17 Ekim 2016 Pazartesi

Prof. Dr. İSA KAYACAN "TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET ÖDÜLLERİ" Mustafa Nevruz SINACI Ödülünü; İLESAM Genel Başkanı Mehmet Nuri PARMAKSIZ'dan aldı. (15 Ekim 2016 - Ankara)

VEFATININ 2. YILINDA

ANADOLU BASININ İMPARATORU
İSA KAYACAN ANKARA’DA ANILDI
Dr. Şemsettin Küzeci
Anadolu Basınının öncüsü Prof. Dr. İsa Kayacan vefatının 2. Yılında Kurucusu ve Genel Başkan yardımcılığı yaptığı Kerkük Kültür Derneği tarafından düzenlenen ve İLESAM ile Ailesinin katkılarıyla 15 Ekim 2016 tarihinde İLESAM merkez binasında severlerinin katkılarıyla anıldı.

Anam toplantısına Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın ve AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan ve çok sayıda şair, yazar ve İsa Kayacan severleri katıldı. Açılış konuşmasından önce İsa Kayacan’ın Torunu Nazlı Aykut anma toplantısının sunuculuğunu yaparak,  Kayacan’ın yazmış olduğu “Selam Olsun” başlıklı şiiriyle açılış yaptı. Nazlı’nın o duygu yüklü sesiyle şiiri güzel bir şekilde yorumladı. Ulu önder Atatürk ve Silah arkadaşlarıyla tüm şehitler için saygı duruşu ve İstiklal Marşı okundu. Ardından da İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız ve Kerkük Kültür Derneği Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci birer açılış konuşması yaparak, anama toplantısının önemine ve İsa Kayacan ile kısaca anılarına değindiler.

PROTOKOL KONUŞMALARI
Protokol konuşmalarında Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın İsa Kayacan’ın hayatından kesitler anlattı. Ve 11 Devlet Bakanına Basın müşavirliği yaptığı İsa Kayacan büyük bir rekor sahibi olduğunu vurguladı. Ayrıca 40.000 civarında makale, haber ve tanıtım yazıları yayınlaması “Guinness” rekorlar kitabına girmeyi çoktan hak etmiştir. Türkiye ev Türk dünyasında Başta 2 Fahri doktora ile bir Fahri Profesörlük olmak üzere, 500 civarında çeşitli aldığı ödül, plaket, onur, teşekkür vs. ödülleri onun çalışmaları ne kadar değerli olduğunun bir göstergesidir dedi. AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan ise, Kayacan ile yaklaşık 40 yıllık bir dostluğunun olduğunu devlet kademelerinde beraber mesai yaptıklarını ve Kayacan’ın bir dürüst ve çalışkan devlet adamı olduğunu altını çizdi. İLESAM, Kerkük Kültür Derneği ve Kayacan ailesine teşekkür etti.

İSA KAYACAN TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET ÖDÜLLERİ
2016 yılından itibaren Kerkük Kültür Derneği tarafından verilen “İsa Kayacan Türk Kültürüne Hizmet Ödülleri” ilk kez olarak bu toplantıda dağıtıldı. 2016 yılı Hizmet Ödülleri İsa Kayacan’ın dört yakın meslektaşına takdim edildi. Gerekçeleriyle birlikte ödül alanlar şöyle:

-ŞAİR YAZAR. MUSTAFA CEYLAN,
Kayacan’ın sağlığında geniş kapsamlı bir araştırma yaparak, “Destanlaşan Köylü İsa Kayacan” adlı eseri yazan, şair ve yazar. Ödülünü İsa Kayacan’ın Kızı Gül Kayacan takdim etti.

- ARAŞTIRMACI;
GAZETECİ - YAZAR: 
MUSTAFA NEVRUZ SINACI,
Kayacan’ın kurduğu Ece Haber Ajansı’nı yürüten, Kayacan’la ilgili web sitelerini kuran ve yöneten, O’nun çalışmalarını, eser ve hizmetlerini bütün dünyaya yayan, duyuran ve bu misyonunu aralıksız sürdüren; yakın dostu, gazeteci-yazar. Ödülünü İLESAM Başkanı Mehmet Nuri Parmaksız sundu.

- PROF. DR. TAMİLLA ALİYEVA (AZERBAYCAN),
Başta Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere tüm Türk dünyasına İsa Kayacan’ın çalışmalarının duyuran, Kayacan’ın eserlerini yazıları tanıtılmasına ışık tutan bilim insanı, akademisyen, araştırmacı şair ve yazar.  Ödülü AKP Ankara Milletvekili Nevzat Ceylan takdim etti.

-GAZETECİ: AHMET TEKEŞ,
Görev yaptığı gazete ve dergilerde, İsa Kayacan ve önerdiği arkadaşlarının yazılarına kucak açan; yeni gazeteci, şair ve yazarların yetişmesine ve gelişmesine önderlik eden kadim Kayacan dostu gazeteci ve yazar. Ödülü Sağlık eski Bakanı Halil Şıvgın sundu.

İSA KAYACAN AİLESİNE İLESAM’DAN ONUR PLAKETİ
Uzun yıllar boyu İLESAM’a ve Türk kültürüne sunmuş olduğu hizmetlerinden dolayı vefatının 2. Yıldönümünde İLESAM kurumu adına Başkan Mehmet Nuri Parmaksız Kayacan’ın Ailesine bir Onur Plaketi takdim etti. Plaketi Kayacan ailesı adına Küçük kızı Gül Kayacan aldı.

İSA KAYACAN ŞİİR ŞÖLENİ
Anma programının ikinci bölümünde İsa Kayacan’ın şiirleri ve hakkında yazılan şiirler şair dostları tarafından seslendirildi. Dilek başlıklı şiirini Şair ve İLESAM Yönetim Kurulu üyesi İlter Yeşilay seslendirdi. Daha sonra; Durak Turan, İsmail Kara, Mustafa Ceylan, Celal Ogan, Şakir Susuz, Nusret Turan, Ali Kemal, Murat Duman, Vedat Fidanboy, Bayram Yelen, Bekir Yeğnidemir, Arife Aslan, Papatya Sibel, Davut Comart, Orhan Vergili, Sadettin Kılıç, Gazi Bayram Topçu, Ozan Elifce, Sevinç Doğancan Güven, Tuncer Ulusoy, Ertuğrul Yılmaz, Sadık Kılıç, Hayrettin Gültekin ve başkaları… Şiirleriyle ve anlamlı konuşmalarıyla İsa Kayacan’ı güzel bir şekilde anlattılar.

ORTAK ONUR BELGELERİ
Isa Kayacan anma toplantısına katılan başta Bakan Halil Şıvgın ve Milletvekili Nevzat Ceylan olmak üzere tüm katılımcı şair ve konuşmacılara İLESAM belgesiyle Kerkük Kültür Derneği’nin ortak onur belgeleri takdim edildi.

TELGRAFLAR
Merkezi İzmir’de bulunana kısa adı KIBATEK olan Kıbrıs-Irak- Balkanlar ve Avrasya Türk Edebiyatları Kurumu İsa Kayacan’ın anısına bir telgraf gönderdi. Onursal başkan Feyyaz Sağlamın imzasını taşıyan telgrafta “ Türk Dünyası’nın unutulmaz sevdalılarından hocamız, ağabeyimiz Prof. Dr. İsa Kayacan için düzenlenene anma toplantısın katılan tüm dostlarıma ve ailesine saygılar ve teşekkürlerimi iletiliyorum” dedi.

DEVA ARKADAŞI OSMAN OKTAY
Şair ve yazar Osman Oktay için Kayacan, hemşeri olmasının ötesinde dost canlısı olarak bilinen, arkadaşı, ağabey, güzel insan vefakâr timsali, gazeteci, şair ve yazar İsa Kayacan “ O bir şeyler üretip yazanları, yayınlananları tanıtır, teşvik eder, desteklerdi. Görüyorum ki dostları da onu unutmuyor. Bu vesileyle ilesine, dostlarına ve bu toplantıyı tertip edenlere selam ve teşekkür ediyorum” dedi.
IRAK TÜRKMENLERİ DE KAYACAN’I UNUTMADI
1970 yıllarından beri Orta Asya ve Kerkük Türkleriyle yakından ilgilenen ve onlarla edebi mektuplar vesilesiyle kaynaşan ve işbirliği yapan Kayacan ve 1999 yılından bu yana Irak Türkmen davasına değer veren ve haklı milli davalarında destek vererek yaklaşık 1500 civarında makale, haber ve tanıtım yazıları yayınlayan İsa Kayacan2ı Irak Türkmenleri de unutmadı. Kerkük Kültür Derneği her zaman olduğu gibi Kayacan’ın düşünceleri ve fikirleri doğrultusunda hareket etti. Türkmeneli Kültür Merkezi Başkanı Dr. Mustafa Ziya da toplantıya bir telgraf ve demet çiçek göndererek Irak Türkmenleri adına Kayacan’ı yad etti.

15 Ekim 2016 Cumartesi

“Kerkük Kültür Derneği ile Türk Dünyası Kültür-Sanat Plâtformu” Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci; PROF. DR. İSA KAYACAN “TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET” ÖDÜLLERİNİ AÇIKLADI

PROF. DR. İSA KAYACAN
“TÜRK KÜLTÜRÜNE HİZMET”
ÖDÜLLERİ AÇIKLANDI
Anadolu Basını’nın Duayenlerinden, Edebiyat - Kültür ve Sanat öncüsü Prof. Dr. İsa Kayacan, aramızdan ayrılışının ikinci (2.) yıldönümünde anılacak.
Kayacan, kurucu üyesi olduğu “Kerkük Kültür Derneği ile Türk Dünyası Kültür-Sanat Plâtformu” Başkanı Dr. Şemsettin Küzeci; Basına ve kamuoyuna yaptığı açıklamada: “Unutulmayan dostumuz İsa Kayacan’ı unutmadık ve unutmayacağız. Sadece anmakla da kalmayacağız. Bu bağlamda, Dernek yönetim kurulumuz, aldığı bir kararla, bu yıldan itibaren “İsa Kayacan; Türk Kültürüne Hizmet Ödülleri” verecektir” dedi.
Daha önce duyurulduğu üzere İsa Kayacan’ı Anma Programı ve “Ödül Töreni”, 15 Ekim 2016 Cumartesi günü saat 14 00 de İLESAM (Türkiye İlim ve Edebiyat Eseri Sahipleri Meslek Birliği) Genel Merkez binasında yapılacaktır.

BU YILIN ÖDÜL SAHİPLERİ:
Küzeci, bu yılın ödül sahiplerini de açıkladı. Buna göre:
1.Kayacan’ın sağlığında geniş kapsamlı bir araştırma yaparak, “Destanlaşan Köylü İsa Kayacan” adlı eseri yazan: 
Mustafa CEYLAN,

2.Kayacan’ın kurduğu Ece Haber Ajansı’nı yürüten, Kayacan’la ilgili web sitelerini kuran ve yöneten, O’nun çalışmalarını, eser ve hizmetlerini bütün dünyaya yayan, duyuran ve bu misyonunu aralıksız sürdüren; Yakın dostu, gazeteci-yazar: 
Mustafa Nevruz SINACI,

3.Başta Azerbaycan ve Türkiye olmak üzere tüm Türk dünyasına İsa Kayacan’ın çalışmalarının duyurulması, eserleriyle tanıtılmasında yazıları ile ışık tutan bilim insanı, yazar:  
Prof. Dr. Tamilla ALİYEVA (Azerbaycan),

4.Görev yaptığı Gazete ve Dergilerde, İsa Kayacan ve önerdiği arkadaşlarının yazılarına kucak açan; Yeni Gazeteci, Şair ve Yazarların yetişmesine ve gelişmesine önderlik eden kadim Kayacan dostu: 
Gazeteci Ahmet TEKEŞ

3 Ağustos 2016 Çarşamba

DUYURU: Üyelerimiz İçin 5 Önemli Konuda 5 DVD Seti Çıkardık ve Hizmetinize Sunduk. İşte Detaylar: “KÜRT SORUNU DOSYASI, Gerçek Demokrat: Mustafa Nevruz SINACI: “VATİKAN’IN KÜRTLERİ”

İSTİHBARAT ANALİZ "ÖZEL BÜRO” 02.08.2016 - "ÖZEL YAYIN" 
VATİKAN’IN KÜRTLERİ!..
Mustafa Nevruz SINACI
Ülkemizde Türk vatandaşı olarak yaşamını sürdüren ve fakat kendini “Kürt”, özellikle de “Alevi Kürt” olarak tanımlayan sayıları on binlere varan kişinin, aslında Ermeni ve Rum dönmesi kripto olduğu artık bilinmektedir. Bu kesimin karakteristik özelliği bilhassa manevi değer ve “Milli Devlet” fikrine karşı olmaları ve PKK’ya kol-kanat germeleri, akla gelen her türlü nam altında anarşi, bölücü terör ve tedhiş örgütlerine yardım ve yataklık faaliyetinde bulunmalarıdır.
Kurucu Önder Mustafa Kemâl Atatürk tarafından “dâhili bedhah” (gizli düşman) olarak tanımlanan “menfur iç mihraklar” işte bunlardır. Bunların mutlaka bir dış bağlantıları ve “Vatikan” dâhil bütün Hıristiyan ülke ve devletlerinde iştirakçileri, destekçileri, finansör ve işbirlikçileri (patronları) vardır. Şimdilerde AB’nin her köşe bucağından fışkıran bu kesim de “harici bedhahlar’dır.” Şimdi bazı örneklere bakalım:
VATİKAN’IN KÜRTLERİ!..
Aslında Vatikan’da Kürt falan yoktur. Tıpkı içerde olduğu gibi kendilerini bu lâfz (söylem) ile açıklayan ve tanımlayan sinsi düşmanlar, dönmeler ile bunların uzantı ve bağlantıları-piyonları vardır. İşte onlardan biri; Vatikan Kürtleri (!) kirli işler şirketi PKK’ya kol-kanat gerdiler. Nasıl mı?
Buyurun bakalım:
Terörist başı, bebek katili Apdullah Öcalan 1996’da Papa 2. Jean Paul’a çok özel bir mektup göndererek, "Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu’daki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir" diyerek yardım istedi.
Papa ise, "Kürt halkının trajedisini asla sessizlik içinde geçiştiremeyiz" cevabını verdi.
Vatikan’ın Adalet Bakanı konumundaki görevlisi Kardinal Renato Raffaele Martino, ise, Ekim 2007 tarihinde Türkiye ile Irak arasındaki sorunun çözümüne ilişkin önerilerini dile getirdiği bir açıklamasında, Kürtler için ayrı bir devlet imasında bulunmakta idi. Martino’nun "Vatikan, Irak-Türkiye arasındaki sorunun, kısa sürede barışçıl biçimde çözümlenmesinden yanadır. Çözümde Kürt halkının (!) ihtiyaçları da dikkate alınmalıdır. Zira Kürtlerin durumu dünyada eşi benzeri olmayan bir nitelik taşımaktadır: Ortada bir halk var, (?) ama bu halka tekabül eden bir devlet yok" şeklindeki sözleri, Vatikan’ın öteden beri Türkiye Cumhuriyeti Devleti’ne karşı terör örgütü PKK’yı destekler nitelikteki politikalarının bir yansımasıydı kuşkusuz. Zira “Ortada bir halk var, (?) ama bu halka tekabül eden bir devlet yok” biçiminde ifade edilen sözler; Alenen Türkiye Cumhuriyeti Devletinin iç işlerine suiniyetle, kasıt, art niyet, fesatlık ve hainlikle müdahale, tahrik ve düşman unsurları teşvik niteliği arz etmektedir.
BU BEYAN 
VE EYLEMLERE  KARŞI TÜRKİYE DIŞİŞLERİ’NİN AYMAZLIĞI
Türkiye’nin baskıları sonunda Suriye’den çıkmak zorunda kalan terörist başı Öcalan, İtalya’ya gittiğinde Vatikan, hem terör örgütüne hem de terör örgütünün başı bebek katiline sahip çıkarak bu desteğinin en somut örneğini sergiliyordu. Hürriyet Gazetesi’nin, 22 Kasım 1998 tarihli "Vatikan’dan teröre destek" başlıklı haberinde şu ifadelere yer veriliyordu:
"Katolik dünyasının ruhani merkezi olan Vatikan, Apo’ya sığınma hakkı verilmesine taraftar olduğunu bildirdi. (Sözde) Kürt (!) sorununun yalnızca Türkiye ve İtalya arasında bir mesele olarak görülmemesi gerektiğine dikkat çeken Kardinal, bu sorunun bütün Avrupa’yı ilgilendiren uluslararası bir konu olduğunu vurguladı. Vatikan (Papalık=Babalık) bunun da ötesinde, Kürtçü ayrılıkçılığı kışkırtacak bir tavır sergiliyor. Doğu Kiliseleri Topluluğu sorumlusu Kardinal Achille Silvestrini, Hıristiyan Kilisenin Kürt toplumunun ulusal kimlik kazanmasına sempatiyle baktığını hatırlattı."
Şimdi sormak gerekir: Bölücü, tarafgir, taşeron, anarşi, terör ve tedhiş örgütü yanlısı tavrı ile dünya barışına darbe vuran bu, sözde papalık / babalık (katı-fanatik din devleti) nasıl muhatap alınır, neden hükümet tarafından şiddetle kınanmaz ve halâ niçin Türkiye Temsilciliği açık tutulur. Dahası “dinler arası diyalog” denilen akıllara ziyan sapıklık, İslâm karşıtı manyaklık konusunda niçin Papalık (babalık) ile işbirliği yapılır?
DİRENİŞ HAKKI!..
Vatikan’ın terör örgütüne ve onun bebek katili baş sorumlusuna verdiği desteğin, "dini" referansı sözde “Kurtuluş Teolojisi”dir. Misyoner çevrelere yıkıcı, bölücü ve ayrılıkçı akımlara destek vermek konusunda meşruiyet tanıyan bu teolojiyi, Papa VI. Paul’un sözleriyle anlatmak gerekiyor: (Hazreti Musa’nın adalet, sevgi, sabır ve barış dinini, anlamı: gasp, irtikap, hırsızlık, soygun ve vurgun olan “emperyalizm”in işkence aleti yapan) Papa şöyle diyor: "Bir halk barışçı direnişin hiçbir yarar sağlamadığı şekilde baskı altındaysa ve başka hiçbir barışçı direniş olanağı kalmamışsa, o zaman en son ihtimal olarak şiddetin kullanılabileceği direniş hakkı vardır."
PAPA’YA MEKTUP:
Roma’da bulunduğu zaman içerisinde kiliseler tarafından sahip çıkılan, aslen bir Ermeni Hıristiyan veya pagan olan terörist başı Öcalan’ın Papa’ya yazdığı iki ayrı mektup var. Papa 2. Jean Paul’ ün papalığı döneminde yazılan mektupta terörist başı, "Ben Hıristiyanlığa Müslümanlıktan daha yakınım. Türkler Anadolu’da ki Hıristiyanlığı yıkmış kişilerdir. Bize yardımcı olun" diyerek yardım istemiş, Vatikan da bunun üzerine, durumdan vazife çıkartmak suretiyle, heves-ihtiras ve memnuniyetle bazı girişimlerde bulunmuştu.
Bu ifade aynı zamanda bir itiraf mıdır? Değimlidir?..
Şimdi, lütfen hatırlayınız:
Başta Vatikan’daki yazılı ve görsel medya olmak üzere AB ülkelerindeki tüm yayın organları, mektubun yazıldığı 1996 tarihinden itibaren Türkiye’de TSK’ya karşı saldırgan bir tutum izlemeye başladı mı?, başlamadı mı? Bilhassa Milli Güvenlik Kurulu’nun (MGK) yapısı ile “Milli Güvenlik Siyaset Belgesi” konusunda baskı ve dayatmalar oldu mu?, olmadı mı? İşin en ilginç ve enteresan tarafı: Türkiye’ye karşı, amansız bir düşmanlık, kin-kir kisvesi altında, hasetle başlatılan düşmanca karalama, korkunç yalan, kalleşçe iftira ve furya kampanyasını yürüten ise bizzat bugünkü Papa idi.
Papa 2. Jean Paul Ocak 1998’de diplomatik bir dille şu göndermeyi yapıyordu:
ETNİK AYRIŞTIRMA:
"İçinde bulunduğumuz günlerde herkesin dikkatini çeken ‘Kürt halkının trajedisini’ sessizlik içinde seyirci kalarak geçiştiremeyiz. Olağanüstü durumlarda mültecilere yönelik acil merhamet arzusu; Onların (sözde Kürtlerin) güvenli ve kabul edilebilir hayat şartları isteyen milyonlarca kardeşinin arayışını unutmamıza neden olmamalıdır."
Şimdi sorulur: Müslüman sıfatıyla Türkiye Cumhuriyetinin asli-esas kurucu unsuru olan; Soyda ve boyda bir Kürt kardeşlerimize “merhamet duyguları içinde” karşı kin, nefret ve düşmanlık hisleri (tefrika) aşılama çabası içinde olan bu papa ve Vatikan; Acaba onların bütün Türk halkı ile aynı hakları, en rahat ve özgür biçimde kullandığından; Türkiye da kain Ermeni, Rum ve Yahudi (gayrimüslim) azınlıklar dâhil olmak üzere; Batı Trakya ve emsalleri ile kıyaslandığında en ileri düzeyde hak, hukuk, güvenlik ve huzura sahip bulunduklarından haberdar mıdır acaba!.. Dinler arası diyalog gibi, aşağılık bir sapıklığın misyoner ve kripto müdavimleri; Şeytanın ruhunu taşıdıkları halde, “kendilerini melekler gibi saf ve masum gösterme çabası içinde” bu insanlığa ibret, ders ve emsalsiz örnek Türk-İslâm medeniyetine karşı nisyan ile malûl, inadına hain ve nasıl kör domuz misali gafil olabilirler?
Dahası, bu sözde “din adamı” papalar Srebrenica soykırımı sırasında ne iş görürlerdi?
Ondan öncesi, Kıbrıs katliam, mezalim ve soykırımlarına neden müdahil olmadılar?
Ermenistan’ın Karabağ da sergilediği vahşet, zulüm ve soykırımı neden görmezler?
Çeçenistan da tam 480 yıldır süregelen ve içten içe süren insanlık dışı kin-kan katliam ve soykırımı niçin durdurmaya çalışmazlar? Düpedüz yalan-dolanla işgal edilen Irakta kadın erkek demeden her kese tecavüz eden, yaklaşık bir milyon kişinin kanına giren, canına kast eden; Uyduruk bir lejyon icat ederek Suriye’yi kana bulayan; 58.000 kişinin denizlerde boğulmasına, milyonlarca Suriyelinin yurdundan yuvasından kaçmasına, sığınmacı ve haymatlos durumuna düşmesine, sefil-perişan olmasına.,  3.5 milyon Ermeni asıllı Suriye vatandaşının, apaçık bir yalan olan “Kürt kisvesi” altında (Kürdistan’a koridor açmak uğruna) Türkiye’ye ihraç edilmesine., Yüz binlerce çocuğun aç, açıkta, öksüz ve yetim kalmasına., Sayıları milyonları bulan namuslu Suriyeli kadının fuhuş pazarına sürülmesine; Körpe bebekler ile kimsesiz, sahipsiz, takipsiz kalan masum ve müsemma çocukların “organ mafyası” eline terk edilmesi ve daha nice insanlık dışı işkence, mezalim ve vahşete çanak tutan; Dünyanın, 200 yıllık baş belâsı, yankesicisi, korsanı, haydut-u ABD’ye niçin karşı durmazlar da haçlı ruhu ile jenosit yapan evanjelistlere arka çıkarlar?
Prof. Dr. Nadim Macit’e göre, "arayış" tan bahseden Papa, her nedense bu coğrafyayı etnik ayrışma üzerinden parçalayan, çatışma hatları ve kanlı sınırlar oluşturan emperyalist Batılı devletlerden “nedense” hiç bahsetmiyordu.
PROF. DR. ERKAL, CARİTAS’A DİKKAT ÇEKTİ:
Konu hakkında Aydınlar Ocağı Genel Başkanı Prof. Dr. Mustafa Erkal "Misyonerlik, zannedildiğinden farklı olarak siyasi hedefler gütmektedir" diyor. Misyonerliğin Anadolu’da Türk kimliğini ve milli devleti hedef aldığını söyleyen Erkal’a göre, siyasi ve dini boyutlu misyonerlik hareketleri yeni bir "Haçlı Saldırısı" olarak tanımlanmalı…
Yeni Dünya Düzeni aldatmacası ile bütün insanlık âlemini tehdit eden; Başta İlâh (din tüccarlığı) Silâh ve İlâç tacirlerinin emperyalist emellerine niçin engel olmayı düşünmezler. Bu konuda açıklamalarını sürdüren ve; Misyonerlerin, her tür insanî duyguları istismar ederek ve art niyetle kullanarak Hıristiyanlık propagandası yaptığını belirten Erkal, misyonerlerin asıl amacının "Mutlak Hıristiyanlaştırma" olmadığına da özellikle dikkat çekiyor. Erkal, "Önemli olan, insanları toplumuna ve kültürüne yabancılaştırma, paganlaştırma, milli-ilmi ve manevi değerlerini aşağılama, yozlaştırma, vatandaşlık, milli kimlik ve milli bilinci aşındırma ve maddi yönden tatmin etmektir.”
MİSYONERLİK:
Genellikle misyonerler şahitlik kelimesini kullanmaktadırlar.
Sözde kardeşlik adı altında ve dikkat çekmemek için ‘İsa Müslümanları’ yaratılmak istenmektedir" görüşünü dile getiriyor ve Vatikan bağlantılı Caritas isimli örgüte özellikle ve bilhassa dikkat çekiyor.
“Caritas’ın adı ilk kez 17 Ağustos 1999 yılında yaşanan büyük Marmara felaketinden sonra duyuldu. İnsani yardım adı altında sahte (muharref) İncil dağıttıkları öğrenilen bazı grupların, deprem nedeniyle kimsesiz kalan çocuklara da "sahip çıktıklarını" hatta sahiplenerek yurt dışına götürdükleri iddia edildi. Afet bölgesine gönüllüleriyle gelen sivil toplum örgütleri ve yardım kuruluşlarının belki de en önemlilerinden biri Caritas’tı.”
1897 yılında Almanya’nın Freiburg kentinde Katolik (fanatik) bir (sözde) insani yardım (aslında misyonerlik) örgütü!, olarak kurulan Caritas, pek çok ülkede aynı adla bağımsız yardım kuruluşları açmaya başladı. 1951 yılında papalığın öncülüğünde bir araya gelen 154 Katolik kuruluşu Caritas İnternationalis adıyla bir konfederasyon şekline dönüştü ve örgüt bütünüyle papanın emrine girdi.
Merkezi Vatikan’da Papalık sarayının içinde olan Caritas’ın başkanı, 1999 tarihinde bu göreve seçilen ve daha önce de Caritas Ortadoğu ve Caritas Lübnan’ın başkanlığını yürüten Yohana Fuad El Haci. Bu gün yüz binlerce misyoneriyle 198 ülkede faaliyet gösteren Caritas’ ın Türkiye’deki Vatikan Büyükelçiliği nezdinde Caritas Üniteleri Müdürlüğü’nü yürüten kişi ise geçtiğimiz günlerde İzmir’de bıçaklı saldırıya uğrayan Rahip Adriano Franchini idi.
MİSYONERLER ÖCALAN İLE AYNI DİLİ KULLANIYOR:
Türkiye’de (AB Müktesebatı gereği serbestçe) faaliyet gösteren Hıristiyan misyoner örgütlerinin temsilcileri özellikle Doğu ve Güneydoğu Anadolu’ya ziyaretlerde bulunarak oradaki halkla iletişim kurmaya çalışmaktadırlar. (Oysa başta Türkiye olmak üzere, hiç bir Müslüman ülke’nin Avrupa, Amerika veya her hangi bir devlette İslâm-ı tanıtmak ve insanları Allah(CC)’ın emrettiği biçimde İSLÂM’a davet etmek üzere İrşâd heyetleri, davetçiler veya buna mümasil, eski deyimle Dervişler göndermesi ve görevlendirmesi kesinlikle yasaktır. Türkiye’nin bu konuda mütekabiliyet ilkelerini işletmemesi de bütünüyle hükümetlerin başını tutmuş gizli bedhah, kripto ve sair insanlık düşmanı mazarrat yüzündendir..)  Yakın dönemde Milli Güvenlik Kurulu’na sunulan bir raporda, Güneydoğu Anadolu Bölgesi’ne son bir yılda gelen ziyaretçilerin sayısının son 15 yıldaki ziyaretçiler kadar olduğu ve Türkiye’ye yönelik bu hareketlerin hepsinin belli bir merkezden (Papalık, PKK hamisi Fransa, Almanya ve diğer AB ülkelerinden) yönlendirildiğinin anlaşıldığı belirtiliyordu.
Bu zaman zarfında tırmanan anarşi, terör ve tedhiş hareketleri; Kaçakçılık, uyuşturucu imal, üretim, tarım ve ticareti de, yoğunlaşan bu ilgi ve kirli alâkanın doğal sonucu olsa gerektir. Bu arada, Karen Fog’un mektupları, mesajları ve menfur faaliyetlerini de bu bağlamda hatırlamak gerekir. Tabii ki, İnsan hakları, demokratikleşme ve açık toplum adına “küresel emperyalizm ve vahşi kapitalizme” ortam hazırlama gayretlerini sürdüren, insanlık, adalet, hakkaniyet ve evrensel hukuk, Türk ve İslâm düşmanı Soros’u da unutmamak gerek.
Analize devam edelim:
Terörist başının mektuplardaki sözleriyle, Türkiye’de misyonerlik faaliyetini sürdüren kişilerin sözlerinin birebir örtüştüğüne dikkat çeken Prof. Dr. Nadim Macit, şunları söylüyor:
"Ülkemizde misyonerlik yapan kişiler şöyle derler:
‘Türkiye Devleti, Kürtler üzerinde baskı yapmaktadır.
Geçmişte Ermeniler, Süryaniler, Rumlar üzerinde soykırımı faaliyeti yaptılar. (büyük yalan, fütursuz iftira ve kalleş tuzaklar silsilesi)
Bunun benzerini şimdi Kürtlere yapmaktadırlar.
Türkiye Devleti, soykırımını sürdürmektedir.
Birçok masum Kürt kimliğini ve hakkını istemesinden dolayı öldürülmektedir.’
İki metin arasındaki benzerlik, bize, anarşi, terör ve tedhiş örgütünün gerçek yüzünü, esasında PAPA ve VATİKAN patronluğunda mezalim icra ettiklerini, bolca silâh tüketip, ilâh ticareti bağlamında vizyona konulan “kutsal (?) sürümü” yeterince tanımlamaktadır.
Acaba, hiç düşündünüz mü?
Batılı devletler (AB) ve kiliseler niçin PKK’yi destekliyorlar?
Yüzlerce cevap bulmak mümkün ise de; Bu sorunun açık ve net cevabı İtalyan Evanjelist Kiliseler Federasyonu Başkanı Domenico Maselli’nin şu sözünde gizlidir.
Maselli, der ki:
“Varlıklarını kabul etmeyen beş devlet arasında bölünmüş saygın (!) (burada kendini Kürt olarak tanımlayan ve fakat aslında Ermeni, Rum ve Yahudi dönmelerinden müteşekkil potansiyel hain kitleler hedef kitle durumunda ve konumundadır) Kürt halkının yazgısına kayıtsız kalamayız.”
Gerçekten kalamazlar.
Çünkü iki kutuplu dünya sisteminin çöküşünden sonra ortaya çıkan fiili durum, dünya dengelerini bozacak niteliktedir. Öyleyse Türkiye ile Türk dünyası arasında duvar örmek gerekir. İkisinin arasını tam anlamıyla kesmek için Ermenistan yetmez, bir de Kürdistan gerekiyor. Bütün mesele budur."
BUSH’LA 2003’TE ANTLAŞMA İMZALANDI:
Araştırmacı-Yazar Aytunç Altındal: "Teröristbaşının mektubundan sonra Papalığın Doğu Kiliseler Birliği Komisyonu’nun başı Achille Silvestrini bir açıklama yaparak Vatikan’ın PKK’yı ve onun lânetli başını alenen desteklediğini belirtti.
Rusya’da ise; Tarihi ve kadim Ortodoks Kilisesi’nin en hararetli taraftar ve savunucularından olan bir milletvekili bölücü başını Rusya’ya getirmek ve ona sığınma hakkı tanıtmak için var gücüyle çalıştı. Bu milletvekili aynı zamanda gizli bir tarikatın üyesi idi…
Tarikatın adı, ‘İstanbul Haçı’nın Egemen Askeri ve Hanedansal Tarikatı’.
Tarikatın başında yasal Bizans İmparatoru olduğu başta Rusya, ABD, İtalya, İngiltere ve Fransa mahkemeleri tarafından tevsik ve tasdik edilmiş olan Prens Henry Paleolog var.
İşte bu tarikatın başı Almanya’da PKK örgütüne destek veriyor ve el altından dağıtılan bildirilerinde aynen şöyle yazıyordu: “Türkiye’de boyunduruk (esaret) altında yaşayan siz Kürtleri çok yakında bu barbar boyunduruğundan kurtaracağız."
PAPA’NIN MİSYONU:
Mektup ile birlikte Ortodoks Papa’nın, Evangelist Bush ile bir anlaşma yaptığını ve bu anlaşma çerçevesinde, başta Irak’ın kuzeyindeki Kürtler olmak üzere, tüm coğrafyada etnik ırkçılık yapan Kürt nüfusunu koruma misyonunu üstlendiğini ifade eden Altındal, şu noktalara da vurgu yapıyor:
"Papa ben ‘Bush’u destekliyorum’ diyor.
Oysaki Bush evangelist yani Protestan. Bush ile 2003 yılında yapılmış bir anlaşması var. Bu anlaşma, Irak’ta bir Katolik kilisesi kurulmasını öngörmektedir. Amaç, Irak’ın kuzeyindeki Kürtleri korumak ve Türkiye’deki Kürtlere yapılan (yapıldığı iddia edilen ve fakat bütünü yalan ve iftiradan ibaret olan) baskıları yerinde tespit etmekti. Bu kilise kuruldu, 2003 yılından itibaren faaliyete geçti ve Kürtleri koruma görevi Papalığa verildi. Şimdi de BOP çerçevesinde Rusya’ya ve Çin’e karşı ABD’nin yollarını açmaya çalışıyor, açıkları bu yönde. Papa’nın misyonu bu."
KİRLİ OYUN’UN SURİYE PERDESİ
Malum olduğu üzere, kirli oyunun Irak süreci büyük bir yalan üzerine başladı. Zekâ düzeyi çok düşük olduğu için diktatörlüğe soyunacak kadar aptal, İslâm’dan zerre miskal nasibi olmayan kâfir Saddam sayesinde Amerika; Kısa bir sürede Irak’ı hurdahaş etti. Ülke yerle bir oldu, can pazarına döndü. Kadın-Erkek herkese tecavüz edildi. Mal, can ve ırz güveliği kalmadı. Türkiye’nin gözünün içine bakıla/bakıla “Bir Buçuk milyonu aşkın Türkmen” gaz bombaları ve kalleşçe saldırılar sonucu telef edildi. Memleket tam anlamıyla tarumar oldu.
Akabinde Suriye, Mısır, Fas, Tunus ve Libya “Arap Baharı” nam, köpek domuzlarınca uydurulan sözde “kurtuluş hareketi”, esasta “sömürgecilere teslim” faciası ile sarsıldı.
Bunun yanı sıra deytın belâsına duçar Bosna-Hersek; Kaynayan kazan Kosova; Türk adalarını işgal edecek kadar şımartılan Yunanistan’da Türklere (Batı Trakya’da) uygulanan mezalim; Sudan, Nyanmar, Arakan, Doğu Türkistan (Çin-Uygur) ve buna benzer pek çok alanda Türk ve Müslümanlara dirlik vermeyen AB-D..
Özellikle Almanya’dan itibaren iyice tırmanan, hayâsızlaşan, alçalan ve azgınlaşan “Ermeni Soykırım” yalanı dâhil, “bütün kötülüklerin, şeytani örgütlerin, karanlık cinayetlerin ve kara kirli işlerin” arkasında papalık var.          
DOĞRU TARAFTAN FİRAR EDEN: ADALET, FAZİLET, HUKUK VE “DOĞRULUK”
Evet, işte bütün mesele budur.
Adına İslâm âlemi denilen coğrafyada; Dünya mafyalarının babası olan Papalığa at oynatacak ve cirit attıracak kadar kötülük, rüşvet, iltimas, suiistimal, yalan-dolan, sahtecilik, kalpazanlık ve her türünden, türlüsünden ahlâksızlığın vaki ve kain olması; Sinsi din tüccarları ve siyaset simsarlarının alan bulması; Bilumum sahte peygamber, dolandırıcı mehdi ve İngiliz İstihbaratı tarafından güdülen şeyh bozuntularının çokluğu; Kamu idaresi, adalet ahlâkı, umur-u Devlet ve fazilette zafiyet…
EĞER: En az, dünya Hıristiyanlarının bid’at, hurafe ve muharrefe sarıldıkları kadar; Başta Türk Milleti olmak üzere, bütün Dünya Müslümanları “Arı-duru, halis ve hakiki ve O, Yüce Peygamberin tevazu içinde yaşadığı orijinal İslâm’a sarılıp, sahip çıkmaz; Hakkaniyet, adalet ve hakikatle yaşamazlarsa…” Olacağı budur. 
Unutmayın!.. SİYASET FAZİLET; HÜKÜM HİKMET İLEDİR….      
BAK: https://istihbaratveanaliz.wordpress.com/2016/08/02/kurt-sorunu-dosyasi-mustafa-nevruz-sinaci-vatikanin-kurtleri/

2 Ağustos 2016 Salı

Milletle yüzleşmeye yüzü olmayan "korkaklar, fasıklar, münafıklar ve yalancılar" durumuna düşmek ne kötü!.. Srebrenitsa'da Katliam ve Soykırım, Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı Süleyman DEMİREL ile Başbakan Tansu ÇİLLER’in gözünün içine baka, baka “Türkiye'den ve Türklerden İntikam” çığlıkları atılarak yapıldı.

SREBRENİTSA SOYKIRIMI 21'İNCİ YILINDA
TÜRKİYE HÜKÜMETLERİ İÇİN BÜYÜK UTANÇ VE YÜZ KARASI!..
Srebrenitsa soykırımı 21’inci yılında "insanlık adına" büyük bir utanç, acı, elem ve ıstırapla anılıyor. Sözde "medeni dünya ve demokratik hukuk devletlerinin" gözü önünde vuku bulan, alçakça bir katliam ve insanlık suçu soykırımda yakınlarını kaybedenler yıllar geçmesine rağmen acılarının halâ taze, elem ve ıstıraplarının aynen katliam günündeki gibi olduğunu söylüyorlar.
Avrupa’da, İkinci Dünya Savaşı’nın ardından en büyük insanlık trajedisi olarak kabul edilen ve 8 binden fazla, 10 bine yakın; Masum, müsemma, suçsuz, silâhsız, çaresiz ve korumasız Boşnak (Türk) Müslüman’ın katledildiği Srebrenitsa’daki vahşi soykırımın izleri, aradan geçen 21 yıla rağmen hala belirgin. 21 yıl geçmesine rağmen toplu mezarlardan hala kemikler çıkarılıyor. 2016’da bulunan insan kemikleri yapılan DNA testlerinden sonra 127 kişiye ait olduğu belirlendi. Kimlik tespiti yapılan cenazeler bugün Potoçari Anıt Mezarlığı’nda toprağa verilecek. 127 kişinin ardından kimliği belirlenen soykırım kurbanlarının sayısı 6 bin 504’e yükseldi. Yakınlarının kemiklerinin içinde olduğu tabutlara sarılan aileler acıyı ilk günkü tazeliğiyle yeniden yaşadı.
PEKİ SREBRENİTSA'DA NELER YAŞANDI?
“Çocukları Küçük Kurşunla Öldürürler Değil mi Anne!..”
Fikret Bila bir  köşe yazısında şu şekilde bahsetmiştir: "Sırbistan sınırına 10 km uzaklıkta bir Boşnak (Türk) şehri olan Srebrenica’da yaşayan, adını bilmediğimiz, acı, korku ve çaresizlik içinde, panikle kıvranan masum ve günahsız, saf ve korumasız bir çocuk sormuş bu soruyu annesine. Ardından da, ne yazık ki, 11 Temmuz 1995 tarihinde yapılan alçakça, kalleşçe, kahpece, acımasız, merhametsiz ve olabildiğince korkunç katliamda henüz 4 yaşındayken kancıkça öldürülmüş.” Bir çocuk tarafından söylenmiş bu söz, bu lânetli domuzlar tarafından yapılmış kalleşçe katliamın acısının boyutunu ortaya çıkarıyor değil mi? Onlar için Türkiye, Türk uçakları ve Türk Askeri, sonuna kadar ümitle bekledikleri ve asla ümitlerini kesmedikleri "mutlaka gelip kendilerini kurtaracağından emin oldukları" bir efsane, fazilet abidesi, iyilik ve adalet timsali idi!.. Ama olmadı ve o masumlar inançlarının, ümitlerinin ve tertemiz hayallerinin kurbanı oldular; İlgisiz, alâkasız ve lâkayt kalan Türkiye'nin zaaf ve ataletle, nisyan ile malul dönem yöneticileri yüzünden...
14 YAŞ ÜSTÜ 8372 (gerçek rakam 10.000 civarındadır) BOSNA'LI ERKEK ORMANDA TOPLU OLARAK KATLEDİLDİ 
Birleşmiş Milletler'in güvenli bölge ilan ettiği Srebrenitsa'yı 11 Temmuz 1995'te işgal eden savaş dönemindeki Bosnalı Sırpların askeri lideri Ratko Mladiç komutasındaki birlikler, BM bünyesinde görev yapan Hollandalı birliklere sığınan 14 yaş üstü Boşnak erkekleri, götürdükleri ormanlık alanlarda katlederek Avrupa'nın 2. Dünya Savaşı'ndan sonra yaşadığı en büyük soykırımı gerçekleştirmişti. (Son yılların TÜRK DÜŞMANLIĞI kaynaklı ve ÖÇ ALMA; İNTİKAM VE KATLİAM dayanaklı kalkışması esnasında Türkiye Cumhuriyeti Cumhurbaşkanı: (1993 – 2000) Süleyman DEMİREL., Başbakanı ise: (25 Haziran 1993 – 06 Mart 1996) Tansu ÇİLLER’dir. Bütün çağrılara, bildirim ve yalvarmalara rağmen Süleyman Demirel ve Tansu Çiller ilgisiz, duyarsız ve kayıtsız kaldılar. Oysa BM nezdinde veya doğrudan bir müdahale ile bu soykırım def edilebilirdi…) Toplam 8372 Boşnak erkeğin katledildiği Srebrenitsa'nın acısı aradan 20 yıl geçmesine rağmen dinmedi
SREBRENİTSA'NIN ACISI ARADAN 20 YIL GEÇMESİNE RAĞMEN DİNMEDİ
II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı "Srebrenitsa Katliamı", II. Dünya Savaşı’ndan bu yana Avrupa’da gerçekleşmiş en büyük toplu insan kıyımı olarak kayıtlara geçti. 11 Temmuz 1995 günü General Ratko Mladic komutasındaki Sırplar Birleşmiş Milletler’in koruması altındaki kente hiç zorlanmadan girdi. Sırplar, genç yaşlı demeden Boşnak erkekleri yollarda, dağlarda vahşice öldürdü. Sırp askerler cesetlerin kimlikleri tespit edilmesin diye cesetleri parçalayarak toplu mezarlara gömdü. Hayvanların parçaladığı insan vücudundan organlar ormanın her yerine dağılmıştı Bosnalı fotoğrafçı Tarık Samarah Srebrenitsa Katliamı’nda yaşananları fotoğraflarla tekrar insanlığa hatırlatıyor: “1992-1995 savaşını kuşatma altındaki Saraybosna’da geçirdikten sonra Bosna’nın doğusuna gittim. Saraybosna’da her gün masum sivillerin öldürülmesine tanık olsam da, doğu Bosna dağlarında beni bekleyen görüntülere kesinlikle hazırlıklı değildim.” Tarık Samarah, katliamın diğer insanlara anlatılması gerektiğinin farkına varır: “Hayvanların parçaladığı insan vücudundan organlar ormanın her yerine dağılmıştı. O anda sadece gözlemci olmamam gerektiğini zira böyle bir katliama şahit bir kişinin bilgili ve sorumlu tanık olması gerektiğini anladım.”
YORUM VE KATKI:
Ölenler, "diri göründükleri halde, aslında bedenen, asaleten ve ruhen çürümüş, çökmüş, insaf, insanlık, merhamet ve ahde vefa duygularını yitirmiş kadavralar yüzünden" öldü gitti. 
Geriye; Sevenlerinin her gün tuttukları yas, ta yüreklerinde hissettikleri elem, ıstırap ve acı kaldı;
Nisyan ile malûl ve lânetli mahluklar elinde mahkûm dünya’ya ise yılda bir yarım yamalak hatırlamak; İnsanlığa da 4 yaşında ölümle kucaklaşan bir yavrunun ölmeden önce annesine sorduğu insan olanların yüreğini parçalaması ve her an hatırlanması gereken şu sözleri kaldı:
“Çocukları küçük kurşunla öldürürler değil mi Anne?”
Can alanların, can yakanların; kişisel hırsları uğruna ölümlere sebep olanların; olanlara  üzülmeyenlerin; ders almayanların topunun hak ettikleri sonu bu dünya da yaşamaları dileğiyle.. (Aydoğan Kekevi 12.Temmuz.2016)
***
KATLİAMA GÖZ YUMAN HOLLANDALI ASKERLERE ÖDÜL
(ANKA; 05 Aralık 2006)
Bosna Savaşı’nın en kanlı olayı olan Srebrenica'da 8 bin Boşnak'ın katledilmesine göz yuman Hollandalı askerler (müdahale ederek bu alçaklığı bir şekilde durdurmaları, önlemeleri veya berhava etmeleri mümkün iken; Dönemin Cumhurbaşkanı Ahmet Necdet SEZER (16 Mayıs 2000 – 28 Ağustos 2007) ve Başbakan Recep Tayip ERDOĞAN (14 Mart 2003 – 28 Ağustos 2014) bu vahşet, alçaklık ve Vandallık karşısında sessiz, ilgisiz ve kayıtsız kadılar.,) ödüllendirildi. Sivil halkı korumakla görevlendirilen ancak 8 bin sivilin öldürüldüğü olaylara karşı herhangi bir eylemde bulunmayan Hollandalı askerlere “hizmetlerinden” dolayı devlet nişanı verildi. Hollandalı askerlerin ödül töreninde bir konuşma yapan Hollanda Savunma Bakanı Henk Kamp, Hollandalı askerleri suçlamanın doğru olmadığını savundu. Kamp, Hollandalı askerlerin hem yeterince silâh ve ekipmandan yoksun hem de yetkilerinin yetersiz olduğunu öne sürdü.
NE OLMUŞTU
Srebrenica, Yugoslavya’nın dağılışı sırasında başlayan ve üç yıl süren Bosna Savaşı sırasında Birleşmiş Milletler tarafından “Güvenli Bölge” ilan edilmişti. Bunun üzerine binlerce sivil Boşnak BM tarafından korunmak üzere yanlarındaki az sayıdaki silahı da teslim ederek Hollandalı askerlerin kontrolündeki akü fabrikası bölgesine sığınmıştı. Ancak Sırp Komutan Ratko Mladiç’in emrindeki askerler Srebrenica bölgesini kuşatıp Hollandalı askerlerden BM’ye sığınan sivilleri Sırp askerlerine teslim etmelerini istemişti. Hollandalı askerlerin Boşnakları teslim etmesi üzerine erkeklerle kadınları ayıran Sırp birlikleri 8 bin Boşnak sivili katletmişti.
MLADİÇ HOLLANDALI KOMUTANLA DALGA GEÇMİŞTİ
Kuşatma sırasında Mladiç ile Hollandalı komutan arasında yaşanan konuşmanın görüntüleri daha sonra başka Boşnak televizyonları olmak üzere pek çok ülkede yayınlanmıştı. Görüntülerde Mladiç’in, sigara ikram ettiği Hollandalı komutan sigara ikramı karşısında duraksayınca Sırp generalin Hollandalı karşıtıyla, “Korkma bu içtiğin son sigara olmayacak” şeklinde dalga geçtiği görülüyordu. Bir başka sahnede de Mladiç, askerine kendi dilinde bir şeyler söyleyen Hollandalı komutanı azarlayarak, “Burada iki resmi dil var, Sırpça ve İngilizce. Başka bir dilde konuşamazsın” diyordu. Aynı görüntülerde Hollandalı bir askerin, “Ben bağımsız bir Sırp televizyon kanalından geliyorum, burada neler oluyor” diye sorarak kendisine mikrofon uzatan kameramana, “Burada nelerin olduğunu biliyorsun” şeklinde cevap vermesi dikkat çekmişti. Srebrenica soykırımının yaşanmasının 6 yıl ardında, Hollanda Hükümeti, soykırımda kendilerinin de sorumluluğu olduğunu kabul ederek 2001 yılında istifa etmişti. Sırp Komutan Ratko Mladiç ve Bosnalı Sırp yönetici Radovan Karadziç, Srebrenica soykırımda savaş suçu işledikleri gerekçesiyle halen Uluslararası Savaş Suçları Mahkemesi tarafından aranıyor.
TÜRKİYE’DEKİ BALKAN GÖÇMENLERİ DE TEPKİLİ
Hollanda’nın Srebenica’da görev yapan (köpek domuzlarını) askerlerini ödüllendirmesi (İnsanlık düşmanı, dumura uğramış, dejenere ve deforme hayvan altı yaratıklar tarafından değil) Türkiye’de bir takım, insani, tarihi, insani ve milli değerlerini yaşayan halk arasında tepki çekti. Türkiye’deki Balkan Göçmenleri, internet ve e-mail listeleri üzerinde başlattıkları kampanyalarla bütün üyelerini Hollanda’yı protesto etmeye çağırdı. (Haber: Mustafa Nevruz Sınacı - Kaynak: http://ulusalhaber-zekeriyatumer.blogspot.com.tr/2016/07/srebrenitsada-katliam-ve-soykrm-turkiye.html)

23 Ocak 2016 Cumartesi

SELÂM; HER İNSAN BİR DEVLETTİR “DEVLET İNSAN İÇİN VARDIR”

HER İNSAN BİR DEVLETTİR
“DEVLET İNSAN İÇİN VARDIR”
Mustafa Nevruz SINACI
TBMM ve MİLLET-VEKİLLİĞİ
Türk milletinin kadim medeniyeti, milli kültür ve siyaset biliminde “medeni siyaset” denilen milli siyaset geleneğinin öznesi insan’dır. Buna göre: Evrende var olan her şey insan içindir. Şu hale nazaran, gerçekte her insan; Kâinatın atom’u ve bir “merkez varlık” sıfatıyla “nevi-i şahsına münhasır” devlettir ve kurumsal devlet “bu insan” için vardır. Dolayısıyla, bir takım kötü tohum ürünü, suiniyet sahibi, sureti haktan görünen insanlık düşmanlarının iddia ve iftira ettikleri gibi; Türk-İslâm ortak sentezi ve kadim geleneğinde, kesinlikle devlet değil; Sadece ve yalnızca “İNSAN” kutsaldır.
Medeni siyasette İnsan; Dilediği dine inanmakta ya da inanmamakta serbest, yani lâik ve fakat “suç işleme özgürlüğüne” sahip değildir. Devlet cihazı olarak adlandırılan “hüküm ve hikmet” merciininse tek ve yegâne umdesi adalettir. Adalet, her şeye egemen RAB olan, yüce yaratıcı ALLAH (cc)’ın emir ve yasaklarına aykırı olamaz. Çünkü evrensel adalet ilâhi kanun, kuram, kural ve objektif ilkelerden ibaret olup; Âdetullahtır. Âdetullah ise, Allah'ın kanunu, (kuralı, kaidesi) yaratıcının sünneti anlamı ve önem derecesinde demektir ki, buna da Sünnetullah denir.        
Hakikatte insan, Yüce Yaratıcının Halifesi;
Yani yeryüzündeki vekilidir.
İnsan’ın şahsında, bütün mükevvenat (varlıklar, canlı-cansız her şey, yaratılmışların tamamı) tekevvün (vücut bulan, meydana gelen, şekillenen, var olan) eder. Yani; Hazreti Yunus Emre’nin “yaratılanı seveceksin, yaratandan ötürü” sözü, esaslı bir kuram, Güçlü bir öz’dür; İnsan denilen özne’nin açılımı, anlamı: Özelde ins, ünsiyet, meşveret ve muhabbet; Genelde ufuk ve felsefesidir. Mikro kozmos (küçük evren) bağlamında İnsan; Adalet ahlâkı, fazilet, kavram ve fiilde hak-hukuk üzerine kaimdir. 
Adalet, fazilet, hakkaniyet ve evrensel hukuk’a teslimiyet dâhilinde “ilkeli, namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, soylu ve üretken (yapıcı/yaratıcı/mucit/keşşaf) ” bir hayat sürmeyen mahlûklar “insan” olarak kabul ve telâkki edilemez. Bu nedenle İnsan ve İslâm barış, anlayış ve (evrensel yasaya) teslim kök’ünden gelir. Yani İnsan’ın yaşamı süresince görevi “evrensel adalet ve küresel barış” yasalarına uymak; Doğrudan ve aracısız olarak birey tarafından tayin ve tespit edilen, seçilen hükümetlerin (devletin) görevi:, Hâkim ve hükümran, sorumlu olduğu alanda evrensel adaletin, tam bir eşitlikle uygulanmasını (İnsan hakları, adalet, hukuk, yaşam boyutunda eşitlik ve kalıcı/sürekli barışı) sağlamaktır…
TÜRK SİYASET GELENEĞİ
İşte Türk siyaset geleneği, diğer bir deyişle “medeni ve/veya milli siyaset” bu manâ ve muhtevadan ibarettir. Dolayısıyla, kendine özgü, geleneksel tarihi karakteri, kadim ve orijinal yapısı nedeniyle, Cumhuriyet dönemi itibarıyla buna: Türk İnkılâbı denilmiştir. Türk İnkılâbı: 1700 yılından itibaren giderek yozlaşan, çürüyen, dejenere edilen; Türk-İslâm kültürü, siyaset ahlâkı ve medeniyetini önce durduran, duraklatan, müteakiben 200 yılda çökerten menfur bir süreci durduran, soylu bir “öze dönüş” (aslına rücu) hareketidir. (sistemde ‘devrim’ sözcüğü yoktur.) Umarım; Hakikatten gafil, açılım, sulta, cunta, dikta, vesayet gibi güdüm heveslileri bu hakikatleri dikkatle okur ve doğru algılarlar!…
TÜRK İNKİLABININ YÖNETİM İLKELERİ:
01- Türk milletinin idare şekli “kuvvetler birliği” esasına dayanır. Egemenlik birdir ve kayıtsız şartsız milletindir. Büyük Millet Meclisi, Türk milleti adına egemenlik hakkını kullanır. Yasama ve yürütme yetkisi TBMM’nde toplanır. Meclis yasama yetkisini bizzat kullanır. Yürütme yetkisini kendi arasından seçeceği Cumhurbaşkanı ile onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu’na bırakır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri tarafsız, mutlak adaletli ve bağımsızdır. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1935-Ulus Gazetesi)
02- Efendiler, uzmanlarca bilinen bir gerçektir ki, kanun koyucular (Milletvekilleri) bir takım seçkin özelliklere sahip olmak mecburiyetindedirler. O özelliklerden birincisi şudur: “Kanun teklif eden, kanun yapan, kanun koyan bir insan, insanlığın bütün hislerini, bütün ihtiraslarını herkesten daha çok anlamalı ve bilmelidir. Fakat nefsini herkesten fazla ve tamamen, bütün kapsamı ile bunlardan korumak kudret ve kabiliyetine sahip olmalıdır.” Bu seçkin özelliğe sahip olmayan insanlar, toplum için kanun yapmak (vekil olmak) hak ve yetkisinden men edilir. Çünkü Kanunlar hislere dayanarak ve uyularak yapılamaz. (1921-Söylev ve Demeçler, Cilt: 1 Sayfa: 193 + Atatürk’ü Anlamak, Behzat Şaşal, Anayurt-2004)
03- Milletvekili sıfatıyla vazife, salâhiyet ve sorumluluk mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın geçen tecrübelerden de yararlanarak vazifelerini eksiksiz yapacaklarını ve özellikle:, “Milletvekilliği’nin, her tür düşünceden daha önemli, haysiyetli ve şerefli (vicdanı hür, irfanı hür ve nevi-i şahsına özgür) bir millet vekâleti” olduğunu ve bunun, resmi ve özel hayatta bile birçok manevi (sorumlulukları) ve belirli külfetleri bulunduğunu göz önünden uzak tutmayacaklarını kuvvetle ümit ederim. (1927-Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Mustafa Kemal Atatürk, TİTE-Yay. Nimet Arsan)
04- İçinizde memleketi ve milleti en çok seven, aklına, ilmine, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz; Namuslu ve dürüst insanları (milletvekili) seçiniz. Bu sayede Meclis sizin arzularınızı yapmaya, lâyık olduğunuz refahı sağlama gücüne sahip olacaktır., Açık ve sağlıklı düşünmek, açık (saydam/şeffaf) ve tutarlı hareket etmek, bu suretle Türk’ün yüksek siyasi müessesesi, Cumhuriyeti yükseltmek... Bu görüşleri tartışanlar, asla, birbirine karşı değillerdir. Önemli olan bu görüşlerin başarılı olmasıdır. Milletin, hatalardan korunması için tek sağlıklı çözüm: Düşünce ve yaptığı işleriyle milletin güvenini kazanmış, siyasi bir partinin seçimde millete yol göstermesidir. (1927-Nutuk, Cilt: 2-1960)
05- İrade ve egemenlik milletin tümüne aittir. Demokrasi, milli egemenlik prensibinin esasıdır. Gerçekte, idare edenler “millet adına” egemenlik kullanırlar. O halde, devlette idare edenler demokrat olmalıdır. Hükümet prensibi de, adalet sevgisini ve ahlâk fikrini gerektirir. Zira Cumhuriyet ve Demokrasi memleket aşkıdır. Millet aşkıdır. Aynı zamanda, babalık ve Analıktır. Hükümetlerin öncelikli görevi: Kişisel hürriyetlerin sağlanması, adalet ve barışın sürekli kılınmasıdır. (M. Kemal Atatürk)
06- Devlet adamı gelecek kuşakları düşünen (yüksek ahlâk, ilim, adalet, basiret ve beka sahibi) kişidir. Politikacı ise; Gelecek seçimleri düşünen (hırs ve ihtirasına zebun) kişi olarak tarif edilir. (Uğur, İsmet İnönü, s. 9-10)
07- “…bu yazılmamış olan ve milletin şuurunda yaşayan (evrensel adalet, milli kültür, medeni siyaset ve küresel barışa dair) kanunlara riayet etmeyen her meclis, her müessese ve her örgüt, nihayet dayandığı kanunların kendilerini müdafaa etmediğini görmeye mahkûm oluyorlar, olacaktır…” (Uğur, İsmet İnönü, s. 31-32)
08- Bir kanun kabul edilirken her birimiz şu veya bu fikirde bulunabilir, mücadele ederiz. O idareden sonra iktidarlar da değişir. Onu yapmış olanlar gider, biz geliriz, başkası gelir. Her mesuliyet alan adam, ondan evvelki hükümetin çıkardığı kanuna güvenerek işini, sermayesini getirmiş olanların, kendilerine kanunla temin ettirilmiş olan bütün haklardan endişe etmeksizin istifade etmeleri şarttır. Petrol kanunu mevcuttur. Mevcut olduğu gibi tatbik edilecektir. Yabancı sermaye ile kim memleketimize gelmişse emniyettedir. (Mehmet Turgut, Siyasetten Sahneler, B.Yay-1991 s.61)
09- Türkiye Büyük Millet Meclisi kürsüsü mübalâatsızlığa (saygısızlığa) asla gelmez. Ben bu kürsüye her çıkışımda onun mehabetini (yüceliğini), Meclisin büyüklüğünü ve ehemniyetini duyarım. (Bilsel, İsmet İnönü: Büyük Devlet Reisi, s.ıv) “Vekillerin de, reis-i devletin de, herkesin de harekâtı, hattâ vaatları, hattâ retleri kanun, vazife, ahlâk kuyuduyla (kaydıyla, sınırları ile) çerçevelidir.” (İsmet İnönü’nün TBMM’ de Konuşmaları, 1920-1938, s.279) “Hürriyet, fakat anarşi değil, disiplin, fakat cebir değildi ve Meclis görüşmelerinde söz alanlar bu ilkeye özen göstermeliydiler. (Asım Us’un Hatıra Notları: 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İsmet İnönü Devirlerine Ait Seçme Fıkralar, s.331)
10- Meclisin, müzakerelerinde özgürlükle (kürsü masuniyeti ile sınırlı) sorumluluk arasında bir denge kurulmalıdır. Müzakerelerde, anarşiye gitmeyecek surette serbesti, cebre gitmeyecek surette disiplin olması gerekir. (Asım Us, Hatıra Notları, 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İnönü Dönemine Ait Seçme Fıkralar, s.331) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin irşadından (öğreteceklerinden) istifade etmeli, hele onun salahiyetine çok dikkat ve riayet etmelidir. (İsmet İnönü’nün TBMM Konuşmaları, 1939 -1960, s. 124) Ordu ile millet arasında yakın duyguların beslenmesinde en tesirli örnek, TBMM ve üyelerinin davranışlarıdır. Meclisimizin orduya karşı tutumlarında büyük bir ilerleme olduğunu sevinçle kaydedebiliriz. (1960 sonrası) Geçmiş fırtınaların yanlış tefsirleri önemli ölçüde unutulmaktadır. Ordunun şerefini korumakta dikkatli olmak, ordu için en besleyici gıdadır. Buna karşı ordudan, millet savunmasında ödevinin ehliyetlisi olmak, milletin istediği tek karşılıktır. (İsmet İnönü., TBMM Konuşmaları, 1961-1973, s. 806-807) “... Ordu temizdir, ordu hiçbir vesile ile memleketine zarar getirecek bir harekete vasıta kılınamaz. Türk ordusunun geleneği budur. Bunu daima ispatlamıştır. Türk ordusunun, milletin istemediği bir harekette bir sergüzeştçinin peşinde gittiğini kimse görmemiştir. (Age., s. 428)
KISSA’DAN HİSSE:
Bu kurallar, Cumhuriyet’i taşıyan; demokrasi, adalet, insan hakları ve hukuku ebed-müddet kılan ilk’ler; Temeller ve binlerce yıllık devlet geleneğimizin miyarı (ölçüsü, kriteri) ve çimentolarıdır. Milletin Vekilleri & tüm yetki ve sorumluluk sahipleri; Devleti İdareye lâyık, halkın itimadına mazhar; Kıdem, ehliyet ve liyakat sahibi, “namuslu, dürüst, üretken, ilkeli, adil, onurlu ve sorumlu” olmak zorundadırlar. Yukarıdaki ilkeler devlette yürürlükte, hükümette hâkim ve hükümran değilse!.. "Şark kurnazlığı, dönme ve devşirmelerin Bizans oyunları ile kifayetsiz muhteris bedhahların icraya çöreklenmiş ve siyaset fazilet olmaktan çıkmış demektir." Böyle bir şeamette Meclis tefessüh etmiş (çürümüş / bozulmuş / yozlaşmış); hükümetler acze düşmüş; demokrasi dumura uğramış; Yargı, adalet, hukuk, emnniyet / güvenlik ve denetim ‘tarafsızlık ve bağımsızlığını” yitirmiş demektir!.