21 Nisan 2011 Perşembe

ileri demokrasi; gericiler, bölücüler ve yobazlar!...

kapalı kapılar ve hukuku dolanış!..
SİYASİ İTTİFAK; 
SAHTECİLİK VE HÜLLE
Mustafa Nevruz SINACI
            Kendisini tarihi, kadim DP’nin devamı ve güncel lideri sanan D(y)P başkanı Namık  Kemal Zeybek, “Nefsime ağır gelse de, MHP’ye (koşulsuz ittifak için) görüşme teklifinde bulundum” diyordu. (02 Mart 2011) Çok onur kırıcı bir biçimde “kaale alınmayınca” da, soluğu Saadet (!) Partisinde aldı. Oradan da kapı dışarı edilince, son ümit ve son çare olarak BTP’ne sarıldı. Üstelik 3821 sayılı kanun gereği yeniden açılmış gerçek Demokrat Parti’nin “nisyan ile malul” gaspçı-peşkeşçi başkanı Aydın Menderes’in başına gelenleri hiç duymazlıktan, bilmezlikten gelerek ve mâkus bir felâketten ders almayarak!..
Dönemin Genel Başkan Vekili olarak hatırlatayım:
Hani 1995'de Refah Partisi'nden İstanbul Milletvekili olan Aydın Menderes 1996’da aynı partinin genel başkan yardımcılığı'na getirilmiş;, “çarşıya, pazara kadar değil, mezara kadar RP’liyim” ve “RP’li olmayan cennete giremez” dediği parti kapatılınca, 1999'da yeni libasına iblâğ eden Fazilet Partisi'nden İstanbul Milletvekili çıkmış; Kayıp trilyonların kokusu ayyuku sarınca da aynı yıl Fazilet Partisinden istifa ederek, 3 Kasım 2002'de DYP'den Aydın adayı olmuştu ya!... Muhterem’in bu kalkışması sebebiyle, öfkeyle ayağa kalkan ve galeyana gelen DP camiası tarafından “haklı, doğru, yerinde olarak” ne büyük bir tel’in, tepki, nefret ve kınamaya maruz kaldığının şahidi 1995 seçim dönemi manşetleridir. İşte gelenekte ilk ihanet bu. İkincisi Çiller’in 2002 seçimlerinde MHP’li Türkeş’in oğlu ile yaptığı ittifaktır.
İlki, şimdi siyasi malül!..  Şehid Babası hürmetine Allah yardımcısı olsun.  
İkinci hain ise, DYP’yi barajda boğan faildir.      
TEKERRÜR EDEN TARİH
            D(y)P Başkanı olunca, mal bulmuş mağribi gibi sevinen malum eşhas ve şürekası daha önce de, Saadet Partisi odaklı başkaca, parti nam marjinal gruplar ile temas, teati ve hususan ittifak görüşmeleri yapmışlardı... Fakat görünen o ki, bazı kritik sorular cevap bulamadı. Buna paralel varsayımlar (sanal sorunlar) aşılamadı.
Meselâ; Barajı aşar ve grup kurarsak, tekrar partilerimize dönüş durumu ne zaman ve nasıl olacak? Hazine yardımı beklenecek mi? Baraj aşılamaz ve fakat eğer “ittifak” % 7’den fazla oy alarak “hazine yardımına” hak kazanılırsa ne yapılacak? Dahası, adaylar hangi çatıya çatılacak, seçime hangi partinin adı ile girilecek, bu sorun aşılırsa iller itibarıyla aday dağılımı hangi esas, usul ve kriterlere göre yapılacak?.... 4 Nisan’da bunların bir kısmı çözümlendi.        
LÂKİN İTTİFAK YASAK
Bu anlayışla ittifak yarışına girenlerin lügâtında; yasa/masa, tüzük/büzük ve seçim/ geçim (para, pul, şan, şöhret) demektir. İttifak ise: Hile-i şer, hukuk-u dolanmak ve maksat için maksud (dava, ideal, niyet, murat, varılmak istenen gerçek hedef)’u onursuz ve şuursuzca feda etmektir. El an, mezkür parazitlerin orijini politik-ACI olup, siyasetteki varlık nedenleri; Seçmeni iğfal ederek “sürdürülebilir menfaat” teminden başka bir şey değildir.
D(y)P’yi, büyük gayret, mücadele, teklif ve telkinlerimize rağmen; Hakiki, tarihi ve kadim “Demokrat Parti” ye iblâğ etmekten şiddetle kaçınan ve dejenere etmeye çalışan ve sonunda bir ittifakçıya terk eden Hüsamettin Cindoruk CHP’ye niye sığındı dersiniz?..  
Dahası, bunlarda gaflet ve dalâlet diz boyu. Zira, 2839 sayılı milletvekili seçimi yasası ile 2820 sayılı SPK'da birden fazla partinin ortak listelerle seçime katılması, açıkça “ittifak” kesinlikle yasak ve cezayı mülzem bir suçtur. Buna rağmen yasalar, yasaklar, adalet ve hukuk cihazına meydan okumaktan kaçınmazlar.. Şu hale nazaran:
***BU BİR SUÇ DUYURUSU VE ADLİ TAKİP İSTEMİDİR 
Çünkü “ittifak” bir “hukuk, adalet ve ahlâkı dolanma” hüllecilik ve sahtecilik yolu; Anayasa, SPK, S.K’nu alenen ihlâl, istismar ve suiistimale teşebbüstür. Dolayısıyla çok ucuz, fakat neticede kârlıdır. Umarım Anayasa Mahkemesi Başkanlığı ve bilhassa YCB bu menfur teşebbüs ve kalkışmaları yakından izliyordur. YSK, re’sen müdahale ve müdahilleri müsadere hakkının olduğunun herhalde farkındadır. “Gereği ve takibi hususu” buradan duyurulur.  ***
“Yeter, Söz Milletindir” 
demek gerek..
 Mustafa Nevruz SINACI
Malum 12 Haziran 2011 Millet (parti sahibi) vekili genel seçimlerine, aşağıda isimleri yer alan 27 parti (parça) katılma hakkına sahip. Bunlardan 3’ü çekildi. 24’ü seçime giriyor!..  
"Adalet ve Kalkınma Partisi. Alternatif Parti, Bağımsız Türkiye Partisi, Barış ve Demokrasi Partisi, Büyük Birlik Partisi, Cumhuriyet Halk Partisi, Demokrat Parti, Genç Parti Demokratik Sol Parti, Doğru Yol Partisi, Emek Partisi, Eşitlik ve Demokrasi Partisi, Hak ve Eşitlik Partisi, Hak ve Özgürlükler Partisi, Halkın Sesi Partisi, Halkın Yükselişi Partisi, İsçi Partisi, Liberal Demokrat Parti, Millet Partisi., Milliyetçi Hareket Partisi, Türkiye Partisi, Milliyetçi ve Muhafazakâr Parti, Özgürlük ve Dayanışma Partisi, Saadet Partisi, Türkiye Komünist Partisi, Yeni Parti, Yurt Parti..."
Bunlardan sadece 3’ü barajı aşabilecek taban, kaynak ve potansiyele sahip.
Biri bölücü ve güdümlü, ipliği pazara çıktığı için barajı aşması artık hayal.
Diğerleri basit sulta, yetersiz ve yeteneksiz; Baraja takılıp kalacakları muhakkak..
Fakat buna rağmen, bahusus diğerleri “ne pahasına olursa olsun” parlâmentoya girmek niyetinde. Gerçekten samimi iddialı, idealist ve dürüst dava - misyon sahiplerini elbette tenzih ederim. Sözümüz; İddiasız/davasız/vizyon ve ideal kavramlarından uzak, tabir caizse piyasa takımına gelince; Bunlar, Prof. Dr. Berhan Yılmaz’ın tanımıyla, tepeden tırnağa, ‘kifayetsiz muhteris’lerden oluşan marjinal gruplar. Ya tam bir bilinçsizlikle, batı ve menfur AB’nin kıl kuyruğuna dolanmış, müsamaha istismarcısı hukuk dolandırıcıları veya sayıları az da olsa saf hayalperestlerden ibarettirler. Faaliyet gösterdikleri ortak alan, özellikle misyon tacirliği, din tüccarlığı, emanetçilik, vesayetçilik ve siyaset simsarlığıdır.
İşin en hayreti mucip tarafı şu ki; Bunların arasında eski milletvekilleri, eski bakanlar, yakın zamanların emekli müsteşar ve mütekait genel müdürleri bile var. Gerisi, baraj kaygısı olmayan partilere “parasal olarak” gücü yetmeyen ve listelerde iyi bir yer satın alamayan veya Aziz meslektaşım Yılmaz Dikbaş’ın deklare ettiği “milletvekili olma kriterlerini” taşımayan “namuslu, dürüst, demokrat, onurlu, sorumlu, kimlik, kişilik ve karakter sahibi”, sulta, dikta ve cunta memuru olamayacak kadar haysiyetli, ilkeli, iyi insan ve iyi vatandaşlar…   
BARAJ SORUNU
Batı’nın, “sadece kendi öz yurttaşı için geçerli” insan hakları, adalet, hukuk ve ahlâk kriterleri bizden ileri. Onlarda her kuralın objektif dayanağı, ciddi, ilmi mantığı ve mantalitesi var. Örneğin: Baraj’ın gerekçesi olan: “Temsilde adalet ve yönetimde istikrar” kuramının ana unsuru olarak ikame edilen baraj mecliste grup sayısı ile orantılıdır. Bizdeki  % 10’luk seçim barajının AB’de ki karşılığı 55 kişilik gruptur. Buna göre bizde maksimum % 4 baraj olabilir.
KURALLAR HUKUKİ, AHLÂKİ VE DEMOKRATİK DEĞİL!..   
Uygulamadaki yasalar keyfi, özel hesaplara dayalı, evrensel hukuk, hakkaniyet, adalet ve demokrasiye aykırı olup; Egemenliğin kayıtsız şartsız sahibi millet; Sulta/cunta/dikta, parti sahibi, emanetçi, vesayetçi takımında atanmış adaylara “oy vermekle ve adayları onaylamakla memur ve mükellef “NOTER” rolü oynarsa; Politika arenasında manzara aynen şöyle oluyor?  
            Bir yanda seçim telâşı ile panikleyen “siyaset hane” sahibi ve “kifayetsiz muhterisler”, sinsi hesaplar, Bizans oyunları; Diğer taraftan yoğunlaşan, “bu işten, en kârlı çıkma” telâşı... 
Oysa mevzuatta siyasi bezirgânlık ve “ittifak” (hileli ortaklık) yasak!. Millet bu hülle yoluna “dessaslık, üçkâğıtçılık ve kaypaklık” diyor, asla tasvip ve tasdik etmiyor. Özellikle “Demokrat Parti” gibi, gelenek ve gerçeğin tarihi izdüşümü bir kurumun; ittifaka kalkışması utanç vericidir. Büyük ayıp ve yüzkarasıdır.
            ***OLMASI GEREKEN VE BEKLENEN!..
Çok uzun ve uygun tutulan “seçim takvimi” sürecinde; Milli dava ve Milli demokrasi düzleminde “Demokrat Parti” vizyonu ile “dikta/sulta/cunta,  haksızlık ve yolsuzluğa DURYeter!.. Söz Milletindir., diyen tarihi amblemi altında birleşip; İttifak değil, İltihak, tevhid ve ittihad yaparak; “Hak yolunda, millet hizmetinde fazilet mücadelesi” vermektir.  ***
A C A B A !......
“YAŞAMDA KALİTE ÖDÜLÜ” 
VE ANKARA
Mustafa Nevruz SINACI
Yıl 1984. Türkiye, 12 Eylül müdahalesinden sonra ilk yerel seçimlerine gidiyor.
Yaklaşık üç yıldır “emekli askerler” tarafından yönetilen belediyeler heyecanlı..
Yeni Anayasa. Yeni siyaset, yeni yüzler ve yeni isimler; Adeta “yerel yönetimlerde” bayram var. Çünkü yepyeni bir dönem başlayacak!... Gerçektende bu seçimlerde, çok farklı bir ortam, değişik bir heyecan ve kaliteli adaylardan müteşekkil bir seçim yarışı var.
Adayların büyük bir bölümü, siyasete ilk kez adım atmakta…
Başta Ankara olmak üzere, bazı şehirlerde duayen ve devlerin yarışı gözleniyor.
Eski Bakan ve Milletvekillerinden Mehmet Altınsoy (ANAP) ile dünya çapında mimar, kadim Belediye Başkanı Vedat Dalokay (SODEP) Ankara adayı. T. Özal ve E. İnönü; “Ankara’nın mâkus talihi yenilsin ve artık iyi bir belediye başkanı gelsin” diyorlar. Ankaralı aynı fikirde… Atom Karınca’dan bıkmış, öncekilerden usanmış, yeteneksizlik ve yetersizlik kurbanı, hizmet mağduru halk, her nasılsa bu iki adaya ümit bağlamıştı.
Sonuçta yarış hızlı ve Dalokay lehine avantajla başladı.
ANAP’ın sloganını Halil Şıvgın buldu. “Büyük Şehre Büyük Başkan, Ankara’ya altın adam Mehmet Altınsoy”. Yetmedi. Oylama yaklaştıkça Dalokay sempatisi büyüdü. Seçime 10 gün kala Dr. Faruk Sükan’ın Tunus Cad. bürosunda “eski Demokratik Partililer” olarak toplandık. Altınsoy; “Ya bir çare bulun, ya da müsaade edin çekileyim” dedi. Uzun süren müzakerelerden sonra Dr. Faruk Sükan bana döndü ve “Bu işe bulsa bulsa Mustafa Nevruz bir çare bulur” diyerek; “Ne yaparsan yap, ne bulursan bul. Bu gece sabahla ve yarın buraya çare bulmuş olarak gel!..” diye emrini verdi. Ertesi gün, ikindi vakti tam kadro Faruk Bey’in bürosundaydık. Reçetemi verdim. Hayretle karşılandı, hararetle görüşüldü ve onaylandı.
“06 KİMDİR” Gerisi malum. Ankara’nın kaderi değişti. Altın adam Başkan oldu.
Bu bir şehir efsanesidir. Unutulmadı. Lâkin “Altın Çağ” uzun sürmedi. Aradan geçen yıllar içinde yine Murat Karayalçın ve Melih’e kaldı. Melül-mahzun, hantal, bakımsız, çelişkilerle dolu mağdur, mazlum ve pek ketum memurlar kentine bürünerek yürüdü geldi bu güne!...
            YENİ BİR “ŞEHİR EFSANESİ” Mİ..?..
Şehirlerin kaderine genellikle belediye başkanları hâkimdir.
Bu meyanda mülki idare varlığını ve ağırlığını, hissettirse de duyuramaz. Velâyet tarihine baktığımızda, bir vilâyet ile özdeş, ileri ve özgün hizmetleri ile maruf Valiye pek rastlanamaz. Tarih itibarıyla, Ankara için de durum aynıdır.
Ancak, şu son bir yılda gördük ki, Başkent’in yüzü artık gülecek ve yıllar süren makûs talih bu defa, herhalde “sürdürülebilir” biçimde değişecek.     
Demem o ki; Alâaddin Yüksel 13 Mayıs 2010 tarihinde Ankara Valisi oldu.
Biz onun, Mart ayı başında Başkentin maruz kaldığı kar felâketi ile farkına vardık.
Anlaşılan o ki, kendileri tıpkı Emniyet Genel Müdürlüğü, Trabzon, Balıkesir, İzmir, Antalya valilikleri gibi; “halka hizmetin kutsiyetini baz almış ve hak’a hizmeti kavramış” şan-şöhret ve servet gibi “kifayetsiz muhterislerin” müptelâ olduğu araza maruz kalmamış biri…
KalDer’in, “2002 Yılı Yaşamda Kalite Ödülü” ne mazhar Vali’nin Web Sitesinde yer alan; Ankaralılara selâm ve “hoş geldiniz” hitabı şöyle:
Merhaba;
Uygarlıklar  bakımından kentler uygarlıkları, uygarlıklar da kentleri sembolize eder. Bu bağlamda Türkiye Cumhuriyeti Başkenti Ankara, tarihin her döneminde küresel vizyonun önemli bir aktörü olarak rolünü devam ettiren bir dünya kentidir. Kültürlerin harmanlandığı Başkent Ankara'dan, Sizleri sevgi ve barış duyguları içerisinde selamlamaktan bahtiyarlık duymaktayım. Barış kültürüne uzanan bu büyük buluşmada, Ankaralıların üzerine düşeni layıkıyla ve samimiyetle yerine getirdiklerine herkesin inanmasını isterim.
            Saygılarımla...
Alâaddin Yüksel(devamı: Yeni Bir Şehir Efsanesi mi?) ***
YENİ BİR ŞEHİR EFSANESİ’Mİ
Mustafa Nevruz SINACI
Ankara Valisi Alaattin YÜKSEL
Veliler diyarı Ankara’nın bir yıllık Valisi, işte böyle hitap ediyor Ankaralılara!… 
“..Türkiye Cumhuriyeti Başkenti Ankara, tarihin her döneminde küresel vizyonun önemli bir aktörü olarak rolünü devam ettiren bir dünya kentidir. Kültürlerin harmanlandığı Başkent Ankara'dan, Sizleri sevgi ve barış duyguları içerisinde selamlamaktan bahtiyarlık duymaktayım. Barış kültürüne uzanan bu büyük buluşmada, Ankaralıların üzerine düşeni lâyıkıyla ve samimiyetle yerine getirdiklerine herkesin inanmasını isterim.”
Kısa sürede gerçekleştirilen hizmetler, yaşam bulan eserler ve yakın geleceğe matuf olarak plânlanan plân ve projelere baktığımızda, yukarıdaki sözlerin samimiyeti ısıtır içimizi. Bunlardan çok yeni, yepyeni bir örnek ilişir gözünüze. Buyurun, birlikte bakalım, okuyalım:
MOBİL İSTASYON
“Ankara Valiliği görevine başladığı günden itibaren hiç durmadan koşan ve “Bu şehir için hep birlikte koşmalıyız.” diyen Vali Alâaddin Yüksel, bir taraftan Ankaralıları, Ankara’yı konuşmaya davet ederken, bir taraftan da yeni projelerle herkesi şaşırtmaya devam ediyor.
Vali Yüksel’in projelerinden biri de “mobil istasyonlar”.
Mobil istasyon projesini ilk defa yakınındaki bürokratlarına açan Vali Yüksel, bürokratlarının şaşkınlığına bir anlam verememiş ve başlamış onlara projeyi anlatmaya.
Seçme ve seçilme hakkının insanların en temel demokratik hakkı olduğuna inanan Vali Yüksel, “Projenin benzeri Türkiye’de daha önce gerçekleşmemiş, ama biz Ankara’yız.” diyerek derhal sistemin devreye girmesini sağlamış.
            Tam donanımlı 4 minibüs şehrin muhtelif yerlerine konuşlanmış ve başlamış hizmet vermeye… Ankara’da yüz binin üzerinde vatandaşımızın ya nüfus cüzdanının olmadığı veya kimlik numarasının bulunmadığı tespit edilmiş. Bu bağlamda vatandaşın ayağına hizmet götürülmesi gerektiğine inanılarak “Anayasa Oylaması” (12 Eylül 2010) öncesi Türkiye’de ilk defa Ankara’nın farklı noktalarında mobil nüfus ve vatandaşlık büroları oluşturulmuş ve 103.320 kişiye nüfus cüzdanını yenileme imkânı sağlanmış. Nüfus cüzdanları yenilenen vatandaşlarımızın oy kullanmaları, demokrasinin tesisi ve bekası adına sadece Ankara değil, ülkemiz için önemli bir katkı olduğu aşikârdır. Bu da etkin, verimli ve sürekli kamu hizmetine bir örnek olarak hizmetin vatandaşın ayağına götürülmesinde özgün bir Ankara projesidir.
Neticede bir güzel işe daha imzasını atmış Vali Yüksel. Herkes takdir etmiş. Bize düşen, bizim başarılı çalışmaları takdirle alkışlamamızdır. Şimdilerde vatandaşta aynı beklenti hâsıl olmuş durumda: Acaba tekrar vali bu işi yapacak mı?  Bizden hatırlatması...”
KÖRDÜĞÜMLER ÇÖZÜLMELİ VE…
YAŞAM KALİTESİ YÜKSELTİLMELİ
“Ankara, küresel vizyonun önemli bir aktörü olarak rolünü devam ettiren bir dünya kentidir. Barış kültürüne uzanan bu büyük buluşmada, üzerine düşeni lâyıkıyla, samimiyetle yerine getirdiklerine herkesin inanmasını isterim.” Hitabı ile Vali; Barış’ın hakkaniyet, adalet ve hukuk ile kaim olduğunun bilinci; Devlet hikmetinin “eşitlik ve adaletle hizmet” demek olduğunun inancı, idrak, onur ve şuuru içinde olduğunu tezahür ve tebarüz ettirmektedir. İşte bu, Ankara ve Ankaralılar için büyük bir şans, tarihi bir fırsat ve nadir bir imkândır.
Gelin, Valimize sahip çıkalım.
Sahip çıkalım ki; Ankara da yaşam kalitesi “bilen-in marifetiyle” yükselsin.
İnsan hakları, adalet ahlâkı, namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu; Medeni toplu yaşam geleneği hayat bulsun. Hak, adalet ve ahlâka aykırı, maddi-manevi haksızlık ve suiistimaller dursun. Kanunsuzluğa alenen seyirci, sessiz ve kayıtsız kalma dönemler bitsin. Cadde, sokak ve kaldırımları dolduran “birtakım insanlık dışı yaşam formlarına ait” araçların park zulmüne son verilsin. Toplu taşım ucuzlasın, denetim artsın, rüşvet-iltimas, haksızlık ve yolsuzluk sona ersin; Ki, Başkent Ankara, gerçekten bir “barış/huzur, zenginlik ve mutluluk” kenti olsun!..  

11 Nisan 2011 Pazartesi

idam cezası hakkındadır.....

HÜKÜM MUTLAK: “İdam Cezası” HAKTIR
Evet, aşağıda bütün süreç ve ayrıntılarını açıklayacağım üzere; İnsan öldüren hakkında hüküm: “tüm insanlığı öldürdüğü” şeklindedir. Yani: Anarşi, terör, tedhiş, taammüden katillik veya kaza hariç dolaylı can’a kast; İslâm ve evrensel hukuk gereği kısas-a tabidir. Maznun’un infazı farzdır. Meşhut suç/suçüstü veya suçu sabit olma hallerinde; Hükümferma (infaz merci) devletin, cezayı tatbik ve maznun-u infaz etmemesi halinde halkın, ‘insanlık düşmanı’ menfur katili linç ederek cezasını infazı meşru ‘ihkak-ı hak’tır. Toplumun huzur, istikrar ve insicamı için zorunludur. Dolayısıyla “nefsi müdafaa ve kaza hariç olmak üzere” diğer hallerin tamamı için “öldürme halinde “ölüm cezası” şarttır, zorunlu olmak gerektir.     
            BİR RAHMET-İ RAHMAN VE KAMPANYA  
            Merhum ve müstesna insan; Rahmet-i Rahman “Büyük Birlik Partisi” Genel Başkanı Muhsin Yazıcıoğlu, ilk AB dayatması (manipülasyonu) ile telâffuz olunduğu 1999’dan beri ölüm cezasının kaldırılmasına karşı idi. Bu yüzden suikast’e kurban gitti ve “ilgasına karşı çıktığı” ölümle cezalandırıldı. Kutsal dava, mukaddes emel ve milli ideallerinin şehidi oldu.
Allah (CC) O’ndan razı olsun, rahmet ve mağfiret eylesin.
            29 Ocak 1993 tarihinde “Büyük Birlik Partisi’ni” kurarken de; “Milli birlik, medeni siyaset, bütünlük, asgari müştereklerde beraberlik ve adalet güneşinin nurlu ışığında insanlık için barış, hak ve hukuk” temenni etmişti. Büyük Birliğin esprisi, amaç ve ana hedefi buydu;
“Ebed-müddet; Milletçe huzurlu, onurlu, sorumlu ve güvenli bir yaşam sürmek.”     
            O, vahşice, alçakça, hunharca, namussuzca ve zalimane cinayetlere karşı;
Fakat Yüce Rab’in emri ve âyeti doğrultusunda; (“Ey iman edenler! Öldürülenler hakkında size kısas farz kılındı., Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki böylece suç işlemekten sakınırsınız”., Bakara, 2/178, 179… Kur_an’ı Kerimde bu âyet aynen böyle geçmekte ve açık bir emir olarak öldürenin mutlaka öldürülmesi emredilmektedir.) câni (cinayet) faillerine, millet adına yargılanarak kesinlikle “ölüm cezası” ile uygulanmasından yana idi. Sadece Müslümanlar için değil; Bütün evreni şâmil olan bu kaide, insanlık aleminin emniyet, huzur ve saadeti için gerekli, olmazsa olmaz ve zorunludur.
Üstelik idam cezasını kaldıran AB sünepesi, dönme-devşirme dalkavuklar;
Bunu, bir referandumla “halk’a sormak” edep ve şerefini gösteremediler!..  
            İdam cezasının bütünüyle kaldırılmasını müteakip, Antalya, İzmir, İnegöl, Kayseri ve Bursa cinnet ve vahşetine karşı başlatılan “Çok haklı, doğru ve isabetli” kampanyanın manâsı ve mayasında bu var. Dolayısıyla, idam cezasının gerekçesi her zaman aynıdır ve geçerlidir.
Ancak olay bundan ibaret ve bu kadar da basit değil.
1961’den günümüze alçakça, hunharca ve kahpece katledilen 100 bin’e yakın sivil, asker, genç, ihtiyar ve bebekler dâhil, vatan evlât ve ayalin kanının yerde kalması, canilerin cezalandırılmaması, meşum ve menfur bebek katilinin adeta af, mağfur ve misafir edilmesi gibi, hukuk’un tahakkuk etmemesi meselesidir. Madalyonun bir yüzü bu…
Diğer yüzü: İdam’a karşı olanlar insanlık ve barış düşmanı alt varlıklardır.
Görevi ihmal, hırsızlık, yolsuzluk, namusa tasallut, ırz düşmanlığı ve suiistimal gibi nedenlerle “ölüme sebebiyet”; Temel gıdalarda hile-sahtecilik;, İlâç, imalât, inşâat ve tedavi yolsuzlukları; Haksızlık ve hukuksuzluklar nedeniyle hayatını kaybeden, hastalıktan ölen ve intihar eden yüz binlerce vakıa faili idamla yargılanmak, suç derecesine göre gerekirse idam edilmek zorundadır. Aksi taktirde suçların kısas ile (yani tam karşılığı ile) cezalandırılmadığı toplumda sulh ve sükun beklenemez; Barış olmaz, huzur ve güven kalmaz.    
            İDAM CEZASI NASIL VE NE ZAMAN KALDIRILDI  
            Kökü dışarıda anarşi, terör ve tedhiş örgütlerinin kol gezdiği; Dönme ve devşirmelerin içten içe kin-nefret ve düşmanlığına maruz, dâhili / harici bedhahların “tüm alan ve sektörleri şamil” tuzak, hile-desise, çoğu ölümle sonuçlanan hırsızlık, yolsuzluklarına rağmen Türkiye de “idam cezasının” kaldırılması tam bir gaflet, dalâlet ve hıyanettir. Peki bu nasıl oldu?..  ***
İdam Cezası’nın İlga Süreci
Mustafa Nevruz SINACI
Aslında her şey “bebek katilinin” paketlenip Türkiye’ye iadesi ile başladı. Katil 15 Şubat 1999’da, Bülent Ecevit’in 56. hükümetine teslim edildi ve İmralı’ya konuldu. 18 Nisan 1999’da genel seçimler yapıldı. Seçimde MHP 2. parti olarak meclise girdi ve DSP-MHP-ANAP arasında kurulan koalisyon hükümetinin ortağı oldu. Bilindiği gibi Öcalan, ABD tarafından, Ortadoğu Bölgesi'ndeki yeni planları için teslim edilmişti. Bu teslim ediliş yahut alınışı, dönemin Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel daha sonraları "Öcalan'ı bize ABD teslim etti" demiş; Başbakan Ecevit ise "Öcalan'ı bize niçin teslim ettiler, hala anlamış değilim" tarz açıklamalarda bulunmuştu. Koalisyon liderleri, 12 Ocak 2000 Zirvesi'nde "Anayasa'dan ve uluslararası taahhütlerden kaynaklanan süreç tamamlandığında, terörist başı hakkındaki dosyanın, gereği için ivedilikle TBMM'ne gönderileceği" ne dair karar aldılar. 1 Ağustos 2002 tarihinde T.B.M.M' de Anayasadan idam cezasının kaldırılması onaylandı. MHP idam cezasının kaldırılmasına “hayır” dedi. DSP, AKP, ANAP, SP, DYP, YTP’ce 'gökkuşağı' olarak adlandırılan bir birliktelikle idam cezası kaldırarak, APO canisini kurtarıldı.
Yani kısaca: 2002'de Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit ve Devlet Bahçeli tarafından; savaş, çok yakın savaş tehdidi ve terör suçları halleri dışındaki suçlar “idam cezası” kapsamından çıkartılarak bebek katili ölümden kurtarıldı. Alçakça ve hunharca katlettiği 35-40 bin insanın kanı yerde kaldı. Adalet ve hukuk dumura uğradı. AB uyum sürecinde; 7 Mayıs 2004’de Anayasa'nın 10, 15, 17, 30, 38, 87, 90, 131. ve 160. md.de değişiklik yapıldı, 143. madde kalktı. Nihayet, 1982 Anayasası ve Türk Ceza Kanununda yer alan “ölüm cezası” ile ilgili bütün hükümler RTE hükümeti (AKP) tarafından 2006'da tüm suçlar için kaldırıldı.
Üstüne üstlük “zina” da suç olmaktan çıkartılarak topluma en büyük darbe vuruldu.
Dahası, Anayasa'nın, 38. maddesinde yapılan değişiklik ile ölüm cezası kaldırıldığı gibi, ölüm cezası ve genel müsadere cezası da verilemeyeceği hüküm altına alındı, (ancak Silahlı Kuvvetlerin iç düzeni bakımından bu hükme kanunla istisnalar getirilebileceği şartı konuldu) Anayasa'da, ölüm cezası ile ilgili yer alan diğer hükümler de metinden çıkarıldı.
Dönemin en büyük zaaf, ihanet ve gafleti:
Temel hak ve özgürlüklere ilişkin milletlerarası antlaşmalar ile TC kanunlarının çelişmesi durumu/uyuşmazlık halinde; hangisine öncelik verileceği konusundaki tereddütlerin giderilmesi amacıyla Anayasanın 90. maddesine fıkra eklenerek, bu takdirde, “milletlerarası antlaşma hükümlerinin esas alınması” hükmünün öngörülmesidir ki, bu:, TBMM’nin “Türk Milleti adına egemenlik haklarından feragat etmesi” anlamına gelir. İşte katil ABD ile AB dayatmaları sonucu organize suç örgütleri, terör-tedhiş, mafya ve bölücülere verilen en büyük prim/taviz budur. Böylece, canilerin cüreti teşvik ve can emniyetleri garantilenmiştir. 
Başta, milyonlarca Türk’ü esaret altında tutan Çin olmak üzere; ABD, İran, Yemen ve Suudi Arabistan dâhil 86 ülkede idam cezası var. Uluslararası Af Örgütü’nün “2010’da İdam Cezası ve İnfazlar” raporuna göre, dünyada ölüm cezasına çarptırılmış 18 bin kişi bulunuyor. Dikkat çeken ülkeler ABD, Yemen, S. Arabistan ve İran. Dünyada en fazla infaz uygulanan ülke Çin, Çin’de 2010 yılında en az 2 bin kişinin idam edildiğini tahmin eden Uluslararası Af Örgütü, bu sayının 8 bine kadar çıkabileceğini kaydetti. Çin’deki idamların büyük bölümü de ateş açarak, kurşuna dizerek ve öldürücü iğneyle infaz şeklinde gerçekleştiriliyor. Geçtiğimiz yıl Suudi Arabistan’da 27, Amerika’da 46, İran’da 252 ve Çin’de de binlerce kişi idam edildi.
Hüküm ve hikmet adalet iledir.
Adalete uygun olmayan bir hüküm hukuki sayılamaz. Devlette huzur, emniyet, refah, insicam ve istikrarın var ve sürdürülebilir olabilmesi için: “cezaların suçlara karşılık gelmesi” adaletin süratle tecelli-i; gasp, tasallut, terör ve tecavüz gibi doğrudan öldürme; Haksızlık ve yolsuzluk gibi dolaylı olarak ölüme sebebiyet vakalarında idam cezası şarttır.
İdam olmazsa, ‘öldürenin “LİNÇ” edilmesi’ halk için meşru; ihkak-ı hak; 
Bunun harici hüküm; Hukuk ve hikmete mugayir, suç'tur ve zulümdür.