İddiacı
ve iftiracılar bilsin ki!..
Mustafa Nevruz
SINACI
27
Mayıs, Türk Dünyası’nın büyük kırılma, Milli Mücadele düsturu, Atatürk ilkeleri
ve Türk inkılâbını ilga, şerefli maziyi hafızalardan silme teşebbüsü ve yakın
Türk tarihinin en elemli kâbusudur. Bu uğursuz şeamet ve bedhahların bekraundu
üzerinden 53 yıl geçti. Ama halâ acıtan, ıstırap veren ve henüz tedavisi kabil
olmamış, kamu vicdanında kanayan bir yara..
Bu
nedenle, sulbünün (zürriyet, soy, sülale) üstüne mezar toprağı ve nifak
tohumları serpilen, geleceği karartılan ve makûs bir talihe mahkûm edilen
millet; hâlâ gaflet, (paralize) dalâlet ve şeamet uykusundan hıyanete
uyanamadı.
Aradan
geçen 53 yıla rağmen, ne siyaset ve ne de kadim millet 27 Mayıs’ın muzlim
karanlığından aydınlığa çıkamadı... Aslen ihanet şebekelerinden olup, zahiren Atatürkçü
görünen sahtekârların ve dini siyasete alet ederek, vurguna soyunanların
farkına varamadı!
Dahası,
tıpkı “ilâh, silâh ve ilâç tüccarlığı” yaparak insanlık âleminin kanını emen
emperyalist vampirler ile vahşi kapitalistler gibi; ‘İleri demokrasi, insan
hakları, adalet ve hukuk’ söylemleri ile sözde ‘barış, helâlleşme ve kardeşlik’
adına açılımlar yaparak; Asil ve kadim Milleti dönüştürüp bölmeye kalkışan
simsarların oyunlarını da idrak edemedi!..
Lâkin
Darbeleri Araştırma komisyon faaliyette… Bizce son derece haklı, doğru ve
yerinde; Silsile-i meratip ve meşru müdafaa dâhilinde (emir ve komuta zincirinde)
vaki 12 Eylül yargıda. Demokratlar olarak şiddetle karşı olduğumuz, nefretle
kınadığımız 28 Şubat ise; milyarlarca dolar soygun, vurgun ve aleni
yolsuzluğa-soysuzluğa rağmen, asli failleri ‘mağdur’ hanesine duhul edilerek
“siyaseten” mahkemede.. Bu bir çelişki ve kepazeliktir.
Soygun-vurgun
erbabını sigaya çekmemek; Adalet ve milletle alay etmektir. Zira 28 Şubat, tam
bir “hesaplaşma - yüzleşme, tüyü bitmemiş yetimin, masum ve mazlumun hakkını
tahsil ve tazmin” biçiminde muhakeme edilmedikçe, üstüne sinen şaibe asla
kalkmayacak ve kamuoyunda: “28 Şubat aslında, Milli Görüş’ü iktidara taşımak
için sahnelenmiş menfur bir oyun ve tezgâhtır” şüphesi zail olmayacaktır…
Öyle
ise, hükümet, hesaplaşma ve yüzleşmeye ‘doğru yerden’ başlamak zorunda idi. Geçmişle
yüzleşmek ve darbelerle hesaplaşmak: TC’nin çökertilerek, düşürüldüğü yerden
kaldırılmasına matuf olmak üzere; Sorgulama ve yargılamaya 27 Mayıs isyanı ile
başlamak şarttı. Geç değil. Nasıl olsa kurulu bir komisyon var. “Niyet hayr,
akibet hayr” hakikatinden hareketle; Eğer, en kısa sürede 27 Mayıs yargı önüne çıkartılır
ise amenna! Değilse, tüm olup bitenler, yukarda ifade edildiği gibi düzmece,
lânetli mbk cuntasının kurmaya cüret ve cesaret gösteremediği; İstiklâl
Mahkemelerinin zıttı “İnkılâp Mahkemelerinin” zımnen ya da fiilen devreye
sokulması gibi bir yönelim anlamına gelir..
Öncelikle
bu olayın hukuki adını koyalım. Bana göre 27 Mayıs olayı, bilinçli bir Ordu hareketi
değildir! Dolayısıyla Şerefli Türk Ordusunu bu bühtandan uzak tutmak şart.. Her
ne kadar 27 Mayıs isyanı, asker libasına bürünmüş sergerdelerce alçakça icra
edilmiş olsa bile; Mezkür kalkışmada emir-komuta zinciri bulunmadığı cihetle,
menfur olayın ordu iradesiyle vuku bulduğunu iddia etmek abestir. Çünkü o günün
yasal Genelkurmay Başkanı Orgeneral Rüştü Erdelhun ve bütün Kuvvet Komutanları;
Atatürk ve Türk Milleti adına hareket ettikleri yalanını kullanan menfur isyancılar
tarafından “kalleşçe” tutuklanmıştır.
Ancak!..
Bu gün, bu cihetle Silivri davalarını eleştirenler bilmelidir ki:
Bu gün, bu cihetle Silivri davalarını eleştirenler bilmelidir ki:
27
Mayıs günü ordumuzda 260 general görev yapıyordu. Bu generallerin 235’i, hain
isyancılar tarafından emekli edildi. Çoğunluğu albay, yarbay ve diğer
kademelerden olan 13 Bin subay Maarif Bakanlığı (MEB) emrine verildi. Tazminatları
ABD tarafından karşılanan 5 bin Subay ordudan uzaklaştırıldı. Sonuç: Generaller
dâhil, Türk Ordusu’nun tasfiye sürecinde 235 + 13 000 + 5 000 = 18.235 Subay,
Üst Subay ve General ile 1936 askeri öğrenci olmak üzere: 18.235 + 1.936 = 20.171 askerin “Milli Ordu” ile ilişiği
kesilerek, menfur bir temizlik ve tasfiye hareketi ile; Şerefli Türk Ordusu “Peygamber
Ocağı” dumura uğratılmak istendi...
Ödenmekte
olan bedel...
Mustafa Nevruz SINACI
Nitekim
bundan sonraki aşamalarda sırasıyla 1111 Sayılı kanun, Yönetmelik, tamim,
talimat ve yönergelerde yapılan meş’um değişikliklerle önce: Asker kişilerin
yabancı uyruklu (gayrimüslim) kadınlarla evlenme yasağı; Azınlıklar üzerindeki
(lüzumlu ve zorunlu) kısıtlar; Nesebi gayrisahih olanlar için uygulanan
tedbirler; Askerlik mesleğine katılmada aranan “alt ve üst soyda fahişelikle
müştegil mazarrattan ariyet; Süfli işlerle uğraşan akraba ile mukarreb olmamak;,
Müslüman bir soy lüzumu gibi özel, önemli, hayati ve özellikle görev
stratejisine münhasır zorunlu şartların ilgası ile Türk Ordu’suna çok büyük
darbeler vurulmuş olmakla;
1960’dan
sonra Harp Okullarından itibaren Ordu’da: Merkezi yurtdışında yer alan bir
Yahudi tarikatı masonluk ile menfur türevleri lions ve rotary kulüp üyesi
kripto, sabe, dönme ve devşirmelerin (Peygamber Ocağı’nda) makam-mevki, yetki
ve rütbe sahibi oldukları büyük üzüntü ile müşahede olunmuştur. Derdest olan
davalara bakıldığında ise: Hiç biri Milli Ordu ve kutsal askerlik mesleği ile
bağdaşmayan casusluk, fahişeler ve/veya fahişelikle iştigal, din düşmanlığı,
terör ve tedhiş örgütü ile iştirak ve işbirliği., gibi utanç verici suç ve
suçlamalarla yargılananların varlığı korkunç bir şeamettir. İşte bu şeamet,
ihanet, gaflet ve dalalet 27 Mayıs isyanının doğurduğu lânet, elim felâket ve
melânetin beklenir sonucudur.
Bu
organize teşekkül ve teşebbüs, tıpkı Osmanlı’da Patrona Halil ve Milli Mücadele
öncesi mütegallibenin Ordu’yu tasfiye girişimi gibidir. Atatürk’ün 1924 (1928)
Anayasasının ilgası; TBMM’nin kapatılması ve Cumhuriyetin kesintiye uğratılması
gibi “tam hukuksuzluk” haline rağmen CHP’nin tek taraflı olarak kapatılmaması;
Aleni iştirak ve işbirlikçiliktir.
Anayasa Mahkemesinin 1963/83 sayılı iğrenç Tedbirler Kanunu’nun,
sözde özgülükçü olduğu iddia edilen 1961 a.yasasına aykırı olmadığına karar
vermesi; yasanın1. Aydemir artçı darbe girişiminin akabinde çıkması; Yasayla, kadim
DP lehi ve 27 Mayıs aleyhine beyan ve ifade suçtu. Konuşan ve yazanlar 5 yıla
kadar hapis cezasına çarptırılacaktı. Eğer yasa, 1961 anayasası ile uyumlu ise malum
ve mezkür anayasa özgürlükçü olabilir mi?
Elbette olamaz. Zira aynı anayasa Demokrasi, insan hakları, adalet ve
hukukun askıya alarak; Bütün Anadolu’da infaz timleri ve toplama kampları
kurulmasına; kadim DP evrakının müsadere ve partinin “usulen tefhim” daha açık
bir ifade ile belâ savma bab’ından bir dava ile re’sen kapatılmasına mütedair karşı
tedbir veya evrensel hukuk hükümlerine dair amir bir atıf içermemekle; Bil’âkis.,
Ata-Türk ilkeleri ve Türk İnkılâbının “Hâkimiyet Kayıtsız ve Şartsız Türk Milletinindir”
emri icabı “devlet idaresinde, millet iradesinin hâkim unsur” olarak kabul,
ilân ve tesciline dair hükmü yok sayarak; Bazı antidemokratik sulta ve
cuntalardan müteşekkil vesayet kurumları ihdası ile “devlet ve halk düşmanı
statükoyu” oluşturmuş bulunmaktadır.
SONUÇTA: Bir ülkede hem darbe, hem
cunta, hem de Cumhuriyet olmaz. Bu yüzden 27 Mayısla birlikte Türkiye Cumhuriyeti
sona ermiştir. Meclis kurulduğunda ilk söylenen söz, ‘TBMM her gücün üstündedir’
olmakla; 27 Mayıs isyancılarının Meclisi ortadan kaldırmaları, asi ve
gayrimeşru olduklarının karinesidir. Dünyada Meclisin olmadığı ve fakat Cumhuriyetle
yönetilen hiçbir ülke yoktur. Dolayısıyla 27 Mayıs, Türkiye Cumhuriyeti'nin cebren,
vatana ihanet, silâh ve hile ile ortadan kaldırılmasıdır. Cemal Gürsel'in
"Kurucu Meclis"in açılışında söylediği, "Bugün burada ikinci Cumhuriyeti kuruyoruz" sözünü unutmayın!..
Bununla birlikte hem darbe yapıp,
hem Atatürkçülük iddiaları palavradır. Hiçbir güç hem darbeci, hem de cumhuriyetçi
ve Atatürkçü olamaz. Darbe, ancak "faşist", "saltanatçı"
bir anlayışın ürünüdür. Tutarlı olmak istiyorlarsa, en azından açıkça “biz
faşistiz" demeleri gerekirdi. Ancak o zaman, fikren tutarlı oldukları düşünülebilir.
Bunun dışında söyledikleri her söz yalan, bütün iddiaları iftira, tefrika ve palavradır.
Gerçek şu
ki: Menfur 27 Mayıs fetret ve nefret
kalkışmasının acıları henüz bitmemiş ve yaraları sarılmamıştır. Kamu vicdanı hâlâ
“iştirak” cuntasının illegal lideri İsmet Paşa’ya koşup giderek: "Paşam
emirleriniz bizim için peygamber buyruğudur" diyen kriptolar ve tam bir
mürailikle "Ne içindeyim, ne
dışındayım" cevabını veren bedhahtan müştekidir. Biline!..
İnsan hakları, adalet, siyasi fazilet, hukuk ve Demokrasi Şehid'lerimizi; Rahmet, minnet, saygı ve şükranla anıyoruz. Aziz ve mübârek Rûhları şâd olsun...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder