BU SEÇİM (!)
ADİL DEĞİL!..
ÜSTELİK GİDİŞAT
ŞAİBELİ
Mustafa
Nevruz SINACI
Milletten
özellikle gizlenen bir hakikat olması nedeniyle; Şurası mutlaka bilinmelidir
ki, Osmanlı Devleti’nde yapılan bütün seçimler ile Türkiye Cumhuriyeti
kurulduktan sonra 5 Haziran 1946’ya kadar vaki seçimlerin tamamı iki
derecelidir. Sistemin esası: Cumhuriyetten önce, tıpkı Amerika’daki uygulama
gibi; Birinci derece seçimde, sınırlı sayıda seçmen ile aday, ‘hiçbir aracı ve
etki unsuru olmaksızın’ yargı gözetiminde karşı karşıya gelir. Sadece bir asil
ve bir yedek delege için “daraltılmış birim alan çerçevesinde” seçim yapılır. Sistemde
her 500 seçmen, adeta yüz yüze gelerek bizzat delege adaylarını belirler ve
sonuçta 1 asıl (bir yedek) delege seçilerek ilk aşama tamamlanır. İkinci
derecede: (ABD örneğinde olduğu gibi) Kendi aralarından (veya Osmanlıda Ehli
Vukuf bir seçici kurul tarafından) vekil tespiti yoluna gidilerek seçimler
tamamlanır ve her derece/düzey seçim bu delegeler arasından yapılır.
Cumhuriyetten
sonra uygulanan iki dereceli sistem ise, İslâm’da Devlet İdaresi’ne dair
kaynaklarda öngörülen (Medeni Siyaset) sistemindeki ‘şûra usulünü’
andırmaktadır. Özellikle Mustafa Kemal Atatürk zamanında; Önce vilâyet halkı
kendi aralarından emin/âlim, mutemet, akil ve mütekâmil zevatı belirler. Bir
nevi, ön seçimle belirlenen isimler Ankara’ya bildirilir; Ankara, önerilen
isimler arasından seçim/tespit ve vekil atama işlemini yapardı. Bu uygulama çok
mükemmel bir sistem idi; Bilhassa Atatürk döneminde, dünyanın en kaliteli, onur-erdem
ve sorumluluk sahibi Millet Meclisi Türkiye Cumhuriyeti nezdinde kurulurdu.
Eğer
dikkatlice bir gözlem, inceleme ve araştırma yapılırsa görülecektir ki:, 11
Kasım 1938 karşı devriminden itibaren meclise dâhil edilenler ile 27 Mayıs
1960’tan sonra gelenler arasında: Hırsızlık, yolsuzluk, iş takipçiliği,
afyon-esrar kaçakçılığı, rüşvet-iltimas, ayırma ve kayırma suçluları ile
anarşi-terör, tedhiş dâhil olmak üzere aşağı-yukarı her mazarrattan zanlı,
mücrim, sabıkalı ve dahi mahkûm bulmak mümkündür. Ama Atatürk ile tarihi ve
kadim D.P. dönemlerinde böyle yaygın,
salgın bir yüz karası, utanç mahlûkatı çok nadirdendir.
Literatürde
II. Cumhuriyet denilen 1938 – 1950 döneminde yaşanan bozulum, istismar ve
deformasyonun sebebi CHP ve İsmet İnönü’dür. Eylem bazında: 150’likler denilen “vatana
ihanet suçundan” vatandaşlıktan atılmışların affı; Atatürk kadrolarının Ordu
ile Kamu Kurum ve kuruluşlarından tasfiyesi; Hain başı Mustafa Suphi’den
intikal “kadrocu ve aydınlıkçıların” devlet görevlerine alınması; Yolsuzluk,
ayırma-kayırma, gasp ve hırsızlıkların yoğunlaşması!.
5
Haziran 1946’ya kadar inanılmaz bir başıbozukluk, kitlesel tek parti sömürüsü,
sulta, cunta ve diktatörlük hüküm sürer. Fakat tarihi-kadim Demokrat Parti’nin
kurulması ile bozuk düzene “DUR”
deme yürekliliği baş gösterir. Halk Partisi paniğe kapılır ve saltanatını
garanti etmek için bir takım acil kararlar alır. Bunları derhal kanunlaştırır.
Kısaca ve öz olarak:
Önce
1945’de, tek partili cunta ve diktatörlükten, çok partili demokratik sisteme
adım atılmasına ve bir “deneme yapılmasına” karar verilir. Her ne kadar ortada
bir “Siyasi Partiler Kanunu” yoksa da, Cemiyetler Kanununa göre faaliyet
gösteren bir takım teşekküller vardır. Halk Fırkasındaki derin ayrışma ve
kurmayların terki sonucu, 07 Ocak 1946 da, demokrasinin lokomotifi Demokrat
Parti kurulur. Aslında iliklerine kadar demokrasi karşıtı, fakat kendisine
verilen rol icabı “Cumhuriyetin kurucusu, koruyucusu ve demokrasi yanlısı”
görünmeye özen gösteren malum fırka, çok acele bir seçim kanunu çıkartır. 5
Haziran 1946 tarihli bu kanunla, iki dereceli seçim sistemi sona erdirilir ve
yerine “Açık Oy – Gizli Sayım” usulüne dayalı çok rezil bir “seçim düzeni”
getirilerek; Kanunun tartışılmasına bile imkân tanımadan 21 Temmuz 1946
tarihinde genel milletvekili seçiminin “ani ve baskın” biçimde ifa ve icrası
kararlaştırılır.
Netice
malum. Cumhuriyet tarihine geçen en kara leke ve tiksindirici bir utanç
vakıası.
MAKUS TALİH TEKRARLANMAK
MI İSTENİYOR?..
Aslında
bu ne ilk ve ne de son olacağa benzer. Hani 1946’da, “Türkiye’ye çok partili
sistemi getirdi” dedikleri, Cumhuriyet düşmanı bir politik organizasyon;
Demokrasi, adalet ve çok partili düzene geçilmesin diye “açık oy gizli sayım” usulü ile güya bir seçim yaptırmıştı. Sonra 14
Mayıs 1950’de millet iktidar oldu ve seçim mevzuatındaki bütün pislikleri
temizledi.
Aslında,
ismiyle müsemma olmadığı sonradan anlaşılan Adalet-Kalkınma Partisinden de aynı
beklenti vardı. Maalesef beklenen olmadı. Barajın kaldırılması; Hazine soygununun
iptali; Dar bölgeli, iki dereceli ve milli delege sistemine dayalı “namuslu,
dürüst, demokrat” seçim usulü ikame edilerek halkın ‘kendi vekilini bizzat
seçmesi’ sağlanacaktı. Olmadı!
Üstüne
üstlük:
Konya Milletvekili Atilla Kart, 1.06.2015 günlü Basın duyurusunda: “12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde; seçim suçu işledikleri sabit kişiler hakkında 2586 soruşturma açıldığını, bu soruşturmalarda yargılanan zanlı sayısının On-Bin dolayında olduğunu; Ancak, Temmuz 2012’de AKP eliyle gece yarısı çıkartılan bir düzenlemeyle bu suçluların örtülü olarak affedildiğini!.. Sonuçta yargılama dosyalarının AKP tarafından düşürüldüğünü” açıklayınca ortalık iyice karıştı.
Konya Milletvekili Atilla Kart, 1.06.2015 günlü Basın duyurusunda: “12 Eylül 2010 Anayasa Referandumu ve 12 Haziran 2011 Genel Seçimlerinde; seçim suçu işledikleri sabit kişiler hakkında 2586 soruşturma açıldığını, bu soruşturmalarda yargılanan zanlı sayısının On-Bin dolayında olduğunu; Ancak, Temmuz 2012’de AKP eliyle gece yarısı çıkartılan bir düzenlemeyle bu suçluların örtülü olarak affedildiğini!.. Sonuçta yargılama dosyalarının AKP tarafından düşürüldüğünü” açıklayınca ortalık iyice karıştı.
Bu
karmaşa içinde, 25. dönem genel parlamenter seçimlerinin yapılacağı gün geldi
çattı ve 07 Haziran çok az kaldı. Adına parti denen fakat “kitle partisi
olmakla hiçbir ilgisi, alâkası bulunmayan” teşekküllerden seçime katılma şansı
elde edenlerin tanıtım, ses kirliliği, beyin yıkama, kafa ütüleme ve propaganda
yarışı hızlandı. Radyo, gazete, TV ekranlarından yayılan ses kirliliği, cadde
ve sokakları dolduran el ilânı ve afiş çirkinliği; Hoparlörlerle çok yüksek
frekanslarda yapılan yalan bombardımanı ile kulaklara verilen zarar. Hâsılı
medeni, çevreye saygılı olmaktan uzak, insanlık dışı, dayatma ve ilkel bir
seçim rezaleti yaşanıyor.
HAZİNE YARDIMI
KEPAZELİĞİ
Bu
panayır keşmekeşinin sebebi: Halkın rıza ve muvafakatine aykırı olarak, kesinlikle
objektif norm ve adil kriterlere dayanmaksızın alınan/verilen “hazine ulufesi”.
Bu haksız ve haram parayı alan partiler, adeta çılgın mirasyediler gibi bol
keseden atıyor, işitsel ve görsel medyayı hovardaca kullanıyorlar. Buna
mukabil, asgari % 3 oyu alamayan veya % 10 barajını aşamadıkları için “tüyü
bitmemiş yetimin hakkından” nemalanamayan diğerleri lâf salatası yapamıyor. Hatıra
binaen listeledikleri “fedakâr adaylarını” ekranlarda dolaştıramıyor, çarşaf
çarşaf ilan veremiyorlar. Çok yoğun masraf ve fuzuli israf, bol avanta ve
peşkeş gerektirdiği için de açık hava toplantıları, konvoy şovları ve miting
yapamıyorlar.
ÇOK ADALETSİZ BİR YARIŞ
Bir
taraf, millet razı olmadığı halde, devletten cebren, hile ve desise ile
hortumladığı haram para ile seçim sefahatı yaparken; Diğer taraf parasızlık ve
imkânsızlıktan kırılıyor ve seçim sefaleti içinde kıvranıyor. Şöyle
bakıldığında: Önce parti sahipleri, sulta-cunta, vesayet ya da velâyet
unsurlarınca yapılan aday atama işlemi!; Azıcık olsun, kanunda öngörülmesine ve
fırsat verilmesine rağmen, “aday belirleme konusunda seçmene söz hakkı
tanınmaması”; İmkân, kaynak ve eşitliğe bütünüyle ters adaletsizlikler; Sandık
güvenliği konusunda duyulan büyük kaygılar; Fuat Avni nam bir eşhas tarafından
ısrarla yayılan 7 milyon oy’un çalınacağı söylentisi; YSK tarafından kullanılan
“Elektronik Seçim Programı” SEÇSİS’e karşı duyulan derin şüphe, alabildiğine güvensizlik,
korku-endişe ve kuşku; Haksızlığı vicdanları sızlatan ve 1983’e kadar hiç
uygulanmamış, “millet iradesine karşı
ipotek misali konulmuş” % 10’luk seçim barajı; Bunların tamamı vesayet,
emanetçilik, sulta ve cunta icadı haksızlık. Hukuksuz, etik, saydam ve adil
olmayan ahlâksız zorbalık, diretme ve dayatmalar.
Sözde
“millet iradesini, devlet idaresine taşıyacağı” iddia olunan bu yarışın
aktörleri, argümanları ve elemanları arasında millet iradesi yok. Adalet,
hakkaniyet, eşitlik ve hukuk desen hak getire! Bu nedenle şimdilerde sıkça dile
getirilen 21 Temmuz 1946 günlü 8. dönem parlamenter seçimi, bu melânet yüz
karası, kalleşlik ve komedinin düzenbazlıkları, sahtekârlık ve alçaklıkları akıllara
geliyor. İnsanlar birbirlerine: Neden? Öyleyse, siyasi partiler ve seçim
kanunları bu güne kadar düzeltilmedi? diye, derin bir hayret, merak ve
taaccüple soruyorlar…
İşte
bu gerilim, güvensizlik, baskı, dayatma ve korkularla süren bir seçim sathı
maili!..
Adalet
mi bu? Hukuk bunun neresinde? Devleti vekâleten üstlenecek, “Hak ve halk adına”
yürütecek olan “Millet iradesi” bu yaman çelişkiler içinde mi tecelli edecek.
Büyük bir demokrasi, insan hakları, adalet ve hukuk ayıbı bu!.. Ya vaktiyle
Demokrat Parti’nin yaptığı gibi, partilere kesinlikle hazineden para
verilmemeli, siyasi şirket eğilimi önlenerek “parti içi demokrasi ve kitle
partisi özelliği zorunlu kılınmalı” ve şimdilerde “hazine yardımı” namıyla yapılan
bu hortumlama, olabildiğince objektif, adaletli ve “aidat veren, gerçek,
sorumlu, aktif üye sayısına endeksli” hakkaniyetli ilkele, norm ve kriterlere
bağlanmalıdır.
Bu
insanlık dışı, adaletsiz ve haksız uygulama çok ayıp ve iğrenç. Dolayısıyla,
haksız edinimlerle elde edilen oylar da helâl değil, haram, hayırsız, onursuz,
umursuz; Kamu vicdanı yönünden şaibeli, meşruiyeti tartışmalı, haksız
kazanılmış ve gerçekte geçersiz oylardır.
DEMOKRASİ BUNUN
NERESİNDE?
Birileri,
bütün beyan, ilân, bildiri ve çağrılarında durmadan Demokrasi, İnsan hakları,
Hak, Adalet ve hukuktan bahsediyor. Oysa en başta yaptıkları seçim adil değil. Cumhuriyetin
başı durum ve konumundaki zatın, seçimlere paralel biçimde ve muhtelif açılış
bahaneleri ile meydanlara çıkması etik değil. Demokrat Parti zihniyetine göre
“eşit şartlar, eşit imkânlar ve saydam kaynaklarla” yapılması halinde seçimlerde
“millet iradesi” tecelli edebilir. Aksi halde bu sulta, cunta ve nihayet
emanet, vesayet unsurlarının kirli oyunlarından ileri geçemez. Peki, gösterin
bakalım. Şu seçim sathı mailinin neresinde adalet?, Neresinde insan hakları,
hukuk, eşitlik, eşit şartlarda yarı ve demokrasi var?.
TABANA VURMUŞ SİYASET VE
SEÇİM VAADLERİ
Geleneğe
göre: Adalet timsali, devlet idaresinde millet iradesinin mutlak tecelli biçimi
ve bütün usul ve uygulamaları ile fazilet olarak kabul edilen siyaset; Asla
yolsuzluk, haksızlık ve kanunsuzlukla birlikte anılamayacak kadar yücedir. Amma
lâkin, günümüzdeki çirkinliğin esas sebebi: 27 Mayıs 1960 darbesinden sonra
siyaset kirlenmiş, kalite taban yapmış, Politik-ACI’lar en alt düzeylere inmiş
ve adeta bir yalancılar ve talancılar mesleği haline getirilmiştir. Bu Türk milletine
hakarettir. Ayıptır, utanç ve hicap vericidir. Siyaset derhal temizlenmelidir.
SEÇMEN ŞUNU BİLMELİ Kİ
Adeta
bir açık artırımla, birbirleri ile kıyasıya yarışarak, taklitçilikle siyaset
yapanlar; Propaganda araçlarından ses; Mesnetsiz iddialar ve bu saçma
iddiaların yer aldığı broşürlerle bilgi ve çevre kirliliğine yol açan
politikacıların “millet iradesi, devlet idaresi, dürüst siyaset ve demokrasi
ile her hangi bir ilgileri alâkaları yok. Üstelik bunların % 99’u önseçim ile
değil sulta, cunta, vesayet ve emanetçi ataması ile oralarda fink atıyor.
Seçmen şunu bilmelidir: Bu seçimler kaderdir. Ülkemizin geleceğidir. Asıl olan:
Bilgi, birikim, inanç, azim, irade, sağlam karakter sahibi; Namuslu, dürüst,
onurlu, sorumlu, insan hakları adalet ve demokrasiye saygılı insanların
seçilmesidir. Bu nevi insanlar ise ancak “helâl oylarla” seçilir.
ŞİMDİ OY’LARA VE SANDIKLARA
SAHİP ÇIKMA ZAMANI
Son
olarak tekrar etmekte yarar var. Bu seçimlerde özellikle muhalefet ve
seçmenlerin çok büyük bir kesimi; Seçim sonrası oylarımız ve sandıklara bir şey
olur mu?, endişesi içinde. Daha önceki seçimlerde bu tür iddiaların gerçekleşmiş
olması ve bir şekilde seçim sonuçlarını etkilemesi seçmenlere ‘şimdi oylara ve
sandıklara sahip çıkma zamanı’ dedirtiyor. Dahası her gün yapılan anketlere
göre iktidar partisindeki oy erimesi iktidarı çıldırtıyor. Halkın korku ve endişesi
“AK Parti kaybetmemek için her şeyi yapabilir. Geçmişte de oy hırsızlıkları
olmuştu. Bu kez, herkesin daha dikkatli hareket etmesi gerekiyor” şeklinde. Bu
nedenle ve haklı olarak: “Oyuna ve sandığa sahip çık” kampanyaları yapılıyor.
Daha önceleri yapılan sahtekârlıklar ve oy hileleri bir, bir açıklanıyor, seçmen
uyarılıyor ve aydınlatılıyor. Oy çalınmaması ve sandık güvenliği için “teknik
yol ve yöntemler” hakkında bilinçlendirme çalışmaları yapılıyor.
NETİCEDE:
Çağdaş, lâik ve demokratik
bir hukuk devletinde seçimlere hile, desise ve şaibe bulaşması; Oy ve sandık çalınmasından,
elektrik kesintisinden korkulması, çok utanç vericidir. Bundan iktidar partisi,
hükümet ve YSK sorumludur. Bu rezilliğin, savunulacak bir yanı olamaz. Zira bunu
Türkiye aşmış olmalıydı. Ayrıca: Seçim suçluları ile bu tiksinç, iğrenç ve
insanlık düşmanı suçluları himaye edenler; Hukuk içinde hesap vermeye
mecburdur. Aksi takdirde sadece “seçimlerin meşruiyeti" değil; Seçilenlerin
de meşruiyeti yok hükmünde olur.
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
YORUM, ELEŞTİRİ VE KATKILAR:
FW: Güzel bir Seçim Analizi... Hikmet Ersoy // Kime: gercek.demokrat@hotmail.com Bilgi: Kaya B.
ATAMAN
Mustafa Bey,
Sanırım beni T.Forum’dan tanıyorsunuz.
Güzel bir sayfa/yazı hazırlamışsınız, maalesef
insanlarımız ümitle güzel geçecek bir seçimi bekleyecekleri yerde…
Yıllardan beri her seçim öncesi vatandaş da bir sıkıntılı
bekleyiş var..”
Acaba bu seçim adil geçecek mi..?”
Halbuki iktidarların , halkın bu endişesine karşı,
niçin yüksek sesle ortaya çıkıp “Hayır biz dürüst, mert, demokrasi
kurallarına uygun seçim yapacağız...." demiyorlar…!!!
İyi günler, selamlar.
Hikmet Ersoy
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder