ADALET GÜNEŞİ; EGEMENLİK VE ÖZGÜRLÜK
Mustafa Nevruz SINACI
Bir memlekette en çok konuşan, hep konuşan ve her konuda konuşan, en meşhur ve en popüler kişi başbakan’sa; O memlekette ya işler sarpa sarmış veya de’Facto diktatörlük sökün etmiş; vesayet ve (sivil yahut illegal askeri) cunta hâkimiyeti tesis etmiş demektir.
Gerçekte, çoğu ülkeler ve yurttaşlarının kahir ekseriyeti bu konudan müşteki!.
Elbet Türkiye de; Türk yurttaşı da!.
Dünyayı saran ve insanlığı sarsan kronik sorunun aslı astarı şu: Dünya; Eli iş gören, iş-aş üreten, imar/inşa eden ‘namuslu-dürüst, bilinçli ve sorumlu’ marifet ehline muhtaç. Ciddi, yüksek karakterli ve kaliteli, hakiki/samimi yöneticiler ve devlet adamlarına hasret. İlim, akıl, karakter yoksunu, harama-yalana, şöhrete yatkın, sürekli seçilmek ve her seçimde kazanmak gibi süfli duygular, zaaf ve ihtiras ile malul; eli işte/gözü oynaşta, sadece konuşan, lâf üreten mazisi karanlık, sicili bozuk, sahtekâr ve dolandırıcı, geveze çaçaronlardan halk rahatsız.
Oysa evrensel düzeni algılama, analiz etme ve sentezleme yeteneği (doğrusal yönde düşünebilen ve kendinde-farkında) olanlar bilirler ki: Hizmete taalluk eden her unsur, sessiz ‘enginden veya derinden’ çalışır. Yani “iman amel; söylem eylem ile kaimdir”. Yani, ameli, icraatı imanına; eylemi söylemine uymayan “dindar” değil, din tüccarı rezil biri demektir!..
Bir başka deyişle: “İlahî vahiyle gelen saf ve berrak; arı/duru ilme beşerî zan, suiniyet ve hezeyanlar bulaştığından; Hak'a ulaşmak bir yana, aynelyakın ve ilmelyakın dahi erişilmez olmakta. Günümüz İslâm ümmetine (toplumlarına) baktığımızda; bırakın takvayı/verayı, hatta dindar ve mümin vasfını; İslâm'ın resmî/cari durumu bile bid'at ve hurafelerle boyalı mezhep ve tarikatlarla Âl-i İmran 103 (Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılmayın.,) âyetine ters düşecek derecede hak, adalet ve hakikatten uzaklaşılmış; Toplumlar için hidayet vesilesi yüksek şahsiyetler yerine masumiyetten uzak; nitelikleri zayıf kimseler önder olmuştur.” (1) Bu şahsiyetsiz, haysiyetsiz, bilgi/bilim ve birikim fukarası, ameli imanla ters/tenakuz içinde bocalayan zavallı demagoglar toplumlara çok büyük zararlar vermektedir. Çünkü: Gerçek anlamda bilgi, birikim ve deneyim sahibi, umur-u devletten/bilge siyasetçiler çok lüzumlu olmadıkça asla konuşmaz. O’nlar ancak, isimleri ve eserleri ile müsemmadır!.
Örneğin: Yaşamın ana unsurları, güç kaynakları ve doğal stabilizatörler; “Ey, insanlar, size hizmet ediyor; hayat veriyor, yaşamınızı sürdürmenizi sağlıyor ve dünyanızı aydınlatıp, ayakta ve hayatta tutuyoruz” diye yüzümüze haykırıyor, hizmetlerini başımıza kakıyorlar mı?
Kesinlikle HAYIR!..
Konuyla ilgili binlerce kuram-kural, sosyal-siyasal, ekonomik rejim ileri sürmek mümkün!... Fakat tamamında ortak unsur, asgari müşterek ve bileşke aynı: Bilgi, beceri, yapıcı, yaratıcı kabiliyet; Akıl, mantık, namuskârlık, marifet ve kalite!..
Şimdi bu kriterler çerçevesinde son olaylara ve olanlara bir bakalım:
Acaba, devlet ilkelerini koruyup kollaması gerekenler buna ne kadar riayet etmekte?
Bir yandan ABD himayesine dayanmak, öte yandan ‘İstiklal Harbi’,‘Atatürk ilke ve inkılâpları’ ahkâmı kesmek ne kadar doğru-dürüst ve ahlâki? 65 yıldır ABD tarafından dikte edilen ‘sübjektif laiklik’ i sürdürmeye çalışanlar; yayılmacı sömürgeci devletlerin ‘din/ilâh, ilâç ve silâh tüccarı’ insanlık düşmanı olduklarını ne zaman görecek ve öğrenecekler! Gaflet, dalâlet ve hıyanet içinde; bir yandan ‘AB yanlısı Türkçülük’ yapıp, öte yandan dini duyguları istismarla “ümmet” şuurunu ticaret ve siyasetlerine alet edenler, görmüyorlar mı sentez içinde ne “Türklükten” eser var ve de İslâmiyet veya objektif-rasyonel ümmetçilikten!..
“Ülke yönetimine talip olmaya niyetlenenlerin, önce Amerika’dan icazet almak ve biat etmek için çırpınmaları!.. Sonra çıkıp, tam bir pişkinlik ve şerefsizlikle ‘TBMM’ kürsüsünden bağımsızlık andı içmeleri; Ne vahim bir çelişki ve izahı gayri kabil bir rezillik değil mi? 1868 Odesa protokollerine bir bakınız: Bize ‘lâik devletsiniz’ denilerek üzerimizde teolojik oyunlar oynanıyor. Oysa biz bu dersleri ve sosyolojiyi okumadık. Okutulmadı bizlere. Obskürantizm karanlığında bırakıldık, ‘sayım suyum yok’ deme şansına sahip olmadık. Tıpkı kobay kurbağa gibi paralize topluma döndük. Ayıkmak, öğrenmek, kendimize gelmek ve baş etmek için de bir şey yapamıyoruz. Çünkü bilgimiz, bilgemiz ve namuslu/dürüst politikacılarımız yok.
ENTERESAN BİR İRONİ:
Mustafa Nevruz SINACI
Bir memlekette en çok konuşan, hep konuşan ve her konuda konuşan, en meşhur ve en popüler kişi başbakan’sa; O memlekette ya işler sarpa sarmış veya de’Facto diktatörlük sökün etmiş; vesayet ve (sivil yahut illegal askeri) cunta hâkimiyeti tesis etmiş demektir.
Gerçekte, çoğu ülkeler ve yurttaşlarının kahir ekseriyeti bu konudan müşteki!.
Elbet Türkiye de; Türk yurttaşı da!.
Dünyayı saran ve insanlığı sarsan kronik sorunun aslı astarı şu: Dünya; Eli iş gören, iş-aş üreten, imar/inşa eden ‘namuslu-dürüst, bilinçli ve sorumlu’ marifet ehline muhtaç. Ciddi, yüksek karakterli ve kaliteli, hakiki/samimi yöneticiler ve devlet adamlarına hasret. İlim, akıl, karakter yoksunu, harama-yalana, şöhrete yatkın, sürekli seçilmek ve her seçimde kazanmak gibi süfli duygular, zaaf ve ihtiras ile malul; eli işte/gözü oynaşta, sadece konuşan, lâf üreten mazisi karanlık, sicili bozuk, sahtekâr ve dolandırıcı, geveze çaçaronlardan halk rahatsız.
Oysa evrensel düzeni algılama, analiz etme ve sentezleme yeteneği (doğrusal yönde düşünebilen ve kendinde-farkında) olanlar bilirler ki: Hizmete taalluk eden her unsur, sessiz ‘enginden veya derinden’ çalışır. Yani “iman amel; söylem eylem ile kaimdir”. Yani, ameli, icraatı imanına; eylemi söylemine uymayan “dindar” değil, din tüccarı rezil biri demektir!..
Bir başka deyişle: “İlahî vahiyle gelen saf ve berrak; arı/duru ilme beşerî zan, suiniyet ve hezeyanlar bulaştığından; Hak'a ulaşmak bir yana, aynelyakın ve ilmelyakın dahi erişilmez olmakta. Günümüz İslâm ümmetine (toplumlarına) baktığımızda; bırakın takvayı/verayı, hatta dindar ve mümin vasfını; İslâm'ın resmî/cari durumu bile bid'at ve hurafelerle boyalı mezhep ve tarikatlarla Âl-i İmran 103 (Hepiniz birden Allah’ın ipine sımsıkı tutunun, birbirinizden ayrılmayın.,) âyetine ters düşecek derecede hak, adalet ve hakikatten uzaklaşılmış; Toplumlar için hidayet vesilesi yüksek şahsiyetler yerine masumiyetten uzak; nitelikleri zayıf kimseler önder olmuştur.” (1) Bu şahsiyetsiz, haysiyetsiz, bilgi/bilim ve birikim fukarası, ameli imanla ters/tenakuz içinde bocalayan zavallı demagoglar toplumlara çok büyük zararlar vermektedir. Çünkü: Gerçek anlamda bilgi, birikim ve deneyim sahibi, umur-u devletten/bilge siyasetçiler çok lüzumlu olmadıkça asla konuşmaz. O’nlar ancak, isimleri ve eserleri ile müsemmadır!.
Örneğin: Yaşamın ana unsurları, güç kaynakları ve doğal stabilizatörler; “Ey, insanlar, size hizmet ediyor; hayat veriyor, yaşamınızı sürdürmenizi sağlıyor ve dünyanızı aydınlatıp, ayakta ve hayatta tutuyoruz” diye yüzümüze haykırıyor, hizmetlerini başımıza kakıyorlar mı?
Kesinlikle HAYIR!..
Konuyla ilgili binlerce kuram-kural, sosyal-siyasal, ekonomik rejim ileri sürmek mümkün!... Fakat tamamında ortak unsur, asgari müşterek ve bileşke aynı: Bilgi, beceri, yapıcı, yaratıcı kabiliyet; Akıl, mantık, namuskârlık, marifet ve kalite!..
Şimdi bu kriterler çerçevesinde son olaylara ve olanlara bir bakalım:
Acaba, devlet ilkelerini koruyup kollaması gerekenler buna ne kadar riayet etmekte?
Bir yandan ABD himayesine dayanmak, öte yandan ‘İstiklal Harbi’,‘Atatürk ilke ve inkılâpları’ ahkâmı kesmek ne kadar doğru-dürüst ve ahlâki? 65 yıldır ABD tarafından dikte edilen ‘sübjektif laiklik’ i sürdürmeye çalışanlar; yayılmacı sömürgeci devletlerin ‘din/ilâh, ilâç ve silâh tüccarı’ insanlık düşmanı olduklarını ne zaman görecek ve öğrenecekler! Gaflet, dalâlet ve hıyanet içinde; bir yandan ‘AB yanlısı Türkçülük’ yapıp, öte yandan dini duyguları istismarla “ümmet” şuurunu ticaret ve siyasetlerine alet edenler, görmüyorlar mı sentez içinde ne “Türklükten” eser var ve de İslâmiyet veya objektif-rasyonel ümmetçilikten!..
“Ülke yönetimine talip olmaya niyetlenenlerin, önce Amerika’dan icazet almak ve biat etmek için çırpınmaları!.. Sonra çıkıp, tam bir pişkinlik ve şerefsizlikle ‘TBMM’ kürsüsünden bağımsızlık andı içmeleri; Ne vahim bir çelişki ve izahı gayri kabil bir rezillik değil mi? 1868 Odesa protokollerine bir bakınız: Bize ‘lâik devletsiniz’ denilerek üzerimizde teolojik oyunlar oynanıyor. Oysa biz bu dersleri ve sosyolojiyi okumadık. Okutulmadı bizlere. Obskürantizm karanlığında bırakıldık, ‘sayım suyum yok’ deme şansına sahip olmadık. Tıpkı kobay kurbağa gibi paralize topluma döndük. Ayıkmak, öğrenmek, kendimize gelmek ve baş etmek için de bir şey yapamıyoruz. Çünkü bilgimiz, bilgemiz ve namuslu/dürüst politikacılarımız yok.
ENTERESAN BİR İRONİ:
Görünüşte milleti tutsak eden hiçbir şey yok, onu sadece kendi bağımlılığının gücü tutsak etmekte, yani millet kendisine dayatılanın esiridir. Yapması gereken tek şey: gafletten uyanmak, kâbustan kurtulmak, kendine gelmek, kendini bilmek ve ellerini açıp Allah’ın ipine sarılmak; Hırs ve ihtirasla sarıldığı israf, yalan-talan ve haramı terk etmektir. Geçmişten günümüze halkın zihnine açgözlülük, o kadar güçlü kılınmış, beyinlere öyle kazınmış ve büyütülmüştür ki; Bu hırs/kör ihtiras ve iştiyakla (halkın) düştüğü tuzaktan kurtulması zordur. Milleti bu tuzağa düşüren ve orada kalmamıza neden olan şey: Bir beyin iğfali sonucu benliğimize işlenen arzular ve zihnimize kazınan bağımlılık hissidir. Yapmamız gereken; elimizi açıp benliğimizi, bağımlı olduğumuz şeylerden çekerek özgür olmaktır!
ESARETİN NEDENİ:
ESARETİN NEDENİ:
Örnek uyarı; sahiplenmemiz için verilmek istenenler, aslında bağımlılık yapan birer tuzaktır. Adeta bir maymun gibi; Bu tuzak ve esaret oyuncaklarını hırs ve ihtirasla avuçlarımızla tutmaya çabaladığımız sürece (faydalanamasak bile) sahip olabilme ihtirası içinde kıvranmıyor muyuz? Aslında parmaklarımızı gevşetip bunlardan vazgeçtiğimiz takdirde gerçekten özgür olur ve tüm yeteneklerimizi kullanabilir hale gelemez miyiz? Elbette geliriz!... Öyleyse, halkı maymun yerine koyup “işte avucunuzun içinde” denilen AB hayalini bırakmayı başarabilsek mesele hallolacak. Aksi takdirde, AB’de ısrar ederek, Türk insanını gâvura avuç açar hale getirmek; Bu necip millete yapılabilecek en büyük kalleşlik, düşmanlık ve hakarettir. Millete avuç açtıracaklarına, yönettiğini sananlar avuçlarını bir açsa, ökse’den kurtulacağız. O takdirde, dur gitme, nereye diyerek belki ensemizden onlar tutacak. Almanya Eski Başbakanı Shöreder AB’nin sürekliliği için Türkiye muhakkak olmalı; “olmazsa olmaz” diyor. Rusya ile partner olmalıyız diye ekleyerek, yeni bir dış politika aksı tarif ediyor. Bunu tarif eden bir paşamız vardı. Bir müteahhitle itibarına saldırıldı. Doğruydu söyledikleri. Ama susturdular. Manidar manipleler, adi komplolar ve pis herifler!... (2)
Türklüğü, Türkiye’yi, İnsanlığı, İslâm’ı, Filistin veya Gazze’yi kurtarma’ bahanesiyle cıa, mossad ve gestapo ile işbirliğini, marifet ve başarı olarak yutturanlar da anlayacaklardır ki; eşkıya devletlerle yatıp kalkmanın sonunda ne Türk kalıyor ne Türklük, ne Müslümanlık ve ne de insanlık!.. Yeni Osmanlı-İslam devleti kuracağız diyerek ABD-AB dürtüsüyle etnik koalisyon oluşturma peşinde koşanların Türk kanadı da görecek ki “İslamcılık” diye ortaklık kurdukları kişiler aslında Müslümanlığı kullananlar din tüccarları ve azınlık milliyetçileridir. Diğer taraftan; kene, vampir ve domuzlar misal devlete çöreklenenler ile bağımsız devletin geleneksel/kurumsal varlığını ayırt ve idrak edemeyenler, asıl bundan sonra görecekler, devlet parçalanmadan ‘Kürtçülük’ yapılamayacağını! Anarşi, terör ve tedhişe yardım ve yatakçılığın demokratlıkla değil hainlikle eşdeğer ve gerçek halk/devlet düşmanlarının “Kürt sorunu var” diyenler olduğunu öğrenecekler; ama açılım (!) yaşamalarına izin verirse eğer!
Oysa derin sosyal yaraları, ekonomik açmazları, seçim değil; geçim sorunu var bu halkın. Sonuçta Türkiye ve tüm İnsanlık “Adalet Güneşi'nin” gelişini beklemekte! Bu ise, günübirlik politikalarla debelenen ve ‘sadece seçilmek’ hırsıyla esip gürleyen demagoglarla olacak şey değildir; Adalet, özgürlük ve bağımsızlık, sadece “umur-u devlet” ile kabildir…
EVRENSEL TÜRK’ÜN KARAKTER YAPISI:
Türklüğü, Türkiye’yi, İnsanlığı, İslâm’ı, Filistin veya Gazze’yi kurtarma’ bahanesiyle cıa, mossad ve gestapo ile işbirliğini, marifet ve başarı olarak yutturanlar da anlayacaklardır ki; eşkıya devletlerle yatıp kalkmanın sonunda ne Türk kalıyor ne Türklük, ne Müslümanlık ve ne de insanlık!.. Yeni Osmanlı-İslam devleti kuracağız diyerek ABD-AB dürtüsüyle etnik koalisyon oluşturma peşinde koşanların Türk kanadı da görecek ki “İslamcılık” diye ortaklık kurdukları kişiler aslında Müslümanlığı kullananlar din tüccarları ve azınlık milliyetçileridir. Diğer taraftan; kene, vampir ve domuzlar misal devlete çöreklenenler ile bağımsız devletin geleneksel/kurumsal varlığını ayırt ve idrak edemeyenler, asıl bundan sonra görecekler, devlet parçalanmadan ‘Kürtçülük’ yapılamayacağını! Anarşi, terör ve tedhişe yardım ve yatakçılığın demokratlıkla değil hainlikle eşdeğer ve gerçek halk/devlet düşmanlarının “Kürt sorunu var” diyenler olduğunu öğrenecekler; ama açılım (!) yaşamalarına izin verirse eğer!
Oysa derin sosyal yaraları, ekonomik açmazları, seçim değil; geçim sorunu var bu halkın. Sonuçta Türkiye ve tüm İnsanlık “Adalet Güneşi'nin” gelişini beklemekte! Bu ise, günübirlik politikalarla debelenen ve ‘sadece seçilmek’ hırsıyla esip gürleyen demagoglarla olacak şey değildir; Adalet, özgürlük ve bağımsızlık, sadece “umur-u devlet” ile kabildir…
EVRENSEL TÜRK’ÜN KARAKTER YAPISI:
Türk ruhuna, asalet, adalet, şeref ve şanına bağlılık., Türk toplumuna sevgi-saygı, hürmet-muhabbet ve samimiyetle bağlılık., Türk yurduna, toprağına, bayrağına, devletine sadakatle bağlılık, Türk tarihine, geleneğine, Cumhuriyet ve Demokrasiye içtenlikle bağlılık, Türk dil, kültür ve uygarlığına kalbi bağlılık, Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâplarına, insanlık idealine bağlılık, Yüce yaratıcı ve yegâne yol gösterici olan Allah’a imanla bağlılık, Lâiklik ilkesine, insan hakları, adalet ve hukuka saygı.
Türk Milleti: Adam gibi adam, insan gibi insan olmak, şerefli, saygın, onurlu-sorumlu, ilkeli, namuslu, dürüst ve üretici bir “yaşam biçimi” oluşturmak, bu yaşam biçim ve düzeyini özenle korumak, yükseltmek ve geliştirmek zorunda ve durumundadır.
Yararlanılan kaynaklar ve katkılar: (1) Fazıl AGİŞ, (2) Yalçın KOÇAK
DİKKAT!.. Yazışmalar için e.POSTA: gercek.demokrat@hotmail.com
Türk Milleti: Adam gibi adam, insan gibi insan olmak, şerefli, saygın, onurlu-sorumlu, ilkeli, namuslu, dürüst ve üretici bir “yaşam biçimi” oluşturmak, bu yaşam biçim ve düzeyini özenle korumak, yükseltmek ve geliştirmek zorunda ve durumundadır.
Yararlanılan kaynaklar ve katkılar: (1) Fazıl AGİŞ, (2) Yalçın KOÇAK
DİKKAT!.. Yazışmalar için e.POSTA: gercek.demokrat@hotmail.com
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder