10 Ekim 2012 Çarşamba

AKP’NİN “28 ŞUBAT” SENDROMU

AKP’NİN “28 ŞUBAT” SENDROMU
Mustafa Nevruz SINACI
            Türkiye Cumhuriyeti’nin başkenti Ankara’nın en işlek yollarından biri olan Anadolu Bulvarı’nda bir üst geçitte, 6 Eylül 2012 Cumartesi günü çok sayıda el bombası ve kalaşnikof mermisi bulundu. Başkent'te bomba alarmı verildi. Fakat aynı gün akşama kadar, bulunan 11 adet el bombası ile 16 adet uzun namlulu silahlara ait mermiler hakkında; Bakanlık, valilik, emniyet, belediye yahut bölge muhtarlıklarından herhangi bir açıklama gelmedi!..
Ne hikmetse!, Düşmana dost; 
Halk'a düşman gibi davranıyor...
            Hükümet’in parti, meclis ve komisyonları 28 Şubat’la meşgul oldukları ve konuya pek fazla alâka gösteremediklerinden; Etkili, yetkili, görevli ve sorumlu kurumlardan da bir haber çıkmadı. Dolayısıyla, malum ve mezkür el bombaları ile mermilerin, menfurlar tarafından, ne vakit, hangi amaçla oraya konduğu; Payitaht’a nereden, nasıl ve niçin getirildiği de gün içinde açıklık kazanmadı, aydınlanmadı ve anlaşılamadı… Halâ da bir muamma!...
            Lâkin başta Kumrular, Kayseri Pınarbaşı ve Gaziantep vukuatları olmak üzere; Son günlerde yaşanan gasp, irtikap, anarşi, terör, tedhiş ve patlatma vakıalarının hiçbirisi muamma değil. Üstelik trajikomik… Her biri bir utanç, ihmal, zaaf veya kollama, koruma yahut yardım ve yataklık tür ihanet vakası. Sonuçta, anarşi ülkemizin her yanında korkusuzca kol geziyor.
            Karakol basıyor, yol kesiyor, kendince etnik kimlik ve pasaport kontrolü yapıyor.
            Irkçı yandaşlarından parlamentoya soktukları yandaş ve yoldaşları ile askeri güvenlik bölgesinde buluşuyor, öpüşüp hasret gideriyorlar. Zavallı iktidar zerre kadar anayasal ve yasal sorumluluklarının farkında ve idrakinde değil. Sadece lâf ebeliği yapıyor, tehditler savuruyor ve popülizmle günü kurtarıyorlar. Ağlanacak halimizi alay konusu eden bir müdür atamaktan başka eylemleri yok!.. Muhalefet denen melânet paralize güruh ise aval aval seyir halinde... 
            Mücrimler her biri bir meydan okuma olan cürümler yaratıp karakol basıyor. Tonlarca uyuşturucu, afyon, esrar, benzin, mazot, sigara ve silâh kaçakçılığı yapıyor; Okul kundaklıyor, talan, tarumar ediyor, dağa asker-sivil vatandaş kaçırıyorlar. Üstelik bunların tamamı: İsrail’e yasa dışı yollarla girenin 3-5 dakikada tespitle 5-6 dakikada infaz edildiği; Amerika’da en geç 10 – 15 dakika içinde kanunsuz duhulün takibe alındığı; Bulgaristan’da kimsenin izinsiz girip çıkamadığı “milletlerarası devlet sınırları” içinde cereyan ediyor.. İğrenç bir yüzkarası…
            Yuh be kardeşim. Yuh beeee… Lânet olsun hepinize….
            Bu Devletin Korucu, Jandarma, Asker, Polis, MİT’çi ve sair güvenlik unsurlarını sayıp topladığınızda adetleri milyonları buluyor. Güvenlikten doğrudan veya dolaylı sorumlu köy ve mahalle Muhtarları ile İçişleri Bakanına kadar olan silsileyi hesaba kattığınızda; Nasıl bir haramzadelik, yan gelip yatma, onursuzluk, umursuzluk, sorumsuzluk, gaflet, dalâlet ve/ya görevi ihmal, yolsuzluk ve suiistimal yahut (haşâ) yardım ve yataklık, ihanet, iştirak olayı ile karşı karşıya olduğumuzu tahmin ve tasavvur etmek güç değil!..
            Aksi takdirde sınırdan içeri “yasa dışı yollardan ve izinsiz olarak” kimse giremez; Ülke ve halkın huzur ve güvenliği asla tehdit edilemezdi. Girilebildiğine, fiili tehdit-tarumar olabildiğine göre, bu acil durumun irdelenmesi, yetkili ve sorumluların ivedilikle takibe alınıp soruşturulması, sorgulanması ve mutlaka adalet önüne çıkartılıp yargılanması gerekir.              
            İş bununla kalsa iyi!..
            Diğer taraftan haksız zamlar patlıyor, pahalılık ve gizlenen enflâsyon, en aziz, kadim ve en değerli varlığımız, yegâne kutsalımız insan unsurunu “insanlık dışı bir zulümle” alçakça süründürüyor. Niçin alçakça? Bazı temel yaşam unsuru hizmet ve hayati tüketim malları dört katından on katına kadar satılıyor. Müthiş bir piyasa terörü var. Denetim ve teftiş kurulları atıl vaziyette, resen soruşturma yapamıyor, yolsuzluk ve suiistimallerin üstüne gidemiyorlar. 
            Dahası: Dünyada hiç bir devlet, öz sınırları içinde doğup büyümüş vatandaşına “etnik dilde” savunma izni vermiyor. 80’lik nineler hariç. Onlara elbet tercüman da bulunur, avukat da… Ama, ülkede doğup büyüyen siyası amaçlı narkoterör odaklı menfur şovculara değil..
Tüm bunlar: İğrenç bir zaaf, korkaklık veya himaye, iştirak ve işbirliği sonucudur. 
Sebep: 28 Şubat sendromu. 
Yeter artık!.. 
Gelin, umur-u devlet ve adalete rücu edin.... 
***
MÜSTENİDAT YERİNE KAİMDİR (MÜSBİT BELGE)
RİFAT SERDAROĞLU - OSLO  EMNİYET  MÜDÜRÜ
RİFAT SERDAROĞLU
Başbakan Erdoğan’ın özel emri ve izniyle Oslo’da PKK terör örgütü liderleriyle görüşen devlet görevlileri, “Güneydoğu Bölgesinde sizin ve İmralı’nın istediği Vali ve Kamu Görevlileri atadık”  demişlerdi.
“Sizin için Habur’da hukuku yok ettik” , “Sizinle savaşan Türk Ordusu şimdi içerde” sözlerini de söyleyince, her biri “Vatana İhanet” sayılacak bu cümleler için Cumhuriyet Savcıları soruşturma başlatmışlar, Başbakan Erdoğan bir gecede kanun çıkararak, ihaneti yasa ile şimdilik örtmüş  ve T.C. Devletini koruyan Cumhuriyet Savcıları, acilen başka görevlere atanıp dağıtılmışlardı.
Örgütün istediği Vali ve Kamu görevlileri sözü, lafta kalmamış ve AKP Hükümeti tarafından bu bölgede terör örgütüne ve onun taleplerine sıcak bakan görevliler atanmıştı.
Böyle olmasa;
*Yasalara aykırı olarak İlçe-Belde,Köy isimlerinin Kürtçe değiştirilmesine Kamu görevlileri izin verirler miydi?  Başbakan’ın tabiriyle, “sıkıyorsa” Ege’de bir köyün ismini değiştirin de dünyanın kaç köşe olduğunu göstersinler size!...
*Polis ekip otosundan, hakkında kesinleşmiş mahkeme kararı bulunan bir suçluyu zorla alıp, polisleri dövenler hala serbest kalırlar mıydı? Karadeniz’de Orta Anadolu’da-Marmara’da Polis’e         sert bir şekilde seslenin de başınıza neler geleceğini bir görün!...
* Örgüte sıcak bakan yöneticiler olmasa, terör örgütünün paçavraları her yere asılır mıydı?  Türk Bayrağı sadece resmi dairelere asılacak hale gelir miydi?
*Kamu görevlileri göz yummasa hukukun yok edildiği “Habur Rezaleti” yaşanır mıydı?
Oslo tipi Kamu Görevlilerine ilk örnek şimdiki Başbakan Müsteşarı Efgan Ala’dır.  2004 yılında getirildiği Diyarbakır Valiliğinden sonra, T.C Devleti Bürokrasisinin en tepe noktasına getirilmiş ve bölgedeki tüm atamalar onun onayından geçmiştir.
Bir diğer örnek ise şimdiki İzmir Cumhuriyet Başsavcısı Durdu Kavak’tır.
Habur olayları sırasında Diyarbakır Başsavcısı olan Kavak, İzmir’e atanınca tüm gazetelere “Ana dilde eğitim ve öğretim’in gerekliliği” ve devletin bu olayı desteklemesi gerektiği yönünde defalarca röportajlar  vermişti.
Anayasa’nın 42. Maddesi yürürlükte iken, bir Başsavcının korumak zorunda olduğu Anayasa maddesini çiğnemesi anlaşılır bir olay değildi. Aynı Başsavcı, bir genelgeyi ilgi tutarak İzmir Adliyesindeki Atatürk tablolarını da indirtmişti.
Şimdide, hiç derdimiz yokmuş gibi, kendi ağzından “Milör Travma “ geçirdiğini, çeşitli gel-git’ler yaşadığını, Polis Akademisinde tiyatro kurduğunu, ufak-tefek şiirler yazdığını söyleyen“hassas ve ince ruhlu” bir Emniyet Müdürü;
*Önce Vatan değil, önce insan,
*Dağda ölen terörist için ağlamıyorsanız, siz insan değilsiniz, diye saçmalayabiliyor!...
Her ölen insan için elbette ki üzülürüz, yeri geldiğinde de ağlarız. Fakat bu ülkenin askerini, polisini, kundaktaki bebesini, yaşlı dedesini kalleşçe ya arkadan vuran, ya da mayınla öldüren bir sapık katile niçin ağlamalıyız ki?...
Her asker öldürdüklerinde bayram yapanlar bu sapıklar değil mi?
Önce Vatan, diyemiyorsak, bize bu vatanı emanet eden şehitlerimizi nereye koyacağız? Bunlar boşuna mı öldüler?
Cemaat- Tarikat üyeleri, El-Kaide ve Hizbullah üyeleri için de, hassas müdür gibi vatan önemli değildir. Seccadelerini serip, namazlarını kılabildikleri her yer onlar için vatandır!...
Diyarbakır’ın bu hassas ve ince ruhlu Emniyet Müdürüne tavsiyem, işini doğru-düzgün yapmasıdır. Felsefe yapıyorum diye saçma sapan konuşup, polisin direncini kıracağı yerde, PKK’nın kaçırdığı polisleri kurtarmaya kafa yorsun.
Yeni Oslo’lara katılıp, Eşbaşkan’ın Türkiye’yi bölünmeye götürecek fikirlerini dillendirecek, çok sayıda adam müsveddesi var nasılsa. Hem de Ankara’da.
Başbakan Erdoğan’a;
Bu Emniyet Müdürünün emrinde çalışan bir polis, bu sözlerden sonra, canını hiçe sayarak, terörist kurşununun üzerine nasıl gidecek?
TÜSİAD Başkanı konuşunca “herkes işine baksın” diye fırçalıyorsunuz.
Sizin terörle mücadele politikanız, Emniyet Müdürünün işi mi?..
Teröristi “okşayarak mı” etkisiz hale getireceksiniz? Yeni açılımınız bu mu?...
Sağlık ve başarı dileklerimle;  
09 Ekim 2012
RİFAT SERDAROĞLU
rifatserdaroglu@gmail.com
twitter.com/rifatserdaroglu
0 532 211 00 11

Hiç yorum yok: