3 Haziran 2008 Salı

DERİN DEVLET VE DİP DALGA

DERİN DEVLET VE
DİP DALGA (*)
Mustafa Nevruz SINACI
Bu çalışma ve araştırma Türkiye’de ilk defa 2008 yılı Nisan ayı sonunda yayınlandı. Birim yayım sayısı dijital (internet) ortamda yüz binleri buldu. Makaleye ulaşabilen yerel ve bölgesel gazetede ve dergilerin aşağı yukarı tamamı konuya yer verdi. Ali Kemalci olmayan milliyetçi-muhafazakâr, özgür-ulusal gazeteler hem yayın ve hem de yorum konusu yaptılar. Bu bağlamda, vefakâr ve fedakâr Anadolu Basını ile paralel; Özellikle Anadolu’nun sesi-soluğu, Türk milletinin gözü-kulağı, “Milli Sevda” pınarı, ulusal dayanağı, ilim-irfan, hayat ve siyaset kaynağı olmakla maruf ANAYURT, BELDE, ÖZDEN ve ULUS gibi; Ulusal ve uluslar arası baz da yayın özelliğini haiz gazeteler, her türlü takdirin üstünde bir liyakat ve sahiplikle sayfa ve sütunlarında konuya yer verdiler.
Elbette bu durum, (gerçek ve müspet tespit) akabinde Türkiye’de Türkçe yayın yapan akredite medyanın gündemine oturmakta gecikmedi. Özellikle, Mayıs ayının Türk tarihine (27 Mayıs gibi) yakınlarda vurduğu ‘olumsuz damgalar’ özenle işlenerek menfur bir ajitasyon sürecine girildi. 48 yıldır süregelen psikolojik savaş unsurları teyakkuza geçti. Derin devlet’in (dip dalganın) ‘hakiki, sadık ve samimi Türk vatandaşları değil; Süper Nato, Genelkurmay Özel Harp Dairesi ve bu kombinasyon içinde kontr-gerilla unsurlarından oluştuğunu ısrarla işleyip, bilumum tahrik ve tahrip niyetlerini dessasça vurgulayıp kirli el, menfur emel ve bin bir suratlarını ortaya koydular. Elbette bilvesile Milli-manevi değerlere saldırmaktan da geri durmadılar. Öteden beri ısrarla işledikleri ayrılık-gayrilik ve bölücülük furyasına hız verip, yeni bir boyut kazandırarak düşmanlığa hız verdiler. Dahası var.
Başbakan, çok saf, samimi, iyi ve temiz bir niyetle “Ergenekon operasyonu, aslında bir temiz eller operasyonudur. Buradan başladı. Sonuna kadar gidilecek” dedi. Derhal önünü ve yolunu kestiler. AKP hakkında açılı kapatma davasını Anayasa, TCK ve TMK’ nun açık, amir ve net hükümlerine rağmen olabildiğince istismar ettiler. Kalkışma, yanıltma ve yönlendirme öyle vahim boyutlara taşındı ki; Neredeyse mezkür siyaset kurumunu, derdest olan davaya rağmen ‘Sivil (!) Anayasa’ yapmaya bazı temel kanunları; AB-D leh ve Türk Milleti aleyhine kökten değiştirmeye ikna edeceklerdi. Bunda muvaffak olamadılar. Şükür sonunda akıl-erdem ve sağduyu galip geldi Lâkin, Milli Eğitim Bakanı’nı uyutarak müfredatta yer alan temel ders kitaplarına muharref ayet, hadis ve harita sokmayı; Adalet Bakanlığı’na zinayı suç olmaktan çıkartmayı, erkeği aile reisliğinden azletmeyi, CMUK’la suç odaklarını rahatlatmayı, buna mukabil şerefli ve soylu Türk Polisi’nin elini-kolunu bağlamayı; Turizm Bakanlığı’na yüzde yüz Türk malı meydan, mezra, höyük, köy ve kasabalarına Rum-Ermeni-Yahudi isimlerini koydurmayı; Havra ve Kiliseleri restore ettirip mukaddes Camii, Mescit ve Medreseleri yıkım ve yok oluşa terk ettirdikleri bilinen vukuatlarıdır.
Son vukuat:
Diplomatik deneyim yoksunu dışişleri bakanımızı kırmızı bültenle aranan bir terör-tedhiş örgüt militanı ile görüştürmeye teşebbüs ettiler. Başarı gösteremeyince, domuz kokulu, pis, menfur ve necis AB platformlarında yetkili bakanı sıfatına rağmen ‘asli ve kurucu unsur Müslüman halk’ konusunda şikâyet ve adeta jurnal noktasında bir hitaba ikna ettiler. Aynı günlerde, tüm AB’de yasaklı sözde ana dilde yayın tuzağı ile TRT kanununda değişiklik yapılarak, orijini olmayan hayali bir dilde neşir imkânı oluşturdular. Tabii iç gelişmelerden paniğe kapılan menfur mihrakların tahrik ve tazyiki ile AB süreci de ‘bu ara’ ivme kazandı. İşin en enteresan-komik tarafı, ülkede yerleşik oligark ve Gladyonun bir kanadı “AKP kendi derin devletini kuruyor” derken, aynı merkezden beslenen ve yönlenen diğer bir kanat tam tersini iddia ediyor, “bazı çıkar örgütlerini siyasal bağlamda gösterip, bunları ABD-TC’ye karşı kurmuştur. Derin devlet bunlar” iftirasıyla zihinleri bulandırmaya, toplumsal panik yaratmaya ve kafaları karıştırmaya kalkışıyordu. AKP kapanırsa ekonomi çöker, felaket olur senaryolarını yazan da uygulayanlar da bunlardır. Hatırlayınız. 27 Mayıs’ın faili kan ve kin zebunu bedhahlar da Menderes’i ABD’ci olarak suçlamışlardı. Oysa hepsi Amerikancı gerici, kadrocu, yoz, yobaz, irtica, mürteci (büyük bölümü kripto) dönme ve devşirme çıkmadı mı?
GERÇEKLERLE YÜZLEŞMEK
AKP’den beklenen önce ‘en büyük kırılma ve çökertilme’ noktasının faili 27 Mayıs’ın adalet ve hukuka havale edilerek yargılanması idi. Bu davanın neticesine göre 12 Mart ve 12 Eylül’ün de. Kıçı-kırık halefimiz Yunanistan bunu başardı. Sonra üst üste seçimlere giderek demokrasi, adalet, ahlak ve hukuku (!) ülkesinde hâkim unsur haline getirdi. Darbe ve dikta baskısından kurtulan adalet günü geldi Vodafon’u bile ülkeden kovdu. Yunan TC Ziraat Bankasına bir şube izni vermeyi bile milli çıkarlarına aykırı bulurken Türkiye de banka satın alacak, her vesileyle Türk’e kafa tutabilecek kadar güçlü bir milli duruşa, kimlik ve kişiliğe sahip oldu. Tefessüh etmiş Lâtin ve Grek uygarlıklarını AB’ye dayanak olarak kabul ettirdi. Yani, Yunanistan bu hesaplaşma ve yüzleşme ile oligark ve kriptoların tasallutundan kurtuldu ve milli devletini tekrar oluşturdu. Kıbrıs’ın intikamını aldı. Uyduruk bir Louzidiu davasını Türk Dışişleri Bakanlığına Yunan kökenli bir avukat tutturarak kaybettirdi. Türk İstiklal harbi sırasında yapamadığını şimdilerde yaptı ve küresel emperyalizmin oyuncağı haline gelen iktidarlar sayesinde ülkemizin en velut topraklarını satın aldı. Sözde Lâik devlet olmamıza rağmen Meryem Ana kilisesinde ayinler yaptı. Daha neler! Amma diğer tarafta Batı Trakya Türk’ünü inim-inim inletmeyi de sürdürüyor. Neden? Tek sebep Türkiye de mevcut Rum-Ermeni Oligark, kripto, Gladyo ve Truva atları konsepti (lobileri) yüzünden.
ŞİMDİ RESTORE EDİLMİŞ GÜNCEL VERSİYONA GELELİM.
Her devletin bir görüneni, bir de görünmeyeni “derin” olanı vardır. Dünyanın bütün ülkelerinin değişmez kuralı, kaderi karakteri budur. Stratejik açıdan fazla önem taşımayan, iktisadi, siyasi, sosyal ve kültürel potansiyeli zayıf, rantabilitesi düşük yapılanmaların bir; Zengin, etkin, potansiyeli güçlü ve jeostratejik konumu hayati, rant imkânları cazip ülkelerde ise, kesin olarak 2 derin devlet (!) daha oluşur. Gerçekte bu yapılanmalardan sadece biri derin devlet; Diğer ikisi iç bağlantılı ve dış uzantılı oligarklar tarafından teşekkül ettirilen Gladyo ve mafyadır. Tam bir gizlilik ve sinsilik içinde bünyesine yerleştiği devlet veya milletin ‘derin devleti’ görüntüsünü özellikle veren ve bütün unsurları ile gasp-irtikap, anarşi, terör, tehdit, şiddet, yalan-talan, hırsızlık ve yolsuzluk üzerine kurulu gizli örgütler, milletlerin kanını emer, kimyasını bozar, milli-ilmi-manevi ve ahlâki değerlerini derinden sarsar, milletlerin tarih ve tabiatlarını tahrif ve tahrip ederler. Bu nedenle aşağıda öz ayrıntıları açıklanacağı üzere; Varlığında hırsız, yolsuz, soysuz (koza-kripto) barındıran, sahtekâr ve suiistimal unsuru barındıran hiçbir kurum, kuruluş, organize veya reorganize (refleks) yapılanma ‘derin devlet’, milli, milliyetçi veya ulusalcı olarak nitelendirilemez. Derin devlet asla bir örgüt değil, olağan ve doğal bir yapılanma; Daha açık bir anlatımla ‘kamu vicdanı’dır… Devletlerin “namuslu, dürüst, onurlu, sorumlu, erdemli ve üretken” unsurlarıdır. Onlara, AB anayasalarında “İyi insan ve iyi vatandaş” denilir.
AYRINTILARA BAKALIM
Bunlardan birincisi/Yani gerçek derin devlet: Bütün canlı varlıklar ve herkeste olan doğal refleks, tıbbi deyimle parasempatik sistem, milli şuur, toplumsal-ortak akıl veya güncel deyimle:
Dip Dalga. Daha açık-net ve belirgin bir tanımlamayla:
Doğal stabilizatörler’ Milli denge unsurları, ulusal sağduyu ve/veya milli ve manevi dinamiklerdir. İkincisi: Uluslar arası ahtapot-vahşi kapitalizm ve küresel emperyalizmin ulusal antaktı icra vasıtası, global (Internatıonal) biçimde örgütlenen Gladyo. Emir-kademe, intikal-iletişim ve paylaşım zincirinde yer alan nihai yapılanma. Mahalli kol-şube, uzantı ve bağlantıların başı odak noktası, DTM, CFR, Sosyalist Enternasyonal ve BİLDERBERG’in ulusal merkezi. Üçüncüsü: Global mafya (uluslar arası Gladyo) nun lokal timleri ‘yerel sektör’ uzantı ve dayanaklarını oluşturan alt üniteler olup; Bilinçsiz, bir üst organizasyonca sömürüldüğü ve kullanıldığının farkında olmayan, genellikle dini, milli, hamasi, siyasi, sosyal-kültürel, ırkçı-etnik, ayrımcı duygu ve olgularla donatılmış, beyinleri “dezinformatif-psikolojik savaş ürünü dogmalarla” yıkanmış prototip varlıklar; Dönme-devşirme, ateist-pagan, insani değerlerini yitirmiş, yurttaşlık bilincine vakıf olmayan, bir çeşit ‘kullanıma açık’ paralize veya primitif varlıklar. Bunlar özellikle rüşvet, iltimas, gasp-irtikap, ayırma-kayırma, saadet zinciri, görev ihmali-suiistimal, hırsızlık-yolsuzluk, kaçakçılık, süfli işler, militanlık, taşeronluk, yalan-talan gibi, küresel mafyanın pis işlerini yürüttükleri için, ülkelerin yapısal durum ve etnik-dinsel altyapıları gereği sağ-sol, alevi-sünni, milli-gayrimilli, inanan-inanmayan, ateist, üst yapıya doğru ilerledikçe mason, siyonist, bilderbergci, tapınak şövalyesi, matruşka vs. gibi kategorize olur. Gözlenen en belirgin özellikleri: Hiçbiri sevk-idare, tayin-mahsup ve organize edildikleri kurulum formasyonuna ait-raci olmayıp, bütün esas-usul, fiil ve unsurları ile yapay, sanal ve mukallittirler. Yani, ne sağcı ne solcu vb. Sadece çıkarcı, yalancı-talancı, mukallit ve aktör. Uluslar arası ‘küresel mafya’ aristokrat, burjuva, ateist-pagan seçkinci, gayri millidir. Başta organizasyona göbekten bağlı kripto aydınlar, din tüccarları, siyaset (dava ve misyon) tacirleri olmak üzere, genellikle ülke zengini ve elitini kendinden oluşturur. İçinde barındırır. Gazi Mustafa Kemâl Atatürk’ün dahili bedhah (gizli düşman) söyleminin birinci dereceden muhatabı bu; İki yüzlü, yalancı-talancı, çoğu çifte vatandaşlık ve çift pasaporta malik, mutlak dış bağlantılı, kökü hariçte kriptolar, oligarklar, Truva atları ve baronlardır. Siyaset-iktisat/ekonomi bağlantı kuramının esası bu ittifaka dayanır. Emperyalizmin Yeni Dünya düzeni dedikleri evrensel sömürü, kölelik-kan emicilik ve kene akımı globalizm bunların marifetidir. AB’yi ekonomik entegrasyondan (AET) küresel gasp ve işgal şirketine (AB) iblağ edenler bunlardır. Dolayısıyla mutlak mütekabiliyetsiz, eşit haklarla katılma yerine “bağlanma” yanlısı ilmi, milli-manevi, siyasi-sosyal ve kültürel meselelerde, millet iradesine dayalı ‘milli menfaat ve halk yararına milli duruş’ ortaya koyamayan bütün politik-ACILAR bu güruhtandır.
Bu güruhun devlet adamlığı ile en küçük bir ilgisi, alaka ve bağlantısı yoktur. Üstelik bunların tamamı “Atatürkçüyüz” dediklerinde yalan söylerler. Zira hepsi Atatürk, Türk, Müslüman ve insanlık düşmanıdırlar.
MİLLET İRADESİ VE MEDENİ SİYASET
Millet iradesinin “Egemenlik bilâ kaydı şart (kayıtsız ve şartsız) milletindir” vecizesi doğrultusunda tezahür biçimi (Türkiye ve Türk halkı için) derin devlet ile ‘medeni siyaseti’ ifade eder. Medeni siyasette “her fert bir devlet; Cumhurbaşkanından sokaktaki temizlikçiye kadar her kamu görevlisi halkın hizmetçisidir.” Başka bir anlatımla devletin hakiki sahipleri vatan-bayrak-toprak-milli marş, adalet-hukuk, doğruluk ve dürüstlük gibi ‘asgari müşterekler’ ile ‘milli devlet-milli iktidar, lâiklik, insan hakları, adalet ve hukuk’ gibi özel anlamda medeni siyaset, evrensel norm ve standartlarda herkes için demokrasi değerlerinde ortak karar ve davranış biçimine sahip; Onurlu-şuurlu ve sorumlu üretici-yaratıcı kitleler bu tanımın manâ ve muhtevası kapsamında yer alır. Ortak akıl ve mâşeri (kamu) vicdanın, milli şuur ve birikimin, yükselen değerler, milli mukaddesler, ulusal davalar ve bütün halkı temsile matuf “milli irade-ortak akıl”; Her iki şer unsurun aksine, toplumun en temiz, saf-akıllı, imanlı-şuurlu, namuslu-dürüst, erdemli-sorumlu, yüksek şahsiyet ve haysiyet, demokrasi kültürü (insani-medeni siyaset) sahibi ‘milli-gerçek’ dinamiklerden müteşekkildir. Bu, her ulusun mayası, hakiki, halis ve samimi “derin devleti” olup; Yerine göre Çanakkale ruhu, İstiklâl harbi galibi, Cumhuriyetin kurucusu; Kutsal insan unsuru, vatan, bayrak, toprak, din-iman, namus-fazilet, iyi insan-dürüst vatandaş gibi temel değerlerin savunucusu ve ebedi koruyucusudurlar. İşte, bu kısa makalede esas konumuz bu hususu açıklığa kavuşturmaktır. Ülkenin mevcut durum analizleri, zamanlama, hareket biçimi, stratejisi, uygulama ve eylem planları; Hakiki ve samimi yurttaşlar tarafından ‘organize olmayan’ ilâhi/doğal-refleks bir sinerji, ortak akıl, milli-medeni insani irade, toplumsal sağduyu, devleti koruma içgüdüsü etrafında kendiliğinden şekillenir. Doğal stabilizatörler kendi başlarına birer devlettir. Devlet gibi, hem de kalp-kafa, akıl-iman, vatan-millet, bayrak, hürriyet-hükümranlık, hak-hukuk ve adalet ahlâkı “milli devlet” imtizacı içinde derin düşünürler. Elbette kişisel bilgi, birikim ve aritmetik kombinasyonlar dahilinde.. Bunların en büyük hazinesi fazilet, en değerli melekeleri erdem, İnsani boyut, bilgi toplumu (bilgelik), bütün insanlara-inançlara veya inançsızlığa dahi saygı, ‘insana’ insanca sahiplik, hoşgörü, tolerans, ortak değerler, ortak akıl ve lâikliktir. Lâiklik; İnsanların (iyi insan, iyi-namuslu, onurlu-sorumlu ve dürüst vatandaşların) istedikleri gibi inanma, inandıkları gibi yaşama; İnançsız olsalar bile inançlara içtenlikle saygı duyma ve devletin kanunlarına mutlak surette uyma yükümünü zorunlu kılar. Bu nedenle, kadim (esas anlamda objektif) hukuk ve adaletin temel ilkesi, kaynağı ve dayanağı-membağı: Din, doğrusal düzlemde ahlâk (ahlaksızlık değil!..) örf, adet, gelenek ve törelerdir. Aslında, Türk devlet geleneği ile Türk-İslâm medeniyetinin temel dinamiği de budur. Dünyada ‘demokrasi’ yokken, adına ‘medeni siyaset’ denilen bu yönetim, kültür ve medeniyet, yaşam biçimi vardı. Vahşi Batı tıpkı Hıristiyanlığı zaman içinde “İlâh-silâh-ilaç” metaı (vasıtası) haline dönüştürdüğü gibi “Medeni siyaseti” de, her şekle bürünebilen; Irak’ta katliam, Afrika açlık, dünyada kitlesel açlık, yokluk, sömürü, kıtlık ve kölelik olarak tezahür edebilen “ilmi kimlik ve bilimsel disiplin yoksunu” aykırı bir kodlamaya dönüştürmüşlerdir. Bu nedenle, “uygarlık” safsatası altında küresel-emperyal sömürü unsurları Türk’e ve İslâm’a derin bir kin, nefret ve düşmanlık beslerler. Haçlı Hıristiyan ruhunun bütün menfur proje, kara el (çrna ruka) gizli emel, sosyal çürüme, kültür emperyalizmi, legal-illegal soygun, ikincil ve üçüncül, yasa dışı, derin/gizli devlet (medya-mafya-siyaset) yapılanmalarının özü budur. Yani, başta aziz Atatürk olmak üzere aklıselim ve âlim atalarımızın “su uyur, düşman uyumaz” diye emanet, nasihat ve vasiyet ettikleri mesele.
SONUÇ:
Milletin bizatihi kendisi, kendi izni, iradesi (muvafakat-meşruiyet) dışında; “Halka rağmen halkı ve devleti yönetmeye kalkışanlar” kuzu postuna bürünmüş domuzlar gibidirler. Bunların şiarı: Kişisel çıkar, şahsi ikbal, haram edinim, (yalan-talan) kayıt-kapsam dışılık, vergi kaçakçılığı, devleti destekleme yerine köstekleme-kullanma, anarşi-terör-tedhişe yardım-yataklıktır. Değer yaratmak, emek vermek, üretmek, oluşturmak ve çoğaltmak yerine; Aracılık-tefecilik, rantiye, yasa dışı iş takibi ve komisyonculuk;
PAROLASI: “Devletin malı deniz, yemeyen domuz” dur. Şu anda “diken üstünde duran hükümet” bu gerçekleri tam bir dikkat ve samimiyetle ele almak, incelemek, değerlendirmek: Akla-karayı, yaşla-kuruyu birbirinden ayırmak, millete samimiyetle kulak vermek; Objektif hukuk (tarafsızlık-bağımsızlık) ve adalet ahlâkını hakim kılmak “Tez elden” GB (gümrük birliği) Antlaşmasını askıya almak, AB konusunda “derhal” kesin bir “katılım tarihi” istemek, alınan tarihi “HALKOYUNA” (referanduma) götürmek, AB (üç aydan fazla olmayacak bir süre içinde) “kesin katılım tarihi” vermediği takdirde şuan devam eden müktesebat, entegrasyon ve uyum sürecini mutlaka “durdurmak” zorunda ve durumundadır. Yani: Ergenekon bağlamında verilen söz yerine getirilmeli, ikincil ve üçüncül sürüler süratle tasfiye edilip (tam bağımsız-bağlantısız-tarafsız, hakim ve hükümran) yargı önüne çıkartılarak, “Müstakil Milli Devlet” ve “maşeri-kamu vicdanı” rahatlatılıp, müsterih kılınmalıdır. Ülkede gerçekten “kuvvetler ayrılığı” var ve; Kuvvetlerin tamamı öz’de millet ve milli kaynağa, millet iradesine dayanıyorsa: Suçluların yeri hapishane; İyi insan-iyi vatandaş, namuslu, onurlu-sorumlu, ilkeli ve dürüst yurttaşlarımızın yeri “buram-buram hürriyet, adalet, refah, saadet, güvenlik, zenginlik ve mutluluk kokulu rüy-u zemin ve ikbâl-i vatandır.” 1960’dan bu güne beklenen budur.
ÇÖZÜM: Önce Yargı, Yasama ve Yürütmeyi birbiri ile yüzleştirmek. Sonra millet olarak gelmiş-geçmiş hükümetlerle (yöneticilerle) yüzleşmek ve hesaplaşmak, devletin kayıp trilyon dolarlarını temin, tazmin ve tahsil, her düzeyde çeteleri tasfiye etmek suretiyle ülkenin namus, hürriyet ve istiklâlini kurtarmak ve nihayet kendi kendimizle yüzleşmek, dürüstçe öz eleştiri yapmak ve erkekçe hesaplaşmak. Hani ne demişti Başbakan: “Bu bir temiz eller operasyonudur…” İktidar kirli elleri devletten söküp atmadıkça eğer; Tıpkı virüs ve pis mikroplara karşı, sessiz sözsüz mücadele eden antikorlar gibi “millet, bunu elbet bir gün yapacak” ve günü gelince “SUÇLU AYAĞA KALK” diyecektir. Yaşanan kaos bunu muciptir. Akıl için yol bir; Çıkış için yol budur. (*) Son ve güncel versiyon.

Hiç yorum yok: