EKSİLTİLMİŞ VE ÇÖKERTİLMİŞ BİR CEMİYET
Milovan
Cilas’ın “Eksik Kalmış Bir Cemiyet” isimli kitabı, dünün parçalanmış ve kan
gölüne dönerek dağılmış Yugoslavya’sından günümüze ışık tutacak kadar önemli ve
hikmetli bir büyük eserdir. Yazar Milovan Cilas, Yugoslavya'nın eski
Başbakan Yardımcısı ve Mareşal Tito'nun yakın dostu, kader ve silâh
arkadaşı olmasına rağmen ‘İmtiyazsız/sınıfsız bir toplum’ iddiasında olan iki
yüzlü ve yalancı komünist sistemde bu kez de;, "İmtiyazlı yöneticilerden
müteşekkil yeni bir sınıfın" oluştuğunu tespit, ispat ve “Eksik Kalmış Bir
Cemiyet” isimli îlmi eserle bütün dünyaya duyurarak, Komünizmin kirli yüzünü
açıklaması nedeniyle görevinden atılarak, yıllarca vahşi "Pranga
mahkûmiyeti" ile zulme maruz kalan çileli bir yazardır.
EKSİLTİLMİŞ BİR
CEMİYET
Yugoslavya, kuruluşu itibarıyla
“eksik kalmış, yarım kalmış” bir cemiyetti. Vahşi batı (AB) tarafından
kolaylıkla bölündü, parçalandı ve güdümlü derebeyliklere dönüştürüldü. Çok açık
bir anlatımla Yugoslavya, eksik kalmış, yanlış tercih yapmış, kuruluşu
tamamlanamamış olduğu için mukadderatına yenildi. Çok vahşi, alçakça ve ıstırap
yüklü bir şekilde ortalığı kan gölüne çevirerek dağıldı. Bu lânetli vampir
saldırısının kir-kin, derin acı ve elim sancıları hâlâ sürüyor. Srebrenika
domuzluğu, NATO kahpeliği, BM kancıklığının acısı, yarası, kalleşlik ve
Boşnak/Türk-Müslüman soykırımı dünya durdukça kapanmayacak. İşte, 200 yılda
Osmanlı’yı içten içe çürüterek, tam bir alçaklık ve hileyle yıkan şerefsiz ve
soysuz batının son marifeti!..
Fakat Türkiye Cumhuriyeti, “bir
dünya devleti, adalet iklimi ve imparatorluk bakiyesi olarak” binlerce yıllık
devlet tecrübesi, yüksek bilgi ve muazzam birikim sayesinde eksiksiz, hatasız
ve mükemmel bir devlet projesi tarzında kuruldu. Bunu hâlâ Mustafa Kemal
Atatürk’ü Yüce Peygamber ile mukayese edecek kadar geri zekâlı, bunak, aptal
veya Türk İnkılâbından bağımsız “bir tür Kemalizm” algısıyla tarif ve tavsif
etmeye kalkışanlar asla idrak edemezler. Ders,
ibret ve hikmetle düşündüğümüzde Türkiye; Mükemmel kurulmuş, Atatürk İlke ve
Türk İnkılâpları sayesinde noksansız inşa edildiği için, çok büyük bir
hasımlık, kıskançlık, korku, kaygı ve düşmanlığa maruz kalarak “11 Kasım 1938
ve 27 Mayıs 1960” ile bütünüyle ‘dâhili-harici bedhah, dönme-devşirme, mason-misyoner,
AB ve ABD güdümünde vaki’ diğer bazı iç isyan:, Hain kalkışma, darbe, vesayet,
çete ve cuntalarla eksiltilmiş bir cemiyettir.
SÜRECİN SONU; HESAPLAŞMA VE YÜZLEŞME
Türkiye üzerinde oynanan kirli,
kalleş ve sinsi oyunların ucu Lozan’a kadar uzanır. El etrak minel idrak; Türk
iken mankurtlaşmış ya da aslen dönme/devşirme olduğu halde, henüz Türkleşememiş,
yozlaşmış, çürümüş ve kokuşmuş unsurların itişiyle günümüze kadar intikal eder
gelir. Bu menfurlar1960’a kadar öne çıkamaz, orduya, siyasete giremez ve
cemiyette etki yönünden her hangi bir fonksiyon icra edemezken: Yıldızları 27
Mayıs soysuzluğu ile parladı.
Lozan’dan
sonra 1939-1950 arası bir hayli kirlenme, yozlaşma, çürüme, tarihi, milli,
ilmî, manevi ve kültürel değerlerden bir hayli eksiltme yapılmış olmakla
birlikte:, Düşmanca eksiltilenin, tarihi ve kadim Demokrat Parti tarafından
“daha da mükemmel bir surette” ikame ve tahkim edilmesi üzerine Halk
Partililerin öfkesi depreşmiş ve bilumum harici, selefi, süfli unsurlar ve dış
düşmanlarla ittifak-iştirak ederek cemiyeti tekrar bu hale getirmeyi maalesef
başarmışlardır… Tahribat hâlâ da devam etmekte, çürüme ve yozlaşma sürmektedir.
Türkiye
Cumhuriyeti milleti istese de istemese de; En başta bizzat kendisi, aile
unsuru, ikamet mahalli, okul, yerel
yönetim, mülki idare, son 54 yılın (milletvekili nam) parlâmenter.; Cumhurbaşkanı,
Başbakan, bakan, müsteşar, genel müdür, bilumum parti sahibi, politikacılar, STK
ve sendika başkanları ağır bir sorgulama, kamu vicdanı ve toplumsal sorumluluk namına
yargılama, yüzleşme ve mukadder bir hesaplaşmanın tam da eşiğine gelmiş durumdadır.
Bunun başta
gelen sebebi kişisel/kurumsal sorumsuzluk ve toplumsal onursuzluktur.
Ankara Emniyet Müdürlüğü
binasının ön yüzünü kaplayan bir kitabe var. Üzerinde “Herkesin vicdanı kendi
Polisidir,” yazıyor. Yani: Hırsız, yolsuz, rüşvetçi, iltimasçı, yalancı,
talancı, kötü ve mücrim eğilimli kimseler vicdanlarının sesini dinlemeyen veya
vicdanı kör, kalbi kara vicdansız kimselerdir. Vicdansızlar insan, sosyal veya
toplumsal varlık olarak da algılanamaz, kabul edilemez. Dolayısıyla, genellikle
insan formundaki bu menfur yaratıkların 24 saat takip edilmesi, sürekli kontrol,
denetim ve teftiş altında bulundurulması toplumsal bir görev ve mutlak
zorunluluktur. “devlet varlığı ve insani boyut ağırlığının” zaruri gereği olan;
daimi resmi denetim, özdenetim, otokontrol, sürekli takip, teftiş ve tescil
(fişleme/arşivleme) görevlerinden imtina edilmesi, kaçınılması, boş verilmesi,
sonuçta büyük felâketlerin sebebi olur. Bu felâket; En başta sosyal yozlaşma,
toplumsal çürüme, iktisadi ve siyasi istikrarsızlık, sonra bencilleşme, içine
kapanma, hırçınlaşma, saldırganlaşma ve nihayet sosyal şizofreniye dönüşmüş bir
büyük çözülme belâsı biçiminde karşımıza çıkar.
Sebebi: İç-Dış düşman ve işbirlikçi
menfur unsurların başarılı çalışmaları; Buna karşın devletin en tepesinde
murakabe>takip, teftiş-kontrol ve denetleme ile görevli Cumhurbaşkanı;
Yasama adına TBMM Başkanı ve Millet Vekilleri (parlâmenterler):, Yürütme adına
Başbakan ve bakanlar kurulu üyeleri ile tepeden tırnağa bütün Güvenlik
teşkilâtı, Ordu, Yargı ve millet adına iş gören Cumhuriyet Savcılarının
görevlerini hakkıyla/lâyıkıyla yapmamalarından ileri gelmekte, adalet, yasa ve
hukuku ihmalden, suiistimalden kaynaklanmaktadır.
OLAĞAN VE DOĞAL BİR
ZORUNLULUK
Konjonktürün
gerekli kılmasının yanı sıra; Özellikle 12 Mart 1971-12 Eylül 1980 arası
dışlama, pasife etme; 1983-2002 dönemi güdümleme, nihayet 2002-2014 yıllarında
resen ya da sistematik bir plân çerçevesinde ilgaya maruz kalma nedeniyle, kamu
Denetleme Kurulları ile bilumum teftiş unsurları devre dışı kaldığından Devletin
düzeni temelinden sarsılmıştır.
Bilindiği
üzere Devlet olmazsa olmaz üç ana unsurdan teşekkül eder:
Düzenleme,
Destekleme ve Denetleme..
Buna siyaset bilimi’nde 3D kuralı denir.
Yani devlet olmanın en birinci mecburiyeti ideal norm, adalet
karinesi, mutlak eşitlik, kıdem, ehliyet ve liyakat bağlamında düzenleme,
plânlama, programlama; (Devlet Plânlama Teşkilâtı, APK ve AR-GE ünitelerinin
varlık nedeni budur.) İkincisi:
Plân, program ve proje bazında destekleme, icabında finanse veya sübvanse etme;
(Devlet Bankaları, Sağlık, Sosyal Güvenlik, Ekonomi ve Çalışma Bakanlıklarının
varlık nedeni…) Üçüncüsü ve en
hayati olanı ise; Sayıştay, Devlet Denetleme Kurulu, resmi Teftiş ve Denetleme
kurulları olup.; Bu kurum, kurul ve kuruluşların “resen denetleme yapma ve
daimi teftiş” yetkisi her şeye rağmen orijinal biçimde korunmak ve canlı
tutulmak kaydıyla, bilumum kamusal uzantı, STK, sivil alan, özel sektör
bağlantılarının sürekli aktif, dinamik ve homojen/görev başında olması şarttır.
Denetim ve teftiş özerk bir
erktir, asla bir izin veya görevlendirmeye bağlanamaz.
Tıpkı “Kuvvetler Ayrılığı” ilkesi
gibi işler, muhtariyet arz eder, siyaset denetlemeye müessir olamaz. Şu kadar
ki: Düzenleme ve Destekleme Yasama ve Yürütme, Denetleme ise münhasıran Adalet
Cihazı, Yargı ve Güvenlik ile ilişkilidir.
BU SİSTEM TÜRKİYE’DE FELÇ EDİLMİŞTİR
Modern hukuk, adalet ve demokrasi
devletlerinde durum, düzen ve sistem budur.
Aksi takdirde, kayıt, hukuk
ve yasa dışı ilişkiler sökün eder. Başta din tüccarlığı, siyaset
simsarlığı, duygusal sömürü, yasa, hukuk ve ahlâk dışı tertiplerle bu
yalan-talan, yozlaşma ve çürüme faaliyetini sürdürme eğilimi güç kazanır,
yaygınlaşır. Yasal ve etik ihlalleri, görev ve yetki suiistimalleri bünyesinde
barındıran bu ilişkileri, sorgulama ve kamuoyunu doğru
bilgilendirme görevi: Başta denetim unsurları ve teftiş kurulları olmak
üzere; Muhalefet Partileri, parlâmenterler, sivil toplum kuruluşları, bilumum
basın/medya ile taraf veya haberdar olanların tamamına aittir.
TEMİZ TOPLUM, DÜRÜST DEVLET, ADİL HÜKÜMET
Aksi takdirde “Temiz Toplum, Temiz Devlet ve
Temiz Hükümet” den bahsedilemez.
Yukarıda
yer alan her hangi bir kamusal unsurda kirlilik vaki olması halinde ve derhal
teyakkuza geçilerek acil önlem alınmadığı takdirde pislik, mazarrat ve hastalık
bütün bedeni sarar. En tehlikeli kirlilik ise: Yalan, talan, rüşvet, iltimas,
haksızlık, yolsuzluk, görevi ihmal ve her nevi suiistimal olup; Bunun
arkasından anarşi, terör-tedhiş, devleti bölüşme, kamusal alan, kurum ve
kuruluşları kullanmak suretiyle kapitalist-emperyalist domuzlarla, vahşi batı
referanslı insanlık düşmanlarına kul, köle, uşak-köpek olma zafiyetidir.
Ülkemizde şu anda
bu şartların tamamı mevcuttur.
Şimdi
halk’la hükümetlerin hesaplaşma zamanıdır.
Bu
hesaplaşma, yüzleşme, yargılama ve sorgulama, başta Yüce Divan olmak üzere her
derece ve düzey yerel mahkemelerde yapılabilir. Umulan, medeni, insani, adil, dürüst,
makul ve sakin bir hesaplaşma olup; Eğer süreçte hukuk rafa kaldırılır,
keyfiyet hâkim, anarşi, terör-tedhiş ya da Kuzey Irak, Irak ve Suriye de olduğu
gibi düşman kuvvetleri vatanı, alenen işgal ederek hükümranlık tesis ederse bu
defa ne olur?..
İşte,
kamuoyunda ihanet paketi, açılım yasası, çözüm (çözülüm) paketi veya eşkıyayı
meşrulaştırma girişimi” olarak bilinen yasa tasarısının, 37 red oyuna karşılık,
237 oyla kabul edilerek kanunlaşması; Muhtemel felâketin ayak sesleri, dâhili
ve harici bedhahlarınsa, çılgın sevinci, tam 50 yıl süren mücadeleyi kazanmış
olmalarından kaynaklanan zafer çığlıklarıdır.
Zira en başından
beri mücadele kalleşçe;
Yürütülen süreç ikiyüzlü ve sinsidir.
Bakınız:
Mezkür yasa tasarısının adı ile anlam ve amacı tamamen farklı. Atatürkçü
Cumhurbaşkanı adayı için imza vermiş olan CHP Milletvekili Birgül Ayman
Güler açıkladı: “Eğer paket yasalaşırsa PKK terör-tedhiş örgütü olmaktan
çıkarak müzakerenin tarafı olarak meşru hale gelecek. Tasarı, Anayasa’nın 3.
Maddesindeki “Türkiye Devleti ülkesi ve milleti ile bölünmez bir bütündür”
ilkesini ihlal ettiğinden, tasarıya onay vermiyorum.” Bu menfur tuzak ve hain tasarının
görüşüldüğü Komisyonda 6 üyesi olan CHP’den 2 üye, tasarıya onay vermedi: Bolu
MV Tanju Özcan ile İzmir MV Birgül Ayman Güler.
Kendilerini
içtenlikle kutluyor ve tebrik ediyorum. Çok garip bir tecelli, acayip ironi ve
karşıdevrimciliğin itişinden olsa gerek; Diğer 4 CHP parlamenterinin oyu ile
Türkiye’nin kurucusu olduğunu iddia eden CHP, AKP’nin bölücü kanun tasarısını
destekleme kararı aldı.
Gazete
haberleri ve Ajanslara göre; “Eski PKK avukatı ve CIA kaynaklarında TR705
olarak adı geçen CHP Genel Başkan Yardımcısı Sezgin Tanrıkulu, CHP örgütlerine
bir yazı göndererek, CHP’nin çözüm sürecine ve PKK paketine destek verdiğini
bildirdi, örgütlere bu konunun çevrelerine anlatılması görevi verdi.” MHP ise
sadece bilinen ve beklenen şovları ile iktifa etti. Eşkıyanın siyasi kanadı (AP,
DYP, DSP, SP, CHP ve ANAP sayesinde TBMM’ne duhul eden) unsurların verdiği
önergeler istikametinde olaya analitik bakılırsa menfur paketin 3 ağır sonucu
olacağı görülüyor:
1-Müzakerelerin
tarafları tanımlanmış olacak, 2-İhanet şebekesi ile müzakere yasa dışı olmaktan
çıkacak, yasal zemine oturacak, 3-Yabancı kurum, kuruluş ve
kişilerden müteşekkil üçüncü (sözde tarafsız, aslında düşman devlet görevlisi)
gözlemci heyet(ler) bu müzakerelere katılabilecek. Vahamet ve şeametin, altına
imza konulan yasanın felâket derecesine bakın!..
Yasa
uygulamaya girince: 1-PKK yasal taraf haline gelip, terör örgütü kapsamından
çıkacak. Bundan sonra yapacağı eylemlere karşı alınacak olan her türlü önlem
suç kapsamına girecek. Örneğin: Nasıl CHP’nin miting yapması önlenemezse,
PKK’nın da istediği yerlerde miting yapması önlenemeyecek., 2-Örgüt taleplerinin
Hükümet tarafından kabul edilmesi suç olmaktan çıkacak., 3-Oslo ve diğer
yerlerde AKP ile terör örgütü arasında gizli olarak yapılan yasa dışı
müzakerelerde yabancı bir ülkenin gözlemcileri vardı. Şimdi bu gözlemciler
yasal hale gelmiş olan müzakerelere açıkça katılabilecekler.
İLERİ DEMOKRASİ BU
MU?..
6271 Sayılı
“Cumhurbaşkanı Seçimi Kanunu” 2011 yılı Kasım-Aralık ve 2012 Ocak aylarında
güya müzakere edildi. 26 Ocak 2012 tarihinde Resmi Gazete’de yayınlanarak,
belli süre içinde Anayasa Mahkemesi’ne itiraz olmadığı için kesinleşti ve
yürürlüğe girdi. Bahusus “parlamenterler kararının” hukuk tarihinin tam bir
ucubesi, insanlık ayıbı ve yüzkarası olduğu ne zaman anlaşıldı?.. 2014 yılı
Haziran ayında fiilen ve resmen uygulaması başladığında…
Millet baktı ki;
Kimsenin münferiden (bağımsız/bireysel) aday olma hakkı yok.
Egemenliğin
kayıtsız şartsız sahibi sıfatıyla halkın aday gösterme hakkı da yok!..
İşin en
kötü, acı ve tuhaf tarafı ise; Birileri tarafından ileri sürülen veya kendini
öne çıkaran aday nam şahıslara karşı çıkma, itiraz etme hakkı da yok!
Üstelik eşi emsali görülmemiş bir biçimde [Yüksek (!) Seçim Kurulu’nun 30 Mart
yerel seçim hileleri, kurgu ve kararları uyarı] seçim yarışında eşitlik,
adalet, hak ve hukuk yok. Biri fiilen başbakan, öbürü dünya çapında tehdit
unsuru ve 35 bin asker/sivil vatandaşın katili terör-tedhiş örgütünün baş aktörü;
Sonuncusu bir bilim adamı, emekli memur!..
Ama SEN seçmensin?!..
Çok açık ve net tabiri ile SEN
burada sadece “Çankaya Noteri” olarak kullanılıyorsun.
Aday olma,
aday gösterme hakkın ve bir tek imza bile alabilme imkânın yok!...
İleri demokrasi, adalet ve hukuk
palavra…
Vahamet
bütün açıklık ve çıplaklığı ile ortaya çıkıp, millete kurulan tuzak deşifre
olunca şikâyetler başlıyor. Hani demokrasi? Adalet, hukuk ve eşitlik nerede?
İşi buraya kadar taşıyanların, bir zamanlar “hukuk guguk, yasa masa, tüzük büzük” dedikleri; Devrimci poz ve
ilerici söylemleri ile fink atan çapulcuların büyük önderi Ecevit’in “bu düzen değişecek” teraneleri ne çabuk
unutuldu? Malum, değişen düzenin yerine SSCB gelecekti!..
İŞTE YOZLAŞMIŞLIK
VE ÇÜRÜMŞLÜĞÜN SON NOKTASI
Eğer durum/vaziyetten şikâyet
edenler Atatürk döneminin kadim Halk Partilisi veya illa tarihi ve gerçek
Demokrat Parti’li iseler mesele yok. Çünkü bu orijinal insanları 1960’dan sonra
CHP’de, 12 Mart’tan sonra AP ve DYP’de ve kesinlikle Turgut Özal dönemi dışında
ANAP’ta göremezsiniz. Gelenek ve gerçek çizgisinden, erbabı faziletten olup,
demokrasi, hak, adalet ve hukuk düşmanı; Haksızlık, yolsuzluk, yalan-talan,
ayırma ve kayırmanın hâkim olduğu siyaset şirketlerinde bunlardan bir tanesini
bile göremezsiniz.
Şimdi bir
özeleştiri, vicdani yargılama ve sorgulama yapalım:
Büyük Türk Milleti ve şanlı
Türkiye Cumhuriyetini bu zor günlere, vahamet, kriz, kaos ve şeamete
sürükleyenler: Başta İsmet İnönü, Alpaslan Türkeş, Bülent Ecevit, Necmettin Erbakan,
Süleyman Demirel, Turgut Özal, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Devlet Bahçeli,
Deniz Baykal ve Doğu Perinçek ile şu an itibarıyla milli merkez başkanı
Hüsamettin Cindoruk değil mi? Tarihe, tabiata ve millete ihanet ederek AKP’de
yuvalanan eski Demokrat Parti, AP, DYP ve özellikle Anavatan Partililere ne
demeli? Hani siyasi ahlâk ilkesi., Yüksek insanlık onuru., Milli dava, namus,
şeref ve misyon haysiyeti nerede?..
MİLLET VEKİLİ Mİ?.. parlamenter mi?..
Bırakın Türkiye’yi, dünyanın en
dinsiz, (dini anlamda) ahlâksız ve ateist ülkelerinde bile, Millet
Parlâmentoları’nda temsil görevi yapan kimseler millete vekâleten ve bizzat
millet adına vazife icra ve ifa ederler. Hareket tarzları tıpkı bir “vekil
avukat” durum ve derecesinde olup; Asla had ve hudutlarını aşmazlar. Objektif
ve orijinali bu; Peki bizimkiler neyin nesi?..
Neden ve niçin Türkiye
Cumhuriyeti parlâmenterleri bir Cumhurbaşkanı adayı ileri sürebilme, bizzat
aday olma veya istediklerini (ya da isteyeni) aday gösterebilmek uğruna medeni
cesaret ve fazilet gösteremediler?. Durumdan şikâyetçi olup; 6271 sayılı yasayı
suç unsuru olarak gösterenler; Mezkür yasa 2011 ve 2012 yıllarında görüşülürken
“akıl tutulması ile malul” idiler?, veya akıl ve mantık melekeleri, idrak ve
basiret becerileri uçup mu gitmişti?
Beka, basiret, ilim ve ferasetten
nasipsiz eşhasın oralarda işi ne?
YÜKSEK YARGI NEDİR?..
Diğer taraftan; Ancak ve sadece
adalet, hakkaniyet ve hukukta hata yapmayacak kadar ilim, ahlâk, kıdem,
ehliyet, ilke, şahsiyet, haysiyet, yüksek karakter; Yani liyakat sahiplerinin
görev yapabilecekleri “hak, adalet ve hukuk” hanelere YÜKSEK MAHKEME denilir. Türk Milleti’nin yüksek hars’ı ve asırlarca
dünyayı idare etmiş medeniyetinin gerçeği ve değişmez geleneği, düsturu budur.
Her ne kadar; Bu tarihi gelenek
ve genetik gerçek doğrultusunda, sadece yüksek ilim, ahlâk ve fazilet sahipleri
Hukukçu (Hâkim, Savcı, Avukat), Ast. Subay, Subay, Polis ve Millet Memuru
olabilirken (Osmanlı/Enderun ve İngiltere/Exeter örneği), 1960’dan sonra her
önüne gelenin her yere girebildiği her makama aday olabildiği (vaktiyle Türk
Ordusuna silâh çekmiş bir eşkıyanın Cumhurbaşkanı adayı olması) bir memleket
büyük bir hesabın arifesindedir.
Çünkü artık bu ülkede yüksek
mahkemeler adalet, hakkaniyet ve hukuk üretemiyor.
Şimdi söyleyin bakalım:
YSK neden adil değil acaba?
BİR MESELE
VAR!..
“Bizim halkımız vicdan sesini dinlemek
istemiyor çünkü çok materyalist (toplumsal şizofreniye yakalanmış, paralize
olmuş ve insani değerler yönünden mutasyona uğramış) olmuş durumda. Çok bencil (cahil, aciz ve zavallı) bir
milletiz biz. Bu memleketin; bilim
adamından, ekonomistten, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen,
gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen insanlara ihtiyacı var. Bizim para,
bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç
maymunları” oynayan insanlara değil, tam tersine vicdan sesini ifade etmeye çalışan,
seven, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim
asıl sıkıntımız buradadır.” (Evrensel İnsan; Ergün Arıkdal-Ruh ve Madde
Yayınları, Sayfa: 222)
NETİCE OLARAK:
1. Türkiye Cumhuriyeti öncelikle
ve derhal “milli para karşılığı teminat” olarak dolar göstermekten ve Merkez
Bankası dolar rezerv etmekten vazgeçmek ve eskiden olduğu gibi “rezerv altın”
uygulamasına geçmek zorunda ve durumundadır. Ayrıca, Merkez Bankası’nca
belirlendiği açıklanan “politik faiz” reel ekonomi ve iktisat biliminde
bulunmayan bir utanç, ayıp ve yüz karasıdır. Bu suiistimalden derhal
vazgeçilmelidir.
2. BOP, kesinlikle Türk ve İslâm
âleminin aleyhinedir. Türkiye bu menfur projeye taraf olmaktan acilen
kurtulmak; Türk medeniyeti ve Türkiye Cumhuriyeti’nin en büyük ve amansız
düşmanı olan AB’yi terk etmek, Gümrük Birliği’nden çıkmak zorundadır. 1960’dan
günümüze “millet iradesinin devlet idaresinde hükümferma olmaması” nedeniyle
siyasette hâsıl olan güdümlülük, siyasi şirketçilik ve din ticareti olgusu
büyük tahribatlara yol açmış bulunmaktadır. Bunun çaresi medeni, ilmî ve
objektif siyasettir. Vesayet kovulmalıdır.
3. Şu an dünyayı alçakça
sömüren:, Adalet, İnsan Hakları, Demokrasi ve Evrensel Hukuk kurumlarını kendi
çıkarına kullanan NATO, BM, AİHM, LAHEY ve sair emperyalist kurumlarla ilişki,
bağlılık, mütekabiliyet ve “insanlık davası, küresel adalet ve evrensel barış”
yönünden etkinlik ve yarar durumlarını dikkate alarak yeni politikalar ve yeni
tercihler ileri sürmelidir… İsrail’in, insanlık dışı saldırı ve alçakça
soykırımlarından birini daha bu mel’un teşekküllerin gözü önünde yaşamaktayız.
Şerefsiz ve soysuz mütegallibe durumundaki İslâm ülkesi diktatörleri ise lâf-ı
güzaftan gayri önemi olmayan şarlatanlık ve şaklabanlıktan başka bir şey
yapamıyorlar. Bu bir insanlık utancı ve “BM GÜVENLİK KONSEYİ SUÇUDUR” Şimdi bu melânet, şer ve şeamet suç
örgütlerinde kurtulmanın tam zamanıdır.
4. Türkiye Cumhuriyeti Devleti;
11 Kasım 1938 ve 27 Mayıs 1960 karşıdevrimlerinin yıkıcı etkisinden, kirlilik
ve çöküntülerinden kurtulmak; İş bu makalede bahsettiğimiz şekilde bir
hesaplaşma ve yüzleşme ile iade-i itibar ve güven tazeleme cihetine gitmek
zorundadır.
5. Bu meyanda: Öncelikle ve evvelâ
kuvvetler ayrılığı ilkesi tahkim edilmeli:, Adalet siyasetten kesinlikle
ayrılmalı:, Siyasi Partiler ve seçim yasaları çöpe atılıp mevcut rezilliğe son
verilerek:, Milletin kendi vekilini seçmesi ve şaibeli siyaset şirketlerinin
kapatılarak, halkın “doğru, dürüst, demokrat, saydam” kitle partilerine
kavuşması sağlanmak zorundadır.
Türk Vatanı, Güvenlik-Esenlik
Yurdu, Demokrasi, Lâiklik, Adalet ve Huzur İkliminin hırsızlık, rüşvet, gasp-irtikap,
iltimas, ayırma-kayırma, anarşi, terör-tedhiş, haksızlık, görevi ihmal, suiistimal,
sahtecilik, namussuzluk, kanunsuzluklara tahammülü yoktur. Artık mel’un
kötülük, vatana/dine ve insana ihanete son verilmek ve İYİLİK İŞ BAŞI yapmak
zorundadır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder