Karabağ Soykırımı ve
Ermenistan Türkleri
Mustafa Nevruz SINACI
Bütün dünyada, kuyruklu bir yalan olan “Ermeni soykırımı furyası” fütursuzca sürüp giderken; Başta TC’nin siyasi tertip ve teşekkülleri, STK örgütleri ile aidiyet ve milliyetleri şaibeli “Ulusal Medya” nam soytarılarla paçavraları ısrarla gerçekleri gizliyor ve alçakça üç maymunları oynamayı sürdürüyorlar. Bu bir utanç, basın etiği yönünden ise zillet ve cinnettir.
Ayrıca, iftiraya alet olmak, yalan beyan, yanlış yayın, orijinal tarihi karartmaya, somut gerçekleri örtbas etmeye teşebbüs ve tefrika unsurlarına yardım, yataklık aleni suçtur. Peki, şu ‘özel ve güzel yetkili’ C. Savcılarımız bu ve benzer “kamu güvenliğini tehdit, tedbiri bertaraf ve ülkeyi acze düşürerek zaafa uğratmayı, milli direnci kırmayı ve milli hafızayı çökertmeyi” hedefleyen organize suç ve suç örgütlerinin üstüne neden gitmez? Türk Dışişleri (!) Ermeni soykırımı kanunu çıkaran ülkelere niçin?, diplomatik nota vermez, yaptırım uygulamaz?”
Kökleri tarihin bağrına dayalı geleneksel medeni hukuk’umuza ne oldu?
Ya umur-u devlet!.. Yahut, gelenek, tarihi sorumluluk ve gerçek!..
Milli değerler ve manevi mukaddesler nerede Allah aşkına!…
Kendileri parlamento atanmışları olmalarına rağmen, ısrarla “milletvekili” imişler gibi davranan, halka çok para ve pahaya mâlolan eşhas ile münhasıran uzantılı, bağlantılı oldukları politika mahfilleri “milli meseleler karşısında” ne yapar? Tarihin ve tabiatın sarsılmaz gerçeği milli hafızayı yaşatmak, maddi-manevi değerleri idame, ikame ve muhafaza etmek iken; başta dünyanın en ileri, zengin, güçlü ve kalkınmış devletleri inatla, ısrarla bunu yaparken; Şunlara ne oluyor ki, tam bir şerefsizlik ve soysuzlukla Türk Vatandaşlığı kavramını bile Anayasadan kaldırmayı telâffuz edenlere katlanıyor, müsamaha gösteriyor veya himaye ediyorlar!...
Bu aymazlık, densizlik, haddini ve kendini bilmezlik tehlikeli olmaya başladı.
Artık kafaları kumdan çıkartma, uyanma, ayıkma ve kendine gelme zamanıdır.
ERMENİSTAN TÜRK’LERİ
Bir yanda menfur yalan-dolan, iftira ve furyalarla 3T (tanınma, toprak ve tazminat) peşinde koşan Ermenistan, diğer taraftan nasıl, düne kadar ülkesinde yaşayan Türk azınlığın kökünü kurutmuş? 1979’lu yıllara kadar Ermenistan’da yaşadıkları söylenen ve pek çok ilmi eser ve kaynakta bahsi geçen, 225 bin dolayındaki Türk ne oldu? Mesele bu kadar da değil. Lütfen şu bilgilere bakın: “1. dünya savaşı öncesinde Erivan Vilayeti'nin Türk ve Ermeniler dâhil nüfusu 1.014.255;, 1914 -1919 yılları arasında Türkiye'den Erivan Vilayeti'ne 300 bin Ermeni gitmiş. Bu rakamı üsttekine ilave ettiğimizde 1.314.255 eder. Dönem nüfus artışını hesaba kattığımızda 1922’de Erivan Vilayet nüfusunun 1.400.000 civarında olması gerekir.
Ancak, Ermenistan da 1922'de yapılan nüfus sayımında bütün Ermenistan'daki nüfus 772.052'dir. Aradaki fark 600 binden fazla. Bu durum dikkate alındığında Türklerin ne kadar büyük bir soykırıma maruz kaldıkları ortaya çıkmaktadır. Ermenistan'da Sovyet hâkimiyetinin kurulması ve Türkiye ile yapılan Kars Antlaşması sonrası, Ermeni Cumhuriyeti'nin teşebbüsü ile önceden Taşnak zulmünden İran ve Azerbaycan'a göçen 60.000 Türk, ata topraklarına geri dönüş yapmış olup; Bunların gelmesi ile Ermenistan'da 1922 yılındaki Türk nüfusu 72.596'ya ulaşmıştır. Bu sayı 1926'da 84.717'ye, 1939'da 130.800'e yükselmiştir.” (…Erivan (Revan) Vilayeti' nin Demografik Yapısı, Yrd. Doç. Dr. Yavuz ASLAN)
İşte, Karabağ’ın alçakça işgali ve kalleşçe soykırımı dışında önemli bir mesele…
Bu, TC ve Türk Dünyasının asli meselesidir. TC hükümeti ve diğer sözde özgür Türk devletlerine rağmen: Pakistan, Hocalı soykırımı ile ilgili resmi bir karar aldı. Azerbaycan'ın % 20'sinin Ermeni işgali altında olduğunu hatırlatarak, 26 Şubat 1992'de Ermeniler tarafından Hocalı da sivil halka yapılan soykırım şiddetle kınanarak, Ermeni ordusunun bölgeyi kayıtsız ve şartsız boşaltmasını istedi” (03 Şubat 2012, CHA) Daha önce Meksika parlamentosu da benzer bir karar almıştı. AB üyesi Macaristan da konuyu Parlâmentosuna taşıdı. Şimdi sorulur:
Buna karşın, Türkiye Cumhuriyeti hükümeti, parti ve parlâmenterleri ne yapar?!..
Türkî ve İslâm kardeşler; Özellikle İran niçin soykırımcı Ermenistan’a tavır almaz?!..
“SIFIR SORUN” FURYASI,
ÜTOPYA VE GERÇEK
Mustafa Nevruz SINACI
Türkiye Cumhuriyeti’nin Mareşal Mustafa Kemal Atatürk, Celâl Bayar ve demokrasi Şehidi Ali Adnan Menderes dönemlerinde mükemmel hariciyecileri vardı. Buna paralel, Türk Dış politikası isabet, onur, uygunluk, kararlılık ve istikrar bakımından (Osmanlı sonrası) altın çağını bu son liderler zamanında yaşadı. Buna mukabil, gayrisi ve sonrası olarak:
1938, 39 hariç, 1940’dan 50’ye kadar hariciye tam bir muammadır.
1950 – 1960 arası; 27 Mayıs’ı zorunlu kılacak kadar mükemmel...
Son elli yıldır “eş başkanlık” düzeyinde zillet…
Sürüncemeye kalan Milli Dava Kıbrıs; Emanet ve hukuki müktesebata rağmen iktisap edilemeyen 12 adalar; Akamete uğrayan Batı Trakya Türk Cumhuriyeti; Türk hinterlandında (günün Türkî cumhuriyet ve özerk (!) Türk toplulukları nezdinde) tesis ve temin ettirilemeyen siyasi, milli, manevi ve kültürel misyon; Vakfiye sıfatıyla, tapusu elimizde olduğu halde ilhak edilemediği için düşmana râm olan Musul, Can Kerkük; AB’nin şamar oğlanı Yunan, Ermeni ve Bulgar ile insanlık düşmanı komünist Suriye, irin tutan kangrenli sorunlar olup çıktı…
Üstüne üstlük, biri Annan Plânı gibi vahim bir ihanet belgesini yazacak; Diğeri Kıbrıs Türk Cumhuriyetinin zevaline sebep aihm Louzidiu davasına Yunan asıllı Avukat gönderecek kadar kinli kripto monşerlerden; Dışişlerine atama yapacak kadar gaflet, dalâlet ve hıyanet ile malûl; “Ermeni soykırımı kanunu çıkaran ülkeleri” şiddet ve nefretle kınayıp, diplomatik nota vermekten ve yaptırım uygulamaktan aciz, zavallı hariciye ve hariciyeciler…
“Yunan tarafından işgal edili 2 Türk adası ile ilgili” yasal başvurular halâ dış işlerince cevaplanmadı. Nedeni her halde “sıfır sorun” ütopyası olsa gerek. Zira gördük ki, bu siyasetin esası güdümlülük, örtülü bağımlılık, mütekabiliyeti terk ve ilga; Sorun çıkmasın diye almadan vermek ve milli politikaları, AB-ABD dayatmaları doğrultusunda terktir. İş bu nedenledir ki:
Ermeni mezalimi ve Türk-Müslüman soykırımı hâlâ kanunlaşmadı.
Azerbaycan’ın Yukarı Karabağ bölgesi ve Hocalı da 1992’de vaki Ermeni soykırımı tanınmadı. Karabağ hâlâ işgal altında. Ermeniler tarafından önce Anadolu, sonra Ermenistan Türkleri ve nihayet Yukarı Karabağ’da gerçekleştirilen vahşet, dehşet, intikam ve katliamlar; Uluslararası (evrensel) hukuk normlarında suç olarak kabul edilen soykırım ve insanlığa karşı işlenen suçlar kapsamında yer alan tanımlarla birebir örtüşmesine rağmen, henüz tanınmamış ve tescil edilmemiştir. Sebep: Sıfır sorun furyası ve ütopya, gerçek Türk ve TC düşmanlığı..
Girit, Rodos, Kıbrıs, 12 ada ve nihayet Bosna Hersek, Srebrenica soykırımları da akim kaldı. Tanınmadı. Oysa bu vahşi katliam ve soykırımların tamamı Cenevre sözleşmesi, İnsan hakları beyannamesi, vatandaşlık ve siyasi haklar uluslararası sözleşmesi, ateşkes zamanında ve askeri çatışmalar zamanı kadın ve çocukların korunması beyannamesi ve soykırım suçunun önlenmesine ve cezalandırılmasına ilişkin BM sözleşmesi'nin 2. md.de yer alan ‘milli, (etnik) bir ırkı veya dini bir grubu kısmen veya tamamen imha etme” biçiminde tanımlanan Jenosit / soykırım kavramı ile tamamen örtüşmektedir. Ama tanınmamıştır. Mesele siyasidir. Ayrıca:
Türkiye Cumhuriyeti’nin, çok büyük bedeller ödenerek kurulmasına; düyun-u umumi dâhil diyet borcu kalmamasına; Ülkesi ve milletiyle hür ve hükümran olmasına; Hükümferma hükümeti, Meclisi, İç ve Dış İşleri Bakanlıklarının bulunmasına rağmen Türkiye’de:
“Türkiyelilik” gibi ilim, akıl, hukuk ve ahlâk dışı bir kavram nasıl tartışılabilir?..
Kesintili ve kaotik “açılım” politikalarının dayandığı gerçek amaç ve hedef nedir?
Sözde tedhiş örgütünün ayağına neden mahkeme götürülmüştür? İsviçre bankalarında yattığı iddia edilen 1 milyar dolar parası niçin bloke edilmiyor? Gerçekte, bir terör örgütünün bulunmadığı; pkk’nın 1991'de Peşmerge denilen Barzani kuvvetlerine katıldığı, 2003 Körfez savaşıyla da, Kuzey Irak Federe Kürt Yönetimi ordusuna dönüştüğü; 2011'de Irak'ta Yahudi Kürt Devleti temellerinin atıldığı; Kalkınma Ajansları ve yerel yönetim yasası çerçevesinde Doğu'da sözde Kürt Özerk Yönetim oluşturulmak istenmesine" Neden? Niçin? İzin veriliyor?
Lânetli muhalefet, “Sıfır sorun furyası” ve kirli ütopya’ya karşı ne yapıyor?..
EK: ÖNEMLİ BİLGİ VE;
“YORUMU KENDİNE MÜNHASIR”
BELGE
Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç,
23. Dönem AKP Antalya Milletvekili..1959 Antalya doğumlu.. İktisatçı, Dış Politika Uzmanı ve Öğretim Üyesi; Viyana İktisat Üniversitesini bitirdi. Yüksek lisans ve doktorasını aynı Üniversite de tamamladı. Viyana Diplomat Akademisi'nde ihtisas yaptı. Doç. ve Profesör oldu. Bir çok Üniversite de öğretim üyesi olarak ders verdi. Afyon Kocatepe Üniversitesi’nde Dekan Yardımcılığı, Çankaya Üniversitesi’nde Bölüm Başkanlığı, Beykent Üniversitesinde Dekanlık, Rektör Yardımcılığı ve Rektörlük, Bahçeşehir Üniversitesinde Uğur Eğ. Kurumları Başkanvekilliği, Uluslararası Balkan Üniversitesinde Kurucu Rektörlük görevlerinde bulundu. TOBB ve Dış Ekonomik İlşk. Kurulu'nda; KEİPA, Çalışma ve Sosyal Güvenlik Bakanlığı ile Ankara Ticaret Odası'nda yönetici ve danışman olarak görev yaptı. 23. Dönem'de Türkiye-AB KPK Üyesi oldu. Fransızca, Almanca, İngilizce, İtalyanca ve Arapça, orta derece Rusça bilen İrbeç'in yurt içi ve yurt dışında 100'ün üzerinde bilimsel makalesi ve 3 kitabı yayınlandı.
Prof. Dr. Yusuf Ziya İrbeç, Basın açıklaması, orijinal metin: (*)
“Bildiğiniz gibi, 22 Temmuz 2007'den beri Türkiye Büyük Millet Meclisi'nde AK Parti Milletvekili olarak bulunmaktayım. Milletvekilliğinden önce, birçok üniversitede hem akademisyen, hem de rektör olarak çalıştım. Türkiye ve dünyadaki ekonomik ve politik gelişmeleri yakından takip eden, 7 yabancı dil bilen bir milletvekili olarak; AK Parti Ekonomik İşler Başkan Yardımcılığı ile TBMM Avrupa Birliği Uyum Komisyonu Başkan vekilliği görevlerinde bulundum.
Bu görevlerim sırasında, birçok uluslararası temaslarım oldu ve ülkemi en iyi şekilde temsil etmeye ve menfaatlerini korumaya çalıştım. Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı bir milletvekili olarak; içinde bulunduğum partinin özellikle iç politikada takip ettiği stratejinin ülkemize getireceği zararlar konusunda endişelerim arttı.
Çünkü takip edilen politikalar ile ülkemin ve milletimin sosyolojik, psikolojik ve coğrafi yönden bölünme sürecine sürüklendiğini üzüntü içinde görmekteyim.
Bu endişelerimi, hem milletvekili arkadaşlarım arasında ferden, hem de parti toplantılarında defalarca ve alenen dile getirdim. Ancak, yaptığım görüşmelerin ve konuşmaların, keza ikazların hiçbir fayda getirmediğini üzüntüyle müşahede ettim.
Bu kaygılarıma sebep olan hadiselerin başında, Başbakanın her konuşmasında toplumu ayrıştırmaya yönelik söylemleri gelmektedir. Şöyle ki; Sayın Başbakan 4 Ocak 2011 tarihli grup konuşmasında aynen şu cümleleri kullanmıştır: "Ama biz, bu ülkedeki tüm etnik unsurları, dedik ya, Türk'üyle, Kürt'üyle, Laz'ıyla, Çerkez'iyle, Gürcü'süyle, Abaza'sıyla, Roman'ıyla, aklınıza ne gelirse hepsiyle, bunlar birer alt kimliktir ve bunlar kesrettir ve vahdette biz bunları topluyoruz."
Sayın Başbakan bu tür söylemleri, milletimize verdiği zararları hesap etmeden alışkanlık haline getirmiştir. Davranışlarından da, bu alışkanlıklarından vazgeçmeyeceği açık bir şekilde görülmektedir. Buna karşın önceki başbakanlardan hiçbiri, devlet adamı sıfatı ve ciddiyetiyle, böyle bir söylemi benimsememiştir. Vatanına, milletine ve manevi değerlerine bağlı ve aynı zamanda milletinin fertleri arasında hiçbir ayırım gözetmeyen bir milletvekili sıfatıyla, Başbakana şahsen şu soruyu yöneltmek istiyorum: "Sizden evvel bu milleti kim böldü de, siz bütünleştirmeye çalışıyorsunuz?"
Şahsen, milletin ismini telaffuz etmekten kaçınan bir tutuma karşı tepki vermek zorunluluğunu hissediyorum. Ülkemizin anayasal adı Türkiye'dir ve üzerinde vatandaş sıfatı ile yaşayan herkes Türk'tür. Bu bir alt kimlik değildir. Oysa Başbakan söylemlerinde milletimizi bütünleştirici bir unsur olan Türklüğü sürekli ve anlaşılmaz bir biçimde alt kimlik haline getirme çabası ve gayreti içindedir.
Ben, aynen Başbakan gibi, İmam Hatip Lisesinden mezun olmuş bir kişi olarak; Başbakanın benimsediği bu davranış ve söylemi sonucunda ortaya çıkan ayırımcılığın yüce dinimizde de yerinin olmadığını ifade etmek istiyorum.
Şimdiye kadar, AK Parti içinde birlikte çalıştığım arkadaşlarımla ve AK Parti'ye oy vermiş vatandaşlarımızla hiçbir sorunum olmamıştır.
Ancak, AK Partiye oy vermiş, aynı endişeleri taşıyan çok sayıda milletvekili arkadaşlarımın ve vatandaşlarımızın olduğunu da biliyorum. Tepkim, parti yönetiminin endişelerimi tetikleyen birlik yerine bölünmeye taşıyan baskıcı politikalarınadır.
Açılım politikalarının milletimizin yüreğinde Habur ve benzerleri ile açtığı yara, hepimizin malumudur. Seçim sonrası yapılacak anayasal değişiklikler ile milletimizin ve ülkemizin birlik ve bütünlüğünün bozularak, bu yaranın daha da derinleşeceği endişesini taşımaktayım.
Şu anda gösterilen yoğun çaba, her türlü hassasiyeti göz ardı ederek halk oylamasına ihtiyaç bırakmayacak bir milletvekili sayısına ulaşmayı hedeflemektedir. Vatanın ve milletin bütünlüğü üzerinde hiçbir şekilde parti politikası kabul edilemez. Burada asıl olan, milletin birliğini ve bütünlüğünü korumaktır.
Bu duygu ve düşüncelerle, şimdiye kadar mensubu bulunduğum AK Parti'den istifa ediyorum. Bu vesileyle bana oy vermiş veya vermemiş olan bütün Antalyalı hemşerilerime şahsıma gösterdikleri itimat, güven, destek ve teveccühlerinden dolayı şükranlarımı sunar, görevimi bundan böyle de bir nefer olarak aynı hassasiyet içinde sürdüreceğimi bilmelerini isterim. Saygılarımla. Ankara, 21.01.2011.”
(*) Mehmet Tançgil, Bismarckstrasse 89, D-40210 Düsseldorf,
Tel. +49 211 46872777 - Fax +49 211 46872777 - Mobil +49 172 2425440,
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder