DİN ŞUURU,
DİNAYET VE
İLİM’LE AMEL
Mustafa Nevruz SINACI
Süratle
paralize olan, İnsan Hakları, Adalet Ahlâkı ve Hukuk yönünden sürekli değer
kaybeden İslâm toplumu için; En önemli, en stratejik kurum şüphesiz (din
öğreticisi anlamına gelen diyanet değil) DİNAYET; Din ve Âyet İşleri Başkanlığı
ya da Milli Müftülüktür.
Osmanlı Devleti’nde “Din ve Ayet
İşleri” bütün İslâm ülkeleri ile azınlık mezheplerini kapsar biçimde din işleri
Meşihat Makamlığı'nca Devlet Reisi Halife adına Şeyhülislam eliyle yürütülürdü.
1920’de kurulan Meclis Hükümetince Meşihat, Şeriyye ve Evkaf Vekâleti adıyla
müstakil bir bakanlık olarak teşkil edildi. Hilâfet kurumu Lozan sonuçlanıncaya
kadar (1924) sürdü. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından (1923) sonra anlaşma
hükümleri istikametinde, azınlıklar dâhil bütün din teşkilâtı yeniden
düzenlendi. “Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması
gereğinden hareketle” 03 Mart 1924 tarihinde, müstakil Şer'iye ve Evkaf
Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) ilga edilip yerine; 429 sayılı
Kanunla, Başbakanlık bütçesine dâhil ve doğrudan “Başbakanlığa bağlı” Dinayet
İşleri Reisliği kuruldu.
Ayrıca, ola
ki saltanat ve halifelik iddiasında bulunmasınlar diye Hilâfet; “TBMM Şahsiyeti
Maneviyesinde Mündemiç Olmak Kaydı Şartı” ile Hanedan elinden alındı. 5 Mart
1924’de de son Halife Abdülmecit ve ailesi; malları müsadere edilerek sürgün
edildi.
Akabinde Millî Mücadele
yıllarında büyük hizmetler vermiş, idarî tecrübesi ile maruf, Ankara Müftüsü
Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1 Nisan 1924’de Dinayet İşleri Reisliğine
atandı. Kendisine en yüksek devlet memuru maaşı bağlandı. Diğer bakanlara
verilen “kırmızı plakalı bir makam aracı” tahsis edildi ve protokolde en ön
sıralarda yer aldı.
Dinayet İşleri’nin merkez
teşkilatı, kuruluşunun ilk yıllarında Müşavere Heyeti, İdare ve Sicil
Müdüriyeti, Müessesatı Diniye Müdüriyeti, Evrak Müdüriyeti ve Levazım
Müdüriyeti birimlerinden oluşturulmuştu. 1927’de Tetkiki Mesahif Reisliği
(Mushafları İnceleme Kurulu) ile Teberrukât Heyeti Reisliği (bağışları
denetleme kurulu) birimleri teşkil edildi. Atatürk’ün öldürülmesinden sonra da
5 Temmuz 1939 tarihinde kabul edilen 3665 sayılı kanunla bir Reis Muavinliği
ihdas edildi. 4 Haziran 1935 kabul ve 22 Haziran 1935 yürürlük tarihli 2800 sayılı
"Diyanet (!) İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun",
ilk teşkilat kanunu oldu.
2800 sayılı kanunla teşkilat
yapısı düzenlenen ve 11 Kasım 1937 tarih ve 7647 sayılı kararname ile yürürlüğe
konan "Diyanet İşleri Reisliği Vazifelerini Gösterir Nizamname” ile
1939-1950 döneminde yaşanan elim vukuatlar, men ve müdahaleler hariç olmak
üzere, 1927 yılında oluşturulan yapı, 1950 yılına kadar sürdürülmüş olup, 20
Nisan 1950’de DP’nin ısrarlı talepleri karşısında iktidarca
yürürlüğe konulan 5634 sayılı Kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı günün
şartlarına göre yeniden düzenlenerek: ‘Hayrat Hademesi’ ile ‘Yayın Müdürlüğü’
adı ile 2 yeni müdürlük kuruldu. İlk kez "Gezici Vaizlik" ihdas
edilerek atamalar yapıldı. Son olarak: 1951’de, ‘Dini Yayınlar Döner Sermaye
Saymanlığı’ kuruldu.
1961 Anayasası (Md.154) Diyanet
İşleri Başkanlığı'nı “sıradan” bir Anayasal kurum olarak düzenledi. Genel idare
içine aktardığı kurumun, özel kanunla belirlenen bazı görevleri yerine
getirmesi öngörüldü!... Geleneksel uygulamaların tamamı ile kuruma özellik,
özerklik ve ayrıcalık tanıyan bütün mevzuat işlemez hale getirildi. Anayasa’nın
öngördüğü yönde 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı "Diyanet İşleri
Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun" ile yeniden düzenlendi.
30 Nisan 1979 tarihinde yürürlüğe giren 26 Nisan 1976 tarih ve 1982 sayılı
Kanunla 633 Sayılı ‘Kuruluş ve Görevler’ ile ilgili yasada değişiklik
yapılarak, yegâne olumlu icraat babından kurumun yurt dışında da
teşkilatlanması sağlandı ise de;, Bu yasa, Anayasa Mahkemesi'nin 18.02.1979
tarih ve E.1979/25,K.1979/46 sayılı kararı ile iptal edildi. İptal sonucu
633 sayılı Kanunun 1982 sayılı Kanunla değişen maddeleri yürürlükten kalktı ve
657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile çeşitli kanun ve KHK’ler, mer-i 633 sayılı
Kanunun bazı maddelerini hükümsüz kıldı.”
Böylece Atatürk’ün, olağanüstü
önem ve ağırlığına binaen Genel Kurmay Başkanlığı ile eş zamanlı olarak kurduğu
“DİN-AYET İşleri Başkanlığı” sürekli taciz ve rencide edildi.
GAFLET,
HIYANET
VE BELÂDA TEKERRÜR!..
Mustafa Nevruz
SINACI
Ancak, 1 Temmuz 2010 kabul
tarih ve 6002 sayılı yasa ile öncelikle (sözde) iptalden doğan boşluğun
giderilmesi amaçlanırken; aynı zamanda, toplumumuz açısından son derece önemli
görevleri yerine getiren Diyanet İşleri Başkanlığının teşkilat yapısının çağın
gerekleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi olduğu açıklandı.
Halka gösterilen parlak fotoğraf
ve aydınlık gelecek vaadinin fütursuz bir yalan ve din ticareti yatırımı olduğu
pek çabuk ortaya çıktı. Doğu ve G. Doğu Anadolu illerine bine yakın mele
ataması yapıldı. Mele’ler, imam ve Kur'an öğreticisi olarak görev yapacak. Mele
Kürtçe bir kelime, Türkçesi ‘imam’, aynı zamanda 'molla' kelimesinin de
eşanlamlısı biçiminde kabul ediliyor. Doğu ve Güneydoğu’da (illegal) varlığını koruyan
medreselerde yetişiyorlar. Maksat Kürtçeyi camiye resmen sokarak fitne, fesat
ve tefrikayı destekleyip beslemek..
1961 Anayasasında Diyanet İşleri
Başkanlığının genel idare içinde yer alarak özel kanunla kaim görevleri yerine
getireceği hüküm altına alınmıştı. 1982 Anayasa’sının 136. maddesi ise:
“Diyanet İşleri Başkanlığı, genel idare içinde yer alan bir kamu kurumu olup,
'laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında
kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda
gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür” biçiminde ileri, açık, net
ve makul hükümler getirdi.
Mezkür kanunda bu görevler,
'İslâm dininin ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili hususatı yürütmek,
din konusunda toplumu aydınlatmak ve mabetleri yönetmek'
şeklinde belirlenmiş olmakla; Atatürk zamanında mükemmel bir surette uygulanan,
vefatından sonra (misyonerlik lehine) tedricen yürürlükten kaldırılan;,
Müteakip süreçte ise başkanlığın görev ve yetkileri ile uyması gereken kıstaslar
sıkı sıkıya belirlenip, belirtilerek; siyasetin güdümüne sokulmuştur.
Şu halde Başkanlık, yurtiçi ve
yurtdışındaki vatandaş, soydaş ve dindaşlarımıza İslâm Dininin
orijinal/objektif emir, maksat ve yasakları doğrultusunda hizmette sıkıntı
yaşamakta; Durum ve konum itibarıyla üzerine düşen görevleri yerine
getirebilmek ve daha iyi bir hizmet sunabilmek uğruna fevkalâde zorlandığı
gözlenmektedir. Öyle ki, zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığının
dönme-devşirme, kripto, mason, misyoner ve hatta veledi zina bir bakan’a bile
bağlandığı vakidir. Umarım bundan böyle, Atatürk döneminde olduğu gibi Diyanet
İşleri nevi şahsına münhasır olarak özerkleştirilir, gaflet, dalâlet ve hıyanet
önlenerek İslâmi uyanış, arı-duru şuur, “ilim ve amelde (eylem ve söylemde)
bir” oluşun yolları açılır…
Mevcut haliyle Diyanet; Objektif ve reel anlamda ‘Din ve vicdan hürriyeti,
ibadet ve ahlâk’ bağlamında: ‘İnsanların diledikleri gibi inanma ve inandıkları
gibi yaşama’ özgürlüğü demek olan ‘lâiklik’ ikileminde bile atıl, aciz, güçsüz,
etkisiz ve zayıf kalmaktadır. Üstelik de, tüm kapitalist-emperyalist, insanlık
düşmanı sapkın, hırsız, bedevi ülke ekseriyeti din devleti olup; Halifelik
(Papalık) ve Şeriat hâkimken; Başta Türkiye olmak üzere, sözde medeni İslâm
devletlerinin hiçbirinde “şerait” (evrensel hukuk) hak, adalet ve demokrasi
geçerli değildir!..
En başta
mason/ate unsurları, kök faktör Yahudiler ve diğer gayrimüslimler ile fanatik
paganlar “İslâmi ve İnsanî yönetim” olgusuna şiddetle karşı çıkmakta; Muhtemel
bir İslâmi modelin hayata geçme ihtimaline karşı her türlü önleyici tedbir
alınmakta; Bu uğurda NBC, hatta konvansiyonel savaştan bile kaçınılmamaktadır.
El Kaide, Saddam, Eset, Suud, Çrna Ruka, Megalo İdea, Çetnik ve Asala menfurlarını
bunlar kurdular. İnsanlık dışı yöntemlerle NATO ve BM’i alet ederek lâğım
çukurlarını idare, idame, ikame ve finanse edip, her daim lojistik destekle;
nihayet pis, iğrenç ve korkunç emelleri uğruna ‘vahşi yaratık’ kullanmaktan
utanmaz ve çekinmezler. Üstelik yeryüzünde insan hakları, adalet ve ileri
demokrasi havarisi gibi dolaşıp, Müslüman soykırımlarını organize eden de bu
ikiyüzlü mürai melânetlerdir.
Şu anda, haksız yere potansiyel “fundamentalist” ve “cihat” yanlısı olarak
suçlanan İslâm ülkelerinde kargaşa, iç savaş var. Srebrenica’da nasıl Müslüman
katliam ve soykırımı BM yaptı ise, Nyanmar ve Suriye’de de aynısı icra
edilmektedir. Şemdinli kalkışmasında BM ve NATO teyakkuz halinde idi. Asala bir
bayrak diksin de, anında duruma el koyalım diye!..
BÜYÜK UTANÇ,
İSLÂM’A İHANET
VE REZİLLİK
Mustafa Nevruz SINACI
BOP’la, BİP’le tahrik ve taciz
olunan İslâm; Alçakça, kalleşçe ve hunharca soykırıma uğratılan, ihanete maruz
kalarak helâk olan Müslüman.. Toplantılarında İngilizce konuşulacak kadar
insanlık ve İslâm dışı “İslâm Konferansı Örgütü” vahşet, soykırım ve dalâlete
seyirci!..
Oysa köktendincilik adını
verdikleri, esasta kendi güdümlerindeki bir akım, özellikle masonlar, Musevilik
ve Hıristiyanlığa özgüdür. Zira tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar Engizisyon
Mahkemeleri, kitle imha fırınları ve ölüm çukurları kurmamıştır. Bu cihetle,
Türk Milleti ve İslâm ümmetine katliam, soykırım, zorunlu göç gibi yalan ve
iftiralar, tefrika isnat edenler; Kesinlikle ajan provakatör, dönme-devşirme,
kripto ve zina ürünü bedhahlar olup; Bu hain furya, dış güdüm ve misyoner
saldırıları karşısında diyanet ve hükümet aciz kalmakta!..
Hakikatte bu bir sahtekârlık, hukuk-u düvel ihlâli ve Müslümanların hakkını
gasp, irtikap, insan hakları, adalet ve hukuk düşmanlığı; Dahası tam bir
despotluktur. Zira başta ABD, İngiltere ve İsrail, pagan-muharref İsevi-Musevi
düzleminde yer alan “mafya ve çete” organizasyonlarının nezaretinde şeriatla
yönetilmektedirler..
Bu şer,
şeamet ve şeytanla ortaklık Atatürk tarafından çok iyi bilindiği ve kavrandığı
içindir ki; İlk Dinayet Teşkilâtı Lozan öncesi çok güçlü, alanında hâkim ve
başvekâlete bağlı “özerk bir kurum olarak” teşkil ettirilmiştir. Ancak, 24
Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasından sonra; (?) 3 Mart 1924’de cebren,
baskı, dayatma ve hileyle tenzile maruz kalmıştır. Lozan antlaşmasını müteakip
revize edilmesinin nedeni: Başta İngilizler ve ABD olmak üzere, bütün
galiplerin “Yeni TC, kesinlikle halifeliği ilga etmeli ve bir ikame teşkilât dahi
kurmaya teşebbüs etmemelidir” biçimindeki domuzluktan gelen düşmanlık
yüzündendir.
Zaten,
malum ve meşhur “şark raporu’nun” amacı da bu değimli idi. İslâm’ı ilga!...
Diyanetin bakiyesi de zaten, Atatürk sayesinde mümkün ve kabil olabilmiştir.
Kaldı ki, azınlık Kiliseleri ve Yahudi Havralarının statüsü bile Lozan’da
belirlendi.
Hal böyle olunca; Bu elbette bir prematüre doğum veya başka bir anlatımla daha
yürümeye bile başlamadan, alçakça bir saldırıya maruz kalmaktır. Dinayet İşleri
Başkanlığı (ilk adı), Lozan’la dizayn edilen yeni din hayatı içinde “mümkün
olan en iyi biçimde” teşkil edildi, teşkilâtlandı ve işlevini; Atatürk
döneminde mükemmel bir surette yerine getirdi.
Fakat,
Atatürk’ün katledilmesinden itibaren, hiçbir şey eskisi gibi
olmadı!...
Hani
kinâyeten cahil, gafil veya maniple bir kesim “dinler arası diyalog” nam menfur
bir furya başlatmıştı da; Böylece, önce Âyet, (Kur-an), sonra Hâdis (Cenabı
Peygamberin söz, vasiyet, emanet ve âlemlere rahmet, insanlığa örnek yaşamı)
İcma, İçtihat ve Kıyas-ı Fukaha bir kenara atılıp; Ashabı Kiram, Ashabı Güzin,
Evlâdı Resul ve Asrı Sâadet imamlarının “arı-duru, saf ve samimi, tertemiz din
yolu: Ehli sünnet ve’l cemaat” akaidi yok sayılıvermişti..
Eş
zamanda Âl-i İmran Suresinin 19. âyeti kısmen hutbelerden kaldırıldı. Rabbin,
kul hakkı dâhil, af-mağfiret kapılarının tümüyle açık olduğu yalanı yayıldı.
Akabinde Vahhabilik benzeri bir “light/yumuşak” İslâm akımı aldı yürüdü. Bu
arada kâfir Amerika “Furkan” adlı, sözde hakiki Kur-an’ı piyasaya sürdü. Furkan
aşkıyla 5 Milyonu aşkın Müslüman katledildi.
Diğer
taraftan AB müktesebatına göre misyonerlik, yasal güvence altına alınıp, faili
katli vacip zina suç olmaktan çıkartılırken; Başta Avrupa olmak üzere, dünyanın
her tarafında “irşâd” faaliyetlerine despotik önlemler getirildi. AB’de, özel
konut dışında Türkçe konuşmak men edildi. Camilere ‘minare’ yapma yasağı
katılaştı, minareden “hoparlörle ezan okumak” bütün Vahşi Batı ve eski SSCB
hinterlandında Azerbaycan ve Bosna Hersek dâhil “alçakça ve düşmanca”
yasaklandı. Bunların hiçbirine TC diyanet kurumu karşı çıkmadı veya
çıkamadı!...
Diyanet,
bir defa bile; “AB’ye karşıyız” diyebilme yürekliliğini gösteremedi!..
Özellikle
İslâm’a ve insana zıt olmasına; akıl, adalet, ilim, hukuk, ahlâk, özgürlük ve egemenliğe aykırı
menfur dayatmalara maruz kalınmasına rağmen ‘domuzlaşmış’ bir karakterle AB
kapılarında pineklemeyi sürdürmek, apaçık bir sorumsuzluk, aymazlık, onursuzluk ve dinsizliktir.
Diyanet bu süreçte: "Aziz ve Kadim Türk Milleti, İslâm Ümmeti, İyi İnsan, Namuslu, Dürüst, Onurlu, Sorumlu ve İyi Vatandaşlarımızın" boy hedefi, ağlama duvarı ve günah keçisi oldu. Ancak, bütün haklı, hukuki, yerinde ve doğru tepkilere rağmen, Politik ACI’lar, batı
yalakalığı, her daim zebunu oldukları hırs, ihtiras ve muhtemelen menfaatleri uğruna her kepazeliğe (görüntü ve menfur kutlamalara bakılırsa) isteyerek, keyifle katlandılar?!... İşte bunlara lânet olsun ve Rabbin Kahhar ismi şerifi mucibi kahrolsunlar inşâllah...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder