3 Ekim 2008 Cuma

KASIT MI? İHMAL Mİ?
Mustafa Nevruz SINACI
Bu konu 26 Eylül 2008 tarihli Anayurt Gazetesi’nin birinci sayfasına atılan “İhmal mi? Kasıt mı?” manşeti ile yakın zamanların kadim ve daim milliyetçisi, 64 yaşındaki usta gazeteci Ramazan Durmuş tarafından, tam bir ehliyet ve liyakatle işlendi.
Olay, günümüzde Resim Heykel Müzesi adı ile tarihi Türk Ocağı yeri ve hatırasına kaim bina giriş sütunlarında yer alan “Türk Ocağı” yazısının son restorasyonda temelli kaldırılmış, imha edilmiş ve silinmiş olması vukuatıdır.
Haberde; Türkiye Cumhuriyeti’nin Kurucusu Büyük Önder Atatürk tarafından Türk Ocağı’na Genel Merkez olarak inşa edilen binadaki “Türk Ocağı” isminin silinmesinin bir ihmal sonucu mu ortaya çıktığı yoksa kasten mi silindiği henüz bilinmiyor.
Lâkin, dünyanın hiçbir ülkesinde devlete ad veren halkın ismi, mutat anıt, müze veya sair tarihi bir doku-yapı bağlamında kâin öğenin silinmesi asla akla getirilemez.
Silinmesi, kazınması, tahrip ve tahrifle yok edilmesi söz konusu bile olamaz.
Bu menfur tasarruf, hain girişim, kasti ve kinayi teşebbüsler genellikle, Türk milletine karşı tarihi kin, nefret, aşağılık kompleksi, düşmanlık ve kıskançlık gibi insanlık dışı, hayvan altı duygularla depreşik ruh hastası Rum-Yunan: (Batı İyon, Balkan Yarımadası, 12 Adalar, Girit ve Kıbrıs’ta); Sırp, Hırvat, Romen, Ermeni ve Bulgarlar tarafından da ülkelerindeki Türk isim, eser, imaret, türbe ve kabristanlarını silen güruhlarda (hariçte) görülen hallerdendir.
Bu aleni, alçakça ve kahpece düşmanlık AB’nin kronik ve müzmin hastalığıdır.
Oysa Anadolu’da on binlerce yıllın kadim eserleri ayan beyan ortadadır. Hatta zaman içinde bazı ‘nesebi gayrisahih’ primitif (manyak) türler ortaya çıkar, bunlara “Anatolia” gibi isimler bile verirler. Ama başta AB ülkeleri olmak üzere 600 ilâ 1500 -2000 yıl dolayında hüküm sürdüğümüz hiçbir devlette değil bir eser, esame yaşayan geçerli ve kullanımda bir isim bile bulamazsınız. Şu melanet GKR yönetimi bile Lefkoşa’nın kendi tarafına Nikosia der. Durum yalnız batı veya Ermeni-Yunan-Yahudi cihetiyle değil, dünyanın başta gelen din tüccarı (vehhabi) Araplar için de geçerlidir. Şu bizim haritalarda gördüğünüz hiçbir isim Arap deltasında bizim atlaslarda yazdığı gibi değildir. Bir örnek daha: Kaptanı Derya Turgut Reis’ ten yadigâr: Trablusgarp Libyalı Arap ve Berberi’nin şimdi kullandığı isim ne? Cevap: Tripoli
ŞİMDİ İYİ DÜŞÜNMEK GEREK!..
Milli tarih, milli kültür ve milli hafızanın dirildiği, binlerce yıllık efsanenin dile gelip hayat bulduğu; Osmanlı’nın kozmopolit, karmaşık ve ümmet yapısı içinden “Türk İnsanı ve Türk Milleti adına” kutsal bir tepki ve ken­dini bulma akımı olarak şekillenen; Türk ilmi ve Türkçülük fikrinin uygun kıvam ve zengin düşünce atmosferi içinde teşkilatlanması ile ortaya çıkan bir cemiyetin, “Türk Ocağı” nın mabedi alenen tahrif ediliyor.
Kazınıyor.. Sliniyor…. Fiilen kurulduğu 1911 yılından itibaren çok uluslu imparatorluk ya­pısından milli devlete dönüşüm sürecinde kültürel, siyasal, sosyal, fiili ve fikri hayata damga­sını vurmuş; En etkili ve güçlü Türk cemiyetinin adı, tarihi binası, hayat bulduğu, kurulduğu, siyasî ve fikir ortamını, mücadelesini ortaya koyduğu binadan siliniyor..
BUNUN NERESİ İHMAL OLABİLİR?...
Şu hale nazaran: Gaflet, dalalet ve hıyanetin adı ne zamandır ‘ihmal’ oldu?
Yoksa Ertuğrul Günay’ın solculuk damarı mı tuttu? Türk isminin TC devletinde bir müze duvarından silinmesiyle ilgili şimdi gözler onun üzerinde.. Bakanlık, restorasyon yaptıran Altındağ Belediyesi ve Müze yönetimiyse hedef. Kaldı ki, restorasyonda sadece Türk Ocağı isminin silinmesiyle iktifa edilmemiş, mimarının ismi de okunamaz hale getirilmiştir.
Şimdi: Fiil araştırılmalı, fail bulunmalı; Dahası en son 25 Ekim 1975 tarih ve 7/1172 sayılı BK kararıyla ‘Resim ve Heykel Müzesi’ yapılmak üzere Kültür Bakanlığı’na tahsis edilen binanın neden ve niçin gerçek hak ve mal sahibi Türk Ocakları’na iade edilmediği sorgulanmalıdır. Aksi takdirde vakıanın bir ihmal değil “apaçık kasıt olduğu” subut bulacak, Türk Milleti rencide edilecek ve kamu vicdanı derin bir rahatsızlık duyacaktır.
***
BİR YORUM:
Merhaba Mustafa Bey,
Yazınızdaki "Türk Ocakları" amblemini görünce, anılarım depreşti.
Ocaktan kopalı yaklaşık 10 sene oluyor.Türk Ocaklarına geldiğim günü dün gibi hatırlıyorum. Genel Merkez, o zamanlar Fevzi ÇAKMAK caddesindeydi.
Bizim de fikirlerimiz, sizinki gibi kalıplaşmış, esnemek bilmez fikirlerdi.
Fakat, Allah'ın lutfu mudur bilinmez, karşıma çıkan insanlar, gerçekten çok donanımlı insanlardı. Bana, hayatın siyah ve beyazdan oluşmadığını gösterdiler.
O dönem Ocaktaki fikir çeşitliliği ve insanların birbirine olan tahammülü hayatımın, düşüncelerimin şekillenmesinde çok büyük rol oynadı.
Bizim özgür düşünce ve tahammül konusundaki fikirlerimize yön veren Ocak, maalesef Ocaklı büyüklerin elinde ya kafatasçı yapının, ya Türk İslam sentezinin, ya da kör bir siyasi islam düşüncesinin savunucusu oldu. Ak Budun-Kara Budun ayırımı hiç bitmedi. Alt ayrı-Üst ayrı, kör topal bir yere kadar devam etti.
1998 senesinde Nuri GÜRGÜR'den yediğimiz güzel bir kazık sonrası, Türkistanlı arkadaşlarımla birlikte ocaktan koptuk. Benim için Ocak o gün söndü.
Türk Ocaklarında güzel günlerimiz oldu. Bunun yanı sıra olmadık rezilliklerle de karşılaştık. Devletin verdiği paraların nasıl har vurup harman savurulduğunu gördük.
Türk Cumhuriyetlerinden gelen arkadaşlar sefillik çekerken, günde tek öğün yemekle idare ederlerken, ocağın yakınından geçmemiş adamlara para dağıtıldığına şahit olduk.
Sonuç olarak, Türk Ocaklı Büyükler, körler ve sağırlar misali Balgat'taki Genel Merkezde oturup, atıp tuttular. Kimse kendilerine dokunmadığı için keyifleri yerindeydi.
Meydanı boş bulunca atıp tutmak her zaman kolaydı, dalgasız denizde sandal sefası her zaman güzeldi çünkü.
Sizin Ocaktaki konumunuzu bilemiyorum. Ama ocağın yapısı itibariyle, sizi eleştirmenin pek anlamlı olmadığını düşünüyorum. Zira Ocaklı büyüklerin kafasındaki önyargıları kırmanın ne kadar zor olduğunu bilenlerdenim. Saygılar...
Kimden: AV. ASIM ERAY TAYLAN (kokserek@hotmail.com)
Gönderme tarihi:03 Ekim 2008 Cuma 14:46:02
***
MEB Hüseyin ÇELİK ne yapmaya çalışıyor?

Mustafa Nevruz SINACI
18 Mart 2008 Şehitler günü MEB’nın uluslar arası mason tarikatı alt kuruluşlarından Lions Kulüpleri ile bir eğitim ve işbirliği anlaşması yapıldığı ve bunun Bakan Doç Dr. Hüseyin Çelik tarafından onaylanarak uygulamaya konulduğuna dair haber ortaya çıktı.
Şimdi de; (23 Eylül 2008) İmam Hatipler'de "papaz ve haham" dönemi diye bir h
aber gördük. Buna göre: MEB İmam Hatipler'de Dinler Tarihi dersine rahip ve hahamların davet edilmesini ve öğrencilere ders verdirilmesini istemiş!
Olay şöyle: Bundan böyle
MEB İmam Hatip Liseleri'ne yönelik başlattığı yeni uygulamayla, Dinler Arası Diyalog söyleminin hayata geçirilmesi konusunda bir adım daha attı. Böylece Bakanlık, İH'lerde Dinler Tarihi dersine rahip ve hahamların davet edilmesini ve gençlere ders verdirilmesini amaçlıyor. Bakan bu uygulamayla güya dinler arasındaki önyargıların ortadan kalkacağını savunuyor.
AYKIRILIK VE İNKAR
Eğer doğruysa, bu apaçık İslâm’a muhalefet, Kur’an-ı Kerim ve Al-i İmran suresi 19. âyetini tekzip ve inkardır. Zira bu sure, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın Ramazan ayı boyunca bütün Camilere astığı “Doğrusu Allah katında din İslâm’dır” ayetine aykırı olup; Bakan veya bakanlığın böyle insanlık, din ve ahlak dışı bir teşebbüs ve tasarrufa asla hakkı ve yetkisi yoktur. Böylece Müslümanlar alenen rencide, Kur-an tahrif ve kutsal gerçek inâr edilmiş olmaktadır. Dolayısıyla vakıa tam bir vukuat, kasıt-art niyet ve din düşmanlığına matuf “fiilen suç teşkil eden” bir skandaldır. Özellikle adının başında “MİLLİ” kelimesi yer alan iki bakanlıktan birinde, uluslar arası mason tarikatının mütemmim cüzü Lionslar ile işbirliği anlaşması yapılması ve şimdi de İmam Hatip Liselerine papaz ve haham sokulması gibi alçakça bir eyleme teşebbüs, büyük Türk Milleti ve Yüce İslâm Dini’ne hakaret, tezyif ve alçakça bir tertiptir.
Bu, en azından “MİLLİ SAVUNMA” bakanlığı ve Peygamber Ocağı Şerefli Türk Ordusuna Mason, Lions, Rotary ve bunların mütemmim cüzü; Dış kökenli ve uluslar arası menfur unsurların memur, Astsubay ve Subay olarak kabulü kadar “laneti mucip” bir hainlik, aslını inkâr, misyonu’nu terk ve Müslümanlar açısından çok ağır bir cürümdür. Ki, neseben gayrisahih ve gayrimüslim dönme ve devşirmelerin (koza ve kriptoların) askere alınmasına benzer. Sorumluları Türk ve Müslüman olarak kabul edilemez. Zira TSK ve MEB’de görev yapan Türk ve İslâm karşıtı unsurlar ancak ve sadece apaçık düşman, ajan, işbirlikçi, koza ve provokatör olarak kabul, tarif ve tavsif edilebilir.
BİR DE OLACAKLARA BAKALIM!
Milletçe kutsiyet izafe edilen iki hayati kurumda bu tür aykırı, insanlık ve İslamlık dışı uygulamalara müsamaha ve teşebbüs tam bir gaflet, dalalet ve hıyanettir.Sonuçta Misyonerlik devlet eliyle okullara girecek ve Ordu, moral ve maneviyat yönünden ağır bir tahribata maruz kalarak zaafa düşecek ve bidayette çökertilecektir.. Bu bir AB oyunudur ve sinsi düşmanlıktır.
Bu plan, gençlere kendi okullarında rahip ve hahamlar aracılığıyla Hıristiyanlık ve Yahudilik propagandasına izin vermek, misyonerliğin de Bakanlık eliyle meşrulaştırılıp kamu kurumlarına kadar sokulması anlamına gelir.
MEB'nın İHL'ne yönelik başlattığı bu menfur girişimin gerçek amacı tam bir yalan, hile ve safsata olan Dinler Arası Diyalog’dur.
Bunu motive, destek ve takviye ettiği sürece Medeniyetler İttifakı söylemi de insanlık dışı, ahlaksız ve düşmanca telakki olunmak gerekir.
Kaldı ki bu menfur teşebbüs ve tertiplerin MEB müfredatına girmesi Türk, İslam ve insanlık âleminin en büyük düşmanı Misyonerliğin meşrulaştırılması demektir.
Eğer bu yolda gerçekten zaruri bir hizmet ifa edilmek isteniyorsa;
Niçin BM ve NATO müktesebatı gereği TSK’da rütbeli İmam sınıfı ihya edilmiyor? Ve niçin din-ahlâk derslerine İmamlar girmiyor?

Hiç yorum yok: