ACİL SORUN! İLAÇ, SAĞLIK VE ECZACILAR
Mustafa Nevruz SINACI
Adına ‘bilgi çağı’ denilen ‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik bir saplantısı var.
Sömürü araçları: İlâh, silâh ve ilâç...
İnsanlık dışı saplantı: Yahudi fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
Ancak, bu gün değinmek istediğim konu saplantılar değil, sömürü araçları.
Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur. Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik (Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam, soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.
Onlar, insanlık âleminin kâbusu, evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye bir mefhum da tanımazlar.
Bu nedenle, asırlar süren sistematik bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış, düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye koyulmuşlardır.
Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah, huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç ticareti.
Bu, insanlık davası, evrensel adalet ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh, şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
Önce, tefessüh etmiş batı uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer “organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’ isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları: IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti, siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir anlamda dünya barışının baş belâları…
Bunlar, menfur amaçları doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal, biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor, yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor, insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.
Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.
Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel ticaret unsuru “İLAÇ”!..
Soykırım ve saldırı türlerinin tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç adına ilaç pazarlıyorlar.
Ana konumuz olan bu sorun aslında çok derin.
Sektör tüm dünyada yukarda açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde rekabete asla izin vermiyorlar.
Yani, milyarca insanın sağlığı bu tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
Bu nedenle dünyanın dört bir tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi, hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
Kalkışmanın en önemli nedeni: Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.
Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.
YETERİNCE YANKI BULMADI
Evet, çok teknik ve karmaşık bir konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!
Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
Biraz da Eczacıların mitingine bakalım ve seslerine kulak verelim.
Mitingde, on binlerce eczacı, yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp, içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
“IMF sağlıktan elini çek, Kömür bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır, zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı Eczacı Erdoğan Çolak:
''Her birimizin ama dahası çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
''Bugün burada olanlar, bu alanları dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır'' diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu. Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini; Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve paraya tapındıklarını da..
Mustafa Nevruz SINACI
Adına ‘bilgi çağı’ denilen ‘yenidünya düzeni’ aldatmacası vahşi kapitalizmin üç temel sömürü aracı ve ‘insan, insanın kurdudur’ teorisine odaklı ütopik-fanatik bir saplantısı var.
Sömürü araçları: İlâh, silâh ve ilâç...
İnsanlık dışı saplantı: Yahudi fanatizmi ve Hıristiyan fundamentalizmi.
Ancak, bu gün değinmek istediğim konu saplantılar değil, sömürü araçları.
Zira ‘saplantı’ olarak belirginleşen iki ana faktör, Musevilik ve İsevilik, dinsel (vahiy) kaynakları ve kitabi dayanakları ihtilâflı (muharref), uydurma ve orijinal olmaktan uzak bir sapkınlık olmakla çok tartışmaya açık bir konudur. Zira binlerce yıldır Musevilik, 2000 yıldır da İsevilik (Hıristiyanlık) emperyalizm ve sömürgecilik, gasp, işgal, katliam, soykırım ve vahşi kapitalizmin aracı olarak kullanılmaktadır. Dolayısıyla vahşi batı ve Siyonist İsrail bu bağlamda, dünyada ‘din ticaretinin’ en insanlık dışı aktörleri durumundadır.
Onlar, insanlık âleminin kâbusu, evrensel hukuk, adalet ve demokrasi düşmanıdırlar.
Kendileri hariç ‘insan hakları’ diye bir mefhum da tanımazlar.
Bu nedenle, asırlar süren sistematik bir savaşla bütün dünyayı ‘ahtapotun kolları’ gibi sımsıkı sarmış, düşmanca niyetler, hırs ve ihtirasla ana sektörleri abluka altına almış ve tam bir vampir vahşetiyle milletleri sömürmeye koyulmuşlardır.
Yani, ‘bilgi, barış ve demokrasi çağı’ yalanı ve ‘globalleşme-küreselleşme’ kisvesi ardına saklanarak insanlık âleminin kene gibi kanını emen, bütün varlığını, refah, huzur, güvenlik ve geleceğini tehdit eden İlâh, silâh ve ilâç ticareti.
Bu, insanlık davası, evrensel adalet ahlâkı, hukuk, demokrasi ve dünya barışına aykırı menfur tezgâh, şöylece yürütülerek hükmünü icra etmektedir:
Önce, tefessüh etmiş batı uygarlığının insanlık düşmanı emperyalist vampirleri elinde birer “organize çıkar örgütü” ne dönüşmüş etkin devletler; Dünya Jandarmalığı, demokrasi ve barış havarisi kesilerek, milletleri yeniden yapılandırma, değiştirme ve dönüştürme görevine soyunuyorlar. Son yıllarda, bu insani değerlere karşı verdikleri savaşın adını ‘yenidünya düzeni’ bağlamında globalleşme ve küreselleşme koydular. Diğer bir anlamda, emperyalizmi yayma, milli orduları yok etme, kültürleri izole, halkları köleleştirme, bütün dünyanın yeraltı ve yerüstü servetlerini ele geçirme projesi. Nihai amaçları Dünyada tek dil (Esperanto), tek devlet (AB-D) ve tek kuvvet ütopyasıdır. Şimdi bu amaçla ‘dinler (!) arası diyalog’ isimli bir furya peşindeler. Menfur planın görünen icra unsurları: IMF, DTM, AB-D, BM, NATO ile Biderberg ve türevleridir. Bunlar aysberg’in görünen yüzü. Dipte 7 kız kardeşler ve 5 partner olmak üzere toplam 12 kartel vardır. Bunlar maalesef dünya ticareti, siyaset ve sermayesine hâkim belirleyici unsurlardır. Diğer bir anlamda dünya barışının baş belâları…
Bunlar, menfur amaçları doğrultusunda ilk adım olan, “İLAH” gerekçesini kullanarak kimyasal, biyolojik ve psikolojik savaşın bütün usul ve unsurlarını pervasızca kullanıyorlar. Sonra masum-müsemma, gaflet ve dalalet içindeki milletleri içten bölüyor, anarşi, terör ve tedhişi körüklüyor, yalan-yanlış iftira, fesat ve tefrikalarla kanlı savaşlar çıkarıyor, insanları haince katlediyor, alçakça soykırım yapıyor ve bütün taraflara “SİLAH” pazarlıyorlar.
Psikolojik savaş, NBC dâhil her tür silâh ve saldırı ile pazar yaratarak ilaç satıyorlar.
Bu sürecin en kârlı, en tatlı temel ticaret unsuru “İLAÇ”!..
Soykırım ve saldırı türlerinin tamamını kullanarak açtıkları yara, yaydıkları hastalık ve neden oldukları tahribatı tedavi edebilmek gibi, sözde insani bir amaç adına ilaç pazarlıyorlar.
Ana konumuz olan bu sorun aslında çok derin.
Sektör tüm dünyada yukarda açıkladığımız kartellerle doğrudan bağlantılı ve sonuçta bir kaç şirketin elinde. Üretim, uluslar arası piyasa koşullarında çok sıkı bir ‘patent’ zırhı çerçevesinde yürüyor. Fiyat karteller tarafından tek yanlı belirleniyor. Milli ilâç sanayileri kartelin başlıca hedefi, bu tür üretim unsurlarını ya özelleştirme baskısı ile satın alarak veya ortak olmak suretiyle absorbe ediyor ve sektörde rekabete asla izin vermiyorlar.
Yani, milyarca insanın sağlığı bu tekel, kartel ve ‘paraya tapan’ tröstlere teslim...
Bu nedenle dünyanın dört bir tarafında ilâç piyasası, sağlık ve tedavi sektöründe az veya çok sorun var. Ancak, AKP hükümet olduktan sonra bu sorun ‘bütün alanlarda olduğu gibi’ bizde de kronikleşti, derinleşti ve kördüğüme dönüştü. Nihayet, Eczacının rızkına göz diken çıkar odakları işi, hırs ve ihtirasla hükümete ‘aykırı yasa’ dayatma, Eczaneleri tasfiye, dükkân kapattırma ve geniş halk kitlelerini mağdur etme pahasına, sektörde kriz ve kaos yaratma noktasına vardırdılar.
Kalkışmanın en önemli nedeni: Eczacı-Depo-Üretici zincirinin, Ecza Depolarından sonra gelen ilâç firmaları ve bunlara entegre olmak isteyen yerli tekeller ile Eczacıyı aradan çıkartmak isteyen özel hastane kombinasyonları. Daha doğru bir anlatımla; İlâçta hırsızlık, yolsuzluk, tıbbi cihaz ve malzemelerde rüşvet, suiistimal ve talan unsurları devrede.
Sonuçta “İnsan’a hizmeti” ibadet sayan, mahallenin mahremi ve mesleği kutsal bir kamu hizmeti anlayışıyla icra eden Eczacılar 21 Aralık 2008 günü, maruz kaldıkları sıkıntı, baskı ve haksızlıkları dile getirmek üzere Ankara çok geniş katılımlı bir miting düzenledi.
YETERİNCE YANKI BULMADI
Evet, çok teknik ve karmaşık bir konu olması nedeniyle esas muhatap halk tarafından pek anlaşılmayan ve kamuoyunda hak ettiği yankıyı bulamayan bu miting, ana belirleyici ve karar mercii olan hükümette de beklenen hassasiyeti uyandırmadı. Yani hükümet, bütün açıklık ve çıplaklığı ile mitinge kadar ve mitingde ortaya konan ‘ilâçta oyuna’ uyanamadı!
Bu nedenle sorun ağırlıklı olarak sürmekte ve sağlık üzerindeki tehdidini sürdürmekte.
Biraz da Eczacıların mitingine bakalım ve seslerine kulak verelim.
Mitingde, on binlerce eczacı, yaşadıkları mesleki sorunlar karşısında “Artık Yeter” diye haykırıp, içinde bulundukları sıkıntıların acilen çözümlenmesini istediler.
“IMF sağlıktan elini çek, Kömür bedava-sağlık parayla, Sermaye defol, eczaneler bizim, Susma haykır, zincire hayır, E-Sözleşme tıklama, geleceğini karartma" biçiminde anlamlı sloganların sıkça atıldığı mitingde; TEB Genel Başkanı Eczacı Erdoğan Çolak:
''Her birimizin ama dahası çocuklarımızın sağlık ve yaşam hakkı için yola çıktık''
''Bugün burada olanlar, bu alanları dolduranlar, ülkenin dört bir yanına dağılmış, en ücra köşelerde dahi kesintisiz ve sürekli sağlık hizmeti sunan eczacılardır'' diyerek, bugüne kadar dertlerini anlatmak için çok çaba sarf ettiklerini, ''Sözümüzü masalarda dinlemediyseniz bu alandan dinleyeceksiniz! Bıçak kemiğe dayandı. Artık yeter'' ifadesiyle sorunu bütün ayrıntıları ile anlatıp açıkladı. Meslek odası olarak belirledikleri ‘kamu ve halk yararı içeren” çözüm önerilerini sundu. Sonuçta ne kadar haklı, doğru ve yerinde bir mücadele verdikleri apaçık ortaya çıktı. Neye ve kime karşı mücadele ettiklerini; Muhatapların menfur amaçları, art niyetleri, halk düşmanlıkları ve paraya tapındıklarını da..
Şimdi soruyorum:
Kuruluşunun temelinde sosyal devlet, insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı? Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların yanında yer almasıdır.
***
İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI
Mustafa Nevruz SINACI
Öncelikle belirteyim ki, son beş altı yıldır sağlık sektöründe insan haklarının zorunlu gereği kamu yararı, sosyalizasyon politikaları ve anayasada belirlenmiş devlet görevi göz ardı edilmekte ve sektör, giderek serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde gelişen sıradan bir ticari faaliyete dönüştürülmektedir. Oysa bu alan ‘nevi-i şahsına münhasır’ çok özel bir alandır.
Burada hükümetlerin görevi ‘dış baskı, uluslar arası üretimin belirleyici unsurları’ ve kartelin iç uzantı ve işbirlikçilerine karşı Ecza depolarını tahkim etmek, spekülâtörlere karşı tedbir geliştirmek ve geleneksel Eczane kurumunu korumaktır.
Şu anda genel olarak sistem şöyle işlemektedir:
Üreticiler ile Eczacı arasında Ecza depoları var. Depolar yaptıkları dağıtım karşılığı % 9 oranında kâr alıyorlar. Toptancı niteliği taşıyan bu aşamada aslında % 9 kâr fazla. Bunun azami % 5’e çekilmesi gerekir. Bu kâr oranı Eczanelerde % 20. Fakat kurum iskontoları ve sair unsurlar dikkate alındığında bu oran reel olarak % 7-8’lere kadar düşebiliyor. Ayrıca devlet ilâç satışları üzerinden % 8 KDV mahsup etmekte. Bunun gerekçesi artı gelir sağlamak değil, piyasayı denetim, takip ve kontrol altında tutmak! Peki, madem öyle neden % 1 değil? Hiç sağlık hizmetleri ve ilâç vergi konusu olur mu? Bu sistem içinde oluyor ne yazık ki!..
Ayrıca, son 5-6 yıldır ikame edilen sistem Eczacıları bürokrasiye boğmuş, ek personel istihdamını zorunlu kılarak işletme masraflarını önemli ölçüde arttırmış; Buna mukabil reel gelirlerinde ciddi düşüşler olmuştur. Dolayısıyla getirilen sistem ferahlık yerine sıkıntı yaratmıştır. Şimdi daha da sıkıntılı hale getirilmek istenmektedir. Oysa devletin görevi, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, namuslu ve dürüst sektörleri korumak ve kollamaktır.
''2004'ten bu yana atılan adımlar, 'Sağlıkta Dönüşüm'le birlikte tüm sağlık sistemini hasta hale getirdi. Krizinizin bedelini de ödemeyeceğiz, hastalarımıza da ödettirmenize izin vermeyeceğiz. Bize dört yıldır haksız yere bedel ödetiyorlar. Şirketler kârlarını katlarken, emeğiyle geçinen eczacının ekmeğine göz dikiyorlar. Bizler, üzerimize kâbus gibi çöken ‘kamu kurum iskontosu’ kamburunu üzerimizden atmadan bu meydanlardan inmeyeceğiz.”
''Bu ülkede sağlık hizmeti ücretsiz mi? Sizden muayene ücreti almaya cesaretleri bile yok. Sağlık hizmetinin ücretini eczacılara aldırıyorlar. Böyle bir tek ülke daha gösterin bana?''
''Günübirlik tedavi hizmeti de ne demek? Böyle bir uygulama Türkiye'den başka hiçbir ülkede yok. Bizde özel hastaneler kârlarını katlasınlar diye var! Peki, reçete dağıtım sistemimiz neden kaldırıldı? Rekabete aykırıymış!. Eşit reçete dağıtım sistemi bu ülkenin, bu halkın sağlık sigortasıdır. Sağlıkta asla rekabet olmaz. İlaçta reklâm ve rekabet öldürür!”
''Kimse sağlık bütçesini artırma peşinde değil. Eczacılık yasasını değiştirip, alanı kartellere açma peşindeler. Biz eczaneyi ticarethaneye çevirmelerine izin vermeyeceğiz''
Bu sözler TEB Başkanı Eczacı Erdoğan Çolak’a ait. Dahası var.
- Ankara Eczacı Odası Başkanı Oğuz Ekincioğlu: “Eczacılık mesleğini sistemli olarak yok etmeye çalışıyorlar. Raflarımızdaki ilaçları bedava kamulaştırdılar";
- İstanbul Eczacı Odası Başkanı Eczacı Semih Güngör. “Uluslararası ilâç tekellerinin çıkarlarını koruyan sağlık politikalarıyla eczane ekonomileri olumsuz etkiledi. 10 bine yakın eczane fiili iflasın eşiğinde. Sağlıkta dönüşüm bu yıkım sürecini hızlandırdı. Sistemi eczaneler üzerinden yürüttüler. Bütün sorunları eczacının sırtına yüklediler. Sanayi ıskontosunun, muayene ücretlerinin, bedelsiz kamulaştırmaların, provizyon sisteminden kaynaklanan sorunların tüm yükünü biz eczacılar taşıdık. Şimdi, Eczacı-Eczacı ortaklığı ile biz eczacıların iradesine rağmen meslek yasamıza sokulmak isteniyor. Eczanelerimizi şirketleştirmek istiyorlar. Şirketleşen eczanelerle hizmetin niteliği temelden değişecek. Eczanelerimiz sağlık hizmeti üreten kurumlar olmaktan çıkacak, birer ticarethaneye dönüşecek. İlaç, eczacılık ve sağlık sistemini tümüyle sermayenin egemenliğine teslim etmek istiyorlar. Bunun içindir ki 'Sağlıkta ve Eczanede Yıkıma Son' diye haykırıyoruz"
- Uşak Eczacı Odası Yönetim Kurulu Başkanı Halime Özen: “Sağlık politikasının adı ilaçta tasarruf olunca, hem hastalarımızın sağlığı hem de eczanelerimizin geleceği açısından tehlike büyüyor. Eczaneler dört yıldır ayakta kalma mücadelesi veriyor. Hükümet eczaneyi gerçek sağlık hizmet sunucusu olarak değil, “tedarikçi aktörlerden “ biri olarak görüyor.”
- Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği Başkanı Abdullah Özyiğit: “Bizler, kendi öz sermayelerimizle kurduğumuz eczanelerimizin sahibi ve sorumlusu olarak, halka sağlık hizmeti vermek, bunun karşılığında doğal olarak meslek haklarımızı almak ve korumak istiyoruz. Ancak, sağlık hizmetleri yasası içinde, eczacı yer almamakta ve Eczacı yok sayılmaktadır. Gelecek için tasarlanan tüm modellemelerde eczacı sağlık emekçisi değil, perakendeci olarak tanımlanmaktadır. Oysa ilaç herhangi bir ürün değildir. İlacın değişim değeri değil, kullanım değeri önemlidir ve ilaç kâr odaklı holdinglerin eline bırakılmayacak kadar hayati bir üründür. Yıllardır 6197 sayılı yasanın değişimine yönelik çabalar var. Ancak, çağın gerekliliği olan bu değişiklikler yapılmadı. Şimdi bazı çevrelerce eczacı-eczacı ortaklığı ileri sürülüyor. Meslek örgütümüzün ve meslektaşlarımızın hiç böyle bir talebi yokken bunun ileri sürülmesini anlamak mümkün değil. Eczanelerimiz üzerinde emelleri olan ve bu konuda alt yapı hazırlıklarını tamamlayan sermaye grupları eczacılık alanını ele geçirmek istiyorlar”
İşte, ilâçta verilen insanlık sınavının görünen yüzü! Bir tarafta ‘üretici-depo-eczane’ zincirinde yıllardır sorunsuz yürüyen sektör; diğer tarafta kâr hırsıyla kudurmuş kartellerin kirli pazarlıkları. Bu süreçte Eczacılar Birliği, ilaç alım protokolünü feshetti. Sorun çözülmez ise artık sigortalı kendi parasıyla ilaç alacak. Rezalet! İlâç üzerinde oyun, kâr hırsı ve rant kavgası apaçık insanlık düşmanlığı, halka zulüm ve işkence değil mi?
ECZACILAR NE İSTİYOR?
"Muayene ücretinin eczaneler aracılığıyla tahsili uygulamasına son verilmesi; Türk Eczacıları Birliği’ne verilen sözleşme yapma yetkisinin mutlak olarak tanınması; 6197 sayılı yasa değişikliğine ilişkin yasa tasarısından eczacı-eczacı ortaklığının geri çekilmesi; Avans uygulamasının hayata geçirilmemesi; Sözleşme süresi içinde yüzde 100 ödeme yapılması; Kamu kurum iskontoları yükünün eczacı üzerinden kaldırılması; Eczanelerin 1'inci basamak sağlık kuruluşu olarak değerlendirilmesi; Reçete dağıtım sisteminin devamı; Hastanelerde eczacı istihdamı sağlanması; Günübirlik tedavi uygulamasının kaldırılması ile Reçete onay sisteminin kesintisiz ve verimli çalışmasının sağlanması..”
Şu anda yeşil karttan dolayı devlet 2007 yılından eczacılara 350 milyon YTL borçlu.
Konsolide bütçe ve Yeşil Kart geri ödeme sürelerindeki bu gecikme ve ödemelerde yaşanan diğer sıkıntılar eczaneleri ciddi bir ticari risk altına sokmakta. Buna rağmen Ocak ayı içinde sorun çözülmezse Sosyal güvenlik kapsamındaki vatandaşlar, 1 Şubat 2009 tarihinden itibaren eczanelerden alamayacaklar. Her ilacın parası fiş veya fatura karşılığı tahsil edilecek. Şu hale nazaran bu dönemin sorumlusu Türk Eczacıları Birliği değil, sorunlara kayıtsız kalan bürokratların uzlaşmaz tavırları dolayısıyla hükümet olacaktır. .
Eczacılar haklı taleplerinin karşılanmasını, SGK ile birlikte uzlaşı ortamında 2009 ilaç alım Protokolünün imzalanmasını ve vatandaşa ilaç hizmeti sunmaya devam etmeyi istiyorlar.
BU SES’E KULAK VERİN:
Kuruluşunun temelinde sosyal devlet, insana hizmet, adalet-hukuk ve emperyalizm karşıtlığı esas olan Türkiye Cumhuriyetini temsil eden bu Hükümet Eczacıların sesine kulak verdi mi? Mitingde önerilen insani çözümleri ele aldı mı? Yoksa! Hakiki ve samimi niyet ve nihai amacı ne? Bunu elbette zaman gösterecek. Fakat doğrusu hükümetin halk, kamu sağlığı ve Türk milletinin geleneksel ‘vazgeçilmez’ kurumları olan Eczacıların yanında yer almasıdır.
***
İLAÇ’TA İNSANLIK SINAVI
Mustafa Nevruz SINACI
Öncelikle belirteyim ki, son beş altı yıldır sağlık sektöründe insan haklarının zorunlu gereği kamu yararı, sosyalizasyon politikaları ve anayasada belirlenmiş devlet görevi göz ardı edilmekte ve sektör, giderek serbest piyasa ekonomisi çerçevesinde gelişen sıradan bir ticari faaliyete dönüştürülmektedir. Oysa bu alan ‘nevi-i şahsına münhasır’ çok özel bir alandır.
Burada hükümetlerin görevi ‘dış baskı, uluslar arası üretimin belirleyici unsurları’ ve kartelin iç uzantı ve işbirlikçilerine karşı Ecza depolarını tahkim etmek, spekülâtörlere karşı tedbir geliştirmek ve geleneksel Eczane kurumunu korumaktır.
Şu anda genel olarak sistem şöyle işlemektedir:
Üreticiler ile Eczacı arasında Ecza depoları var. Depolar yaptıkları dağıtım karşılığı % 9 oranında kâr alıyorlar. Toptancı niteliği taşıyan bu aşamada aslında % 9 kâr fazla. Bunun azami % 5’e çekilmesi gerekir. Bu kâr oranı Eczanelerde % 20. Fakat kurum iskontoları ve sair unsurlar dikkate alındığında bu oran reel olarak % 7-8’lere kadar düşebiliyor. Ayrıca devlet ilâç satışları üzerinden % 8 KDV mahsup etmekte. Bunun gerekçesi artı gelir sağlamak değil, piyasayı denetim, takip ve kontrol altında tutmak! Peki, madem öyle neden % 1 değil? Hiç sağlık hizmetleri ve ilâç vergi konusu olur mu? Bu sistem içinde oluyor ne yazık ki!..
Ayrıca, son 5-6 yıldır ikame edilen sistem Eczacıları bürokrasiye boğmuş, ek personel istihdamını zorunlu kılarak işletme masraflarını önemli ölçüde arttırmış; Buna mukabil reel gelirlerinde ciddi düşüşler olmuştur. Dolayısıyla getirilen sistem ferahlık yerine sıkıntı yaratmıştır. Şimdi daha da sıkıntılı hale getirilmek istenmektedir. Oysa devletin görevi, zorlaştırmak yerine kolaylaştırmak, namuslu ve dürüst sektörleri korumak ve kollamaktır.
''2004'ten bu yana atılan adımlar, 'Sağlıkta Dönüşüm'le birlikte tüm sağlık sistemini hasta hale getirdi. Krizinizin bedelini de ödemeyeceğiz, hastalarımıza da ödettirmenize izin vermeyeceğiz. Bize dört yıldır haksız yere bedel ödetiyorlar. Şirketler kârlarını katlarken, emeğiyle geçinen eczacının ekmeğine göz dikiyorlar. Bizler, üzerimize kâbus gibi çöken ‘kamu kurum iskontosu’ kamburunu üzerimizden atmadan bu meydanlardan inmeyeceğiz.”
''Bu ülkede sağlık hizmeti ücretsiz mi? Sizden muayene ücreti almaya cesaretleri bile yok. Sağlık hizmetinin ücretini eczacılara aldırıyorlar. Böyle bir tek ülke daha gösterin bana?''
''Günübirlik tedavi hizmeti de ne demek? Böyle bir uygulama Türkiye'den başka hiçbir ülkede yok. Bizde özel hastaneler kârlarını katlasınlar diye var! Peki, reçete dağıtım sistemimiz neden kaldırıldı? Rekabete aykırıymış!. Eşit reçete dağıtım sistemi bu ülkenin, bu halkın sağlık sigortasıdır. Sağlıkta asla rekabet olmaz. İlaçta reklâm ve rekabet öldürür!”
''Kimse sağlık bütçesini artırma peşinde değil. Eczacılık yasasını değiştirip, alanı kartellere açma peşindeler. Biz eczaneyi ticarethaneye çevirmelerine izin vermeyeceğiz''
Bu sözler TEB Başkanı Eczacı Erdoğan Çolak’a ait. Dahası var.
- Ankara Eczacı Odası Başkanı Oğuz Ekincioğlu: “Eczacılık mesleğini sistemli olarak yok etmeye çalışıyorlar. Raflarımızdaki ilaçları bedava kamulaştırdılar";
- İstanbul Eczacı Odası Başkanı Eczacı Semih Güngör. “Uluslararası ilâç tekellerinin çıkarlarını koruyan sağlık politikalarıyla eczane ekonomileri olumsuz etkiledi. 10 bine yakın eczane fiili iflasın eşiğinde. Sağlıkta dönüşüm bu yıkım sürecini hızlandırdı. Sistemi eczaneler üzerinden yürüttüler. Bütün sorunları eczacının sırtına yüklediler. Sanayi ıskontosunun, muayene ücretlerinin, bedelsiz kamulaştırmaların, provizyon sisteminden kaynaklanan sorunların tüm yükünü biz eczacılar taşıdık. Şimdi, Eczacı-Eczacı ortaklığı ile biz eczacıların iradesine rağmen meslek yasamıza sokulmak isteniyor. Eczanelerimizi şirketleştirmek istiyorlar. Şirketleşen eczanelerle hizmetin niteliği temelden değişecek. Eczanelerimiz sağlık hizmeti üreten kurumlar olmaktan çıkacak, birer ticarethaneye dönüşecek. İlaç, eczacılık ve sağlık sistemini tümüyle sermayenin egemenliğine teslim etmek istiyorlar. Bunun içindir ki 'Sağlıkta ve Eczanede Yıkıma Son' diye haykırıyoruz"
- Uşak Eczacı Odası Yönetim Kurulu Başkanı Halime Özen: “Sağlık politikasının adı ilaçta tasarruf olunca, hem hastalarımızın sağlığı hem de eczanelerimizin geleceği açısından tehlike büyüyor. Eczaneler dört yıldır ayakta kalma mücadelesi veriyor. Hükümet eczaneyi gerçek sağlık hizmet sunucusu olarak değil, “tedarikçi aktörlerden “ biri olarak görüyor.”
- Tüm Eczacı Kooperatifleri Birliği Başkanı Abdullah Özyiğit: “Bizler, kendi öz sermayelerimizle kurduğumuz eczanelerimizin sahibi ve sorumlusu olarak, halka sağlık hizmeti vermek, bunun karşılığında doğal olarak meslek haklarımızı almak ve korumak istiyoruz. Ancak, sağlık hizmetleri yasası içinde, eczacı yer almamakta ve Eczacı yok sayılmaktadır. Gelecek için tasarlanan tüm modellemelerde eczacı sağlık emekçisi değil, perakendeci olarak tanımlanmaktadır. Oysa ilaç herhangi bir ürün değildir. İlacın değişim değeri değil, kullanım değeri önemlidir ve ilaç kâr odaklı holdinglerin eline bırakılmayacak kadar hayati bir üründür. Yıllardır 6197 sayılı yasanın değişimine yönelik çabalar var. Ancak, çağın gerekliliği olan bu değişiklikler yapılmadı. Şimdi bazı çevrelerce eczacı-eczacı ortaklığı ileri sürülüyor. Meslek örgütümüzün ve meslektaşlarımızın hiç böyle bir talebi yokken bunun ileri sürülmesini anlamak mümkün değil. Eczanelerimiz üzerinde emelleri olan ve bu konuda alt yapı hazırlıklarını tamamlayan sermaye grupları eczacılık alanını ele geçirmek istiyorlar”
İşte, ilâçta verilen insanlık sınavının görünen yüzü! Bir tarafta ‘üretici-depo-eczane’ zincirinde yıllardır sorunsuz yürüyen sektör; diğer tarafta kâr hırsıyla kudurmuş kartellerin kirli pazarlıkları. Bu süreçte Eczacılar Birliği, ilaç alım protokolünü feshetti. Sorun çözülmez ise artık sigortalı kendi parasıyla ilaç alacak. Rezalet! İlâç üzerinde oyun, kâr hırsı ve rant kavgası apaçık insanlık düşmanlığı, halka zulüm ve işkence değil mi?
ECZACILAR NE İSTİYOR?
"Muayene ücretinin eczaneler aracılığıyla tahsili uygulamasına son verilmesi; Türk Eczacıları Birliği’ne verilen sözleşme yapma yetkisinin mutlak olarak tanınması; 6197 sayılı yasa değişikliğine ilişkin yasa tasarısından eczacı-eczacı ortaklığının geri çekilmesi; Avans uygulamasının hayata geçirilmemesi; Sözleşme süresi içinde yüzde 100 ödeme yapılması; Kamu kurum iskontoları yükünün eczacı üzerinden kaldırılması; Eczanelerin 1'inci basamak sağlık kuruluşu olarak değerlendirilmesi; Reçete dağıtım sisteminin devamı; Hastanelerde eczacı istihdamı sağlanması; Günübirlik tedavi uygulamasının kaldırılması ile Reçete onay sisteminin kesintisiz ve verimli çalışmasının sağlanması..”
Şu anda yeşil karttan dolayı devlet 2007 yılından eczacılara 350 milyon YTL borçlu.
Konsolide bütçe ve Yeşil Kart geri ödeme sürelerindeki bu gecikme ve ödemelerde yaşanan diğer sıkıntılar eczaneleri ciddi bir ticari risk altına sokmakta. Buna rağmen Ocak ayı içinde sorun çözülmezse Sosyal güvenlik kapsamındaki vatandaşlar, 1 Şubat 2009 tarihinden itibaren eczanelerden alamayacaklar. Her ilacın parası fiş veya fatura karşılığı tahsil edilecek. Şu hale nazaran bu dönemin sorumlusu Türk Eczacıları Birliği değil, sorunlara kayıtsız kalan bürokratların uzlaşmaz tavırları dolayısıyla hükümet olacaktır. .
Eczacılar haklı taleplerinin karşılanmasını, SGK ile birlikte uzlaşı ortamında 2009 ilaç alım Protokolünün imzalanmasını ve vatandaşa ilaç hizmeti sunmaya devam etmeyi istiyorlar.
BU SES’E KULAK VERİN:
“TEB'in davası haklı ve doğrudur. Ancak gücümüz kalmadı. Biz yasamak istiyoruz. Yaşamadan yaşatamayız. 2005'e kadar yılda 70-80 eczane kapanırken 2005'te 400, 2006'da 700, 2008'de ise 850 eczane kapandı, yaşadığımız sıkıntıların göstergesi bu. Biz, insanları nasıl ilaçsız bırakacağız diye kara kara düşünüyoruz. Huzursuzuz. Ancak yapabileceğimiz bir sey de yok. Sonuçlarına katlanacağız.” (TEB Genel Başkanı)
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder