5 Ağustos 2013 Pazartesi

din şuuru, diyanet ve ilimle amel; gaflet, hıyanet ve belâda tekerrür; büyük utanç, İslâm'a ihanet ve rezillik...

DİN ŞUURU, 
DİNAYET VE İLİM’LE AMEL
Mustafa Nevruz SINACI
            Süratle paralize olan, İnsan Hakları, Adalet Ahlâkı ve Hukuk yönünden sürekli değer kaybeden İslâm toplumu için; En önemli, en stratejik kurum şüphesiz (din öğreticisi anlamına gelen diyanet değil) DİNAYET; Din ve Âyet İşleri Başkanlığı ya da Milli Müftülüktür.
Osmanlı Devleti’nde “Din ve Ayet İşleri” bütün İslâm ülkeleri ile azınlık mezheplerini kapsar biçimde din işleri Meşihat Makamlığı'nca Devlet Reisi Halife adına Şeyhülislam eliyle yürütülürdü. 1920’de kurulan Meclis Hükümetince Meşihat, Şeriyye ve Evkaf Vekâleti adıyla müstakil bir bakanlık olarak teşkil edildi. Hilâfet kurumu Lozan sonuçlanıncaya kadar (1924) sürdü. Lozan Antlaşmasının imzalanmasından (1923) sonra anlaşma hükümleri istikametinde, azınlıklar dâhil bütün din teşkilâtı yeniden düzenlendi. “Din hizmetlerinin politikanın dışında ve üstünde tutulması gereğinden hareketle” 03 Mart 1924 tarihinde, müstakil Şer'iye ve Evkaf Vekâleti (Din İşleri ve Vakıflar Bakanlığı) ilga edilip yerine; 429 sayılı Kanunla, Başbakanlık bütçesine dâhil ve doğrudan “Başbakanlığa bağlı” Dinayet İşleri Reisliği kuruldu. 
            Ayrıca, ola ki saltanat ve halifelik iddiasında bulunmasınlar diye Hilâfet; “TBMM Şahsiyeti Maneviyesinde Mündemiç Olmak Kaydı Şartı” ile Hanedan elinden alındı. 5 Mart 1924’de de son Halife Abdülmecit ve ailesi; malları müsadere edilerek sürgün edildi.    
Akabinde Millî Mücadele yıllarında büyük hizmetler vermiş, idarî tecrübesi ile maruf, Ankara Müftüsü Börekçizade Mehmet Rıfat Efendi, 1 Nisan 1924’de Dinayet İşleri Reisliğine atandı. Kendisine en yüksek devlet memuru maaşı bağlandı. Diğer bakanlara verilen “kırmızı plakalı bir makam aracı” tahsis edildi ve protokolde en ön sıralarda yer aldı.
Dinayet İşleri’nin merkez teşkilatı, kuruluşunun ilk yıllarında Müşavere Heyeti, İdare ve Sicil Müdüriyeti, Müessesatı Diniye Müdüriyeti, Evrak Müdüriyeti ve Levazım Müdüriyeti birimlerinden oluşturulmuştu. 1927’de Tetkiki Mesahif Reisliği (Mushafları İnceleme Kurulu) ile Teberrukât Heyeti Reisliği (bağışları denetleme kurulu) birimleri teşkil edildi. Atatürk’ün öldürülmesinden sonra da 5 Temmuz 1939 tarihinde kabul edilen 3665 sayılı kanunla bir Reis Muavinliği ihdas edildi. 4 Haziran 1935 kabul ve 22 Haziran 1935 yürürlük tarihli 2800 sayılı "Diyanet (!) İşleri Reisliği Teşkilat ve Vazifeleri Hakkında Kanun", ilk teşkilat kanunu oldu.
2800 sayılı kanunla teşkilat yapısı düzenlenen ve 11 Kasım 1937 tarih ve 7647 sayılı kararname ile yürürlüğe konan "Diyanet İşleri Reisliği Vazifelerini Gösterir Nizamname” ile 1939-1950 döneminde yaşanan elim vukuatlar, men ve müdahaleler hariç olmak üzere, 1927 yılında oluşturulan yapı, 1950 yılına kadar sürdürülmüş olup, 20 Nisan 1950’de DP’nin ısrarlı talepleri karşısında iktidarca yürürlüğe konulan 5634 sayılı Kanunla Diyanet İşleri Başkanlığı günün şartlarına göre yeniden düzenlenerek: ‘Hayrat Hademesi’ ile ‘Yayın Müdürlüğü’ adı ile 2 yeni müdürlük kuruldu. İlk kez "Gezici Vaizlik" ihdas edilerek atamalar yapıldı. Son olarak: 1951’de, ‘Dini Yayınlar Döner Sermaye Saymanlığı’ kuruldu.
1961 Anayasası (Md.154) Diyanet İşleri Başkanlığı'nı “sıradan” bir Anayasal kurum olarak düzenledi. Genel idare içine aktardığı kurumun, özel kanunla belirlenen bazı görevleri yerine getirmesi öngörüldü!... Geleneksel uygulamaların tamamı ile kuruma özellik, özerklik ve ayrıcalık tanıyan bütün mevzuat işlemez hale getirildi. Anayasa’nın öngördüğü yönde 22 Haziran 1965 tarih ve 633 sayılı "Diyanet İşleri Başkanlığı Kuruluş ve Görevleri Hakkında Kanun" ile yeniden düzenlendi. 30 Nisan 1979 tarihinde yürürlüğe giren 26 Nisan 1976 tarih ve 1982 sayılı Kanunla 633 Sayılı ‘Kuruluş ve Görevler’ ile ilgili yasada değişiklik yapılarak, yegâne olumlu icraat babından kurumun yurt dışında da teşkilatlanması sağlandı ise de;, Bu yasa, Anayasa Mahkemesi'nin 18.02.1979 tarih ve E.1979/25,K.1979/46 sayılı kararı ile iptal edildi. İptal sonucu 633 sayılı Kanunun 1982 sayılı Kanunla değişen maddeleri yürürlükten kalktı ve 657 sayılı Devlet Memurları Kanunu ile çeşitli kanun ve KHK’ler, mer-i 633 sayılı Kanunun bazı maddelerini hükümsüz kıldı.”
Böylece Atatürk’ün, olağanüstü önem ve ağırlığına binaen Genel Kurmay Başkanlığı ile eş zamanlı olarak kurduğu “DİN-AYET İşleri Başkanlığı” sürekli taciz ve rencide edildi.
GAFLET, HIYANET 
VE BELÂDA TEKERRÜR!..
Mustafa Nevruz SINACI
Ancak, 1 Temmuz 2010 kabul tarih ve 6002 sayılı yasa ile öncelikle (sözde) iptalden doğan boşluğun giderilmesi amaçlanırken; aynı zamanda, toplumumuz açısından son derece önemli görevleri yerine getiren Diyanet İşleri Başkanlığının teşkilat yapısının çağın gerekleri doğrultusunda yeniden şekillendirilmesi olduğu açıklandı.
Halka gösterilen parlak fotoğraf ve aydınlık gelecek vaadinin fütursuz bir yalan ve din ticareti yatırımı olduğu pek çabuk ortaya çıktı. Doğu ve G. Doğu Anadolu illerine bine yakın mele ataması yapıldı. Mele’ler, imam ve Kur'an öğreticisi olarak görev yapacak. Mele Kürtçe bir kelime, Türkçesi ‘imam’, aynı zamanda 'molla' kelimesinin de eşanlamlısı biçiminde kabul ediliyor. Doğu ve Güneydoğu’da (illegal) varlığını koruyan medreselerde yetişiyorlar. Maksat Kürtçeyi camiye resmen sokarak fitne, fesat ve tefrikayı destekleyip beslemek..
1961 Anayasasında Diyanet İşleri Başkanlığının genel idare içinde yer alarak özel kanunla kaim görevleri yerine getireceği hüküm altına alınmıştı. 1982 Anayasa’sının 136. maddesi ise: “Diyanet İşleri Başkanlığı, genel idare içinde yer alan bir kamu kurumu olup, 'laiklik ilkesi doğrultusunda, bütün siyasi görüş ve düşünüşlerin dışında kalarak ve milletçe dayanışmayı ve bütünleşmeyi amaç edinerek özel kanununda gösterilen görevleri yerine getirmekle yükümlüdür” biçiminde ileri, açık, net ve makul hükümler getirdi.
Mezkür kanunda bu görevler, 'İslâm dininin ibadet ve ahlâk esasları ile ilgili hususatı yürütmek, din konusunda toplumu aydınlatmak ve mabetleri yönetmek' şeklinde belirlenmiş olmakla; Atatürk zamanında mükemmel bir surette uygulanan, vefatından sonra (misyonerlik lehine) tedricen yürürlükten kaldırılan;, Müteakip süreçte ise başkanlığın görev ve yetkileri ile uyması gereken kıstaslar sıkı sıkıya belirlenip, belirtilerek; siyasetin güdümüne sokulmuştur.
Şu halde Başkanlık, yurtiçi ve yurtdışındaki vatandaş, soydaş ve dindaşlarımıza İslâm Dininin orijinal/objektif emir, maksat ve yasakları doğrultusunda hizmette sıkıntı yaşamakta; Durum ve konum itibarıyla üzerine düşen görevleri yerine getirebilmek ve daha iyi bir hizmet sunabilmek uğruna fevkalâde zorlandığı gözlenmektedir. Öyle ki, zaman zaman Diyanet İşleri Başkanlığının dönme-devşirme, kripto, mason, misyoner ve hatta veledi zina bir bakan’a bile bağlandığı vakidir. Umarım bundan böyle, Atatürk döneminde olduğu gibi Diyanet İşleri nevi şahsına münhasır olarak özerkleştirilir, gaflet, dalâlet ve hıyanet önlenerek İslâmi uyanış, arı-duru şuur, “ilim ve amelde (eylem ve söylemde) bir” oluşun yolları açılır…   
            Mevcut haliyle Diyanet; Objektif ve reel anlamda ‘Din ve vicdan hürriyeti, ibadet ve ahlâk’ bağlamında: ‘İnsanların diledikleri gibi inanma ve inandıkları gibi yaşama’ özgürlüğü demek olan ‘lâiklik’ ikileminde bile atıl, aciz, güçsüz, etkisiz ve zayıf kalmaktadır. Üstelik de, tüm kapitalist-emperyalist, insanlık düşmanı sapkın, hırsız, bedevi ülke ekseriyeti din devleti olup; Halifelik (Papalık) ve Şeriat hâkimken; Başta Türkiye olmak üzere, sözde medeni İslâm devletlerinin hiçbirinde “şerait” (evrensel hukuk) hak, adalet ve demokrasi geçerli değildir!..
            En başta mason/ate unsurları, kök faktör Yahudiler ve diğer gayrimüslimler ile fanatik paganlar “İslâmi ve İnsanî yönetim” olgusuna şiddetle karşı çıkmakta; Muhtemel bir İslâmi modelin hayata geçme ihtimaline karşı her türlü önleyici tedbir alınmakta; Bu uğurda NBC, hatta konvansiyonel savaştan bile kaçınılmamaktadır. El Kaide, Saddam, Eset, Suud, Çrna Ruka, Megalo İdea, Çetnik ve Asala menfurlarını bunlar kurdular. İnsanlık dışı yöntemlerle NATO ve BM’i alet ederek lâğım çukurlarını idare, idame, ikame ve finanse edip, her daim lojistik destekle; nihayet pis, iğrenç ve korkunç emelleri uğruna ‘vahşi yaratık’ kullanmaktan utanmaz ve çekinmezler. Üstelik yeryüzünde insan hakları, adalet ve ileri demokrasi havarisi gibi dolaşıp, Müslüman soykırımlarını organize eden de bu ikiyüzlü mürai melânetlerdir.
            Şu anda, haksız yere potansiyel “fundamentalist” ve “cihat” yanlısı olarak suçlanan İslâm ülkelerinde kargaşa, iç savaş var. Srebrenica’da nasıl Müslüman katliam ve soykırımı BM yaptı ise, Nyanmar ve Suriye’de de aynısı icra edilmektedir. Şemdinli kalkışmasında BM ve NATO teyakkuz halinde idi. Asala bir bayrak diksin de, anında duruma el koyalım diye!.. 
BÜYÜK UTANÇ, 
İSLÂM’A İHANET VE REZİLLİK
Mustafa Nevruz SINACI
BOP’la, BİP’le tahrik ve taciz olunan İslâm; Alçakça, kalleşçe ve hunharca soykırıma uğratılan, ihanete maruz kalarak helâk olan Müslüman.. Toplantılarında İngilizce konuşulacak kadar insanlık ve İslâm dışı “İslâm Konferansı Örgütü” vahşet, soykırım ve dalâlete seyirci!..
Oysa köktendincilik adını verdikleri, esasta kendi güdümlerindeki bir akım, özellikle masonlar, Musevilik ve Hıristiyanlığa özgüdür. Zira tarihin hiçbir döneminde Müslümanlar Engizisyon Mahkemeleri, kitle imha fırınları ve ölüm çukurları kurmamıştır. Bu cihetle, Türk Milleti ve İslâm ümmetine katliam, soykırım, zorunlu göç gibi yalan ve iftiralar, tefrika isnat edenler; Kesinlikle ajan provakatör, dönme-devşirme, kripto ve zina ürünü bedhahlar olup; Bu hain furya, dış güdüm ve misyoner saldırıları karşısında diyanet ve hükümet aciz kalmakta!..
            Hakikatte bu bir sahtekârlık, hukuk-u düvel ihlâli ve Müslümanların hakkını gasp, irtikap, insan hakları, adalet ve hukuk düşmanlığı; Dahası tam bir despotluktur. Zira başta ABD, İngiltere ve İsrail, pagan-muharref İsevi-Musevi düzleminde yer alan “mafya ve çete” organizasyonlarının nezaretinde şeriatla yönetilmektedirler..
            Bu şer, şeamet ve şeytanla ortaklık Atatürk tarafından çok iyi bilindiği ve kavrandığı içindir ki; İlk Dinayet Teşkilâtı Lozan öncesi çok güçlü, alanında hâkim ve başvekâlete bağlı “özerk bir kurum olarak” teşkil ettirilmiştir. Ancak, 24 Temmuz 1923’de imzalanan Lozan Antlaşmasından sonra; (?) 3 Mart 1924’de cebren, baskı, dayatma ve hileyle tenzile maruz kalmıştır. Lozan antlaşmasını müteakip revize edilmesinin nedeni: Başta İngilizler ve ABD olmak üzere, bütün galiplerin “Yeni TC, kesinlikle halifeliği ilga etmeli ve bir ikame teşkilât dahi kurmaya teşebbüs etmemelidir” biçimindeki domuzluktan gelen düşmanlık yüzündendir.
            Zaten, malum ve meşhur “şark raporu’nun” amacı da bu değimli idi. İslâm’ı ilga!...
            Diyanetin bakiyesi de zaten, Atatürk sayesinde mümkün ve kabil olabilmiştir. 
            Kaldı ki, azınlık Kiliseleri ve Yahudi Havralarının statüsü bile Lozan’da belirlendi.
            Hal böyle olunca; Bu elbette bir prematüre doğum veya başka bir anlatımla daha yürümeye bile başlamadan, alçakça bir saldırıya maruz kalmaktır. Dinayet İşleri Başkanlığı (ilk adı), Lozan’la dizayn edilen yeni din hayatı içinde “mümkün olan en iyi biçimde” teşkil edildi, teşkilâtlandı ve işlevini; Atatürk döneminde mükemmel bir surette yerine getirdi.
            Fakat, Atatürk’ün katledilmesinden itibaren, hiçbir şey eskisi gibi olmadı!...  
            Hani kinâyeten cahil, gafil veya maniple bir kesim “dinler arası diyalog” nam menfur bir furya başlatmıştı da; Böylece, önce Âyet, (Kur-an), sonra Hâdis (Cenabı Peygamberin söz, vasiyet, emanet ve âlemlere rahmet, insanlığa örnek yaşamı) İcma, İçtihat ve Kıyas-ı Fukaha bir kenara atılıp; Ashabı Kiram, Ashabı Güzin, Evlâdı Resul ve Asrı Sâadet imamlarının “arı-duru, saf ve samimi, tertemiz din yolu: Ehli sünnet ve’l cemaat” akaidi yok sayılıvermişti..
            Eş zamanda Âl-i İmran Suresinin 19. âyeti kısmen hutbelerden kaldırıldı. Rabbin, kul hakkı dâhil, af-mağfiret kapılarının tümüyle açık olduğu yalanı yayıldı. Akabinde Vahhabilik benzeri bir “light/yumuşak” İslâm akımı aldı yürüdü. Bu arada kâfir Amerika “Furkan” adlı, sözde hakiki Kur-an’ı piyasaya sürdü. Furkan aşkıyla 5 Milyonu aşkın Müslüman katledildi.  
            Diğer taraftan AB müktesebatına göre misyonerlik, yasal güvence altına alınıp, faili katli vacip zina suç olmaktan çıkartılırken; Başta Avrupa olmak üzere, dünyanın her tarafında “irşâd” faaliyetlerine despotik önlemler getirildi. AB’de, özel konut dışında Türkçe konuşmak men edildi. Camilere ‘minare’ yapma yasağı katılaştı, minareden “hoparlörle ezan okumak” bütün Vahşi Batı ve eski SSCB hinterlandında Azerbaycan ve Bosna Hersek dâhil “alçakça ve düşmanca” yasaklandı. Bunların hiçbirine TC diyanet kurumu karşı çıkmadı veya çıkamadı!...
            Diyanet, bir defa bile; “AB’ye karşıyız” diyebilme yürekliliğini gösteremedi!..
            Özellikle İslâm’a ve insana zıt olmasına; akıl, adalet, ilim, hukuk, ahlâk, özgürlük ve egemenliğe aykırı menfur dayatmalara maruz kalınmasına rağmen ‘domuzlaşmış’ bir karakterle AB kapılarında pineklemeyi sürdürmek, apaçık bir sorumsuzluk, aymazlık, onursuzluk ve dinsizliktir. 
Diyanet bu süreçte: "Aziz ve Kadim Türk Milleti, İslâm Ümmeti, İyi İnsan, Namuslu, Dürüst, Onurlu, Sorumlu ve İyi Vatandaşlarımızın" boy hedefi, ağlama duvarı ve günah keçisi oldu. Ancak, bütün haklı, hukuki, yerinde ve doğru tepkilere rağmen, Politik ACI’lar, batı yalakalığı, her daim zebunu oldukları hırs, ihtiras ve muhtemelen menfaatleri uğruna her kepazeliğe (görüntü ve menfur kutlamalara bakılırsa) isteyerek, keyifle katlandılar?!... İşte bunlara lânet olsun ve Rabbin Kahhar ismi şerifi mucibi kahrolsunlar inşâllah...

Hiç yorum yok: