14 Ocak 2010 Perşembe

DEMOKRASİYE İLK ADIM VE !..,
"İLK DEMOKRATİK AÇILIM"

Mustafa Nevruz SINACI
Başta “açılımlar ve yarattığı tartışmaların” zirve yaptığı bu dönem olmak üzere; Genelde Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet tarihi ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü kuruluştan bu güne, bütün dönemlerin “en büyük ve tek gerçek açılımı” 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında yapılmıştır.
Bu açılımın esas kaynağı ve dayanağı, 1922 yılında: “Bilinmelidir ki, Türkiye Cumhuriyeti, Demokrasi esasına dayalı bir Devlettir” ve “"Demokrasi, Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin sınırsız bir yetkiye sahip olması demek değildir" diyen Atatürk’tür.
1929’da ise, bu sözlerini: “Demokrasi esas itibarıyla, siyasi niteliktedir. Bir ilim, fikir, fen’dir, Ferdi ve eşitlikçidir. Demokrasinin bu esas ve istinatlarına göre; Bütün vatandaşlara siyasi hürriyet ve çalışma serbestisi sağlamak, bilimsel, sosyal, sanat, ahlâk gibi fikri sahalarda gelişmesiyle ilgilenmek ve milli egemenliğe, usullere uygun olarak katılma hakkını, aynı siyasi haklara sahip olmalarını sağlamaktan ibaret noktalar ve devletin vatandaşa karşı başlıca vazifelerinin sınırını gösteren işaretlerdir” açıklaması ile tamamlar ve bütünler. (1929 – Medeni Bilgiler ve M.K. Atatürk’ün El Yazıları, Prof. A. İnan)
Mustafa Kemâl’in en büyük sevdası, emel ve ideali cumhuriyet’i demokrasiyle buluşturmak, birleştirmek ve bütünleştirmekti. O, bu konuda yüksek bir azim-irade ve kararlılığa sahipti. Ancak, bu emel, ideal ve en değer verdiği proje, vefatından sonra, 07 Ocak 1946’da hayata geçebildi. Atatürk, yaşadığı dönemde demokrasiyi yaşattı, ama ne yazık ki, kurumlaştığını göremedi.
DEMOKRASİNİN AYAK SESLERİ
14 Eylül 1923’de, Mustafa Kemal Paşa (Atatürk) İsmet Paşa, Celal Bayar, Recep Peker, Refik Saydam ve Prof. Fuat Köprülü tarafından kurulan Halk Partisi’nin;, İsmet Paşa etrafında yuvalanan bazı üst yöneticileri, “Cumhuriyeti tahkim (sağlamlaştırma) ve demokrasiyi kurumlaştırma” konusunda, 1923’ den sonra bir isteksizlik, olumsuzluk ve dönem itibarıyla garip, tuhaf bir tutum içine girdiler. Bunun üzerine, Demokrasiyi ihdas ve ihya konusunda kararlı olan Mustafa Kemal, inisiyatif kullanarak; 1924’de, Ali Fuad Cebesoy önderliğinde, en güvendiği kadre; Kâzım Karabekir, Rauf Orbay, Dr. Adnan Adıvar, Rüştü Paşa, İsmail Canbolat, Sabit Bey, Ahmet Muhtar, Halis Turgut, Necati Kurtuluş, Mersin Mebusu Besim Bey, Erzurum Mebusu Faik Günday ve Sabit Bey’lere “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası”nı kurdurttu. Kuruluş amacı demokrasi olan parti, İsmet İnönü ve yandaşları tarafından pek lüzumsuz görüldüğünden; Mustafa Kemal’e rağmen akla, hayale gelmeyecek menfur oyun-düzen, tuzak, komplo ve kumpaslar sonucu 03.Haziran.1925’de kapattırıldı.
Ancak O, yılmadı. Beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930’da; Ali Fethi Okyar ve Samet Ağaoğlu’na “Serbest Cumhuriyet Fırkası” nı kurdurttu. Kız kardeşi Makbule Hanım ve üç yakını ile Halide Edip’i de müteşebbis olarak görevlendirdi. Fakat bu Fırka’da, malum ve menfur fesatçıların iğrenç furya, komplo, kumpanya ve çirkin kumpaslarına fazla dayanamadı. Başkaca bir yol ve çare kalmadığından 12 Ağustos 1930’da kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda bırakıldı. Yani Atatürk, en önemli projesinin gerçekleştiğini yaşarken göremedi. Doğrusu, demokrasi ve halk düşmanları tarafından “görebilmesine” izin ve imkân verilmedi. Ta ki, 7 Ocak 1946’ya kadar!..
Nihayet DP, dünya konjonktüründen de yararlanılarak; 07 Ocak 1946’ da; Atatürk’ün Başvekili Celal Bayar, Aydın Mebusu Adnan Menderes, İçel Mebusu Refik Koraltan ve Kars Mebusu Ordinaryüs Profesör Dr. Fuat Köprülü tarafından kuruldu. Bu, gerçek bir AÇILIM ve Cumhuriyet tarihinin en büyük projesi idi…
Ancak, hayata geçmesi 4 yıl sürdü. Dört çileli, acı, efsanevi ve ıstıraplı yıl..
Devleti işgal ve tasallut altında tutan, bütün kurumlara yerleşen ve çöreklenen Halk Partisi’nin;, İl Başkanı Valiler, ilçe başkanlıklarını resmen yürüten kaymakamlar ile bunların emir ve hizmetindeki kamu gücünün ezici tacizine maruz kaldıktan başka; partizanların hırs, husumet, kin, kıskançlık, ihtiras, fesat ve tefrikaları yüzünden “1946 Demokrasi Açılımı” çok büyük zorluklarla başarıldı… Bu direniş, gerçekte Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbına karşı bir başkaldırıdır. Dolayısıyla; 14 Mayıs “Demokrasi Bayramı’nın” da nedenidir. Demokrasiyi ret ve ifsat’a yönelik asıl nedene bakalım:
ATATÜRK NE DEMİŞTİ:

Daima hatırlamakta ve hatırlatmakta yarar var. Atalarımızın “medeni, siyaset” dediği “demokrasi” uğruna kurulan “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” ile “Serbest Cumhuriyet Fırkası” üzerinden uzun süre geçtikten sonra 1937’de Atatürk: “Ekonomik kalkınma; Türkiye’nin, hür, bağımsız daima daha kuvvetli, daima daha refahlı Türkiye ideali’nin bel kemiğidir. Kalkınma iki büyük kuvvete dayanır. Bir; Toprağın iklimleri, zenginlikleri ve başlı başına bir servet olan coğrafi durumu; İkincisi de: Türk milleti’ nin silâh kadar makine de tutmaya yarışan kudretli eli ve ‘milli olduğuna inandığı iş ve zamanlarda tarihin akışını değiştiren yiğitlikle beliren yüksek sosyal benlik duygusu...” (1937-Atatürk’ ün S. ve Demeçleri, 1-1945)
Tam bu sıralar İsmet Paşa ve hükümeti tefessüh etti. Yerine Celâl Bayar Başvekillik görevine atandı. Bayar, 8 Kasım 1937’de Hükümet Programını TBMM’ne sundu. 10 Kasım 1937 günü Mustafa Kemal Atatürk, Bayar’a; “Millete yepyeni bir program bildirdiniz. Bu program, benim millete vaat ettiğim hususlardır. Ben, milletle beraber Celâl Bayar ve arkadaşlarının programının nokta, nokta tatbik edildiğini takip edeceğim” dedi. (AA, 11 Kasım 1937) İşte, 07 Ocak 1946’da, Atatürk’ün Galip Hocası, Başvekili ve İzmir Mebusu Celal Bayar başkanlığında; Aydın Mebusu Adnan Menderes, İçel Mebusu Refik Koraltan ve Kars Mebusu Ordinaryüs Profesör Dr. Fuat Köprülü tarafından kurulan DP’nin “Parti Programı’nın” esası, özü, kaynak ve dayanağı budur.
ATATÜRK’ÜN PROGRAMI:
Yani, bizzat Atatürk’ün telkin ve tavsiyeleri yönünde kaleme alınan; Şahsen okuduğu, incelediği, hassas bir değerlendirme neticesinde üzerinde “kendi el yazısı ile” ek ve değişiklikler yaptığı ve yaşadığı sürece sahiplendiği; 12 Kasım 1937’den itibaren, yeni Baş Vekili Bayar ile yerinde tetkik, tefhim ve uygulama amaçlı” olarak Şark Vilâyetlerinde inceleme gezisine çıktığı program ve demokrasi projesi..
Bu program, 10 Kasım 1938’e kadar kesintisiz uygulandı. ATA’nın vefatından sonra durduruldu, engellendi. NEDENİ: “Karşıdevrim ve Kemalizm’i ilga” eylemidir.
Karşıdevrim veya 2. cumhuriyet adlı bu eylem, 7 Ocak 1946’ya kadar adeta bir fetret devri zulmüyle sürmüş; Atatürk ilkeleri, Türk inkılâbı ve milli hafıza tarihin karanlıklarına gömülmek istenmiştir. 1938-1950 arası bu nedenle kâbus gibi karanlık ve kayıp bir dönemdir. İnönü ve kabinesi Mussolini ve Hitler’e özenmiş, bunları bile dahi kıskandıracak bir sulta, saltanat, zulüm, diktatörlük, kara-kirli despotlukla 14 Mayıs 1950’ye kadar hüküm sürmüşlerdir. İşte bu nedenle Demokrat Parti’nin gerçek sembolü: “Yeter!... Söz Milletindir” anlamına gelen, baş parmağı açık “SAĞ EL” dir.
HÜSAMETTİN CİNDORUK’UN PARTİSİ:

Gelelim Hüsamettin Cindoruk’un vekaleten sahiplik ve/veya emanetçiliğinde
vaki, kain ve adı “Demokrat Parti” olan yeni oluşum’a!.. Hem adını DP koydular, hem de “emanetçi” oldular. Oysa Demokrat Parti geleneğinde emanet, vesayet yoktur. Partinin sahibi millet’tir, milletten başka kimse partinin sahibi değildir. Çünkü: Demokrat Parti'de ‘demokrasi, medeni siyaset ve fazilet anlamında cumhuriyet bütün usul, umde, ilke ve unsurlarıyla yaşanır.
Parti vazifelerinde mutlak ehliyet, kesin liyakat, ahlâk ve demokrasi hâkimdir.
Ve nihayet; İşareti “EL”, temel söylemi “Yeter!.. Söz Milletindir..” ise, O, gerçek Demokrat Parti’dir. Kadroları tertemiz, şaibesiz, pırıl-pırıl ak, berrak ve Millidir. Her DP’linin kalbi vatan, millet, hürriyet, bayrak ve adalet için çarpar. Siyaseti fazilettir. Aksi takdirde, taklit ve mukallitler, adları “DP”, at’ları AB-D patentli “Truva Atı” olsa bile, kadim Demokrat Parti ile ilgi ve bağlantıları iddia olunamaz!..
Olsa dahi, bu koskoca bir yalan ve kadim Demokrat Parti’ye iftiradır.

Hiç yorum yok: