Mustafa Nevruz SINACI
Anayasa Mahkemesi Başkanı Haşim Kılıç AKP kararını açıklarken ne kadar gergin, sıkıntılı ve adeta psikolojik bir travma geçirir gibiydi. Hiç dikkat ettiniz mi?
Değilse o anı gözünüzün önüne bir getirin.
Sonra, açıklama yapılacak diye çağrı yapılan medyanın bekletilme süresini de dikkate alın. Haşim Kılıç’ın karara ilişkin esas açıklamaya geçmeden önceki sunuş konuşmasını da tekrar-tekrar ve satır-satır inceleyin lütfen!..
Derken bizim dava sürecinde yazdığımız makaleleri aklınıza getirin.
Hani sürekli olarak ne demiştik? Biz ne düşünüyorduk?:
“Dava sürecinde vaki etkileme tasarruf ve teşebbüsleri had safhadadır.
İçeriden ve dışarıdan herkes, sürekli tavsiye, telkin, yorum, yönlendirme, baskı, tehdit; Yasa, ahlâk, hukuk ve sıra dışı müdahalelerde bulunuyor. Öyle ki, başta küstah AB ve ABD odaklı haber kaynakları ile etkili ve yetkili isimler adeta şantaj içeren, ikaz-tembih ve ucu tehdide varan söylemlerden kaçınmıyor, bir yerlerden aldıkları cesaretle olsa gerek “derdest davaya”, Anayasa Mahkemesine ve Türk Yargıçlarına meydan okuyorlar.
TCK, CMUK, MK ve Anayasa’nın amir hükümlerine rağmen bu çirkin müdahale ve saldırılara müdahale yok! Takibat, inceleme, soruşturma, sorgu-sual, men-i müdahale, tekzip, yayın durdurma ve yargıya taşıma teşebbüsü yok! Olacak şey değil. Bu ne aymazlık? Hani hak, hukuk, adalet kavramı, insan hakları ve demokrasi? Rejimin bu güne değin herkese amansızca uygulanan kurallarına ne oldu?
Haydi, yasama ve yürütme olaya taraf. Peki, yargı niçin bu kadar ilgisiz ve duyarsız?
SEBEP: Bana göre bir tek şey olabilir.
O’DA ŞU : BİR OYUN OYNANIYOR!...”
Şimdi, yorumu sizlere ait olmak üzere bazı bilgi-belge ve anekdotlar vereyim:
19.6.2008 tarihli İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncıları) yayın organı BARAN dergisinde son derece basit ve herkes tarafından anlaşılabilir bir açıklama: "Büyük Ortadoğu Projesi İslami argümanlı olup, ancak İslam'ı bilenler tarafından yürütülebilecek bir projedir."
Yani emperyalizmin ağababaları ABD ve AB'nin "24 İslam ülkesinin rejimlerini ve sınırlarını değiştirme" kalkışması. BOP kod adlı Haçlı Seferi, Müslümanları yozlaştırma ve çürütme temeli üzerine hazırlanmış; Türkiye'nin desteği alınmadan uygulanması imkânsız bir ütopya” Menfur projenin yürütülebilmesi için, Türkiye'nin başında hem İslami söylemi haiz, hem de ABD işbirlikçisi, "Ilımlı İslam" (Yani Amerika'nın çıkarlarına aykırı olmayacak şekilde deforme edilmiş) modelini Ortadoğu'daki İslâm ülkelerine ihraç ederek oralarda ABD sömürgesi kul-köle rejimler kurulmasını temine yardımcı bir Eş başkan gerekli..
Ya AB-ABD gazeteleri ne demişlerdi?
Financial Times: “AKP kapatılırsa bombaları patlatır kaos çıkarırız; (işte fail) Türkiye ulusal felaketin eşiğinde, İstanbul'da patlayan bombalar, kapatma davasının görüşülmeye başlamasına denk düştü, Türkiye’nin modernitesi ve yakın geleceği tehlikede, AKP'nin kapatılması, Gül ve Erdoğan’a siyaset yasağı getirilmesi seçmenlere yönelik yargı darbesi anlamına gelir, AKP davası, halktan büyük yetki alan başarılı Neo İslamcı bir parti tarafından tehdit edilmiş hisseden askeri, bürokratik ve yargı elitinin kumarıdır”
The Daily Telegraph: Bu, geçmişte ordunun silahlı gücü ile kuvvetlendirilen laik elitin kudretini gösteriyor, meselelerin generaller yerine mahkeme tarafından çözümü daha iyi.
The İndependent: Köşe yazarı Adrian Hamilton: Eğer seçilmiş hükümet kaybederse, hepimiz bunun sonuçlarının kurbanı olacağız. Türkiye hükümetsiz kalabilir, İstanbul’daki bombalamalar, AKP'nin kapatılmasını izleyebilecek şiddetin bir örneği. Ümraniye olayları dikkat çekici, Türk devletinin geleceği söz konusu.."
AB-D gazetelerinin 31 Temmuz manşetleri de çok manidar:
“Türkiye felâketin eşiğinden döndü!..” Dedim ya, yorum sizin!...
Değilse o anı gözünüzün önüne bir getirin.
Sonra, açıklama yapılacak diye çağrı yapılan medyanın bekletilme süresini de dikkate alın. Haşim Kılıç’ın karara ilişkin esas açıklamaya geçmeden önceki sunuş konuşmasını da tekrar-tekrar ve satır-satır inceleyin lütfen!..
Derken bizim dava sürecinde yazdığımız makaleleri aklınıza getirin.
Hani sürekli olarak ne demiştik? Biz ne düşünüyorduk?:
“Dava sürecinde vaki etkileme tasarruf ve teşebbüsleri had safhadadır.
İçeriden ve dışarıdan herkes, sürekli tavsiye, telkin, yorum, yönlendirme, baskı, tehdit; Yasa, ahlâk, hukuk ve sıra dışı müdahalelerde bulunuyor. Öyle ki, başta küstah AB ve ABD odaklı haber kaynakları ile etkili ve yetkili isimler adeta şantaj içeren, ikaz-tembih ve ucu tehdide varan söylemlerden kaçınmıyor, bir yerlerden aldıkları cesaretle olsa gerek “derdest davaya”, Anayasa Mahkemesine ve Türk Yargıçlarına meydan okuyorlar.
TCK, CMUK, MK ve Anayasa’nın amir hükümlerine rağmen bu çirkin müdahale ve saldırılara müdahale yok! Takibat, inceleme, soruşturma, sorgu-sual, men-i müdahale, tekzip, yayın durdurma ve yargıya taşıma teşebbüsü yok! Olacak şey değil. Bu ne aymazlık? Hani hak, hukuk, adalet kavramı, insan hakları ve demokrasi? Rejimin bu güne değin herkese amansızca uygulanan kurallarına ne oldu?
Haydi, yasama ve yürütme olaya taraf. Peki, yargı niçin bu kadar ilgisiz ve duyarsız?
SEBEP: Bana göre bir tek şey olabilir.
O’DA ŞU : BİR OYUN OYNANIYOR!...”
Şimdi, yorumu sizlere ait olmak üzere bazı bilgi-belge ve anekdotlar vereyim:
19.6.2008 tarihli İBDA-C (İslami Büyük Doğu Akıncıları) yayın organı BARAN dergisinde son derece basit ve herkes tarafından anlaşılabilir bir açıklama: "Büyük Ortadoğu Projesi İslami argümanlı olup, ancak İslam'ı bilenler tarafından yürütülebilecek bir projedir."
Yani emperyalizmin ağababaları ABD ve AB'nin "24 İslam ülkesinin rejimlerini ve sınırlarını değiştirme" kalkışması. BOP kod adlı Haçlı Seferi, Müslümanları yozlaştırma ve çürütme temeli üzerine hazırlanmış; Türkiye'nin desteği alınmadan uygulanması imkânsız bir ütopya” Menfur projenin yürütülebilmesi için, Türkiye'nin başında hem İslami söylemi haiz, hem de ABD işbirlikçisi, "Ilımlı İslam" (Yani Amerika'nın çıkarlarına aykırı olmayacak şekilde deforme edilmiş) modelini Ortadoğu'daki İslâm ülkelerine ihraç ederek oralarda ABD sömürgesi kul-köle rejimler kurulmasını temine yardımcı bir Eş başkan gerekli..
Ya AB-ABD gazeteleri ne demişlerdi?
Financial Times: “AKP kapatılırsa bombaları patlatır kaos çıkarırız; (işte fail) Türkiye ulusal felaketin eşiğinde, İstanbul'da patlayan bombalar, kapatma davasının görüşülmeye başlamasına denk düştü, Türkiye’nin modernitesi ve yakın geleceği tehlikede, AKP'nin kapatılması, Gül ve Erdoğan’a siyaset yasağı getirilmesi seçmenlere yönelik yargı darbesi anlamına gelir, AKP davası, halktan büyük yetki alan başarılı Neo İslamcı bir parti tarafından tehdit edilmiş hisseden askeri, bürokratik ve yargı elitinin kumarıdır”
The Daily Telegraph: Bu, geçmişte ordunun silahlı gücü ile kuvvetlendirilen laik elitin kudretini gösteriyor, meselelerin generaller yerine mahkeme tarafından çözümü daha iyi.
The İndependent: Köşe yazarı Adrian Hamilton: Eğer seçilmiş hükümet kaybederse, hepimiz bunun sonuçlarının kurbanı olacağız. Türkiye hükümetsiz kalabilir, İstanbul’daki bombalamalar, AKP'nin kapatılmasını izleyebilecek şiddetin bir örneği. Ümraniye olayları dikkat çekici, Türk devletinin geleceği söz konusu.."
AB-D gazetelerinin 31 Temmuz manşetleri de çok manidar:
“Türkiye felâketin eşiğinden döndü!..” Dedim ya, yorum sizin!...
***
Dava bitti, borsa fırladı, yola ve “düzen’e” devam!
Mustafa Nevruz SINACI
Eğer Anayasa Mahkemesi (yargı) önümüzdeki süreçte terör ve tedhiş örgütüne alenen destek veren politik örgütü temelli kapatmaz; Yeni vakıflar yasa tasarısını tümüyle reddetmez; Başta İP olmak üzere; Ümraniye soruşturmasıyla doğrudan veya dolaylı ilgili (bulaşık) malum partileri ayıklamaz ve siyasetin önünü temelli açmazsa durum kötü ve çok vahim demektir.
Sağlıklı, akılcı ve bilinçli bir tespitle; BU hükümeti döneminde yükselen kutuplar arası çıkar-ikbal çatışmasının eseri olan kapatma davası, aslında ibrenin gösterdiği gibi sonuçlandı; malumun ilânı, beklenir karar, ihtar ve parasal kısıtlama…
Gerçekte mahkeme de görülen dava siyasi güçlerin bir iktidar hesaplaşmasıydı.
Yoksa, tarihi tabanı laiklik üzerine kurulu, inancı; İnsan Hakları, adalet, hak-hukuk ve gerçek demokrasi kavramları üzerine müesses TC ve halkın bu istikamette bir derdi-sorunu olduğu için değil!.. Aslında kamu vicdanı, fiili durum, medeni siyaset ve yaşam biçimindeki objektif göstergelere bakılır, işin aslına erilir ve köklerine inilirse, Türkiye de çok büyük bir “lâiklik sorunu” olduğu bütün açıklığı, çıplaklığı, şeamet ve vahameti ile görülür.
İŞİN DOĞRUSU
Oyun, düzen, şer, şeytanlık, ikbal ve çıkar peşinde koşan umursuz, onursuz ve şuursuz varlıkların “kurnazca-dessasça” dile getirdikleri gibi sorun gerçektende ülkede lâikten eser olmayışıdır. Nasıl yani? Diyeceksiniz… Şöyle ki; Ülkemizde bodrum katları dâhil rahatça havra ve kilise açılabiliyor, mescit ve camiler tartışma konusu oluyor. AB ve ABD’nin bütün askeri karargâhlarında kilise var, şu dibimizdeki merkez komutanlıkları ve sayıları binleri bulan askeri lojmanlarda cami yok. NATO’nun bütün ordularında “resmi din subayı” sınıfı mevcut, bizde tabur imamları bile mülga!.. Lozan Antlaşmasına göre Müslümanlar asli-gayri Müslimler tali unsur (azınlık) olmalarına rağmen; Azınlıklar, asıl unsurdan daha geniş bir ayin, giyim, yaşam, ibadet ve dini icraat imkânına sahipler.
Örneğin: Masonluk uluslar arası bir İbrani tarikatıdır. Tapınak şövalyeleri ve misyoner örgütleri de dini. Üstelik temelden bozuk, vahiy kaynaklarına muhalif, muharref (deforme, yoz, çürük ve orijinini kaybetmiş) olmasına rağmen kanunen serbest; Diğer tarafta Türk ve İslâm kültürünün evrensel zenginliği, enginliği ve derinliğinin; İnsani barış, anlayış, hoşgörü, namuslu-dürüst-temiz, üretici-yaratıcı toplumun temel dinamikleri olan tasavvuf kurumları hukuken yasak, istismarcıların elinde ve hakikatte muattal!...
Bilumum Yahudi, Hıristiyan ve mason rituelleri serbest, üstelik okul, üniversite ve resmi daireler dâhil hayatın her alanına girmiş durumda. Lâkin başörtüsüne geçit yok. Cumhurbaşkanlığı, Orduevleri ve nice resmi kurum ve kuruluşlarda Hıristiyanlığın kutsal (!) kırmızı şarabı içilir; Papalığa gidilir, papa ülkede konuk edilir, İsrail’de başa dinsel kep takılır, ağlama duvarı ziyaret edilir. Lozan ve laiklik uyarı serbest olması gereken İslâmi örf, adet, askere hac ve aleni ibadet (peygamber ocağına) hoş görülmez. Daha neler, neler…
ŞU HALE NAZARAN
İddiacıların ileri sürdüğü anlamda laiklikle hiçbir sorunu olmayan bir ülke ve resmi düzende “laiklik karşıtı güç odağı” gibi akıl, hukuk ve gerçek dışı bir nitelemeyi dava konusu yapıp, siyaseten zaafa uğramış teşekkül istismar edilerek zoraki baskı yaratmak hiç namuslu olmadı. Her halde maksat bu suretle kafaları karıştırmak, “Ümraniye” soruşturması ile doğal olarak başlayan “Temiz toplum, temiz devlet, temiz hükümet” sürecini sinsice sabote etmek, oligark, gladyo ve kriptoların yalan-talan, anarşi, terör-tedhiş, soygun ve vurgunlarını örtmek, akıbetlerini önlemek ve “AB’ye bağlanma” çalışmalarını hızlandırmak olmalıdır.
Belki bu nedenle, AB-D ve TUSİAD gibi düzenin belirleyici aktörleri kapatmayı asla istemiyorlar, çatışma ve gerginlikleri tasvip etmediklerini aleni tehdit ve uyarılarla dile getirip uzlaşma çağrısı yapmıyorlar mıydı? Şimdi Cemil Çiçek’in terör odaklarına lojistik destek sağlayan yardım-yataklık unsuru devletler hakkında söylediklerini hatırlayın, dava, borsa, yol, düzen ve müteakip Anayasa Mahkemesi kararlarının önemini bu bağlamda düşünün!.
Kapatma davası, Cumhuriyet ve Demokrasi
Mustafa Nevruz SINACI
Kararın açıklandığı saatlerden bu yana en çok söylenen söz: “Demokrasi kazandı”
Bırakın Allah aşkına şu geveze çaçaronlar, prototipler, sulta ve saltanat uşakları ile parti sahiplerinin maaşlı memurlarını. İstisnasız hepsi apaçık yalan söylüyor, sıfır numara yağcılık, yalakalık ve dalkavuklukla polemik yaratmak istiyorlar.
Üstelik bunlar Cumhuriyet ve demokrasinin ne anlama geldiğini bile bilmiyorlar.
Cumhuriyet: Milletin egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için bizzat seçtiği millet-vekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi. (TDK, Sözlük, s: 263) Devlet reisi, millet veya Millet Meclisi tarafından seçilen hükümetlerin halkı; Adalet, hukuk, hikmet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibaret meşruiyetle idare usulüdür. (Yeni Lügat, Abdullah Yeğin-s: 88) Demokrasi: Halk egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erk’i, demokratlık, (TDK, Türkçe Sözlük, s: 353) Ekseriyet, hak, adalet, kanun, kaide ve eşitlik fikrinin hakim olduğu hükümet biçimi. (Büyük Lügat, s: 102)
Adalet bilimi, Tarih ve hukuk sosyolojisinde yer alan tanım:
Cumhuriyet: Cem, cumhur, cum’a, cemaat ve cemahiriye’den tevarüs etmiş, İslâm kültürü ve Türk medeniyetinin “medeni siyaset” kavramına dayanan çok özlü bir terimdir. Kök olarak medeni bir tolumun aralarından en bilge, onur-erdem, beka ve basiret sahibi, ilim, irfan ve kelam sahibi insan-ı kâmilleri seçerek şura’yı oluşturması ve milletin hak, adalet, hukuk ve hikmetle yönetiminin temin ve tedviri (sağlanması-yürütülmesi) anlamına gelir.
Demokrasi ise, yaradılışa (fıtrata) uygun kural ve kaidelerin tam bir bilimsel standart, norm, ilke ve kriterler bütünü çerçevesinde tavizsiz ve ivazsız olarak uygulandığı; Milletin tam bir eşitlik içinde huzur, güven, emniyet, adalet ahlakı, refah, zenginlik ve mutluluğunun sağlandığı; Kurallara mutlaka uyulduğu, uymayanların uyarıldığı, suç sebep ve unsurlarının yok edildiği, buna rağmen suç işleyenlerin devlet tarafından tutuklanarak adalet cihazınca cezalandırıldığı; Anarşi, terör ve tedhişin kesin olarak önlenerek amillerinin ortadan kaldırıldığı; Binnetice, “Millet iradesinin devlet idaresinde hakim kılındığı”; Bilimsel ve doğrusal yönde gelişimini ikmal etmiş insani bir idare biçimidir.
Türk inkılâbı ve inkılâbın temel ilkeleriyle örnekleyecek olursak: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir; Cumhuriyet fazilettir, erdemdir. (Mustafa Kemal Atatürk)
Yukarda açıklanan ve ilmi disiplin içinde tanımlanan orijin’e göre söyleyin bakalım:
Kapatma davası ile demokrasi arasında bir ilişki kurmak da mümkün mü?
Elbette değildir. Çünkü genel kanaat, bu davada halkın iradesi ve meşru siyaset hakkının değil, bazı iç ve dış çıkar örgütleri, işleyen düzen ve çevrelerinin hükümet erki ile ilişkileri ve bu ilişkiler bağlamında, öteden beri (yasal ve yasa dışı) her türlü ve şeye rağmen sürdüre geldikleri çıkarlarının devam edip etmeyeceği konuşuluyordu diye düşünülmektedir. Bu yaklaşım ve düşünce tarzının yanlış olduğunun kanıtlanabilmesi için AKP ve hükümetinin bundan böyle yukarda vazedilen tanımlara standart, ilke, norm ve kriterlere uyması ve kendini uydurmasını bilmesidir. Aksi takdirde Cumhuriyet, adalet, hukuk ve demokrasi bütün usul ve unsurları ile çok ağır bir töhmet, şeamet ve şaibe altına girmiş olacaktır. Şu kertede bu karar bir uzlaşmayı göstermektedir, ancak bu durum geçicidir. Devletin nasıl yönetildiği bugün daha açık bir biçimde ortadadır. Halkın ezildiği, yoksullaştığı, iradesinin hiçe sayıldığı, bir bozuk düzenin her yanından şapır-şapır döküldüğü, gerçekte hak, adalet, hukuk ve demokrasi’ nin olmadığı çilekeş halkımız tarafından çok iyi görülmekte ve bilinmektedir. Millet neler olup bittiğinin farkındadır.
Bundan böyle amaç: Gerçek anlamda laik, hür-hükümran, özgür ve bağımsız bir ülke, namuslu-dürüst demokrat-saydam devlet, mutlak adalet-hukuk, birbirinden bağımsız hakiki kuvvetler ayrılığı, her ne pahasına olursa olsun “Temiz Eller” harekâtının tamamlanması olmalı… Bu hesaplaşma ve özeleştiri sonucu demokrasi aşkı ve cumhuriyet güneşi tekrar doğarak kutsal insan unsurumuzun yüreği ve ülkemizin mübarek semalarında yükselmelidir.
Dava bitti, borsa fırladı, yola ve “düzen’e” devam!
Mustafa Nevruz SINACI
Eğer Anayasa Mahkemesi (yargı) önümüzdeki süreçte terör ve tedhiş örgütüne alenen destek veren politik örgütü temelli kapatmaz; Yeni vakıflar yasa tasarısını tümüyle reddetmez; Başta İP olmak üzere; Ümraniye soruşturmasıyla doğrudan veya dolaylı ilgili (bulaşık) malum partileri ayıklamaz ve siyasetin önünü temelli açmazsa durum kötü ve çok vahim demektir.
Sağlıklı, akılcı ve bilinçli bir tespitle; BU hükümeti döneminde yükselen kutuplar arası çıkar-ikbal çatışmasının eseri olan kapatma davası, aslında ibrenin gösterdiği gibi sonuçlandı; malumun ilânı, beklenir karar, ihtar ve parasal kısıtlama…
Gerçekte mahkeme de görülen dava siyasi güçlerin bir iktidar hesaplaşmasıydı.
Yoksa, tarihi tabanı laiklik üzerine kurulu, inancı; İnsan Hakları, adalet, hak-hukuk ve gerçek demokrasi kavramları üzerine müesses TC ve halkın bu istikamette bir derdi-sorunu olduğu için değil!.. Aslında kamu vicdanı, fiili durum, medeni siyaset ve yaşam biçimindeki objektif göstergelere bakılır, işin aslına erilir ve köklerine inilirse, Türkiye de çok büyük bir “lâiklik sorunu” olduğu bütün açıklığı, çıplaklığı, şeamet ve vahameti ile görülür.
İŞİN DOĞRUSU
Oyun, düzen, şer, şeytanlık, ikbal ve çıkar peşinde koşan umursuz, onursuz ve şuursuz varlıkların “kurnazca-dessasça” dile getirdikleri gibi sorun gerçektende ülkede lâikten eser olmayışıdır. Nasıl yani? Diyeceksiniz… Şöyle ki; Ülkemizde bodrum katları dâhil rahatça havra ve kilise açılabiliyor, mescit ve camiler tartışma konusu oluyor. AB ve ABD’nin bütün askeri karargâhlarında kilise var, şu dibimizdeki merkez komutanlıkları ve sayıları binleri bulan askeri lojmanlarda cami yok. NATO’nun bütün ordularında “resmi din subayı” sınıfı mevcut, bizde tabur imamları bile mülga!.. Lozan Antlaşmasına göre Müslümanlar asli-gayri Müslimler tali unsur (azınlık) olmalarına rağmen; Azınlıklar, asıl unsurdan daha geniş bir ayin, giyim, yaşam, ibadet ve dini icraat imkânına sahipler.
Örneğin: Masonluk uluslar arası bir İbrani tarikatıdır. Tapınak şövalyeleri ve misyoner örgütleri de dini. Üstelik temelden bozuk, vahiy kaynaklarına muhalif, muharref (deforme, yoz, çürük ve orijinini kaybetmiş) olmasına rağmen kanunen serbest; Diğer tarafta Türk ve İslâm kültürünün evrensel zenginliği, enginliği ve derinliğinin; İnsani barış, anlayış, hoşgörü, namuslu-dürüst-temiz, üretici-yaratıcı toplumun temel dinamikleri olan tasavvuf kurumları hukuken yasak, istismarcıların elinde ve hakikatte muattal!...
Bilumum Yahudi, Hıristiyan ve mason rituelleri serbest, üstelik okul, üniversite ve resmi daireler dâhil hayatın her alanına girmiş durumda. Lâkin başörtüsüne geçit yok. Cumhurbaşkanlığı, Orduevleri ve nice resmi kurum ve kuruluşlarda Hıristiyanlığın kutsal (!) kırmızı şarabı içilir; Papalığa gidilir, papa ülkede konuk edilir, İsrail’de başa dinsel kep takılır, ağlama duvarı ziyaret edilir. Lozan ve laiklik uyarı serbest olması gereken İslâmi örf, adet, askere hac ve aleni ibadet (peygamber ocağına) hoş görülmez. Daha neler, neler…
ŞU HALE NAZARAN
İddiacıların ileri sürdüğü anlamda laiklikle hiçbir sorunu olmayan bir ülke ve resmi düzende “laiklik karşıtı güç odağı” gibi akıl, hukuk ve gerçek dışı bir nitelemeyi dava konusu yapıp, siyaseten zaafa uğramış teşekkül istismar edilerek zoraki baskı yaratmak hiç namuslu olmadı. Her halde maksat bu suretle kafaları karıştırmak, “Ümraniye” soruşturması ile doğal olarak başlayan “Temiz toplum, temiz devlet, temiz hükümet” sürecini sinsice sabote etmek, oligark, gladyo ve kriptoların yalan-talan, anarşi, terör-tedhiş, soygun ve vurgunlarını örtmek, akıbetlerini önlemek ve “AB’ye bağlanma” çalışmalarını hızlandırmak olmalıdır.
Belki bu nedenle, AB-D ve TUSİAD gibi düzenin belirleyici aktörleri kapatmayı asla istemiyorlar, çatışma ve gerginlikleri tasvip etmediklerini aleni tehdit ve uyarılarla dile getirip uzlaşma çağrısı yapmıyorlar mıydı? Şimdi Cemil Çiçek’in terör odaklarına lojistik destek sağlayan yardım-yataklık unsuru devletler hakkında söylediklerini hatırlayın, dava, borsa, yol, düzen ve müteakip Anayasa Mahkemesi kararlarının önemini bu bağlamda düşünün!.
Kapatma davası, Cumhuriyet ve Demokrasi
Mustafa Nevruz SINACI
Kararın açıklandığı saatlerden bu yana en çok söylenen söz: “Demokrasi kazandı”
Bırakın Allah aşkına şu geveze çaçaronlar, prototipler, sulta ve saltanat uşakları ile parti sahiplerinin maaşlı memurlarını. İstisnasız hepsi apaçık yalan söylüyor, sıfır numara yağcılık, yalakalık ve dalkavuklukla polemik yaratmak istiyorlar.
Üstelik bunlar Cumhuriyet ve demokrasinin ne anlama geldiğini bile bilmiyorlar.
Cumhuriyet: Milletin egemenliğini kendi elinde tuttuğu ve bunu belirli süreler için bizzat seçtiği millet-vekilleri aracılığıyla kullandığı devlet biçimi. (TDK, Sözlük, s: 263) Devlet reisi, millet veya Millet Meclisi tarafından seçilen hükümetlerin halkı; Adalet, hukuk, hikmet, meşveret ve kanunda inhisar-ı kuvvetten ibaret meşruiyetle idare usulüdür. (Yeni Lügat, Abdullah Yeğin-s: 88) Demokrasi: Halk egemenliği temeline dayanan yönetim biçimi, el erk’i, demokratlık, (TDK, Türkçe Sözlük, s: 353) Ekseriyet, hak, adalet, kanun, kaide ve eşitlik fikrinin hakim olduğu hükümet biçimi. (Büyük Lügat, s: 102)
Adalet bilimi, Tarih ve hukuk sosyolojisinde yer alan tanım:
Cumhuriyet: Cem, cumhur, cum’a, cemaat ve cemahiriye’den tevarüs etmiş, İslâm kültürü ve Türk medeniyetinin “medeni siyaset” kavramına dayanan çok özlü bir terimdir. Kök olarak medeni bir tolumun aralarından en bilge, onur-erdem, beka ve basiret sahibi, ilim, irfan ve kelam sahibi insan-ı kâmilleri seçerek şura’yı oluşturması ve milletin hak, adalet, hukuk ve hikmetle yönetiminin temin ve tedviri (sağlanması-yürütülmesi) anlamına gelir.
Demokrasi ise, yaradılışa (fıtrata) uygun kural ve kaidelerin tam bir bilimsel standart, norm, ilke ve kriterler bütünü çerçevesinde tavizsiz ve ivazsız olarak uygulandığı; Milletin tam bir eşitlik içinde huzur, güven, emniyet, adalet ahlakı, refah, zenginlik ve mutluluğunun sağlandığı; Kurallara mutlaka uyulduğu, uymayanların uyarıldığı, suç sebep ve unsurlarının yok edildiği, buna rağmen suç işleyenlerin devlet tarafından tutuklanarak adalet cihazınca cezalandırıldığı; Anarşi, terör ve tedhişin kesin olarak önlenerek amillerinin ortadan kaldırıldığı; Binnetice, “Millet iradesinin devlet idaresinde hakim kılındığı”; Bilimsel ve doğrusal yönde gelişimini ikmal etmiş insani bir idare biçimidir.
Türk inkılâbı ve inkılâbın temel ilkeleriyle örnekleyecek olursak: Hâkimiyet kayıtsız şartsız milletindir; Cumhuriyet fazilettir, erdemdir. (Mustafa Kemal Atatürk)
Yukarda açıklanan ve ilmi disiplin içinde tanımlanan orijin’e göre söyleyin bakalım:
Kapatma davası ile demokrasi arasında bir ilişki kurmak da mümkün mü?
Elbette değildir. Çünkü genel kanaat, bu davada halkın iradesi ve meşru siyaset hakkının değil, bazı iç ve dış çıkar örgütleri, işleyen düzen ve çevrelerinin hükümet erki ile ilişkileri ve bu ilişkiler bağlamında, öteden beri (yasal ve yasa dışı) her türlü ve şeye rağmen sürdüre geldikleri çıkarlarının devam edip etmeyeceği konuşuluyordu diye düşünülmektedir. Bu yaklaşım ve düşünce tarzının yanlış olduğunun kanıtlanabilmesi için AKP ve hükümetinin bundan böyle yukarda vazedilen tanımlara standart, ilke, norm ve kriterlere uyması ve kendini uydurmasını bilmesidir. Aksi takdirde Cumhuriyet, adalet, hukuk ve demokrasi bütün usul ve unsurları ile çok ağır bir töhmet, şeamet ve şaibe altına girmiş olacaktır. Şu kertede bu karar bir uzlaşmayı göstermektedir, ancak bu durum geçicidir. Devletin nasıl yönetildiği bugün daha açık bir biçimde ortadadır. Halkın ezildiği, yoksullaştığı, iradesinin hiçe sayıldığı, bir bozuk düzenin her yanından şapır-şapır döküldüğü, gerçekte hak, adalet, hukuk ve demokrasi’ nin olmadığı çilekeş halkımız tarafından çok iyi görülmekte ve bilinmektedir. Millet neler olup bittiğinin farkındadır.
Bundan böyle amaç: Gerçek anlamda laik, hür-hükümran, özgür ve bağımsız bir ülke, namuslu-dürüst demokrat-saydam devlet, mutlak adalet-hukuk, birbirinden bağımsız hakiki kuvvetler ayrılığı, her ne pahasına olursa olsun “Temiz Eller” harekâtının tamamlanması olmalı… Bu hesaplaşma ve özeleştiri sonucu demokrasi aşkı ve cumhuriyet güneşi tekrar doğarak kutsal insan unsurumuzun yüreği ve ülkemizin mübarek semalarında yükselmelidir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder