31 Temmuz 2010 Cumartesi

NİSYAN İLE MALUL OLMA UTANCI
Mustafa Nevruz SINACI
Türk Milleti olarak, Anadolu’da 1000 yıl değil; 17 bin yıldır varız.
Varlığımız, Nuh tufanından sonra yaratılan yeni nesil ile birlikte, Ağrı dağı eteklerinde başlar. Bu dönem tam da Anadolu’nun nihai şekillenme, boğazların oluşma ve Kıbrıs’ın ana kaya (Anadolu) kütlesinden kopma ve bugünkü yerine doğru ilerlemesine başlama evresidir.
Hazreti Nuh’un üç oğlundan (Hami, Sami, Yusuf) biri olan Yusuf’un (Yasef değil) evlât ve ahfadı (torunları, nesli, soyu) olarak Orta Asya’ya da Anadolu’dan gitmişiz. (Hâdis-i Kutsi’de: Yüce Allah buyurdu ki, “Benim bir ordum var. Onlara Türk adını verdim ve doğuya yerleştirdim. Onları âleme düzen ve adalet sağlamaya memur kıldım; Divan-ı Lügat-it Türk, Sayfa 292, İstanbul 1333) Bu anlamda Türk; Yeryüzünde adalet, huzur, hukuk, refah ve saadet iklimini kurmak, korumak ve İbn-i Haldun ile İbn-i Battuta’nın dediği gibi ‘medeni siyaset’ vasıtası ile bu rejimi geliştirmekle görevli bir millet olup;
"Muhterem milletime şunu tavsiye ederim ki; sinesinde yetiştirerek başının üstüne kadar çıkaracağı adamların; kanındaki, vicdanındaki öz cevheri, çok iyi incelemek, bilmek ve ona göre davranmak dikkatinden, bir an dahi vazgeçmesin!" (Mustafa Kemal Atatürk)
Bil ki, Türk İnsanı “altın değerinde” nadirden bir cevherdir. Işığa tut bak; içinde Ata-Türk, namuskârlık, doğruluk/dürüstlük, diğerkâmlık/sencillik, adalet ahlâkı, bilgelik/dindarlık ve olgunluk, onur-erdem, ilke yoksa!, kesinlikle ve mutlaka sahtedir. (2002, M. N. SINACI)
Veciz söylemlerinin sebep-i hikmeti budur.
Bunların hepsi aydınlandı, açıklandı ve bilindi. Rahmetli Mustafa Kemal Atatürk, konuyu çok iyi bilenlerdendi. ‘Türk Tarih Tezi’nde’, batılı tarihçilerin, özellikle Türk’lerin tarihi ile ilgili yalan, yanlış ve iftiralarını alenen ortaya koydu ve açıkladı. Ayrıca, “Güneş Dil Teorisi”nde, Türk dili’nin bütün dillerin anası, özü ve ilmi kaynağı olduğunu, kuvvetli karine ve gerekçelerle ileri sürdü. Bir Osmanlı Paşası, aileden dindar ve münevver, yüksek şahsiyet, haysiyet ve karakter sahibi olması nedeniyle; Cumhuriyet ve Türk İnkılâbının temellerini ilim, irfan, şan-şeref, iman ve aksiyon üzerine kurdu, namuskârlı ve erdemle yoğurdu.
Bu nedenle; Gaflet, hıyanet ve dalalet ehlinin bir türlü idrak edemediği Atatürkçülük ve/veya Kemalizm; her şeyden önce ve mutlaka tam dürüstlük, adalet güneşini ihya, evrensel hukuk, Müslümanlık (dindarlık, lâik demokrasi, bağımsızlık) barış ve vatanseverlik üzerine kuruludur. Adına “Atatürk/Türk Milliyetçiliği” denilen kavram da, gerçekte budur!..
DAHİLİ VE HARİCİ BEDHAHLAR DEVREDE
Türk İnkılâbı, ulus’un aydınlık-berrak, şerefli-şanlı “medar-ı iftihar” tarihinden hız ve ilham alarak ve insanlık düşmanı emperyalizm zulmüne maruz milletlere örnek/önder olarak ilerlemesini sürdürürken; Atatürk sinsice ve kalleşçe öldürüldü. (Bak: Ogün Deli, Agoni) Özde, Türk düşmanlığından çok; İnsanlık, medeniyet, adalet ve hukuk düşmanlığı anlamı taşıyan bu menfur teşebbüsün faili ve iğrenç mimarları; Uluslar arası Yahudi tarikatı üyesi masonlardır.
Nitekim 1938 tarihli karşıdevrim ve 27 Mayıs ihanetinin faillerinin ekseriyeti mason, misyoner, dönme, devşirme, koza ve kriptodur. Şimdilerde “Kürt Meselesi” kisvesi ardında, Türk, Türkiye düşmanlığı, Rum-Ermeni-Yahudi uşaklığı ve din tüccarlığı yapanlar gibi!..
Sonra ne oldu? 10 Kasım 1938 günü saat 9’u beş geçe 1923 TC’sini yerle yeksan eden ‘karşıdevrimin’ ayak sesleri duyuldu. Hemen ertesi gün, kara bir kâbus gibi ülkenin tepesine çökerek, derhal, bu neviden tarihi önem/değer ve derinliği olan bilgi/belgeler kaldırılıp çöpe atıldı. Türk Tarih Tezi ve Güneş Dil Teorisi’ni ise, gerçek dışı ve hayal mahsulü ilân ederek; Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbını, hiç yaşanmamış gibi hafızalardan silme/kazıma ve beyin yıkama operasyonlarına kalkıştılar. (Bak: Gizlenen Rejim Kemalizm, Tayyip Yelen)
İşte bu, gaflet ve ihanetle malul dönme-devşirme zihniyet; Türk’ler Anadolu’da 1000 yıl’dır var diyor. Yetmiyor; ‘Türkler Anadolu’ya 1071’de geldi’ tarz yalan ve iftira yazıyorlar.
Menfur maksat: Ütopik İyonya (yunan imparatorluğu) için yatırım. Yani; Anadolu’nun Ermeni, Rum/Yunan ve Yahudi arasında taksimini öngören kalleş plan!. Yani: Devrimcilik!..
ANALİTİK YAKLAŞIMLAR VE GÜNCEL
Yani, bu topraklarda, ‘Anayurt Anadolu’da geçen 17 bin yılımızı ‘Milli hafıza’mızda canlandırır; Ceddimizin son “Osmanlı” Devletini 624 ve Türkiye Cumhuriyetini 91 yıl olarak varsayıp; Bu coğrafyada geçen ömrü hayatımızın tamamını 17 yıl yerine kaimcesine bir hesap yapacak olursak, İstiklâl Savaşı’ndan günümüze geçen süre üç hafta gibi gelir.
Türkiye Cumhuriyeti’nin gerçek başlangıcını 23 Nisan 1920 kabul ettiğimiz takdirde 624 yıllık Osmanlı’nın henüz 1/7’sine bile ulaşamadığımız görülür. Kaldı ki, bu hesaba göre; İstiklâl Harbinden bu yana geçtiği sanılan süre olabildiğince kısadır. Öyle kısa ki, daha Süvari alayının nal sesleri, arkalarında kalkan toz bulutları dağılmadı.
Karayılan, Şahinbey ve Dikmen sırtlarında bekleyen Seymenler daha ölmedi. Bekir ağa bölüğünde yatan vatanseverler henüz tahliye olmadı. Düşmanı tuz ve ekmekle karşılayan hainler, daha evlerine dönmediler!. Köşe bucak sinerek, saklanarak, din-dil değiştirerek, bin bir surat ve şekle bürünüp pusuda bekleyerek; Türk Milleti’ne hain tuzaklar kurmakla iştigal etmekteler. Aslında her şey dün gibi, dün bugün gibi..
Su uyur, düşman uyumazmış; uyumadılar işte..
İşbirlikçi mütegallibe hükümeti uyumadı; Anzavur Ahmet’i, Delibaş’ı, Şeyh Said’i,
Sait Molla’sı ve Damat Ferit Paşa’sı hiç uyumadılar.. Bakın işte, bir gün önce Hınçak’ın elinden düşen bayrağı, önce ASALA’ya sundular. Onlarca masum ve müsemma, korumasız diplomatımızın kalleşçe kanını döktüler. Katliamlar soy kırımlar birbirini izledi. Sonra, terör güruhunu Asala ile birleştirip, kirli-kanlı ellerine bayrağı verdi dönmeler, devşirmeler, kozalar ve kriptolar.. Bu defa ihanetin kod adı “Kürt sorunu” oldu. Süfli suçtan mütevellit Ümraniye soruşturmasının adını “Ergenekon” olarak adlandırma küstahlığında bulundular. Sonra yaş’la kuru’yu yan yana koyup, sapla samanı birbirine karıştırarak; Aslanı çar-çakala, kediyi fareye boğdurup, mertliği, adaleti, hukuk ve ahlâkı iyice bozdular. Nice namuslu, dürüst, civan yiğit vatanseverleri, “ihanet şebekesi kaçkını, müfteri-yalancı, iğrenç gizli tanıklar” ve sahte ihbar mektupları kullanarak tuzağa düşürmeleri karşısında tuz koktu, adalet ahlâkı çöktü, ak’la kara birbirine karıştı!... Nihayetinde, Atatürk’ün “Hak’a Tapanlara” emanet ettiği bütün cephe ve tepeler mütegallibe hükümeti’nin eline geçti.
Durum tespiti önemli, 2. Kurtuluş Savaşı’nın zilleri neredeyse çaldı çalacak. Yeniden “Milli Mücadele” başladı başlayacak!.. Mustafa Kemâl’in 5 vakit namaz kılan ‘namuskâr-dürüst, şerefli ve şanlı’ Kahraman Askerlerine ve sine-i millet tarafından milli kongre namına seçilip gönderilen; damarlarında asil kan ile kaim timsali fazilet üyelerine selam olsun!. Gün boyu menfur işgal unsurlarına ait telgraflar okunuyor haber bültenlerinde.. Kalenin burcunda düşman bayrağı sallanıyor diye cuma namazının kılınamayacağını söyleyen vatanseverlerin evlatlarına soruyoruz: Hani!.. Neredesiniz? Ve neredeler?..
Türkiye’nin imamı, bir düşman plânı olan BOP eş başkanı olduğunu söylüyorsa onun arkasında namaz kılınır mı? Kıldığınız namaz kabul olur mu? Açılım adına işlenen şu ihanete bakınız: AKP'li bölücüler iyice azıttılar. Açılımı tırmandırıyorlar. AKP Adıyaman belediyesi, Silvan karakoluna saldırırken öldürülen ‘terörist leşi’ için resmi plakalı, belediyeye ait cenaze arabasını tahsis etti. Bununla da kalmadı. Aracın önüne, üzerinde “PKK–APO İNTİKAM” yazılı afiş asıldı. Üzerine, teröristin örgüt bayrağı önünde çekilmiş fotoğrafı konuldu. Ayrıca, çerçeveli bir fotoğrafı da, içerden ön cama yerleştirildi. Önde başka bir eşkıya resmi ile ‘daimi görevli hizmet aracı’ yazılı bir plaka da var. Bölücüler, resmi devlet arabasıyla böyle gövde gösterisi yaptılar. ‘dişe diş intikam’ diye bağırıştılar. Karşı çıkan olmadı. Devlet orada yoktu. Açılım ile şımaran eşkıya istediği gibi at koşturuyor. Şimdi İçişleri Bakanı, AKP'li Belediye Başkanı N. Büyükaslan için takibat mı yapacak, yoksa ihanete ortak mı olacak, göreceğiz.”
İşte ihanet vaziyeti! Nisyan ile malul utanç verici halet! Devlet hak/hukuk dairesinde hâkim olamazsa, misilleme ve meşru müdafaa haktır. Hükümet; adalet güneşi gibi tüm halkın üstüne doğmaz ve “adaletle hükmetmezse eğer” İyice bilinsin ki; öfke kine, kin kutsal isyana dönebilir!.. Bundan hiç kimsenin kuşkusu olmasın.
(*) Kaynak: Sözcü gazetesi, 11.07.2010
MEĞER ÜLKE BÜYÜMÜŞ,
HALKIN BUNDAN HABERİ YOK!..
Mustafa Nevruz SINACI

Hani Temmuz ayı başında, (dünyanın en pahalı) elektrik fiyatında indirime gidilecekti, bundan böyle de yılbaşına kadar bir daha zam yapılmayacaktı! Rab’in izniyle şartlar, vaatler doğrultusunda gelişti. Mucize kabili yağmurlar yağdı. Hattâ mucize biraz abartılı gerçekleşti. Dere, nehir ve barajlar taştı, insanlar sellere, sulara kapıldı boğuldu. Elektrik üretimi patladı. İhtiyaç fazlası ortaya çıktı. Ama “indirim” yapılmadı.
Başta ilgili bakan olmak üzere “rical-i hükümet” yalancı çıktı..
Hem de, Yüce Yaratıcı, rahmet kapılarını açtığı ve millete yardım elini uzattığı halde!
Bir de, Mayıs ayından itibaren “emekliye bir ek maaş” söylentisi yayıldı...
Sonra, konunun en etkili ve yetkilisi; “Doğru, bankalarla görüşüyoruz. Emeklinin 13. maaşı olacak. Promosyon, yakında müjde vereceğiz inşallah” açıklamasını yaptı. Anayasa mahkemesinin “emekliler günü” kâbusundan sonra garibanlar buna ümit bağladı. Tıpkı elektrik meselesindeki gibi, milyonlarcası tekrar bir sevindirik sendromuna girdi. Şüphe ve tereddütle beklendiği gibi bu kaygılı “sevinç sendromu” fazla uzun sürmedi. 3 Temmuz günü neticenin hayal-i sukut ve hüsran olduğu resmen açıklandı.
En yetkili gişi tarafından “yalan çıkan” vaat konusunda bankalar suçlandı.
Oysa ta başından belliydi, bunun müthiş bir ironi ve kuyruklu yalan olduğu!...
Zaten bu aralar “yalancılık” ithamı, devletin tepesinde fink atmakta.
Adına “lider” denilen, baron ve patron rolü kesen politik-ACI’ların tamamı birbirini yalancılık, müfterilik, bir kısmı daha ileri giderek bazılarını “vatana ihanetle” suçluyor. Kavga tepede cereyan edince, aşağıda hukuk dâhil her şey ve herkes sus pus! Meseleyi toparlayalım:
Kim ne derse desin, gerçekte değişen bir şey yok. Ortaya çıkan fotoğraf aynı... İktisadi hayatın temel girdileri, ana fiyat belirleyicileri ve hayatın en yaşamsal tüketim unsurları olan elektrik, su, akaryakıt, doğalgaz hâlâ fiyatta fahiş ve dünyada birinci.. Başta Recebin maliye bakanı olmak üzere, hükümet iktisat-idare ve maliye konularında olabildiğince başarısız…
Öyle ki; “dünyanın en pahalısı” yüzkarası utanç ve hicabına şimdi; peynir/zeytin/süt, nihayet et ve et ürünleri de katıldı.
Diğer taraftan bir büyük yalan: Türkiye % 11.7 büyüdü!..
Yurdum insanı küçüldükçe küçüldü. (1)
“Oysa dün televizyonlar ‘büyüme’ müjdesi verdiler Yüzde 11.7!...
Ben ekonomiden pek anlamam. Ama bu büyümenin iyi bir şey olduğunu biliyoruz. Onun için zaten (reel fiyat artışları hesaba katıldığında) yedi yılda sofralardaki: Ekmekler yüzde 60; Et yüzde 80; Pirinç yüzde 100; Arabalarda benzin depoları yüzde 400; Doğalgaz yüzde 250 küçüldü. Ama TC büyüdü. Kredi kartını ödeyemeyenler ordusundan 70 bini o kadar küçüldü ki, mahkeme icra onları asla bulamıyor; 7.172.983 işçi, esnaf, çiftçi yoksulluk sınırının altında; Son 1 yılda tam 1 milyon kişiye haciz gitti. Büyümenin en sağlıklı göstergesi istihdamdır. İşsizlik kentlerde % 15.5 ve son bir buçuk yılda 2.592.000 çalışan işini kaybetti...
Ama Türkiye yüzde 11.7 büyüdü, müjde! (Danimarka-Hollanda’da işsizlik yüzde 3.5, 4. Ama asla bizim kadar büyüyemediler) O zaman ülke büyüdü, memleketin haberi yok...
Ya da; millet zenginleştiğinde, vatandaşın bunun farkında olmayışı gibi”
Bu ara 5 Temmuz 2010 günü enflâsyon rakamları açıklandı.
İşçi, memur, emekli ve Bağ-Kur’luya “maaş zammı” döneminde her ne hikmetse (hikmeti sual olunamaz) enflâsyon % 0.56 geriledi!.. Olacak şey değil, ama oldu!..
Tatlı “büyüme” ve acı gerçekle yüzleşme: (2)
“Millet açlık, sefalet içinde, milyonlarca işsiz, ekonomi çökmüş, üretim durmuş, esnaf kepenk kapatıyor, köylü üretemez hale gelmiş, her gün bölücü teröre şehitler veriyoruz. Ne gam! Çankaya sakini, koluna 220 bin (yani eski parayla 220 milyar) liralık saat almış. Hem de dünyada sadece 200 adet üretilen Montblanc marka saatten birini!.. Rotap Saatçilik ve Kuyumculuğun patronu Mehmet Ali Bal, 110 bin Euro'luk saatlerden bir tanesini Cumhurbaşkanı Abdullah Gül'ün satın aldığını söyledi.”
İşte din tüccarlarının gerçek yüzü! Lüks, safahat, görgüsüzlük ve israf! Bu muhterem Müslüman hanımlarının parmağında 65 milyarlık yüzükler; Recep’in sırtında 40 bin dolarlık takım elbiseler, oğullara gemicikler, Kısıklıda havuzlu villalar…
İşte bu, ülkemizin “büyüme”yi borçlu olduğu “mutlu, Müslüman azınlık”!...
ENFLASYON “NASIL” GERİLEMİŞ OLABİLİR?..
Lütfen dikkat buyurun!
“22 ayar altın’ın gramı Temmuz 2009 da 44 TL, 5 Temmuz 2010 da ise 61 TL’dir.
(61-44=17:44=38) Altının değeri tamı tamına % 38 artmış. Sözün kısası Temmuz 2010’dan bu yana altın fiyatlarında % 38 artış var. Tüketimi zorunlu bazı kalemlerde fiyat artış oranları tam fecaet. Enflâsyon hesabında mutlak baz alınması gereken “zorunlu ve hayati” ihtiyaçların bir kısmında bu oran % yüzleri dahi geçmektedir.
Şimdi haberdeki Hükümet enflasyonuna bir bakalım. Haziran ayı verilerinden sonra yıllık enflasyon TÜFE'de % 8,37, ÜFE'de % 7,64!.. yılın ilk 6 aylık dönemi TÜFE: 3.58., Bu müthiş bir çelişkidir. Böyle rezillik olamaz!.. Hükümet böyle gülünç rakamlar açıklayıp, buna göre maaş/ücret artışı yapamaz.
Adalet, hukuk ve hakkaniyet gereği olan “seyyanen/herkese eşit” zam yerine; Haksız, hukuksuz, insani norm, değer ve kriterlere aykırı yüzdeli sistemle ve yukarda açıklanan sanal (ısmarlama) enflâsyon oranlarına göre maaş/ücret artışı yapılması tam bir suiistimal ve görevi kötüye kullanma sucudur. Apaçık yolsuzluktur. Eğer hükümet (gerçekten adalet ve faziletle hükmeden bir) hükümet ise bunu yapanları görevden almalı ve müsebbiplere mahkeme yolu gösterilmelidir. Ama bu böyle olmayacak. Çünkü uzmanlarımıza bu enflasyon rakamlarını açıklatan hükümet olsa gerektir. Maksat memurun zammını az tutmak, tüyü bitmemiş yetim, fakir, fukara ve garip-gurabanın ekmeğini küçültmek, Türk milletini güçsüz-onursuz, zayıf, aç ve namerde muhtaç duruma düşürmektir.
Bütün bu veriler, ülkemizde “adalet, hukuk ve hakkaniyet” olmadığının;
Devletin iyi (adalet ve faziletle, hak ve hukuk karinesine uygun) idare edilmediğinin;
Ayrıca ve özellikle; Sorunlara objektif, reel ve kalıcı çözümler bulunmak/uygulanmak istenilmediğinin apaçık göstergesidir. Ki, bu durum, cari hükümetin, milleti “devlet umuru, onur ve ümranı” dâhilinde “milli birlik, beraberlik ve kardeşlik ruhu içinde” değil; Başta AB ve ABD olmak üzere; Velev ki, bunlar ve benzer menfur Türk/Türkiye düşmanlarının istek, manipülâsyon ve dayatmaları doğrultusunda idare-i maslahat ettikleri akla gelir!..
BAŞTA TERÖR OLMAK ÜZERE;
BAZI ACİL VE GÜNCEL SORUNLARI ÇÖZMEK İÇİN
Örnek: 1, Eğer, anarşi, terör ve tedhiş denilen organize sistemi ve bir ucu mecliste, hükümet içinde yuvalı belâyı yok etmek istiyorsanız, öncelikle kaçak et, akaryakıt ve sigaraya dur deyin. 35 kuruşluk benzini 3.5 liraya, 1 liralık sigarayı 5 liraya satmayın. % 67’lere varan kayıt ve kapsam dışılık sıkı bir mali takip/disiplinle kapatılıp sıfırlanır. Kamu maliyesi buna memur ve mecburdur. Aksi takdirde devlet, halk düşmanı unsurların tasallutunda demektir.
Örnek: 2, Terörle müzakere, mücadele yolu değildir. İmralı derhal tecrit edilmelidir.
Örnek: 3, Güney, güney doğu ve bir kısım doğunun kronik ve acil sorunu; Uhdesinde bütün imkân ve kaynakları toplamış, bir yandan devleti, diğer yandan kendi öz çocukları dahil yerel haklı soyup-soğana çeviren “AĞALIK” Atatürk sürekli emrettiği halde, İsmet tarafından hainliğine sürekli ötelenen ve ertelenen “TOPRAK REFORMU” ile salt Taşeronluktan dolayı üstüne gidilmek yerine korunan, kollanan ve bilumum pis işlerde kullanılan ANARŞİ’dir.
Örnek: 4, Gerçekte açılım, milli birlik/kardeşlik projesi vs, hepsi bir kamuflaj, hile ve aldatmaca. Çünkü bunların hiçbirisi milletin arzu, acil ihtiyaç ve beklentisi falan değildir.
Millet sadece.“Namuslu-dürüst ve sorumlu” bir hükümete ve adalete muhtaçtır.
(1) Bekir Coşkun 01.07. 2010, (2) Yusuf Tüner [oybirliği] 03.07.2010
'PARALİZE TOPLUM' NE DEMEK ...???....
Mustafa Nevruz SINACI
Önce, toplumsal anlamda “paralize olmak ne demek” onu bilmek gerek.
Sosyolojik tanım şu: “toplumsal felç. İnisiyatif kullanamayacak ve kıpırdayamayacak duruma düşmek. Dumura uğramak, abandone ve ambale olmak, bireylerin kendi öz iradelerini kullanamayacak tarzda kilitlenip kalmaları. Sistematik düşmanca telkin, baskı ve tehditler ile birbirini izleyen ihanet, hainlik veya ani travma olayları karşısında toplumun kriz, bunalım ve buhran yaşaması hali”
Şimdi Türk milletinin haleti ruhiyesi budur. ‘Ulusu Yozlaştırma ve Ayrıştırma Projesi’ ile ‘Milli Rejim Kemalizm ve Cumhuriyet’ isimli makalelerimde açıkladığım üzere; Aslında bu gidişat çok önceden belirlenmişti! Daha 100 yıl önceden, bugün hedeflenmişti!
Yıl 1912. Amerikan başkanı Woodrow Wilson, Türkiye'yi paramparça eden ünlü 'Wilson ilkeleri'ne adını veren kişi. Türkiye sınırları içine bir Kürdistan ve bir Ermenistan haritaları çizen ABD Başkanı.. Bakın ne diyor: ''Amerikan kapitalizminin temel hedefi, zayıf ülkelerin hammaddelerini ve ulusal pazarlarını açık birer kapı olarak tutmaktır. Bunun için diplomasi ve gerekirse zor kullanılmalıdır...''
Türkiye Dışişleri Bakanı, işte bu Wilson'ın adıyla anılan ödüle layık görüldü...
Peki; Wilson'ın 100 yıl önceki planı neydi? Petrol coğrafyasına bir Kürt ve bir Ermeni Devleti oturtmak.. O zaman ince ince hesapladıkları, Türkiye'yi bölme ve yutma hayalleri gerçekleşmedi. Kuyruklarını ardlarına kıstırıp, bir daha gelmek üzere gittiler.. Türkler inanılmaz şartlarda yaptıkları savaştan galip çıktılar. Yedi Düvel; buna ağızları köpürerek, 'Türk Mucizesi' dediler.. Ardından yepyeni bir ülke kuruldu.
Türkler ulusal kaynaklarına sahip çıkıyorlardı. Ardı ardına fabrikalar açtılar. Uçaklar, Arabalar yaptılar. Madenlerini işlemeye başladılar, Petrol aradılar.. Tarıma yol verdiler, yeni bir yurttaşlık bilinci yarattılar. Ama içerde işi bozulanlar vardı. Onlar kullanıma hazırdı.. Kürt Sait isyanı; Lozan'da Musul meselesi masadayken... Dersim İsyanı, bir ihanet furyası olarak, Hatay için mücadele verilirken tezgâhlandı!.. Batıya hayran, ayran budalaları! 1930'lardan itibaren koyun postlarına bürünmüş 'uzmanlar' genç cumhuriyeti ziyaret etmeye başladı..
Her şey yeniden kurulurken, maskeli sırtlanlar Ankara'da boy gösterdi..
Tanzimat kafalı Batıya ayran budalası gibi hayran 'aydınlar', yabancı emeller için uygun arazi şartları sağladı. 1938'de milletin önderi öldü, geride kalanlar hemen Batı'ya koştu! İngiliz ve Fransızlarla üçlü anlaşma imzalandığında, Gazi Paşa'nın ölümünün üzerinden 5 ay geçmemişti. Gazi Paşa'yı 'anlamayıp, sadece inananlar', asıllarına rücu ettiler!
İkinci Paylaşım Savaşı'na kadar 'ecnebi uzmanlar', yurdun tüm açık yaralarına dair raporlarını hazırladılar. 2. Dünya Savaşı ile bir süre ara verdiler. Yalta'da yeni bir düzen kuruldu, artık Avrupa'nın mührünü Amerika aldı. Savaşın sonunda; 'yeni dünya' sırtlanları, İsmet İnönü'yü bir sömürge anlaşmasına daha razı ettiler. Marshall yardımı çerçevesinde imzalanan anlaşma, Kurtuluştan 24 yıl sonra Türkiye'yi esir etti. Önce Dünya Bankası ve İMF denetimine girdik. Sonra NATO, bedeli Kore'de kanla ödendi. Üstelik, 'Canım Amerika!' diye şarkılar söyledik! Hollywood filmleri seyrettik; Dean Martin, Frank Sinatra dinledik..
1956'da, küresel elitin önde gelen ismi Rockefeller; ABD Başkanı Eisenhower'a: ''Türkler oltada balık! Yeme ihtiyaçları yok!'' diyordu.. Sonra Ortadoğu'daki yüksek idealleri için; işlerine gelen hükümetleri iktidarda tutmak, gelmeyenleri devirmek amacıyla 'yardım fonlarının kullanılacağı' karara ağlanıyordu.. 1966'da, NATO haberalma tesislerine kapıyı açtık. Tüm istihbaratımızı ABD'ye devrettik. 1971'de 'Büyük Türkiye' hayallerimizin bedelini, birbirimizi kırdırarak ödettiler; ardından bir darbeyle işi bitirdiler! Uslanmayıp, 1974'de Kıbrıs Barış Harekâtı'nı yapınca; ASALA terörünü başımıza bela ettiler! Ama biz yılmadık, müttefikimize daha sıkı sarıldık..
1. MNS, “Ulusu Yozlaştırma ve Ayrıştırma Projesi” ile “Milli Rejim Kemalizm ve Cumhuriyet”
2. Banu Avar, Küresel elit, sevr hükümleri karşılığında AKP'ye iktidar koltuğunu verdi!‏
YÜKSEK İDEALLER VE SÜFLİ ROLLER
Mustafa Nevruz SINACI
1980’de Sovyetlerle sanayi işbirliği, hızlı sanayi atılımları sürerken bir CIA darbesiyle daha sarsıldık.. 1984'de, ağır sanayi hamlelerine, GAP eklendi. Terörle ödüllendirildik! Asala, DEV-GENÇ artıklarıyla takviye edilip, Doğu Kültür Ocaklarıyla birleştirilerek, soydan bozuk Ermeni bir çete olan “Kürt düşmanı” PKK kuruldu.
Sevr Hortladı! 100 yıllık Kürt devleti hayali paketlenip, Türkiye'nin önüne kondu.
Ve SEVR HORTLADI, kabusumuz oldu.. Fulbright burslarıyla yetiştirdikleri liderleri getirip, ülkemizin başına koydular... 1991'de başa geçirdikleri Turgut Özal'a, kukla bir Kürt devleti için ilk adımları attırdılar. Çekiç Güç kontrolünde, bir Kürdistan devletinin tohumunu attılar.. Irak'ın kuzeyi güvenli bölge ilan edildi ve PKK, Çekiç Güç kontrolünde pamuklar içinde yetiştirildi! Derken Özal, 'Bir Türk-Kürt Federasyonu'ndan bahsediverdi!
Bu arada, on binlerce vatan evladı yitirildi...
1995'de Avrupa Birliği, ''Kürt Sorunu'nu, askeri tedbirlerle ortadan kaldıramazsınız!'' diyordu. İçerdeki besleme koro onaylıyordu. Bu ülkenin has vatandaşları, Azınlık konumuna oturtuldu.. Aynı anda, Türkiye'nin Gümrük Birliği ile eli kolu bağlandı! Yani tüm gelirlerine el kondu, üretimi durduruldu, terörle mücadelede deli gömleğine sokuldu. 1999'da Apo, Türkiye'ye verildi. Artık İmralı'dan terörü yönetecekti! Vatan evladı, ölmeye devam etti!
2002'de Türkiye'ye bir sessiz darbe yapılacak, oyunun son perdesi sahnelenecekti..
Küresel elit, Sevr hükümleri karşılığında AKP'ye iktidar koltuğunu verdi! 2004'de, Avrupa Birliği Uyum Yasaları önümüze geldi.. Bu yasalarla ellerimiz arkadan bağlanıyor, teröriste ise ''VUR!'' deniyordu. Vurmaları için gerekli tüm silahlar, Irak ve Güneydoğu'ya NATO uçaklarıyla aktı... Ordu'nun sınır ötesi harekatı sınırlandırıldı. İstihbaratımız, ABD ve İsrail istihbaratının içinde eridi ve kayıplarımız 10 yıl içinde 50 kat arttı. Eşzamanlı olarak; Bölgesel Kalkınma ajansları, ikiz yasalar ve yerel 'iktidar' girişimleri teröre zemin hazırladı.
Medya vasıtasıyla zehir enjeksiyonu had safhadaydı. Basın tümüyle işgal altında ve köşe başlarını tutanlar, 'Sahiplerinin sesi' olmaya can atmaktaydı!
Üniversiteler, şirketleşmeyi tamamlıyorlardı.
İşbirliği yapan akademisyenler, rüyalarında göremeyeceği imkanlarla donatıldı.
2007'de; Amerikan istihbaratçılarından oluşan bir ekip, Ankara'ya yuvalandı. Gözleri gören, kulakları duyan, burnu koku alan helal süt emmiş vatan evlatları; kralın çıplak olduğunu yazıp çizdiler. Ortalığa korku salındı. Konuşmaya başlayanlar dinlendi, terörle mücadelede üstün hizmeti olanlar Silivri'ye davet edildi(!)...
Artık ''YETER'' diyenler..
Şimdi geldiğimiz noktada, her şey apaçık ortada! Düşman belli.. Hem de 100 yıldan beri, hiç değişmedi. Çokuluslu şirketlerin kontrolünde, ABD ve Avrupa Birliği'nin elitleri ve onların denetimindeki mali ve siyasi kurumlar; İMF, Dünya bankası, NATO! Ve tabii içerde onların planlarını yürürlüğe koyan işbirlikçi hükümetler!... Artı Sivil Toplum diye altımızı oyan ajanlar ve onların maşalarının ucunda sallananlar... Hepsini toplasanız, 10 bin kişiyi bulmazlar! Geride 72 milyon var. İşsiz ve yoksul bırakılmış, dini ve etnik olarak parçalanmış, şehit düşmüş, gazi olmuş, kan kusan, göz pınarları akan 72 milyon...
Psikolojik savaşın her türlüsüyle karşılaşmış, çok hırpalanmış, örselenmiş ama sağduyusunu kaybetmemiş, sabrı defalarca denenmiş bir millet... Sessiz ama derinden, son anda 'YETER' diyen!.. İşte bu nedenle, ZALİM'ler bu milletten korkuyor ve oyun üzerine oyun kuruyor. Bu millet, artık Terör'ün Washington ve Brüksel'den fışkırdığını biliyor.
Batıyla ittifak yapanların, eş başkan olanların bu kan kaybını durduramayacağını da! Eylüldeki referandum, halkın bu bilincinin keskin bir göstergesi olacaktır.. Halk gücünün farkına vardığı zaman, başka bir dönem başlayacaktır! Allah, tüm şehitlerimize RAHMET eylesin! Onların kanı yerde kalmayacak!
1. MNS, “Ulusu Yozlaştırma ve Ayrıştırma Projesi” ile “Milli Rejim Kemalizm ve Cumhuriyet”
2. Banu Avar, Küresel elit, sevr hükümleri karşılığında AKP'ye iktidar koltuğunu verdi!