HER İNSAN BİR DEVLETTİR
“DEVLET İNSAN İÇİN VARDIR”
Mustafa Nevruz SINACI
TBMM ve MİLLET-VEKİLLİĞİ
01- Türk milletinin idare şekli
“kuvvetler birliği” esasına dayanır. Egemenlik birdir ve kayıtsız şartsız
milletindir. Büyük Millet Meclisi, Türk milleti adına egemenlik hakkını
kullanır. Yasama ve yürütme yetkisi TBMM’nde toplanır. Meclis yasama yetkisini
bizzat kullanır. Yürütme yetkisini kendi arasından seçeceği Cumhurbaşkanı ile
onun tayin edeceği Bakanlar Kurulu’na bırakır. Türkiye Cumhuriyeti mahkemeleri
tarafsız, mutlak adaletli ve bağımsızdır. (Gazi Mustafa Kemal Atatürk 1935-Ulus
Gazetesi)
Türk milletinin kadim medeniyeti,
milli kültür ve siyaset biliminde “medeni siyaset” denilen milli siyaset
geleneğinin öznesi insan’dır. Buna göre: Evrende var olan her şey insan
içindir. Şu hale nazaran, gerçekte her insan; Kâinatın atom’u ve bir “merkez varlık”
sıfatıyla “nevi-i şahsına münhasır” devlettir ve kurumsal devlet “bu insan”
için vardır. Dolayısıyla, bir takım kötü tohum ürünü, suiniyet sahibi, sureti
haktan görünen insanlık düşmanlarının iddia ve iftira ettikleri gibi;
Türk-İslâm ortak sentezi ve kadim geleneğinde, kesinlikle devlet değil; Sadece
ve yalnızca “İNSAN” kutsaldır.
Medeni siyasette İnsan; Dilediği
dine inanmakta ya da inanmamakta serbest, yani lâik ve fakat “suç işleme
özgürlüğüne” sahip değildir. Devlet cihazı olarak adlandırılan “hüküm ve
hikmet” merciininse tek ve yegâne umdesi adalettir. Adalet, her şeye egemen RAB
olan, yüce yaratıcı ALLAH (cc)’ın emir ve yasaklarına aykırı olamaz. Çünkü
evrensel adalet ilâhi kanun, kuram, kural ve objektif ilkelerden ibaret olup; Âdetullahtır.
Âdetullah ise, Allah'ın kanunu, (kuralı, kaidesi) yaratıcının sünneti anlamı ve önem
derecesinde demektir ki, buna da Sünnetullah denir.
Hakikatte insan, Yüce Yaratıcının Halifesi;
Yani yeryüzündeki vekilidir.
İnsan’ın şahsında, bütün
mükevvenat (varlıklar, canlı-cansız her şey, yaratılmışların tamamı) tekevvün
(vücut bulan, meydana gelen, şekillenen, var olan) eder. Yani; Hazreti Yunus
Emre’nin “yaratılanı seveceksin, yaratandan ötürü” sözü, esaslı bir kuram, Güçlü
bir öz’dür; İnsan denilen özne’nin açılımı, anlamı: Özelde ins, ünsiyet,
meşveret ve muhabbet; Genelde ufuk ve felsefesidir. Mikro kozmos (küçük evren) bağlamında
İnsan; Adalet ahlâkı, fazilet, kavram ve fiilde hak-hukuk üzerine
kaimdir.
Adalet, fazilet, hakkaniyet ve
evrensel hukuk’a teslimiyet dâhilinde “ilkeli, namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu,
soylu ve üretken (yapıcı/yaratıcı/mucit/keşşaf) ” bir hayat sürmeyen mahlûklar
“insan” olarak kabul ve telâkki edilemez. Bu nedenle İnsan ve İslâm barış,
anlayış ve (evrensel yasaya) teslim kök’ünden gelir. Yani İnsan’ın yaşamı
süresince görevi “evrensel adalet ve küresel barış” yasalarına uymak; Doğrudan
ve aracısız olarak birey tarafından tayin ve tespit edilen, seçilen hükümetlerin
(devletin) görevi:, Hâkim ve hükümran, sorumlu olduğu alanda evrensel adaletin,
tam bir eşitlikle uygulanmasını (İnsan hakları, adalet, hukuk, yaşam boyutunda eşitlik
ve kalıcı/sürekli barışı) sağlamaktır…
TÜRK SİYASET GELENEĞİ
İşte Türk siyaset geleneği, diğer
bir deyişle “medeni ve/veya milli siyaset” bu manâ ve muhtevadan ibarettir. Dolayısıyla,
kendine özgü, geleneksel tarihi karakteri, kadim ve orijinal yapısı nedeniyle,
Cumhuriyet dönemi itibarıyla buna: Türk İnkılâbı denilmiştir. Türk İnkılâbı:
1700 yılından itibaren giderek yozlaşan, çürüyen, dejenere edilen; Türk-İslâm
kültürü, siyaset ahlâkı ve medeniyetini önce durduran, duraklatan, müteakiben
200 yılda çökerten menfur bir süreci durduran, soylu bir “öze dönüş” (aslına rücu)
hareketidir. (sistemde ‘devrim’ sözcüğü yoktur.) Umarım; Hakikatten gafil,
açılım, sulta, cunta, dikta, vesayet gibi güdüm heveslileri bu hakikatleri
dikkatle okur ve doğru algılarlar!…
TÜRK İNKİLABININ YÖNETİM İLKELERİ:

02- Efendiler, uzmanlarca bilinen
bir gerçektir ki, kanun koyucular (Milletvekilleri) bir takım seçkin
özelliklere sahip olmak mecburiyetindedirler. O özelliklerden birincisi şudur: “Kanun
teklif eden, kanun yapan, kanun koyan bir insan, insanlığın bütün hislerini,
bütün ihtiraslarını herkesten daha çok anlamalı ve bilmelidir. Fakat nefsini
herkesten fazla ve tamamen, bütün kapsamı ile bunlardan korumak kudret ve
kabiliyetine sahip olmalıdır.” Bu seçkin özelliğe sahip olmayan insanlar, toplum için kanun yapmak (vekil
olmak) hak ve yetkisinden men edilir. Çünkü Kanunlar hislere dayanarak ve
uyularak yapılamaz. (1921-Söylev ve Demeçler, Cilt: 1 Sayfa: 193 + Atatürk’ü
Anlamak, Behzat Şaşal, Anayurt-2004)
03- Milletvekili sıfatıyla vazife,
salâhiyet ve sorumluluk mevkiinde beraber çalışacağımız arkadaşlarımızın geçen
tecrübelerden de yararlanarak vazifelerini eksiksiz yapacaklarını ve özellikle:,
“Milletvekilliği’nin, her tür düşünceden daha önemli, haysiyetli ve şerefli (vicdanı
hür, irfanı hür ve nevi-i şahsına özgür) bir millet vekâleti” olduğunu ve
bunun, resmi ve özel hayatta bile birçok manevi (sorumlulukları) ve belirli
külfetleri bulunduğunu göz önünden uzak tutmayacaklarını kuvvetle ümit ederim.
(1927-Atatürk’ün Tamim, Telgraf ve Beyannameleri, Mustafa Kemal Atatürk,
TİTE-Yay. Nimet Arsan)
04- İçinizde memleketi ve milleti
en çok seven, aklına, ilmine, anlayışına, vicdanına en çok güvendiğiniz;
Namuslu ve dürüst insanları (milletvekili) seçiniz. Bu sayede Meclis sizin
arzularınızı yapmaya, lâyık olduğunuz refahı sağlama gücüne sahip olacaktır.,
Açık ve sağlıklı düşünmek, açık (saydam/şeffaf) ve tutarlı hareket etmek, bu
suretle Türk’ün yüksek siyasi müessesesi, Cumhuriyeti yükseltmek... Bu
görüşleri tartışanlar, asla, birbirine karşı değillerdir. Önemli olan bu
görüşlerin başarılı olmasıdır. Milletin, hatalardan korunması için tek sağlıklı
çözüm: Düşünce ve yaptığı işleriyle milletin güvenini kazanmış, siyasi bir
partinin seçimde millete yol göstermesidir. (1927-Nutuk, Cilt: 2-1960)
05- İrade ve egemenlik milletin
tümüne aittir. Demokrasi, milli egemenlik prensibinin esasıdır. Gerçekte, idare
edenler “millet adına” egemenlik
kullanırlar. O halde, devlette idare edenler demokrat olmalıdır. Hükümet
prensibi de, adalet sevgisini ve ahlâk fikrini gerektirir. Zira Cumhuriyet ve Demokrasi memleket aşkıdır. Millet aşkıdır. Aynı zamanda,
babalık ve Analıktır. Hükümetlerin öncelikli görevi: Kişisel hürriyetlerin
sağlanması, adalet ve barışın sürekli kılınmasıdır. (M. Kemal Atatürk)
06- Devlet adamı gelecek
kuşakları düşünen (yüksek ahlâk, ilim, adalet, basiret ve beka sahibi) kişidir.
Politikacı ise; Gelecek seçimleri düşünen (hırs ve ihtirasına zebun) kişi
olarak tarif edilir. (Uğur, İsmet İnönü, s. 9-10)
07- “…bu yazılmamış olan ve
milletin şuurunda yaşayan (evrensel adalet, milli kültür, medeni siyaset ve
küresel barışa dair) kanunlara riayet etmeyen her meclis, her müessese ve her
örgüt, nihayet dayandığı kanunların kendilerini müdafaa etmediğini görmeye mahkûm
oluyorlar, olacaktır…” (Uğur, İsmet İnönü, s. 31-32)
08- Bir kanun kabul edilirken her
birimiz şu veya bu fikirde bulunabilir, mücadele ederiz. O idareden sonra
iktidarlar da değişir. Onu yapmış olanlar gider, biz geliriz, başkası gelir.
Her mesuliyet alan adam, ondan evvelki hükümetin çıkardığı kanuna güvenerek
işini, sermayesini getirmiş olanların, kendilerine kanunla temin ettirilmiş
olan bütün haklardan endişe etmeksizin istifade etmeleri şarttır. Petrol kanunu
mevcuttur. Mevcut olduğu gibi tatbik edilecektir. Yabancı sermaye ile kim
memleketimize gelmişse emniyettedir. (Mehmet Turgut, Siyasetten Sahneler, B.Yay-1991
s.61)
09- Türkiye Büyük Millet Meclisi
kürsüsü mübalâatsızlığa (saygısızlığa) asla gelmez. Ben bu kürsüye her çıkışımda onun
mehabetini (yüceliğini), Meclisin büyüklüğünü ve ehemniyetini duyarım. (Bilsel,
İsmet İnönü: Büyük Devlet Reisi, s.ıv) “Vekillerin de, reis-i devletin de,
herkesin de harekâtı, hattâ vaatları, hattâ retleri kanun, vazife, ahlâk
kuyuduyla (kaydıyla, sınırları ile) çerçevelidir.” (İsmet İnönü’nün TBMM’ de
Konuşmaları, 1920-1938, s.279) “Hürriyet, fakat anarşi değil, disiplin, fakat
cebir değildi ve Meclis görüşmelerinde söz alanlar bu ilkeye özen
göstermeliydiler. (Asım Us’un Hatıra Notları: 1930’dan 1950 Yılına Kadar
Atatürk ve İsmet İnönü Devirlerine Ait Seçme Fıkralar, s.331)
10- Meclisin, müzakerelerinde
özgürlükle (kürsü masuniyeti ile sınırlı)
sorumluluk arasında bir denge kurulmalıdır. Müzakerelerde, anarşiye
gitmeyecek surette serbesti, cebre gitmeyecek surette disiplin olması gerekir.
(Asım Us, Hatıra Notları, 1930’dan 1950 Yılına Kadar Atatürk ve İnönü Dönemine
Ait Seçme Fıkralar, s.331) Türkiye Büyük Millet Meclisi’nin irşadından
(öğreteceklerinden) istifade etmeli, hele onun salahiyetine çok dikkat ve
riayet etmelidir. (İsmet İnönü’nün TBMM Konuşmaları, 1939 -1960, s. 124) Ordu
ile millet arasında yakın duyguların beslenmesinde en tesirli örnek, TBMM ve
üyelerinin davranışlarıdır. Meclisimizin orduya karşı tutumlarında büyük bir
ilerleme olduğunu sevinçle kaydedebiliriz. (1960 sonrası) Geçmiş fırtınaların yanlış tefsirleri önemli ölçüde
unutulmaktadır. Ordunun şerefini korumakta
dikkatli olmak, ordu için en besleyici gıdadır. Buna karşı ordudan, millet savunmasında ödevinin ehliyetlisi olmak,
milletin istediği tek karşılıktır. (İsmet İnönü., TBMM Konuşmaları,
1961-1973, s. 806-807) “... Ordu temizdir, ordu hiçbir vesile ile memleketine
zarar getirecek bir harekete vasıta kılınamaz. Türk ordusunun geleneği budur.
Bunu daima ispatlamıştır. Türk ordusunun, milletin istemediği bir harekette bir
sergüzeştçinin peşinde gittiğini kimse görmemiştir. (Age., s. 428)
Bu kurallar, Cumhuriyet’i taşıyan; demokrasi, adalet, insan hakları ve
hukuku ebed-müddet kılan ilk’ler; Temeller ve binlerce yıllık devlet
geleneğimizin miyarı (ölçüsü, kriteri) ve çimentolarıdır. Milletin Vekilleri & tüm yetki ve
sorumluluk sahipleri; Devleti İdareye lâyık, halkın itimadına mazhar; Kıdem, ehliyet ve
liyakat sahibi, “namuslu, dürüst, üretken, ilkeli, adil, onurlu ve sorumlu” olmak zorundadırlar.
Yukarıdaki ilkeler devlette yürürlükte, hükümette hâkim ve hükümran değilse!.. "Şark
kurnazlığı, dönme ve devşirmelerin Bizans oyunları ile kifayetsiz muhteris bedhahların icraya çöreklenmiş ve siyaset fazilet olmaktan
çıkmış demektir." Böyle bir şeamette Meclis tefessüh etmiş (çürümüş / bozulmuş / yozlaşmış); hükümetler
acze düşmüş; demokrasi dumura uğramış; Yargı, adalet, hukuk, emnniyet / güvenlik ve
denetim ‘tarafsızlık ve bağımsızlığını” yitirmiş demektir!.