzasını andırıyor…

Kurum (SGK) tertip ve teşekkül edeli aradan yıllar geçmesine rağmen, hâlâ “çalışanlar ve emekliler arasında” cari maaş ve ücretler itibarıyla ‘norm ve standart’ birliğini sağlamaktan aciz kalmış bir grup sözde sosyal güvenlikçi; Şimdi de, maaş, ücret ve gelirler arasındaki var olan derin uçurum dengesizlik ve gerilimi akıl, mantık, mantalite ve vicdanın dışına itecek bir ayarlama-düzenleme” sözde intibak çalışması yapıyorlar. Bu ‘insanlığa ihanet ve açıkça emek düşmanlığı’ çabasında; En eskisinden, en sonuncusuna kadar tamamı haksızlık, kanunsuzluk ve adaletsizliğe maruz emeklilerin bütünü / tamamı yerine, sadece bir kısmının hak ve hukuku ele alınıyor. Sonrakilerin mağduriyeti ise meçhule öteleniyor.

Adalet mi, atalet mi? Hali hazır çalışanlara bakış tarzı ve yaklaşım biçimi çok garip!..

O’da bambaşka bir ucube... Öngörülen kriterler objektif ve adil olmaktan uzak, ilâve zamlar arasında rabıta yok. En düşük hizmetli ve memurla, en yüksek arasındaki fark akıllara ziyan, tam bir ahlâki zaaf, adeta ayırma, bölme ve kayırmanın en alçakçası; Oysa aralarındaki tahsil, kıdem, ehliyet, liyakat farkı ne ki?.. Bu kadar haksız, insafsız, adaletsiz ve merhametsiz olmak “umur-u devlet, hükümet ve hikmet” olmanın şeref ve şânı ile bağdaşmamakta!.. 

Oysa hal ve hakikat; Hükmün adalet ile olmasını zorunlu kılar.

Peki, Adalet, hüküm, hikmet ve umur-u devlet bu işin neresinde?..

Tıpkı 2b, bedelli askerlik, ötv-kdv zulmü, ayarlama tür zam politikası, enflâsyon hesap usulü ve astronomik kârlarla yılı kapatan, kapitalist bankaların milletten, hak-adalet, hukuk ve emsallerine aykırı cebren tarh, tahsil; haksız ücret ve komisyon soygunları gibi!.. Şimdilerde ise; Yabancılara Milli Emlâk satışında mütekabiliyetin kaldırılacağına dair bir “vatana ihanet” organizasyon çalışması yapıldığı duyulmakta!..   

Adalet, 
hüküm ve hikmet yokluğu…

Bu tam bir iktidarsızlığın, yetersizlik ve yeteneksizliğin ispatı harbiyesi…

Başka bir şekilde anlatacak ve yorumlayacak olursak:  
Suça teşvik ve iştirak..   

Bu durumu, Serendip Altındal isimli bir Gazeteci-Yazar; Makalemizin esin kaynağı DİJİTAL KİMLİK adlı makalesinde “Ekonomik, politik, bilimsel (!), sanatsal, sportif, medyatik ve dinsel, özellikle de Amerikalı Vatikan imamı aracılığı ile dinler (!) arası diyalog masalıyla yamultulmuş (!) İslam modelli; Bütün araç ve gereçleriyle taarruza kalkmış ab+abd emperyalisti var bugün karşımızda. Dünkü emperyalist kafa yine aynı kafa, güncel heriflerse aynı haramilerin yeni sürümleri...” diyor!..

Kim bu zihniyet ve kişilikle vatandaşa “dijital kimlik” vermeyi kurabilir?...

Önce, ‘Milli Kimlik ve kadim kişiliksorununu halletmek gerekmez mi?!..
***
ESİN KAYNAĞI'NDAN YORUM VE KATKI:

Sayın Sınacı;
İçinde boğulmakta olduğumuz, artık şirazesinden çıkarılmış çarpık sisteme, cuk oturan ve can evinden vuran, güzel çalışmanızı kutluyor ve diğer paylaşımlarıma da hemen iletiyorum. Benimse ifade etmeye çalıştığım 'dijital kimlik', maalesef bizim dışımızda, 'küreselci sömürgecinin' hedeflediği ve tasarrufunda olan ulussuz, milletsiz 'tek dünya devleti' için öngördüğüdür.
 Bu bağlamda da, bizim gibi sömürge gördükleri devletlerde, tepemize yerleştirdikleri ajanları sayesinde, önemli merhalelerde kazandıklarını(!) düşünüyorlar - ki 70 milyon insanımızın dijital kimliğinin şu anda hack edilip, bütün dünyanın elinde olduğunu biliyoruz -. Ne var ki başımızda ki devşirmelerinden bir an evvel kurtulamazsak, Allah korusun ama bu sırtlanlar haklı da çıkabilirler. Bildiğiniz gibi, 'arap baharı' bölgeye yerleşti ve ilk esintieri de bize ulaştı.
 Selamlarımla birlikte esenlikler diliyorum. 
Sağlıcakla kalın ve aydınlatıcı çalışmalarınıza devam edin. İyi ki varsınız.

 Serendip Altındal