3 Temmuz 2008 Perşembe

48 YIL SONRA "DEMOKRASİ, ADALET VE HUKUK" ÜMİDİ

DEMOKRASİ'NİN AYAK SESLERİ
Mustafa Nevruz SINACI
Devleti iyi (insanları adalet-fazilet ve hukuk dairesinde) yönetsin hüküm ve hikmet’in değerini bilsin, emanete hıyanet etmesin, gözü harama, dili yalana, eli talana ilişmesin diye (bütün ekstralar dokunulmazlık, ayrıcalık, imtiyazlar ve zatına münhasır devlet masrafları, tahsis, özlük ve hizmet bedelleri hariç) kendisine asgari ücretin +%1720’si oranında maaş verdiğimiz R.T.Erdoğan, Ergenekon için “Bu, İtalya da yapıldığı gibi gerçek bir temiz eller operasyonudur” dediğinde eğer gerçekten samimi olarak sözünde dursa idi; Bütün millet olayın hukuki-zaruri ve Adalet ahlâkı gereği ifa ve icra olunan bir tedbir ve yargı tasarrufu olduğu hususunda mutabık kalacaktı!..
Böylece, kamu vicdanı memnun ve müsterih olacak, hiçbir polemik yaşanmayacaktı.
Zira çağdaş (insanca) yaşam, milli ve evrensel hukuk normları esas alınarak hazırlanan Anayasanın emri, kuvvetler ayrılığı ilkesi ve dünyanın en kıdemli (kadim) medeniyetini haiz Türk Milletinin “MEDENİ SİYASET” dediği demokrasinin gereği de budur..
Namuslu-dürüst, onurlu-sorumlu,ve demokrat devlet…, İslâm’ın temel düsturu olan “Senin dinin sana, benim dinim bana” ilkesi uyarı lâik. Tıpkı Başbakan’ın dediği gibi “temiz devlet, temiz hükümet, temiz toplum” İşte bu, Mustafa Kemal Atatürk’ün dediği “fazilet anlamında” Cumhuriyettir. Bilimin, (ilmin) bilincin ve yurttaşın berrak, tertemiz ve pürüzsüz özgürlüğüdür. Kısaca: “İnsanca yaşam boyutu” ve “bilgi toplumu”
Bilgi toplumunda hırsızlık, yolsuzluk, rüşvet ve suiistimal olur mu? Olmaz…
Ayırma-kayırma, anarşi-terör ve tedhiş olur mu? Asla ve kesinlikle olmaz.
Vatandaş hakkına, devlet malına gasp ve tasallut mümkün müdür? Hayır. Asla!..
Her halde Başbakan bunu kastetti diye düşündük ve “adalet adına” sevindik.
Zira Türk siyaset geleneğinde, vatandaşların en akıllı-namuslu, şerefli, onurlu-soylu ve dürüst olanı baş olmaya layıktır. Evet, bu gerçekten tam bir ehliyet ve liyakat gerektirir. Hani “ehli” denilen bir söylem vardır ya işte budur.
Baş Bakan’da bu liyakate münhasır olmak üzere böyle dedi her hal!
Ama kısa bir süre sonra anlaşıldı ki; Olaylar hiç de denildiği ve söz verildiği gibi yol ve yordamına girmedi. Devlet, (Yasama, yürütme ve yargı) halkın iliklerine kadar işleyen ve suret-i haktan görünen vampirler ve domuzlar dışında, milletçe maruz kaldığımız biyolojik savaş kapsamında ülkemizi işgal eden bit-pire ve kene gibi (bir üst derece) hayvani kan emici, acımasız ve öldürücü muzırrat ve haşarratın da hücumuna-saldırısına uğradı.
DEMEK Kİ !...
Bunca zahmet, meşakkat ve fedakârlıkla orada tuttuğumuz Recep sözünü tutmadı.
Veya tutamadı. Netice aynı. Ha tutmak. Ha tutturamamak. Şimdi ta başladığımız yere döndük. Aylar öncesine. Demek ki Ergenekon bir adalet ve hukuk tasarrufu değil!...
Bazı kesimlerin dile getirdiği gibi SİYASAL! Daha da doğrusu: POLİTİK (miş)..
Beyler! Bu yargıya politika karıştığı ve kuvvetler ayrılığı ilkelsinin tümüyle (keellem yekün) yokluğu anlamına gelir. Dahası, bu kapsamda siyasi bir fiil demokrasi, adalet ahlakı ve hukuka karşı vahim bir darbe teşebbüsü sayılır. Bu sadece Allah korusun devletin adalet ve hukuk düşmanı güçler ve hukuk dışı (yasa dışı değil) dış güdümlü örgütlerin eline geçmesi halinde olur. Bunun anlamı: Ülkeye adalet, hukuk ve demokrasi getirme çabaları var ve fakat hâkim güçler (gladyo, oligark ve kriptolar) buna karşı direniyor demektir.
Elbette buna kimse inanmak istemiyor. İnanmak ve görülmek istenen tablo şudur:
Baş Bakan ne pahasına olursa olsun mutlaka sözünü tutmak; Adalet, hak ve hukukun üstünlüğünü sağlamak ve artık “AYAK SESLERİ DUYULMAYA” başlanan demokrasinin önü ve yolunu açmak zorundadır. Aksi takdirde engel AKP demektir. Şu halde açılan dava en kısa sürede sonuçlanmalı; Başta AKP olmak üzere demokrasi, adalet-hukuk; Hür, özgür ve hükümran TC ve bilimin önündeki bütün engeller kaldırılmalı ve derhal İstiklâl Mahkemeleri kurulmalıdır. Bizim Yargıya (ADALET ve HUKUK)’a çıkarttığımız davetin esası budur.
***
YASAMA GÖREVİ-YETKİSİ VE MİLLET-VEKİLİ
Mustafa Nevruz SINACI
Demokrasi, insan hakları, adalet ve hukukun yokluğunda yaşanan tahribatın hedefi yalnız kutsal insan unsurumuz değildir. Bilakis; Anayasa, adalet, hukuk, ahlâk, iktisat, eğitim, bilim, kültür ve savunma, milli-dini refleksler, kadim medeniyetimiz ve binlerce yılın birikimi bilim ve kültürümüz dâhil, bütün değerlerimiz bir-bir yok edilme tehdidine maruzdur.
Oysa mevcut Anayasamız bütün bu tahrip-tehdit taarruz ve tahribata karşı fevkalade mükemmel tedbirler öngörmüştür. Yapılacak tek şey: Anayasa’ya sahip çıkmaktır.
Örneğin; Anayasa’nın (öncelikle başlangıç ilkeleri olmak üzere) şöyle bir bakınız:
Madde: 7, Yasama Yetkisi: “Türk milleti adına Türkiye Büyük Millet Meclisinindir. Bu yetki devredilemez.”
Yani: Yasama (kanun yapma) görev ve yetkisi 70 milyon insanın şahsında 550 kişiye eşit oranda paylaştırılmıştır. Her ne makam, mevkii, nam ve isim altında olursa olsun hiç kimse Mecliste görev yapan her hangi bir milletvekilinden daha fazla hak, inisiyatif-tasarruf ve teşebbüs yetkisini haiz değildir. Milletvekilleri (adı üstünde) bir parti kurup tepeyi işgal eden, insan hakları, adalet-hukuk, ilim ve hikmetten bihaber, demokrasi düşmanı güruh dahil olmak üzere bu hak ve yetkisini şahıs, kurum veya kuruluşlaraa devredemez. Hukuk, hak ve adalete aykırı grup kararlarına uyamaz. Milletvekili 2. 3’uncu şahısların ve şahsiyeti bile olmayanların değil; Doğrudan milletin emrinde ve hizmetindedir.
Bu anlamda bir mukavele “vekâlet sözleşmesi” niteliğinde olan Cumhuriyet Anayasa’ sı, 298, 2839, 2972 ve 2820 sayılı kanunlar emredici hükümlerle tahkim edilmiş esaslar içerir.
Yürürlükteki mevzuat gereği “Milletin vekili ve efendisi” yasama görevi bağlamında kendisine sadakat-samimiyet, namuskârlık ve dürüstlükle hizmet edendir. Seçim bölgesinin iş adamları-sermayedarları, kapitalistler-kompradorlar, parti delegeleri, belde-ilçe-il başkanları ve genel merkez keneleri bu kapsamın dışındadır. Hatta milletvekilleri günde 24 saat akın-akın Meclise hücum eden eş, dost ve seçmenlerine de hizmetle memur ve mükellef değildir.
Bu memlekette köy ve mahalle muhtarından, Belediye Başkanı, Kaymakam, kurullar, müdürler ve valiler ile onların iştirak ve riyasetinde iş gören “devlet kurumları” vardır. Bu iş yerleri (mahallinde devleti temsil eden kurumlar-kuruluşlar) vatandaşın her işini görmek, her derdine deva olmak ve çare bulmak zorundadır. İnsanlarımızın ta ülkenin neresinden kalkıp bir derde deva için VEKİL’E gelmesi; Ya “Gomonist Hamdi Dağ’ın dediği gibi” yörede devletin yokluğuna veya devlet-millet memurlarının görevlerini yapmamalarına delalet eder.
Her ikisi de vahimdir. Devlet 24 saat iş başında olmak ve her vatandaşın derdine deva olmak; Buna mütedair yasa üreten ve/veya mevcut yasaların işleyişini gözetmekle görevli her milletvekili sabah en geç saat: 09.00’da TBMM’de bulunmak, hakkıyla ve layıkıyla yasama görevlerine hazırlanmak, okumak-araştırmak, “olmamak/olmamak” gibi hassas meselelere eğilmek, daimi dikkat-itina, tedbir ve teyakkuz içinde bulunmak; Hükümete konsantre olmak, işini öğrenmek ve dosdoğru yapmak, Cumhurbaşkanı, başbakan-bakan, başkan, müsteşar ve sair kamu cihazı hizmetlilerinin/millet memurları, ve seçilmişlerin ne yapıp, yapmadıklarını kontrol, muaheze ve muhakeme etmek zorunda ve durumundadırlar.
Hani olur ya (mevcutları tenzih edebilmek isterim) “ben vekilim” diye söze başlayan bir güruh günün birinde her hangi bir ihaleye taraf olur; Yasal koşulları taşımayan kişi kuruluş veya şirkete haksız kredi verilmesini talep eder, bir suçlunun karakoldan azadı yahut güvenlik kuvvetlerince çembere alınmış bir anarşist-terörist grup üzerindeki çemberin kaldırılmasını ister, süresi içinde ödenmemiş devlet alacaklarının (vergi-prim) silinmesini, millete rağmen bazı suçluların affı isteminde bulunur yahut işgal edilmiş kamu arazilerinin gasp-irtikap ve tasallut faillerine verilmesini isterse o millet-vekili falan değildir. Olsa olsa, dahili ve harici bedhahlar tarafından Devlet kapısına bağlanmış bir köpektir.
Yasa, hukuk, insanlık ve ahlak dışıdır. Milletvekili değil, millet düşmanıdır.
Derhal yakalanıp “İstiklal Mahkemesinde” yargılanmalıdır. Demokrasi budur.
***
YÜRÜTME GÖREVİ-YETKİSİ VE İCRA HEYETİ
Mustafa Nevruz SINACI
Yürütme (icra) Yetkisi ve Görevi: “Cumhurbaşkanı ve Bakanlar Kurulu tarafından, Anayasa ve kanunlara uygun olarak kullanılır ve yerine getirilir” (Anayasa, madde:8)
Tahkim eden hüküm:
1. EGEMENLİK: “Kayıtsız şartsız milletindir. Türk Milleti egemenliğini, Anayasa’ nın koyduğu esaslara göre, yetkili organları eliyle kullanır. Egemenliğin kullanılması, hiçbir surette hiçbir kişiye zümreye veya sınıfa bırakılamaz. Hiçbir kimse veya organ kaynağını Anayasadan almayan bir devlet yetkisi kullanamaz. (madde: 6)
2. EŞİTLİK: “Herkes, dil, ırk, renk, cinsiyet, siyasi düşünce, felsefi inanç, din, mezhep ve benzeri sebeplerle ayrım gözetilmeksizin kanun önünde eşittir. Hiçbir kişiye, aileye, zümreye veya sınıfa imtiyaz tanınamaz. Devlet organları ve idare makamları bütün işlemlerinde kanun önünde eşitlik ilkesine uygun olarak hareket etmek zorundadırlar. (md:10)
3. Anayasanın Bağlayıcılığı ve üstünlüğü: Anayasa hükümleri, yasama”, “yürütme” ve “yargı” organlarını, idare makamlarını ve diğer kuruluş ve kişileri bağlayan “TEMEL HUKUK” kurallarıdır. Kanunlar Anayasa’ya aykırı olamaz.
4. OBJEKTİF NORM VE KRİTER: Bir milletin siyasi alın yazısında mevki sahibi olabilmek için, onun ihtiyacını görebilmek ve onun kudretini takdirde ehliyet sahibi olmak birinci şarttır. (Gazi Mustafa Kemâl Atatürk (1927)
5. ADALET ve HUKUK: Devleti kuran halk ile kaim mukavele (Anayasa) ve bu Ana (ESAS) Yasa ile mümasil ve müteşekkil temelde-esasta-usulde-şekilde ve her hali kârda doğuştan edinilen insan hakları (yaşama, inanma, inandığı gibi bir hayat sürme, beslenme, barınma, eğitim) ve anayasaya aykırılık teşkil etmeyen (TBMM tarafından çıkartılmış ve/veya uygun görülerek onaylanmış) kanun, tüzük, yönetmelik, tamim ve talimatlar muvacehesinde kamu-birey-halk adına; “Egemenlik kayıtsız şartsız milletindir” ilkesine sadık kalarak ülke ve vatandaş yönetiminde uyulacak ve uygulanacak temel norm, standart ve kriterlerin bütünü.
BİLİMSEL OLARAK:
A) Adalet: Zulüm etmemek. Hak sahibi’ne hakkı’nı teslim, haksızları talim-terbiye ve tezkiye (cezalandırma) Adalet ilmi, ilke ve kuram kaynağı, dayanağı olan vahiy hükümlerini insanlara tebliğ ve tam bir eşitlikle tatbik, (uygulama) münferit-bireysel ve toplumsal hayatı güvenli-huzurlu kılmak; Hüküm ve hikmetle insanların idaresini temin ve tedvir.
B) Hukuk: Toplumsal ilişkileri, teşebbüs-bireysel ve kurumsal-ulusal ve uluslar arası tasarruf, inisiyatif ve ilişkileri düzenleyen normatif bir disiplin (bilim) sistemi olup; Emir, tedbir ve müeyyide (yaptırım-uygulama) öğelerini içerir. Objektif hukukun dayanağı: Dini hükümler, genel ahlâk kuralları, yerleşik kültür, örf, adet, gelenekler ve görgü kurallarıdır. Ayrıca, evrensel kabul görmüş usul, esas ve kaideler de hukuk normu olarak kabul edilebilir.
ESAS: Mutlak eşitlik, hak, adalet ve adalet ahlakıdır. İş bu temel kural ve ilmi normlar çerçevesinde “yürütme” (Cumhurbaşkanı, Baş Bakan, Bakanlar ve bağlı organizasyon) devletin ve milletin işlerini “hüküm ve hikmetle” yani, hak, adalet, hukuk, eşitlik, “namuslu-dürüst, ilkeli-onurlu ve sorumlu yurttaşlara karşı” ilgi, sevgi, hoşgörü ve toleransla; “kanun ve kurallara saygısız, kamu menfaatlerine aykırı fiil, potansiyel suç eğilimi, yasa dışı edinim, gasp-irtikap, rüşvet-yolsuzluk, hırsızlık gibi insanlık dışı ve alt varlık nitelikli (anarşi-terör ve tedhiş unsurları başta gelmek üzere) mahlukata karşı; İyi insan ve iyi vatandaşlarının hak ve hukukunu, namusunu, malını-mülkünü, onur-erdem, şeref ve haysiyetini koruma ilkelerine sadık kalarak; Kurucu unsur ve büyük Önder M. Kemal Atatürk’ün gösterdiği hedef “muasır medeniyet seviyesini aşmak” ve kamu mükellefiyetlerini ‘tam bir dürüstlük ve namuskarlıkla’ yerine getiren yurttaşlara karşı Anayasa, Kanun ve mevzuattan kaynaklanan hizmetlerini ifa ve icra etmektir. Yürütmenin esası meşruiyet, meşruiyetin tezahür biçimi mutlak bir adalet ve hukuk dairesinde halka hizmettir. Aykırı bir temlik, tasarruf ve inisiyatif icra-i meşruiyet mülgadır. Bu takdirde Yargıya resen müdahale ve millete meşru müdafaa hakkı doğar.
***
YARGI YETKİSİ. KULLANIM VE UYGULAMA BİÇİMİ
Mustafa Nevruz SINACI
Türk yargı sistemi 1876, 1921, 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları, mecelleden neş’et alt yapısı, binlerce yılı bulan birikimi, deneyimi ve 1979 yılına kadar İsrail dâhil halen pek çok ülkede uygu
lanan adalet ve hukuk sistemlerinin ana referansı olmak gibi medar-ı iftihar bir sıfatla dünya hukuk literatüründe fevkalade mümtaz ve müstesna bir değeri haizdir.
Türk hukuk, adalet ve yargı sisteminin (günümüzde çok önem kazanan) en mütemayiz ve kayda değer yanı da; İnsan hak ve hürriyetleri, onurlu-sorumlu, namuslu, ilkeli ve dürüst yaşam biçimi, bir başka deyişe “doğrusal yönde (pozitif) norm, standart ve kriterler oluşturma geliştirme konusunda objektif, fermel-reel (gerçek) ve rasyonel (akılcı) karar / içtihat irsalidir.
Bu nedenle Gazi Mareşâl (Prof.) Mustafa Kemal ATATÜRK:
“Devlet biçiminde örgütlenmiş bir milletin anayasasında ilk şart adalet bağımsızlığıdır. Adalet gücü bağımsız olmayan bir ulusun devlet olarak varlığı kabul edilemez” .(1920)
“İstiklal Savaşımızın amacı olan tam bağımsızlık kavramının adaletin bağımsızlığını da kapsaması tabiidir. Bu nedenle, her bağımsız devletin vazgeçilmez bir hakkı olan adaletin dağıtımı görevine kimseyi karıştırmayız” (1922)
"Mademki; devlet bir idare ve hâkimiyeti maliktir, onu ifade ve infaz için bir takım vasıtalara muhtaçtır. Bu vasıtaları ihtiva eden devlet teşkilatında millet meclisi ve hükümet teşkilatı esastır. Demokrasi prensibi hâkimiyeti milliye prensibi şekline inkılâp etmiştir. Bir vatandaş kendi hürriyet ve hakkını kendi maddi kuvvetine dayanarak temine kalkışamaz. Bu hususlar fertlerin kuvvet ve teşebbüsleri ile değil, milletin iradesini haiz olan devletin kudret ve nüfuzu ile temin olunabilir.”

“Türk, istibdat ve esaret zincirlerini parçalayabilmek için dahili ve harici bedhahlar (düşmanlar) karşısında hayatını ortaya attı, çok kanlı ve tehlikeli mücadelelere girdi, sayısız fedakarlıklara katlandı ancak ondan sonra hürriyetine sahip oldu. Bu sebeple hürriyet Türk'ün hayatıdır. Artık Türkiye'de her Türk hür doğar, hür yaşar. Türk yurttaşları demokrat, hür ve mesul vatandaşlardır. Türk ferdi hürriyetinden ve menfaatlerinden teşkilatı esasiye kanununda tayin olunduğu kadarını cumhuriyete bırakmıştır. Cumhuriyet ferdin, ona bıraktığı bir kısım hürriyeti, Türk milletinin, dahilde hürriyetini ve harice karşı istiklalini temin için kullanır."
"Hürriyetler başlıca ferdin maddi ve manevi menfaatlerine tekabül eder; dar anlamda kişisel hürriyettir. Bunlardan en önemlileri seyahat ve yerleşme hak ve hürriyetidir. Bununla birlikte keyfi tutuklamaları, hapis cezasını yok etmek gerekmektedir. Ferdi mülkiyet çok önemlidir. İnsanın emek ürünü olan her şeye sahip olması, devletin müdahale edemeyeceği, ferdin yüksek haklarındandır. Temel haklardan ticaret çalışma ve sanat hürriyeti önemlidir. Bunlardan başka, devletin, siyasi veya kamunun menfaat ve emniyeti amacıyla tekeli altında bulundurduğu işleri başkaları yapamaz. İkinci grup hürriyetler ferdin fikir, inanç hayatındaki hürriyet ve haklarıdır. Bunlardan vicdan hürriyeti ferdin istediğini düşünmek, istediğine inanmak, siyasi bir fikre sahip olmak, mensup olduğu bir dinin gereklerini yapmak veya yapmamak hak ve hürriyetine sahiptir. Kimsenin fikrine ve vicdanına hâkim olunamaz".
"İçtima hürriyeti ve matbuat hürriyeti aynı prensipten çıkar. O prensip insanların, fikirlerini serbest söylemek ve neşretmek hakkıdır. Vatandaşlar, kendi talim ve terbiyeleri için ve umumun menfaatleri noktasından fikirlerini teati etmelidirler. En büyük hakikatler ve terakkiler, fikirlerin serbestçe ortaya konması ve teati edilmesi ile meydana çıkar ve yükselir.” (Prof.Dr.A.Afet İnan,Medeni Bilgiler ve Atatürk'ün El yazıları,Ankara,1969,s.390 vd.)
"Kişilerin hak ve özgürlüğü devlet egemenliği ve isteklerinin saklı bulundurulmasına bağlıdır. Devlet felce uğratılırsa kişi özgürlüklerini koruyacak hiçbir güç ve araç kalmaz. Vatandaş olan kişiler kendi özgürlüklerinin bir kısmını rızaları ile severek ve gerekli görerek devlete vere gelmişlerdir. Devlet, kendine özgü istekle kişisel özgürlüklerin bir bölümüne, o özgürlükleri sağlamak için sahip olur. Yeter ki devletin buyrukluğu ulusun genel mutluluk ve refahına, vatandaş özgürlüklerinin sağlanmasına harcanmış olsun" (Atatürk 17 Şubat 1931)
Ayrıca; 1 Mart 1924 tarihinde TBMM II. Dönem açış konuşması, 30 Ağustos 1924 Dumlupınar konuşması, Ankara Hukuk mektebine yazdığı telgraf, 9 Ekim 1925 tarihli Cumhuriyet savcılarına seslenişi, 5 Kasım 1925 tarihinde Ankara Hukuk Fakültesini açarken yaptığı konuşma, 1 Kasım 1928 tarihinde TBMM III. Dönem Yasama Yıllını açış konuşması, Ankara İstiklal Mahkemesi kararı ve Mahkeme başkanlığına yazdığı telgraf, Türk Kadınına Seçme ve Seçilme Hakkının verilmesine dair kanun üzerine açıklamaları, 1 Kasım 1937 tarihinde TBMM V. Dönem 3 ncü Yasama Yılı ve 1 Kasım 1938 tarihinde TBMM V. Dönem 4.ncü Yasama Yılı açış konuşmaları Atatürk’ün adalet ve hukuk üzerine düşüncelerini yansıtan çok özgün metinler ve tarihi belgelerden sadece bazılarıdır. Ancak, Halife Hazreti Ömer (R.A.) dayanaklı “Adalet Mülkün Tekelidir” vecizesi bütün bu söylemleri şamildir.
Burada özellikle ve bilhassa “devletin tapusu, istiklâli ve tam bağımsızlığı” vurgulanır.
Tapu 1995 GB antlaşması ile delinmiş bu nedenle TC yargısı, hakim ve savcıları çok vahim, talihsiz, kabulü ve sindirilmesi gayrikabil feci bir darbe, gasp ve aşağılanmaya maruz kalmıştır. Yaşanan süreç “büyük Türk medeniyeti, bilgi toplumu, insan hakları, adalet ve hukuka dayalı” Türk hukuk-adalet sisteminin bertarafını (yok edilmesini) amaçlamaktadır. Bu gidişle artık istiklal ve bağımsızlık da kalmayabilecektir.
Dolayısıyla mevcut yargıya düşen görev fevkalade büyüktür.
Türk yargısı bu süreçte ayağa kalkmak, kuvvetler ayrılığı ilkesi kapsamında gerçek yerini ve rolünü üstlenmek, yıllardır yaşanan sistematik dezinformasyon, psikolojik-biyolojik savaş, kronik yozlaşma, adetten hale gelen hak-hukuk gaspları, rüşvet, iltimas, nüfuz-din-dava -misyon tüccarlığı, çıkar örgütlenmesi, yolsuzluk, suiistimal, görevi ihmal, yetki tecavüzü ve başta “yürütme” erk’i kaynaklı bütün anlaşma, eylem-işlem, temlik-tahakkuk ve yaptırımları ele almak; YASA DEĞİL! ADALET VE HUKUK perspektifinde incelemek, değerlendirmek ve Türk Milleti Adına “BAĞIMSIZ ve TARAFSIZ” (halktan ve haktan yana objektif) bir süreci başlatmak ve/veya halihazır Ergenekon kod adlı (temiz toplum+temiz devlet+temiz hükümet=Temiz Eller) operasyonunu ucu her nereye kadar varırsa varsın mutlaka “sonuna kadar” devam ettirmek mecburiyetini haizdir.
Türk milleti Hâkim ve Savcılarına yürekten inanmakta ve güvenmektedir. Unutmayın!
“Gerçek bir hukukçu bu gereklerin hiçbirini göz ardı edemez. Diplomayla, yetki belgesiyle, giysiyle, ortam ve konumla değil, bilgiyle ve yeterlikle, çalışma ve yararlı olma çabasıyla hukukçu olunur. Hak edilmeyen ün ve san yüktür.” (Yekta Güngör Özden)
Yargı Yetkisi: “Türk milleti adına bağımsız mahkemelerce kullanılır.”
Bak: Anayasa Madde: 9

Hiç yorum yok: