AKP’nin
“UMUR-U DEVLET ve ADALET”le sınavı
Şimdi
sorarlar, devlet umuru ne demektir? Zaten,
burada işleyeceğimiz konuyu iyice anlamak, kavramak, yorumlamak, gerçeği
görebilmek, adeta ensemizde boza pişiren büyük felâkete uyanabilmek için “Umur-u
Devlet ne demektir? bilmek şart. Bilmek şart, zira yakın ve ibretli, haşmetli,
hür, hükümferma, adil ve özgür tarihimizde siyaset adamları bunu bilir,
bildikleri ile yetinmez, “gelenek, gerçek, ilim ve umur-u” bizzat nefislerinde
yaşarlardı.
Yeryüzünün
son siyaset, umur-u devlet, adalet ve hikmet bilgelerinden Ebu’l Feyz Elçibey,
Char Dudayev ve Aliya İzzet Begoviç bu bilimin ve yüksek bilincin, Türk ve
İslâm âlemindeki son halkaları idi.. Bu halkanın çağdaşlarından olan Dr. Faruk Sükan,
siyaset bilimi ve tarih sohbetlerinde sıkça konuya değinir: “Sizin çıplak gözle
göremediklerinizi biz, (umur-u devlet erkânı) kara bir tuğla üzerinde görürüz”
derdi. Koca Reis namıyla maruf, Dr. Sadettin Bilgiç ise, yeri geldikçe “Çarıklı
erkân”dan dem vurur, nadirden ibret ve hikmetlerini, gelecek nesillere ders
olsun diye, bıkmadan-yılmadan anlatır dururdu.(Bak: Dr. S. Bilgiç, Hatıralar)
Şimdi
umur-u devlet erkânından çok az kaldı. Bu meyanda, bütün dönemlerin en iyi,
adil ve dirayetli Meclis Başkanı Ferruh Bozbeyli;, İlim, irfan ve aksiyonda hız
kesmeden fazilet ve feragat mücadelesini tam bir azim, irade ve kararlıkla sürdüren
Ali Naili Erdem ile adalet ilkeleri ve insani boyutun erdemlerini, umur-devlet
boyutunda bir yaşam biçimi haline getirme mücadelesi veren (Müstakbel
Cumhurbaşkanı Adayı) Hasan Korkmazcan; Günümüz Umur-u Devlet ricalinin en önde
gelen isimleri, taç, emsal ve timsalleridir.
Yani:
Umur-u Devlet ve/veya devlet umuru denilen şey: İktisadi, idari, ilmî, siyasi, ticari,
sosyal ve kültürel hayatta, velev ki bürokraside belli süzgeçler, sınav ve
deneylerden geçerek olgunlaşmak, kemâle ermek ve hayatın hakikatine vakıf olmaktır.
Yaşam tarzı olarak namuslu/dürüst, ilkeli, onurlu/sorumlu ve yüksek karakterli
olan bu insanlar; En başta devlet, eşitlik, adalet ve hukukun teminatlarıdır. O’nlar
ki oturmasını, kalkmasını, ast ve üstlerine davranmasını çok iyi bilir; Vakar
ile kibir, tevazu ile zilleti çok iyi ayırt eder; Devlet malını mallarından
üstün tutar, vicdan muhasebesi yaparken, Hazreti Ömer gibi hassas davranırlar.
Sözün
özü: Günümüzün kangreni kahtı rical (“adam gibi adam” kıtlığı) nedeniyle üst
üste yaşanan felâket, fecaat (dokunaklı, acıklı ve üzücü durum), yaygın hıyanet,
hukuksuzluk, haksızlık, yolsuzluk ve dalâlet hayatı çekilmez, dayanılmaz,
tahammül edilemez hale getirmiş ve devlette büyük gedikler açmış bulunmaktadır.
Meselâ bakın! Devlette bunlar olur mu hiç?..
SOMA
FACİASI:
Baştan sona bir ihmal, denetimsizlik, insan istismarı, kutsal emek sömürüsü,
kâr hırsı ve siyaset ile vahşi kapitalizm arasında vaki “insanlık, hak, adalet,
bilim, medeniyet ve teknik dışı” iştirak ve ilişkilerin utanç verici, yüzkarası,
iğrenç tezahürü.
AİHM
KARARI:
Varlık nedeni objektif hukuk, hak/adalet, özgürlük, eşitlik ve halk düşmanlığı
ile kaim, maalesef adına mahkeme denilen, utanç verici bir misyonerlik örgütü. Alenen
Türk, İslâm ve insanlık düşmanı... 10 Mayıs 2001 tarihli siyasi bir kararla Türkiye.;
Londra ve Zürich antlaşmaları ve Yunanistan temyiz Mahkemesinin 21 Mart 1979
Tarih ve 2658/79 Sayılı kararı ile de haklılığı/doğruluğu tescil edilmiş “1974
Kıbrıs Barış harekâtı” dolayısıyla 90 milyon euro (270 trilyon TL) tazminat
ödemeye mahkûm edildi! Bu tam bir hukuk düşmanlığı, kalleşlik ve kancıklıktır.
Bu melânetliğe karşı siyasetçiler ne halt ediyor? “Kıbrıs sorununa (!) adil ve
kalıcı bir çözüm için müzakere sürdürmeye çalışıyorlar!..” Diğer tarafta Yunan,
Ege’deki Türk adalarını teker teker işgal ederek, yerleşime açıyor, bir
taraftan da silâhlandırıyor. Yuh be!.. Yazıklar olsun bu keferelere.
Zehir-zıkkım olsun aldıkları maaş.
AB
REZİLLİĞİ:
Elli yıldan fazladır niçin bu lânetli kapıya kul olmaya çalışılıyor?
GÜMRÜK
BİRLİĞİ:
AB üyesi olmadan neden ve niçin bu kalleş kumpasa girildi?
SURİYE
BATAKLIĞI:
Neden burada, şerefli ve şanlı TÜRK siyaseti uygulanmıyor?
SÖZDE
KÜRT SORUNU:
Asli ve kurucu unsura sorun izafe ederek, kardeşi kardeşe vurdurmak isteyen dâhili
ve harici bedhahlara, neden/niçin ışmar ediliyor. İhanet değil mi bu?...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder