BEŞİNCİ
CUMHURİYETİN AYAK SESLERİ
Bir şafaktan,
bir şafağa; “Karanlık gecelerin nurlu sabahına doğru..”
Yaklaşık 17 bin
yıldır Anayurt Anadolu’yu mesken tutan aziz, kadim ve necip milletimizin tarih
boyunca, yan yana yahut da peş peşe kurduğu (bilinen ve belli olan) 101 devlet
ve 16 İmparatorluk sürecinde;,
Defalarca, adına “son” denilen ve fakat her biri aslına rûcu, mazarrattan
arınma, dâhili bedhahlardan ayıklanma anlamına gelen ileri ufuklara açılım;
Yeni başlangıç, büyük oluşum ve nice, birbirinden sancılı kutlu doğumlar
yaşanmıştır. Ki bu, insanlığın adalet ve uygarlık tarihini inşa, inkişaf ve
inkılâp tarihinin destansı sürecidir.
Kadim
hatıratlarda bu vakıalara: “Karanlık gecelerin nurlu sabahı” denilir.
Hattâ 1700’den
itibaren “küresel adalet, evrensel barış ve hukuk”un yaşam biçimi olmaktan
çıkartılması nedeniyle, sadece duraklama, gerileme ve yıkılış dönemi toplamı
223 yıl süren son “Türk-İslâm İmparatorluğu” Osmanlı Devletine nazaran; Henüz
90 yıllık genç TC bünyesinde; Mâkus talih, dâhili ve harici bedhah iştirakli
karanlık ve kâbus biçiminde cereyan eden; Yeniden yapılandırma, değiştirme,
dönüştürme kalkışmaları” mevcudu; Hiçbir tarihi, zorunlu ve tabii neden
olmaksızın “şark meselesi, güdüm ve menfur emeller gereği” alçakça yıkıp,
yeniden ve “sözde Cumhuriyet oluşturma” kalkışmaları defalarca yaşandı...
Kısaca “Milli
Devleti ilga, Türk Milleti’ne ihanet ve Cumhuriyeti dış güdümlü sömürgecilikle
ikame” kalkışmalarının “karşı devrim” niteliği arz eden ilki: 11 Kasım 1938 ve
ikincisi: “ihanete tam teşebbüs” de diyebileceğimiz: 27 Mayıs 1960’dır. Buna
mukabil; Milletin “mezalime reddiye, misak-ı milliye uyanış, manevi diriliş ve
doğal korunma içgüdüsü” nün doğal sonucu olarak vukua gelip hayat bulan:
“Dörtlü Takrir” Manifestosu ve 07 Ocak 1946’da şahlanan, kadim Demokrat Parti
halk hareketinin 14 Mayıs 1950 günlü “Beyaz İhtilâl”i ise; Atatürk ilkeleri ve
Türk İnkılâbının zaferidir.
Bu zafer zulme
karşı kazanılmıştır. Ata-Türk, Türk Milleti ve İslâm ümmetine ihanet eden hain
İsmet İnönü’dür. O ki; Atatürk’ün (katledilerek) vefatı üzerinden bir gün bile
geçmeden, Meclisi tanklarla çevirtip kendisini Cumhurbaşkanı ilân ettirerek; Milli Şef ve sözde “cumhuriyet halk
partisi’nin” ebedi başkanı sıfatlarının kullanarak 11 Kasım 1938’de diktatörlük
ihtirasını hayata geçirmiş bir halk düşmanıdır. Gerici, solcu, goşist,
emperyalist ve yobazlar bu kalkışmaya “karşı devrim” adını yakıştırır!.
Buna göre: Birinci
Cumhuriyet, Milli Mücadele zaferi ile taçlanan 1923 - 1938 dönemi; İkinci
Cumhuriyet, 11 Kasım 1938 kalkışması ile başlayan 1938 - 1950 dönemi; Üçüncü
Cumhuriyet, 14 Mayıs, “Milli Demokrasi” Bayramı olup; 27 Mayıs 1960 isyanına kadar süren Asr-ı
Saadet dönemidir. Şu içinde bulunduğumuz idare Dördüncü Cumhuriyet olmaktadır.
27 Mayıs’la başlayan dördüncü Cumhuriyet; 12 Mart, 12 Eylül, 28 Şubat ve sair
“ayarlama ve düzenlemelerle” devleti bu siyasi zaaf, hafıza kaybı, milli, ilmî
ve manevi değerler erozyonunun zirve yaptığı uçurumuna kadar
sürüklemiştir…
Kısa bir analiz
yapacak olursak:, 11 Kasım ile 27 Mayıs’ın; Ata-Türk ilkeleri, Türk inkılâbı ve Milli Mücadele ruhuna
“karşı devrim” kindarlığı ile tam bir ihanet, hedef ve amaç birliği içinde
olduğunu; 14 Mayıs “Beyaz İhtilâl” halk hareketinin ise: Milli Mücadele, Milli
Devlet, Türk İnkılâbı ve Kurucu Cumhuriyet’in nezih temelleri üzerinde;
Birleştirici, barıştırıcı, tamamlayıcı ve bütünleyici bir siyasi denge
unsuru (stabilizatör) sıfatıyla
yükseldiğini iftiharla görürüz...
Sürecin ispatı
ve gerçekliği: Büyük oyun’un bekraund’u olan 28 Şubat dava sürecine start
verilmesine karşın; Dönemin hırsızlık, yolsuzluk, gasp, irtikap ve talanına ait
milyarlarca dolar devlet alacağının peşine düşülmemesi; Çok gerekli ve zorunlu
olmasına rağmen, henüz 11 Kasım 1938’in gündeme bile taşınmaması, 27 Mayıs 1960
isyan davalarının başlatılmamış olmasıdır. İşte bu cihetle; İçinde bulunduğumuz
evre, adeta, ‘ihtiyar Osmanlı’nın, genç Türk Cumhuriyetinde kastı mahsusla,
düşmanca tekrarlanmak istenen, kin ve intikam hezeyanlarını hatırlatmaktadır
ki; Bu “nurlu sabahlara doğru” bir yöneliştir..
BİR TESPİT VE
TEŞHİSLE..
Özgür Gündem
Grubunda bir mesaj yayınlayan değerli ilim, tarih ve düşünce adamı Osman Akgün;
“İmralı süreci, bir ABD İsrail şantaj ve tehdit sürecidir. Arkalarında bol
miktarda suç dosyaları, suç kanıtları ve kanunsuzluklar bırakarak yükselenler,
şimdi bu hatalarını Türk milletine ödetmeye; Sadece kendilerini kurtarmak için
koca bir milleti parçalamaya ve tarihten silecek adımlar atmaya kalkıyorlar…
Şundan,
kesinlikle eminim ki, bunu yapmaya ömürleri yetmeyecek. “Yeşil kâğıda güvenerek
Orta Doğuda at oynatanlar da en kısa sürede, o yeşil dolarların ellerinde
patlaması ile perişan olup gidecekler” diyorum ve İran’ın nükleer bombasını
yapmasını, Çin'in doları dolaşımdan kaldırmasını sabırsızlıkla bekliyorum. Az
kaldı sabredin!..”
TÜRK MİLLETİNE
ÇAĞRI
Beşinci
Cumhuriyet’in ayak sesleri; Bilumum insan hakları, eşitlik, adalet ve hukuka
aykırı açılımlar, yeni (sözde sivil) anayasa ve torbalar dolusu yasa
düzenlemeleri ile sistemin objektif ve reel geleneksel yapısını temelden
sarmaya matuf teşebbüslerle.; Üç’ü parlamento içinde temsilci sahibi olmak
üzere, toplam: 71 partiden oluşan muhalefetin gaflet, dalâlet ve Türk Milleti’ne
hıyaneti sayesinde ağır, ağır geliyor. Oysa vatan, toprak ve bayrağın hakiki
sahipleri; “Devletin Sakinleri” değil, “Türkiye Cumhuriyeti’nin Gerçek
Sahipleri” Aziz ve necip Türk Milleti’nin, bu vesileyle yüksek vicdanına
sesleniyor ve ilgilileri uyarıyorum!
1. Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin
kurucusu ve sahibi olan Türk Milleti’nin adı, vatandaşlık tarifinden, Kanunlar
ve Anayasa’dan asla çıkartılamaz, çıkartılmamalıdır!..
2. Devletimizin eşit, onurlu,
şerefli, tamamı 1. sınıf üyeleri olan aziz vatandaşlarımız, ırk, din ve
mezheplere ayrıştırılamaz. TC’nin asli ve kurucu unsuru Müslümanlar; Tali unsur
ve azınlıkları: Müslüman olmayan vatandaşlardır. Ancak; Türk Medeni Kanunu ve
Anayasa karşısında bütün vatandaşlar eşittir. ATA-TÜRK döneminde vaki
müracaatla tüm azınlıklar bu hususu kabul ve Cemiyet-i Akvam da tescil etmiş
bulunmaktadır. Dolayısıyla, dünyanın en uygar ülkesi Türkiye Cumhuriyetinde
azınlık ve ayrıcalıktan söz edilemez…
3. Türk Milleti’nin Anadolu’da 17
bin yıldır kesintisiz olarak devam eden varlığı ve 7000 yıllık (doğrudan ve
dolaylı) egemenliği; Emperyalist güçler dayatıyor ve vahşi batı nam kalleş AB
istiyor diye, hile, desise, oyun ve düzenle yok edilemez. Türkiye Cumhuriyeti
üniter değil “Milli ve mütesanit” bir devlettir. Bunun böylece sürdürülmesi
gerekir.
4. Başta Avrupa (AB) ve Amerika
olmak üzere, bütün dünya devletlerinin “tek resmi dil” esasına dayalı dil
birliğine gider.; Rusya Federasyonunun Özerk Cumhuriyetlerinde “ana dil” resmi
dil ve eğitim dili bile olamaz; Esir (azınlık) olmalarına rağmen Çin Uygur
bölgesi, Batı Trakya ve Bulgaristan’da Türkçe eğitim yapılamaz, AB’de resmi dil
dışında ana dil bile konuşulamazken; Türkiye Cumhuriyeti'nde, Türkçeden başkaca
bir dil, "resmi dil ve eğitim dili" olarak, asla ve kesinlikle ikame
edilemez ve kullandırılamaz. Bu dünya gerçekleri, bilim, adalet ve evrensel
hukuka bütünüyle aykırı; Gericilik, yobazlık, bölücülük ve çağ dışılıktır.
Bütün Türk’ler, bu aşamada şu iki
gerçeği çok iyi bilmelidir:
1. Ayrılıkçı isyan hareketini sürdüren
(siyaseten BDP tarafından desteklenen) eşkıya başı Abdullah Öc alan'ın (Artin
Agopyan) 1996 da Grek TV ile yaptığı ibret verici söyleşisini şu linkten:
http://www.youtube.com/watch?v=M9knlpssYR0
izleyebilirsiniz. Türkiye'nin geleceğini, Türk Anayasasının nasıl olacağını
böyle biriyle pazarlık yapan politik acı’lar Türk Devletinin koruyucusu
olabilirler mi?.. Ermeni asıllı olduğu için Kürtçe bilmeyen, bu nedenle kötü
bir doğu şivesiyle Türkçe konuşmaya çalışan Öcalan; “Yunanistan'ın Ege ve
Akdeniz’de haklarını savunan taraf,
Türkiye’nin ise saldırgan olduğunu” belirterek, örgütünün Türklere
ve Türkiye’ye karşı yürüttüğü savaşın, “Yunan davasına da hizmet edecek büyük
bir fırsat” olarak değerlendirilmesi gerektiğini söylüyor ve “Yeni bir
Türk-Yunan savaşı olursa, bu sefer Türkler tarihlerinin en ağır, yenilgisini
alacaklardır” kehanetinde bulunuyor…
2. Türk Demek: “Türk’çe Düşünmek,
Türk’çe Konuşmak ve Türk’çe Yaşamaktır. Ne Mutlu Türk’üm Diyene..” Gazi Mustafa
Kemâl ATA-TÜRK
***
***
SÖZDE BARIŞ (!)
ADINA,
VİZYONA KONAN
MENFUR SÜREÇ
Şimdi gelelim;
Daha dün “değişim ve dönüşüm” denilen ve fakat bu gün: “değiştirme, yeniden
yapılandırma ve dönüştürme” kalkışmasının ayrıntılarına. Hafızalarınızı iyi
yoklayın ve hatırlamaya çalışın. Bu, ‘değişim-dönüşüm ve yeniden yapılandırma’
söylemlerinin kökeni ta 1938 ve nihayet 1960’lara dayanır. Turgut Özal
tarafından piyasaya sürülen transformasyon bu “vatana ihanet örgüsünün” baba
lisanı, yani İngilizcesi ya da Amerikancasıdır...
Sanki memlekette
savaş varmış gibi; Sözde “barış” adına icat ve ihdas olunan menfur bir süreçte
Türkiye Cumhuriyeti devleti, eş başkan (çok utanç verici bir tanım) Erdoğan'ın
eşkıyanın silah bırakması ve yurdu terk etmesi başlığında Türk düşmanı bebek
katili Apo'nun himmetine çöktürülmüştür. Bu dayatma bir alçaklık, anarşi ve
terör ile müzakereye kalkışmak ise tam bir acizlik, millete karşı küstahlık,
insanlık düşmanlığı, hukuk katli ve rezilliktir…
Mahpus bir
eşkıya ile sözde Kürt (gerçekte Rum, Ermeni) kimliğine tanınacak statüyü
teminen Atatürk'ün belirlediği milliyetçilik anlayışı ve onun Türk inkılâbı ve
ilkeleri yönünde belirlenen “Vatan ve Milletinin ebed-müddet varlığı ile Türk
Devletinin bölünmez bütünlüğü” üzerinden hangi kesintilere gidileceği müzakere
ve münakaşa ediliyor. Hangi hak, cesaret, yetki ve cüretle? Yuh artık! Hal bu
ki, “Müslim ve Gayri Müslim esasına dayalı Milli Devlet” statüsünden en ufak
bir kesinti dahi Türkiye Cumhuriyeti’ni uluslararası hukuka bağdaştıran, hali
hazır yaşanan huzur ve barışın teminatı olan Lozan’ın ihlali ve ilgasına yol
açar.
Üstüne üstlük,
bu kalkışma veya namı diğer açılımda Devleti eşkıyanın önüne düşüren
müzakerelerde, Kürt nüfusun var olduğu tüm coğrafyalarda uluslararası hukukun
çiğnenmesi sorumluluğu göze alınmakta. Sızdıranlar bulunarak doğruluğu sabit
olan “meşhut suç unsuru” İmralı
zabıtlarında Sırrı: “Rojava (Suriye Kürdistan’ı) için bir aktarımınız olacak
mı?” diye sorar: “Suriye'de Kürtler iki tarafla da görüşsünler, kim haklarını
verirse onunla çalışsınlar. Suriye demokratik kurtuluş cephesi olsun. Türk,
Türkmen, Kürt, Arap hepsi, Suudi Selefiler çok tehlikeli, Esat küçük burjuva
diktatörü. Suriye Kürtleri Barzani emrine girmez. Onun çizgisi farklı. Kürtler
mutlaka bir öz savunma gücü oluşturmalı..” denilmekte..
Şu diyaloga,
mücadele yerine yapılan “demokratik” müzakereye bakın!…
Kesinliği ve
doğruluğu net olarak kanıtlanan ve içeriği Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Halkı,
Hükümeti ve Anayasasına karşı “tartışmasız suç teşkil eden” işbu tutanaklar
hakkında Cumhuriyet’in Savcıları henüz suskun. Adalet cihazı ilgisiz, siyasi
taraf tehditkâr ve baskıcı; Müzakereciler tam bir saklılık, gizlilik ve
mahremiyet peşindeler. Adeta millet ve devletten gizli menfur bir pazarlık
yapılmakta…
Karanlık
gecelerin kâbusu, bu ihanet şebekeleri ve işbirlikçileridir işte…
Şu anda
Türkiye’de, “Türkiye Cumhuriyeti’nin varlık nedeni olan” Anayasa ve hukuk
ihlali yönünde, söylem biçimi dahi ihanet içeren, anayasal ve yasal suç teşkil
eden teşebbüsler var. Bu bilinçsiz ve güdümlü kalkışmalar Türkiye'yi çok büyük
bir risk, ağır sıkıntı ve ufukta belirmiş nice tehlikeli badirelere sokuyor?
Hatırlamaya
çalışın:
Temmuz 2012'de
Suriye Kürt bölgesinde kendisini Kürdistan ordusu olarak tanıtan YPG; Haseke ve
Kamışlı kentleri dışında tüm alanı ele geçirmişti. Kentlerde halk meclisleri ve
yargı sistemi oluşturulmuş, dış güvenlikte YPG, iç güvenlikte polis ve yerel
zabıta görev başı yapmış, meslek ve kadın örgütleri, eğitim ve halk evleri
çalışmaya başlamıştı. Resmi sınırın bu tarafı Ceylanpınar’ın tam karşısında
Serakaniye'de YPG güçleri ile Türkiye'den kumandalı Özgür Suriye ordusu arasında
rejime karşı işbirliğini geliştirmeye yönelik ateşkes anlaşması Suriye
Kürdistan’ında özerkliğin inşasına hız vermişti!..
Karşı tarafta
bunlar yapılırken, Türkiye Cumhuriyetinde de KCK’nın altyapısını oluşturmaya
yönelik delege ve komite seçimleri yapılıyor; Yetkili ve sorumlu bir hükümete
rağmen, sistematik olarak Türkçe coğrafi isimler Kürtçe’ye
dönüştürülüyordu.
Şimdi Apo'nun
mektubunu Kandil'e götüren, ıkçı, ayrılıkçı ve sahrada teröristlerle
kucaklaşacak kadar küstah, bölücü parti heyeti; Irak Kürt Yönetimini
ziyaretinde Barzani yönetimi ile temasta. Barzani yönetimi kim? Otuz yıldır
Türkiye ile deFAKTO savaş halinde olan aleni ve alçak, hain düşman!.. Dahası
farklı ideolojilerde siyasi oluşumlarıyla Kürtlerin demokratikleşme hareketi
perspektifinde kurumsal kimlikleri esasında birlik ve dirliklerini teminen
ortak dil ile siyasal nicelik ve niteliklerini kazanması anlamında; Terör ve
tedhişin hamisi, 27 Mayıs’ın mimarı.; İnsanlık haysiyeti, şeref ve soy yoksunu,
alçak Batı tarafından yaratılan sözde Kürt sorununun çözülmesini destekliyor.
Üstelik
Erdoğan'a PYD'nin de barış sürecine dâhil edilmesi çağrısı yapılıyor!
Bu sıra,
Erdoğan'ın Türkiye'deki misafiri Irak'tan idam mahkûmu eski Cumhurbaşkanı Sünni
lider Tarık el Haşimi, Sünni milletvekillerinin Şii Maliki hükümetinden
çekilmelerini istiyor. O sıralarda rejim muhalifi Özgür Suriye Ordusu da
Suriye-Irak sınırının kuzeyinde El Anbar / Akaşat'ta pusuya düşürdüğü Suriyeli
ve Iraklı askerlere saldırıp ağır kayıplara neden oluyor. Yoksa bu bahaneyle Suriye
cephesinin Irak’a genişlemesi mi isteniyor? Çünkü ABD, başta Türkiye ve Arap
olmak üzere bütün Ortadoğu, ülkelerini kayıtsız-şartsız kendi sömürge alanı,
pazarına katmayı hedeflemiş ve projelendirmiş bulunmaktadır.
BOP, BİP ve Arap
Baharı denilen menfur plânların yegâne hedef v amacı budur.
Bunu teminen
Amerika askeri gücünü yedekte tutuyor. Ekonomik ve siyasi gücü ile demokrasi,
yetki devri, yeniden yapılandırmalar gibi benzeri yöntemlerle ulusal sınırları
anlamsızlaştırmayı, Ortadoğu'yu “Yeni Osmanlı” sanal tutkalıyla güya herkese
ortak vatan yapmayı hedefliyor. Oysa bu tam bir yalan, hile ve desise…
Eş başkanlık
yetkisi devrettiği sanılan (!) Erdoğan ise, Ortadoğu'da insanların eşitlikle mi
yoksa dikta ile mi bir arada olacakları gerilimini yönetiyor. Bu noktada,
emperyalistlerin en büyük korkusu Atatürk'ün "Mazinin kararsız, çürümüş
zihniyeti çöktü. Bütün dünya bilmeli ki, Türk milleti hakkını, haysiyetini,
şerefini tanıtmaya kadirdir. Türk, vatanının bir karış toprağı için ayağa
kalkar. Türk milletinin haysiyetinin bir zerresine, vatanın bir avuç toprağına
vuku bulacak tecavüzün bütün mevcudiyetine vurulmuş hain bir darbe olacağını
fark etmeyeceğini sanmak hatadır" ifadesi ibretle hatırlanmalıdır.
Ama bakınız, tam
bir ihanet, şer ve şeamet skandalı var!..
Aleni ihanet ve
meşhut suç belgesi “İmralı tutanakları” etrafa saçıldığında Eş başkan Erdoğan,
"Bana güvenin. Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" diyor, bir yandan
da ihanet şebekesi ile mücadeleyi rölantiye alıp müzakere ediyor. Ne elemli bir
çelişki değil mi?..
Diğer tarafta:
"Tek Millet, Tek Bayrak, Tek Vatan" konseptinde acuze, zavallı İslam
Konferansı Örgütü; Osmanlı Devletinin yıkılması ve halifeliğin ilgası ile
başsız, etkisiz, güçsüz ve karmakarışık kaldığı düşünülen İslam ülkelerini dini
esaslar, dini bir çekirdek etrafında toplanmış ümmet anlayışında devletler
konfederasyonu olarak temsil ettiğini sanıyor... Oysa bu iddia bütünüyle yalan.
En utan verici hakikat ise; Sözde İslâm devletleri adına “Örgüt temsilcisi”
olanların çoğu, bir Yahudi tarikatı olan masonluk illetinin mensubu.
Mason Locasından
mülhem ABD-İngiltere ve AB kullarında mürekkep ve çoğu ilmi toplantılarında
bile “İngilizce” konuşulan bu deforme yapı, güya ümmetin dayanışması, siyasi -
ekonomik-kültürel-bilimsel işbirliği ve Müslüman halkın hukuk ve haklarını
savunmayı amaçlıyor. İslam Kalkınma Bankası ise güya İslam şeriatı yönünde
ekonomik, mali ve bankacılık faaliyetleriyle ümmetin münferit ya da birlikte
ekonomik kalkınmalarına ve sosyal gelişmelerine katkıda bulunuyor gibi
görünüyor! Bunların hepsi yalan...
AB uydurması,
Amerikan senaryosu ve yeni sömürge girişimlerinin iğrenç maskesidir. İşte bu
yüzden, petrol ve maden dâhil olmak üzere, aslında bütün insanlığın ortak malı,
doğal hak ve servetlerinin sahibi İslâm, Afrika coğrafyası şimdi yeniden talan
ve tarumar edilmek, yağmalanmak
isteniyor. Karanlık kâbus budur. Bu karanlık ve kâbustan nurlu sabaha; Beşinci
Cumhuriyetle değil; Ancak ve sadece Milli Devlet, Milli Hükümet ve Milli Şuur
ile ulaşılır.
Aksi takdirde “muktedir
olmayı”, “diktatör olmak” biçiminle anlayanlarla değil..
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder