DÜNYANIN
SAHİPLERİNE ÇAĞRI
Önce, “dünyanın sahibi” konusunda
anlaşalım.
Evet,
nedir dünyanın sahibi? Kimdir veya kimlerdir?
Cevabı:
Çok kısa, özlü ve bütün anlamları şamil (kapsayıcı) kılacak biçimde şöyle:
“Kendisini,
yaşadığı ülke, şehir yahut mahallede emanetçi, muvakkat kiracı veya ‘sıradan
bir sakin’ biçiminde değil.; Aksine iştigal ettiği yer ve tüm dünyanın
tamamlayıcı, bütünleyici unsuru; Bütün maddi varlıkları, manevi değer ve
unsurları ile dünyanın sahibi ve sorumlusu olarak görüp; Bu idrak ve bilinçle
yaşayan, “onurlu, sorumlu ve erdemli” insandır.
Ki,
Yüce Yaratıcının Ahsen-i takvim üzere (en güzel, en anlamlı ve yararlı biçimde)
yarattığı ve “HALİFE” sıfatını verdiği bu örnek ve önder form’a “Bilinç Çağı İnsanı” denir.
Bu
minval üzere konuyu açar ve “dünyanın sahibi” sıfatını haiz yüksek
varlıklardan; Topyekün (ekolojik) yaşam konusunda ilham ve irşâdlara göz atacak
olursak, aşağıdaki ibret ve hikmetlerle karşılaşırız. Bu bilgi, ilim ve
öğretiler, yaşamın ışığı, iyiliğin ve diriliğin ebedi kaynağıdır. Şu kadar ki:
Bilcümle mükevvenatın sırrını havi ilim’in, şubeler itibarıyla tespit ve ispat
olunan cüzlerinden ibaret olan bilim; Bu gerçekleri bölümlerle açıklar ve
aydınlatır.
Aydın,
Münevver veya en hakiki anlam ve tanımı ile “Kanaat Önderleri” özgür bilim,
adalet ahlâkı ve evrensel hukuk bağlamında insanlık âlemine “gerçekleri”
anlatan, açıklayan ve bizzat yaşayan yüksek varlıklardır. Buna göre ve güncel
örmekleri ile aşağıdaki bilgilere bakalım. Okuyalım, inceleyelim,
değerlendirelim ve tefekkür edelim…
Dünyanın
akil ve âlim adamlarından Jack Cousateau, Kriton Curi, Mark Dubois, Edward
Goldsmith, Erich Fromm ve Galip Baran; “Aynı geminin yolcusu” olduklarının
idraki ile dünyalıları şöyle uyarıyorlar. (Çevre: 10.06.1991)
COUSTEAU UYARIYOR!..
“Denizle
Hâkimi’ne tüm insanlığın kulak vermesi gerek. Kaptan Cousteau’yu tanımayan yok.
Denizler Hakimi ünlü bilim adamı, ne yazık ki gelecek kuşakların yaşamları
konusunda (eğer en kısa sürede önlem alınmazsa) tüyler ürperten kehanetlerde
bulunuyor…
Yaşlı
bilim adamı, çağdaş toplumda herkesin inanılmaz bir bencillik içinde olduğunu;
yalnızca kendi rahatlarını düşünüp, gelecek kuşakları tehlikeye attıklarını
söyleyen Cousteau, “kehanetlerini” şöyle açıklıyor: “ İnsan hakları, adalet ve
hukuk konusunda son derece duyarlı görünen günümüz ülke idarecileri ve
toplumları, kendilerinden sonra gelecek kuşaklara yaşam hakkı tanımıyorlar. ‘Benden sonra tufan’ düşüncesiyle
hareket ediyorlar.
Aslında
dünyamız dört milyar yıldır varlığını sürdürüyor. İnsanoğlunun dünyada bir
milyon yıldır var olduğunu da biliyoruz. Dünyamız bir dört milyar yıl daha
yaşayabilecek durumda. Ama biz, onun ömrünü birkaç yüzyıla kadar indirmekteyiz.
Dünyayı
ve insanoğlunu tehdit eden en büyük tehlike; aşırı kalabalık; nüfus artışıdır.
Pek yakın bir gelecekte dünya nüfusu 14 milyarı aşacak. Şimdi nüfusun 5,5
milyar dolayında olduğu biliniyor. Ama her 6 ayda dünya neredeyse Fransa’nın
nüfusu kadar kalabalıklaşıyor, yani 50 milyon kadar artıyor. İşte dünya
yüzündeki tüm kirlenme, zehirlenme, bitki ve havanların ölümü; bu kalabalığa
bağlı nedenlerden ortaya çıkıyor. İnsanoğlu yalnızca kendi yaşamını, hayatta
kalabilmeyi düşünüyor.
Bu
nedenle de hayvanlara, başka canlılara yer kalmıyor yeryüzünde…
İki
bin küsurlu senelerde dünyada insanoğlu tek canlı olarak kalacak. Yiyecek
bulamayacak. Et gerçek bir lüks olacak. Çünkü dünyada koyun, sığır türü
hayvanların kökü kazınmış olacak… Oturacak yer bulamayacak, tüm çevresi
betonlarla kaplanacak. Sonuçta bitki örtüsünü de yine kendi yok edecek…
Bu
nedenle kadınlara bir an önce hakları verilmeli, bilinçlendirilmeli ve az çocuk
yapmaları için eğitimden geçirilmeli. Ayrıca ben, insanların; yaşlılık ve
gelecek korkusu için çok çocuk yaptıklarına inanıyorum. Bu geleceği güven
altına alırsak, çok çocuk yapmaktan vazgeçeceklerdir.
DÜNYANIN
SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
NÜKLEER
SANTRALLER
İnsanoğlunu
ve dünyayı bekleyen bir başka korkunç tehlike de, nükleer santraller. Bu gün
bilim ne kadar ilerlemiş olursa olsun, insanlar; atom çekirdeğinin
parçalanmasıyla elde edilen enerjiyi üreten nükleer santralleri henüz denetim
altında tutamıyorlar. Böylece de bu santraller Çernobil’de görüldüğü gibi,
korkunç bir tehlike yaratıyorlar… O halde, teklifimiz; tümüyle denetim altında tutmayı
başarmadan, bu santrallerin tüm dünyadan kaldırılması. İşte bu amaçla BM’e;
geleceğin kuşaklarına yaşam hakkı tanınması için başvuruda bulunduk.
Böylece
bütün dünyada kampanyalar başlatılmasını ve bir an önce önlem alınması için
girişimde bulunulmasını sağlayacağız. Gelecek kuşakların temiz ve yaşanacak bir
dünyaya hakları olduğunu düşünüyoruz. Bunun için de her ülke insanının kendi
çevre bakanlıklarına başvurarak; bu konuda bize destek sağlamaya çalışmasını
bekliyoruz. Ancak bu sayede dünya ve insan nesli kurtulabilecektir. (Kriton
Curi)
DÜNYALILARA ÇAĞRI!...
Ülkelerin
çevresel istismarlarının durdurulması için bir çağrı kampanyası başlatıldı.
1992 yılında Brezilya’da toplanacak olan BM Çevre Konferansı’na sunulmak üzere
uluslar arası düzeyde yürütülen imza kampanyasının öncüsü: BÜ Öğretim
üyelerinden Kriton Curi. Kampanyanın metni ise şöyle: “Biz bu yazıyı
imzalayanlar çevre kirliliğinin gezegenimizi tehdit eden en önemli
tehlikelerden biri olduğunun bilinciyle, çevre kirliliğinin; ülke sınırı, ırk,
din ayrımı tanımaksızın tüm insanlığı etkilediğini hatırlatarak.; Hükümetlere,
BM’e ve tüm insanlara seslenir ve ülkeleri; “kirli endüstriler” ve zararlı
madenler ihraç ederek, başka ülkelerin çevrelerinin istismarına son vermeye
davet ederiz. Bu amacın gerçekleşmesi için:
(a) Herhangi bir ülkede kurulması düşünülen
yabancı bir endüstri, bu ülkedeki çevre ve halk sağlığının korunması ile ilgili
mevzuatın yetersizliğinden yararlanmayıp; kurulacak endüstri merkezinin
bulunduğu veya kurulacağı ülkede alınması öngörülen önlemlerin en ciddilerini
uygulamaya mecbur tutulmalıdır.
(b) Hiçbir ülkede, üretilen ürünlerin, diğer
bir ülkeye ihraç edilebilmesi için
gereken tüm şartlar yerine getirilmeden ihracata izin verilmemelidir. Bir
ülkede kullanımı yasaklanmış olan ürünlerin diğer ülkelere ihracatı kesinlikle
önlenmelidir. (Figen Atalay / 26.7.1993/ Cumhuriyet) Çevreci Mark Dubois,
herkesin kendine sorması gereken soruyu haykırıyor.
‘Dünya için ne yapabilirim’
“Kim
demiş dünyayı değiştiremezsiniz diye, bir tek insan bile dünyayı
değiştirebilir.” Bu cümle , Dünya Günü 1990’ın sloganıydı. Bu özel günün
düzenleyicilerinden nehir uzmanı ve çevreci Mark Dubois, dünya üzerinde yaşayan
herkese benzer bir çağrıda bulunuyor: Dünyaya zarar vermeden onun üzerinde
nasıl yaşayacağımızı öğrenmeliyiz. Herkes, aynaya bakarak , ‘ben ne
yapabilirim’ sorusunu kendisine sormalıdır.”
Dünya
Günü’nün uluslararası etkinliklerini koordine eden Mark Dubois, daha sonra
çokuluslu kalkınma bankalarının 30 milyar dolarlık yıllık kredi kullanımını daha
çevreci ve toplumsal alanlara kaydırabilmeleri amacıyla uluslar arası baskı
oluşturan, dünya üzerindeki çevreci, toplumsal ve ekonomik gelişmeden yana
resmi olmayan kuruluşlarla iletişim kurmaya çalışan kişilerden biri.
Mark
Dubois kararlı, “Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına
gerçekleştirdikleri pek çok önemli değişiklikler vardır. Bu da insanların tek
başlarına neler yapabileceklerinin göstergesidir.” diyor. Çoruh Nehri üzerinde
düzenlenen raftinge katılan Mark Dubois ile ABD’ye dönmeden önce İstanbul’da
kaldığı Mozaik Otel’de görüştük.
Yaşamı
nehirlerle ve çevre etkinlikleriyle geçen, bireylerin çevreyi değiştirmek üzere
harekete geçmelerini sağlamaya çalışan Dubois, dünyanın geleceğine ilişkin
umutlarını henüz yitirmemiş. “Dünya Günü’ne katılımlar, büyülü ve harikulade
güzel olan Çoruh Nehri üzerinde rafting yapmak ve bu umudun nedenlerinden
bazıları” diyor.
DÜNYANIN SAHİPLERİ ve TÜM DÜNYAYA SESLENİŞ
Dubois’e göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp öylece oturmak kolay. Bu nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı çıktığını söylüyor…
DÜNYANIN SAHİPLERİ ve TÜM DÜNYAYA SESLENİŞ
Dubois’e göre, insanlar artık çevre sorunlarını bilincinde ama harekete geçmekte oldukça yavaşlar. Çünkü “Ben tek başıma ne yapabilirim ki? Hiç kimse bir şey yapmıyor, benim yapmamın da anlamı yok” diyerek, elini kolunu bağlayıp öylece oturmak kolay. Bu nedenledir ki, umutsuzluğun, kötümserliğin her zaman kazançlı çıktığını söylüyor…
Dubois
şöyle devam ediyor:
“İyimserlik
ve umutlu olmak ise her zaman kazançlı çıkmaz belki, çünkü zor olan budur.
Sorunlarla mücadele etmek, savaşmak, tek başına da yapılabilecek şeyler
olduğunu düşünerek harekete geçmek kolay değildir ama yapılması gereken budur.
Dünya üzerinde bir ya da iki çılgın insanın tek başlarına gerçekleştirdikleri
pek çok değişiklikler vardır. Bu da insanların tek başlarına neler
yapabileceklerinin göstergesidir.”
Tüm dünyaya sesleniyor
Mark
Dubois, çevre konusunda en önemli sorunun insanların harekete geçmemesi
olduğunu ve bunun dünya üzerindeki tüm ülkelerde yaşandığını söylüyor. Dünyanın
her yerinde benzer sorunların yaşandığını, örneğin ozon tabakasının
delinmesinin tüm dünyayı tehdit ettiğini vurguluyor. Peki, o zaman ne yapmalı?
Dubois, yalnızca Türklere değil, tüm dünyalılara sesleniyor:
“Herkesin
‘dünya ile yaşamayı nasıl öğrenebilirim’ sorusunu sorması gerekli. Yaşarken
dünyayı parça, parça öldürüyoruz. Dünya giderek kirleniyor. Ona daha nazik
davranmayı öğrenmeliyiz. Örneğin Kaliforniya’da yaşayan bir çiftçi artık
yeraltı sularını zehirli oldukları için kullanamıyor. Çocuklarımıza zehirli
gıdalar yedirerek yaşamlarını çalıyoruz. Buna hakkımız yok. Birbirimizle
savaşarak çok zaman kaybettik. Örneğin bir sanayicinin üretimini ve tarzını
beğenmeyebiliriz. Ama sorunlar karşısında onunla birlikte çalışmayı denemeli,
bunu öğrenmeliyiz. Dünya üzerindeki ortak geleceğimiz için birlikte mücadele
etmeliyiz. Kuşlar birlikte uçarak hem daha çok enerji sağlıyor hem de daha
uzaklara ulaşabiliyorlar. Biz de birlikte savaşmalıyız. Meyve yalnızca ağacın
dalının ucunda. Elimiz kolumuz bağlı oturursak meyveyi yiyemeyiz. Yerimizden
kalkıp, ağacın dalına uzanırsak meyveyi tadabiliriz.” (31 Mart 1991/ Cumhuriyet
Dergi)
Edward Goldsmith’in:
"Beş bin günde dünyanın kurtuluşu"
"Beş bin günde dünyanın kurtuluşu"
Uluslar
arası ekolojist hareketin belli başlı öncülerinden Edward Goldsmith’in son
kitabı “yerküreyi kurtarmak için beş bin gün” daha şimdiden 300 binlik uluslar
arası bir satış rakamına ulaşmış durumda. Dünyanın en etkin çevrecilik dergisi
“Ekolojist”i 1970 yılından bu yana yayımlamayı sürdüren Edward Goldsmith’in,
kitabında ana hatlarını çizdiği ‘dünyayı kurtarma programı’nın temelinde
insanoğlunun yaşam tarzını kökten bir biçimde değiştirmesi anlayışı yatıyor.
Goldsmith’in planı, dünyanın karşı karşıya bulunduğu üç ana tehlikenin
belirlenmesiyle işe başlıyor: 1990 yılının yazı, 1880’den bu yana yaşanan en
sıcak yaz idi; Basra Körfezindeki kirlilik oranı, yerküre için bir ‘rekor’du;
dünyada her yıl yok edilen orman alanı da Fransa yüzölçümünün yarısı kadardı…
İşte
bu ‘durum tespiti’; Üç acil önlem paketini gündeme getiriyordu: Ozon tabakasını
delen klorflorokarbon (CFC) gazının lanetlenmesi; okyanusları kirleten toksik
atıkların durdurulması; uluslararası bir ağaçlandırma seferberliği…
“Eğer
örgütlenirsek, daha az tahripkâr bir yaşam biçimi yaratabiliriz” diye düşünen
Edward Goldsmith, böyle bir hedefe ulaşabilmek için, insanların hem hükümetleri
denetim altında tutup hem de kendi, kendine yeten küçük birimler halinde
organize olarak sonuca varabileceklerini öne sürüyor. Tek gerçek demokrasinin,
ancak küçük çaplı örgütlenmelerle yaşayabilen bir demokrasi olduğunu dile
getiren Goldsmith, insanların devlet kurumlarına ve büyük kuruluşlara bel
bağlamakla yetinmemelerini öğütlüyor…
Bazıları
bunun bir ütopya olduğunu düşünüyorlar; fakat bana sorarsanız, esas gerçekdışı
olan, bizim şu andaki yaşam biçimimizdir.
DÜNYANIN SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
ERİCH FROMM VE GALİP BARAN
DÜNYANIN SAHİPLERİNE ÇAĞRI:
ERİCH FROMM VE GALİP BARAN
İnsan
davranışları üzerine çalışmalarıyla ünlü Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”
adlı eserinde, diğerkâmlık (sencillik) ve egoizm (bencillik) olarak tanımladığı
iki temel özelliğiyle (ilkesiyle) ilgili görüşlerini aşağıda görüldüğü şekilde
açıklıyor:
“Sahip
olmak” ilkesine sahip insan; mala, mülke, şöhrete, insana, bilgiye sahip olmak,
onları ele geçirmek, kendine mal edip, onlara egemen olmak, dilediğince,
içinden geldiğince kullanmak ister. Bu sahip oluşların ve sahip olma isteğinin
sonu yoktur.
“Olmak”
ilkesine sahip insan ise; hiçbir şeyi elde etmeye ya da kendine mal etmeye,
şöhret ve iktidara sahip olup insana egemen olmaya kalkışmaz. Bu ilke insanın
bizzat kendi şahsiyet, haysiyet ve karakterini yükseltir, geliştirir.
Evrimleşir, diğer insanları sever. İşte, sözcüklerle anlatılamayan, yaşanılan,
hissedilen bir özelliktir bu ilke.
Dünya
düzeni “sahip olmak” üzerine kurulduğu nedenle, insan ve değerleri, yerini
makinelere ve ekonomik gelişmenin çarklarına bırakmıştır. Bilim, teknik
ilerlemiş, ama bunlar kendi yararına kullanılmadığı için, insan bir araç haline
dönüşmüştür.
Çözümün
ilk ve tek şartı, “sahip olmak” ilkesinden “olmak” ilkesine geçmektir.
Yeni
bir insan, yeni bir toplum
oluşturmaktır…
Eserin
çevirisi yapan Aydın Arıtan, Fromm için şöyle diyor:
Erich
Fromm, yazdıklarına ve savunduğu fikirlere uygun yaşayan ender insanlardan
birisiydi. Para da, mal da ve şöhrette gözü olmayan, mütevazı yaşantısıyla
dikkati çeken Erich Fromm, “Sahip Olmak ya da Olmak”ı tam beş kez yeniden
yazmıştır. Kendisine, “Yeni Çağın Peygamberi” denilmesinden hoşlanmayan Fromm,
sorunları ve çözüm yollarını göstererek, tıpkı İsa’nın geleceğini bildirip,
onun yolunu hazırlama görevini üstlenen Nasıralı Yahya gibi gelecekteki müjde
ve felaketi işaret görevini başarıyla yerine getirmiştir…
Erich
Fromm, Yunus Emre, Mevlâna ve diğer evrensel “Kanaat Önderleri” arasında, halen
yaşayan ve aramızda dolaşanların belki de sonuncusu; Bilinç Üniversitesi’nin
kurucusu Galip Baran; Bakınız kendisini, dava, yol, istikamet ve misyonunu
nasıl açıklayıp, tanımlıyor:
SORUN: BENCİLLİK
ÇÖZÜM: SENCİLLİK…
“Çevre,
tüketim, trafik, sağlık, vergi, rüşvet, iş ahlakı (Ahilik), milli servet, imar
ve her şeyi devletten bekleme gibi alanlarda başlattığım ve okul dışı eğitim
olarak tanımladığım, insanı, davranışlarını ve nedenlerini araştırdığım,
bazıları yerel bazıları merkezi yönetimin sorumluluk alanına giren, beni
bilinçlendiren çalışmaları yaparken yaşam biçimim kökten değişti.
“Bencillik”ten (sadece kendimi düşünmekten ve sadece kendim için yaşamaktan,
yani hodkâmlıktan) kurtuldum. “Sencillik” (başkalarını düşünme, başkaları
‘halk’ için yaşama diğerkâmlık) ilkesini özümsedim. BöyleceErich Fromm gibi
yaşamağa başladım…
Bilinç
Üniversitesi Kurucusu
Bilinçolog
Galip (Diğerkâm) Baran”
Galip
Baran’ın kuruluşuna öncülük ettiği ve bu gün, ülkemizin “dijital ortamda” üç
ayrı WEB sitesi marifetiyle dünya çapında eğitim-öğretim ve yayın faaliyetini
aralıksız ve istikrarla, başarıyla sürdüren Bilinç Üniversitesi’nin:
İşlevi:
“Bilgi
Çağı” üniversitelerinin, zamanla Bilinçoloji Ana Bilim Dalına
dönüşebilecek “Bilinç Enstitüsü” ya da “Bilinç Kürsüsü” gibi bölümler
kurmalarına yardımcı olmak; böylece, bundan böyle, yalnız bilgili değil aynı
zamanda bilinçli mimar, mühendis, doktor, sosyolog, psikolog, antropolog v.b. meslek mensuplarının yetişmesine katkıda
bulunmak.
Kuruluş amacı:
Güçlünün
haklı olduğu değil, haklının güçlü olduğu, eşdeyişle, “dünyevi değerler”in
yerini “uhrevi değerler”in aldığı bir dünya düzeni kurmak.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder