27 Kasım 2013 Çarşamba

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLMASIN!..

ÖĞRETMENLER GÜNÜ KUTLU OLMASIN!..
Mustafa Nevruz SINACI
Eğitim, öğretim ve terbiyenin amacı sadece bilim değil, aynı zamanda; Doğru, dürüst, onurlu, soylu ve sorumlu, “iyi insan ve iyi vatandaş” yetiştirmektir. Zira ahlâken düşük, süfli ve sorumsuz, potansiyel suçlu, hırsız, yolsuz, hain ve mücrimler cahiller arasından çıkar. Bu olağan ve doğaldır. Fakat okumuşlar arasından bu nevi alt, aşağılık ve süfli varlıkların zuhuru halinde, bahis konusu ülkenin maarif (Ârif yetiştirme) sistemi çökmüş, çürümüş ya da yabancı düşmanların eline geçmiş demektir.       
Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucusu ve Kurucu Unsurun öncüsü Atatürk’ün, “Hayatta en hakiki mürşit ilimdir, fen’dir…” vecizesi bu hakikati tespit ve tescil eder. Malum mürşit, irşât’tan mülhem olup; “doğrusal yönde, adalet ahlâkı ile kaim ve fazilet üzre” demektir.    
Şu hale nazaran:
1. Öğretmen: İnsanlara ilmi (bilimi) ve ilmi yaşamayı öğreten, eğiten;
2. Öğrenci: İnsanca ve ilmi yaşamayı (ilimle amel etmeyi) öğrenen, öğrendiği asil ve yüksek bilgiyi eğitimle pekiştirmek suretiyle; Öncelikle insanlık âlemi, ülkesi, aile çevresi ve milleti için hayırlı, yararlı, özgür bilimi hayata geçiren, gelişmeye katkıda bulunan ve yaşam boyutunun mükemmelleşmesi için kendini adayan İnsan’dır!.. (Hırsız, yolsuz, yalancı, talancı, üçkâğıtçı, dolandırıcı, sahtekâr, anarşist, terörist, hain, zalim, ahlâksız, namussuz vs., olacak kadar cahil, aptal, akılsız, onursuz, umursuz ve beyinsiz değil.)   
Bu hakikat ışığında: “Öğretmenler Günü”
Çok garip ve ironik bir ülke Türkiye…
14 Mayıs’ı “Demokrasi Bayramı” edip, kutlamak isteriz, “memlekette demokrasiden eser kalmadığı için olsa gerek!.” kutlattırmazlar. Ama Cumhuriyetten eser kalmadığı halde, “Cumhuriyet Bayramı”; Buna mümasil Adalet, Gazetecilik, İnsan Hakları, Kadın Hakları ve Hukuk gibi gün, hafta ve bayramlar inadına kutlanır da kutlanır.. Öğretmenler günü de öyle!     
Malum, “Öğretmenler Günü” bizde bir nevi “Öğretmenler Bayramı” gibi idrak edilir. Ama önem, anlam ve “Ülkemizdeki eğitim-öğretim, adalet ahlâkı, bilim ve yaşam boyutuna dair acil sorunlara alternatif çözüm üretme” gibi; Olması gereken formatla örtüşecek biçimde kutlanmaz. Ya ne olur? Duygusal merasimlerle yıllardır yapıla gelen ritüeller tekrarlanır!..
Her ne hikmetse, 11 Kasım 1938’den 1950’ye ve 27 Mayıs 1960’dan günümüze kadar hep böyle! Hem de sadece Maarif (Yüksek ahlâk sahibi, şahsiyetli-haysiyetli, namuslu-dürüst, onurlu ve sorumlu Hazreti İnsan, Ariflerin, âlimlerin yetiştirilmesi gereken yetkili, görevli ve sorumlu kurum) teşkilâtında değil; Ordu, iktisat, siyaset, sanayi, ticaret, medeni yaşam ve dahi parlamento dâhil olmak üzere durum her yerde ve her sektörde maalesef aynı!.
İnsan yetiştirmede içine düştüğümüz müthiş kaos, inadına atalet ve zafiyet; Sürekli terakki, ilerleme, yükselme yerine, müzmin bir gerilik, gericilik, yozluk, yobazlık ve her nevi tüccarlık ve sisarlığı üretir hale gelmiş durumdayız ne yazık!.. .  
Eğitim ve öğretim (bilim ve din) tüccarlığı öğretmen sınıfında…
Bunların tamamı; Asli, îlmî ve insani görevini yapmayan İmam ve Öğretmen sınıfının suçudur. Dolayısıyla, objektif düşünemeyen, ideoloji bataklığına saplanıp kalan, özgür bilimin sesi, soluğu, sevimli, saygıdeğer yüzü olmaktansa; İğrenç siyaset simsarları, yalancı ve talancı “yenidünya düzencileri”, demokrasi yalancısı ve BOP/BİP talancılarının öttürüğü olmak gibi menfur rollere yatan, kiralık beden ve satılık beyinler nam sözde aydınlar!..  
Günümüzde Kanaat Önderleri, Akil İnsanlar ve Aksakallılar da pek farklı değil.  
Hattâ haram aylarda savaşa izin veren, lânetli mut’a nikâhını kutsayan, tefessüh etmiş fetret ahlâksızlığına ruhsat çıkaran ve dahi “şeytana kul, gâvura köle olmuş” idareci ve politik ACI’lara tasavvufi makamlar peşkeş çeken sahte meşayih-i mürşidan bile var…   
İşte bu yüzdendir ki ATA-TÜRK bütün eğitim-öğretim teşebbüsleri ile her derece ve düzey yabancı okulları kapatmış; Mason locaları ile menfur türevlerini faaliyetten men ve ilga etmiş; (genel ders disiplini hariç) Yabancı dille eğitim veren tek bir okul dahi bırakmamıştır.   
Şimdi bakın şu kepazeliğe:
Bazı tüccar öğretmenlerimizce başlatılan dershanecilik sektörü, önce (devlet yardımı ve bakanlık katkısıyla ayakta durabilen) özel okullara; sonra da bir kısmı hile, desise ürünü Vakıf üniversiteleri silsilesi yoluyla, devlet koruması altında; halkın, geleceğinin garantisi “istikbal” olarak bellediği evlâtlarını, güya eğitiyormuş, yetiştiriyormuş gibi gözüken peyke, asalak kuruluşlara dönüştü. Devlet korumasında dedik; İzin, ruhsat, lisansı hükümetler verir, para desteği sağlar, kontenjan suiistimalleri yapar ve sözde denetlerler. Fakat hiçbir zaman narh konulmaz. Eğitim ve öğretim kalitesi sorgulanmaz.. Bakanlığın aradığı ve baktığı şekil şartlarıdır. İzni verenle, alan arasında her zaman bir şekilde konsensüs vardır.
Her daim ütülen, örselenen, istikbali karartılan halktır.
60 sene milli (!) eğitimin içinde koltuk işgal eden ecnebi bu bozuk düzenin kontrolörü; Fulbright bursları ile yetiştirilenler bu zincirin gelecek halkalarıdır. Ne dedi, Senatör Fulbright “Bu burslar ve programda yetiştirdiğimiz adamlar, gemilerden, deniz altılarımızdan daha çok işe yarar.” Yani, Gâvur ne zaman eğitim işine girdi, maarif sistemimiz arif yetiştiremez oldu.  
Japonya 1960’da uyandı ve kendisine 1945’de dayatılan eğitim modelini terk etti. Bütün okumuşlarını “Japon Maneviyat Eğitimi” kursuna aldı. Eğitti, sertifika verdi ve tekrar eski görevlerine atadı. Böylece bugünkü Japonya derecesine yükseldi; kurtuldu.
Güney Kore ile Almanya’da öyle. Bizim okullarımız “meşguliyetle tedavi” faslında!..
Çocuklarımızın deli dolu çağları ve neredeyse bütün zamanlarında okullarda tutularak disipline edilmesini sağlıyor da, buna mukabil; ‘ne öğretiyoruz, ne öğreniyorlar’ diye kimse sorgulamıyor. Oysa mutlaka ve daima eğitim/öğretim, terbiye sistemi özenle takip edilmeli ve sorgulanmalıdır. Aksi takdirde devletin başına kadar gelen, parlamentosuna giren, sözde halka vekil olan hırsız, yolsuz, anarşist-terörist, gaspçı, irtikapçı, kaçakçı, organize şer örgütleri ile çıkar gruplarına yardımcı, yatakçı, yaltakçı kesilen; Akıl, iman, iz’an, ilim, irfan fukaralarına ne demeli? Üç buçuk eşkıya ile baş etmeyen silâhlı kuvvet mensuplarını kim yetiştirdi acaba?
Meselâ: 11 Kasım 1938 günü, ATA-TÜRK’ü hafızalardan silmek için “karşı devrim” yapan; 80 Kuruş olarak devraldıkları Amerikan Dolarına, Türk Lirasının paspas yaparak 2.5 milyon kat değer kazandıran; Ortada hiçbir neden olmaksızın ve Türkiye 10 yılda 100 yıllık kalkınma ve gelişmeyi başarmış iken, nahak yere 27 Mayıs kalkışmasıyla ortalığı kan revan eden; Akabinde her biri çok büyük soygun ve vurgunlara ortam hazırlayan periyodik darbeler; Peş peşe yaratılan kriz, kaos, bunalım ve buhranlarla milleti taciz edip devleti soyanları…
Medeni bir devlette ADALET, EĞİTİM VE SAĞLIK ücretsiz olmak zorunda iken; Kutsal İnsan hayatı, Adalet ahlâkı, Cumhuriyet, Bilim ve Demokrasi için olmazsa olmaz bu şartı hiçe sayarak; Bu unsurları bile “çıkar aracı” haline getirenleri kimler yetiştirdi acaba?..        
Mensup olduğumuz sözde İslâm âleminde de durum vahim.
Tablo bu:
            İslam Konferansı Örgütü'ne (OIC) üye 57 ülkede 500 Üniversite var. Üniversite başına 3 milyon kişi düşüyor. Kalite sorunu başka mesele! Oysa sadece ABD'de 5 bin 758 Üniversite var. 2004 yılında hazırlanan “Dünya Üniversitelerinin Akademik Değer Listesi”ne Müslüman çoğunluğa sahip ülkelerden ilk 500’e giren tek bir üniversite bile yoktu.
Acaba!.. Niçin?.. Neden?.. 
Cevap: Kalitesiz ve ezberci eğitim...
UNDP verilere göre Hıristiyan dünyasında okuma-yazma bilenlerin oranı % 89’dur. Bunların %98’i en az ilkokul; Her 100 kişiden 40’ı üniversite mezunu. Hıristiyan çoğunluğa sahip 15 ülkedeki okuma-yazma oranı ise %100. Yani bu 15 ülkede okuma-yazması olmayan tek kişiye rastlamak mümkün değildir!. 
Müslüman ülkelerde durum bunun tam zıddı: 100 kişiden sadece 40’ı okuma-yazma bilir. Herkesin okuryazar olduğu bir tek Müslüman ülke bile yok! Bunların da %50’si ilkokul, sadece %2’si üniversite mezunudur. ABD’de bilim insanı sayısı 4.000, Japonya’da 5.000, 57 İslâm ülkesinde ise 230 kişidir. (Akademisyenlerin hepsi ‘bilim insanı’ demek değildir. Bilim insanı, pozitif bilimlerle aktif olarak uğraşan kişi demektir.) Şu halde her 1 milyon Müslüman kişiye bir bilim insanı düşmektedir. Böyle bir fotoğrafta öğretmenler günü’mü kutlanır!...

Hiç yorum yok: