Mustafa Nevruz SINACI
Süleyman Soylu Başkanlığında 'Beyaz Yürüyüş' ünü tamamlayan Demokrat Parti, 15- 16 Kasım 2008 Cumartesi-Pazar günü 9. Olağan Büyük Kongresini yapacağını açıkladı. (26 Ekim 2008 tarihli gazeteler)
Haberi duyunca, 5.05.2007 günü Doğru Yol Partisi (DYP, Mehmet Ağar) ile Anavatan Partisi (ANAP, Erkan Mumcu) arasında yaşanan tatsız-tuzsuz, seviyesiz tartışmalar, basına yansıyan demagoji-polemik ve iğrenç atışmalar geldi aklıma. (01 Nisan 2007 - 14 Mayıs 2007 tarihleri arası)
Doğrusu olayın en önemli aktörlerinden biri de bendim.
En azından öyle sanıyordum. Derdim siyasi gelenek, kanun-ahlâk ve hukuk bakımından dört başı mamur bir birleşme ve bütünleşme olsun idi.
Fakat sonradan öğrendim ki, mesele ne logo, ne tüzük ve ne de program değil; Sadece ve yalnızca para imiş. (NOT: Halk Partisi (CHP) Amblemini hiç değiştirmedi !...Ya, bizimki ?..)
Sonraki hezimet malum, buna 'DP'nin bedduası denir. Bilen bilir. Amma lâkin en iyisini Mehmet Ağar, Erkan Mumcu ve Murat Uzman'la Aydın Menderes bilir. Hani şu: "Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil, mezara kadar meselesi.." O'da, BDP'yi 'para meselesinden' DP'ye katmıştı. Şık olmadı, iyi gelmedi. Başta Cemal Külâhlı, Rasim Cinisli ve muazzam bir teşkilât olmak üzere, çok değerli bir kadro harcandı gitti!.. Buna asla hakları yoktu.Netice itibarıyla:2007'de DYP'nin adı "Demokrat Parti" olarak değişti.AP'nin ilk logosu (kutsal) kitap'ı tekmeleyip hışımla savuran at, sırtını halka dönüp AB'ye karşı oturdu.
Oysa DP'nin başvurduğu Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) idi, sonra AT oldu…
Şimdi de AB!.. Ne Atatürk'ün vasiyet ettiği buydu ve ne de Başvekil Menderes'in. Ama CHP ve MHP'nin bile zerresinden taviz vermediği logo'ya, tüzüğe ve programa DYP samimiyet ve sadakatle sahip çıkamadı. Çıkmadı. AP'ye sahip çıkabildi mi sanki?
Ya! AP içinde Demokrat Parti'lilere? Olay bu kadar basit değil.
Mesela 72'ler harekatı nedir? (1971-1972 ihraçları)
Örneğin: DP son 10. Olağan Büyük Kongresini 02 Mayıs 2004'de yaptı. Şu hale nazaran silsile takip edilerek, tarihe, mana ve misyona saygı duyularak bu kongrenin 11. Olağan Büyük Kongre olarak ilânı gerekti. Yine bu kongrede, (halâ umulur ve beklenir ki) büyük bir samimiyet-sadakat, geleneğe saygı, ahde vefa ve tazimle revize edilip YCBS tarafından onaylanan 2002 DP tüzüğü hayata geçsin, kongre no'su 11. olsun,
"Yeter !.. Söz Milletindir"...anlamına gelen logo onaylansın ve zımmi iktidarı süren DP; Beyaz Yürüyüşten sonra "İktidar Yürüyüşüne" başlasın.Bakınız! Şehit Başvekil, Merhum Adnan Menderes'in apaçık bir 'emanet, vasiyet ve dava sahiplerine işaret' anlamına gelen son sözlerine:
"Size dargın değilim. (Biz) Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyoruz. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: "-Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını on yedi sene evvel alamadığınız için size müteşekkirdir." İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki; Milletçe, bir gün kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine ben, 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden çekinip korkmayacaktınız! Ancak, milletçe el ele vererek ölüm (masumiyetim-eserlerim ve naaşım); Ölünceye kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen, merhametim, yine de sizinle beraberdir."…dedikten sonra yüksek sesle şahadet getirerek ruhunu teslim ederek Rahmet-i Rahman'a yürümüştür. (Prof. Dr. İsa Kayacan, Mezarlık Kültürümüzden Örnekler, s: 366)
İ ş t e !.....
Ülkeyi içinde bulunduğu kaos, bunalım ve buhrandan kurtaracak; Dikta, despot ve mütegallibeye; "Yeter!.. Söz Milletindir" diyecek; 48 yıl sonra tekrar millet iradesini devlet idaresine taşıyacak; Cumhuriyet'i Demokrasiyle buluşturup adalet ahlâkı, hak ve hukuk'u hakim kılacak dava-misyon, gelenek ve gerçek mefküre budur. Şimdi, 'isim değiştirdiği zehabıyla' omuzlarına aldığı yükün ve yükümlülüğün farkında olmayan kadim DYP'li kardeşlerime soruyorum: "Gerçek:'DEMOKRAT PARTİ' olmaya var mısınız?"
GELENEK.,
VE İZLENECEK
"GERÇEK YOL"
BUDUR.....
gercek.demokrat@hotmail.com,
P.K. 118 [06442] Yenişehir-ANKARA
DP., 7. ve 9. dönem Genel Başkan Yardımcısı, Siyaset Bilimc-Hukukçu, Araştırmacı-Yazar, son Tüzük Kom. Başkanı.,
*** (makalenin tam metni)***
MENDERES 'VASİYET-EMANET' VE DP
Mustafa Nevruz SINACI
Süleyman Soylu Başkanlığında 'Beyaz Yürüyüş' ünü tamamlayan Demokrat Parti, 15- 16 Kasım 2008 Cumartesi-Pazar günü 9. Olağan Büyük Kongresini yapacağını açıkladı.
Haberi duyunca, 5.05.2007 günü Doğru Yol Partisi (Mehmet Ağar) ile Anavatan Partisi (Erkan Mumcu) arasında yaşanan tatsız-tuzsuz, seviyesiz tartışmalar, basına yansıyan demagoji-polemik ve iğrenç atışmalar geldi aklıma. Doğrusu olayın en önemli aktörlerinden biri de bendim. En azından öyle sanıyordum. Derdim siyasi gelenek, kanun-ahlâk ve hukuk bakımından dört başı mamur bir birleşme ve bütünleşme olsun idi. Fakat sonradan öğrendim ki, mesele ne logo, ne tüzük ve ne de program değil; Sadece ve yalnızca para imiş.
Sonraki hezimet malum, buna 'DP'nin denir. Bilen bilir. Amma lâkin en iyisini Murat Uzman'la Aydın Menderes bilir. Hani şu: "Çarşıya kadar değil, pazara kadar değil, mezara kadar meselesi.." O'da, BDP'yi 'para meselesinden' DP'ye katmıştı. Şık olmadı, iyi gelmedi. Başta Cemal Külâhlı, Rasim Cinisli ve muazzam bir teşkilât olmak üzere, çok değerli bir kadro harcandı gitti!.. Buna hakları yoktu. Amma onlar aşağıdaki gerçekleri bilmiyorlardı.
ÖZETLE: "1950-1960 Dönemi: Bilindiği gibi DP,1950' de oyların %53.3 ünü, 1954'de %56.6'sını ve 1957 'de %47.3' ünü almış, 1960 ta da bir erken seçim sözü verilmiş iken (26 Mayıs 1960, A.Menderes Eskişehir Mitingi) dünya tarihinde eşi-emsali görülmemiş ve doğrudan tek partiye karşı yapılmış antidemokratik ve yasadışı kara bir darbe yapılarak, cebren ve hile ile gerici, çıkarcı, yobaz, çağdışı ve halk düşmanı bir kesimce iktidardan uzaklaştırılmıştır. Bu cihetle DP, hukuken ve fiilen iktidarı devam eden ve bu durumunun resmen kabulü lazım gelen "masum ve mazlum bir misyon" mesabesindedir.
DP 10 yıllık iktidar dönemi; Türk halkının açlık, kıtlık, yokluk, cehalet, sefalet, fakirlik, kriz bunalım ve buhran, yoksulluk, işsizlik ve kıtlığın hüküm sürdüğü ve Cumhuriyet tarihinde "az gelişmişlik ve geri kalmışlığın" en kritik noktaya dayandığı yerden başlar. Aynı dönemde siyaset yozlaşmış, rüşvet, yolsuzluk, ayırma-kayırma ve suiistimal almış yürümüş, çok katı, karanlık ve despot, bir dikta rejimi halkı canından bezdirmiştir.
Türkiye tıpkı bugünkü gibi yaşanamaz ve tahammül edilemez bir haldedir. Dahası milli değerler ve manevi mukaddeslere karşı oluşturulan düşmanca tavır ve politikalar, prototip insan yaratma eğilimi, yok edilen köylü, esnaf ve malını çalmaya zorlanan çiftçi ile "yol vergisi + milli koruma kanunu" adı ardında sürüp giden halk partisi güdümlü jandarma zulmü.. Bunun yanında Halk Partisi saflarında yerleşen, belirginleşen ve giderek devleti bütünüyle ele geçiren, sömürgen bir "mutlu azınlık" buna mukabil ezilen, üzülen ve ıstırap çeken bir "çarıklı çoğunluk". İşte DP bütün bunlara son verdi. İktidar olduğu gün Cumhuriyeti demokrasi ile buluşturdu, halkı devleti ile barıştırdı. Büyük Atatürk' ün en büyük hasret, emel, hayal ve idealini gerçekleştirdi. Millet idaresini, devlet idaresine taşımak suretiyle 1946 dan beri ilk kez "Egemenlik Kayıtsız Şartsız Milletindir." ilke ve vecizesini hayata geçirdi.14 Mayıs 1950, O güne kadar eşi benzeri görülmeyen bir büyük coşkuyla kutlandı ve "DEMOKRASİ BAYRAMI" ilan edildi. Ayrıca; Atatürk' ün programını bütünüyle uygulamak suretiyle, Cumhuriyet tarihinin en büyük değişim-dönüşüm, kalkınma-gelişme, bütün alan ve sektörleri içine alan (çok yönlü) yeniden yapılanma, çağdaşlaşma ve modernleşme hareketini gerçekleştirdi. İşsizlik kısa sürede sıfırlandı. Bütün ekonomik göstergeler en yüksek düzeye çıkarıldı. Milletimiz yok olan milli, ilmi, maddi-manevi, sosyal, bilimsel ve kültürel değerlerine kavuşturuldu. Halk devletle, devlet halkla barıştı. İnsan Hakları, anlayış, barış, adalet, insan hakları, hukukun üstünlüğü ve demokrasi bütün kurum ve kuralları ile evrensel norm, standart ve kriterleri ile hayata geçirildi. Alevi ve Roman (Çingene) vatandaşlarımıza ilk kez Nüfus hüviyet cüzdanı verilerek kimlik ve kişilik kazandırdı. Tıpkı Atatürk döneminde olduğu gibi, TL'nin kıymeti arttı. Doların değeri değişmedi. NATO normlarına göre 10 yılda 100 yıl karşılığı (dünya tarihinde eşi–emsali görülmemiş) bir kalkınma ve iktisadi-siyasi-manevi-sosyal-bilimsel ve kültürel gelişme ve büyüme hareketini hayata geçirdi. Sosyal devlet, Cumhuriyet ve laiklik ilkesini çağdaş modern ve muasır düzeyde, norm-standart, kriter ve ilkelere kavuşturdu. Toplumsal barış, karşılıklı anlayış huzur, varlık, bolluk zenginlik ve refah ortamı sağladı. Ülkemizi geri, çağdışı, ilkel bir durumdan kurtarıp dönemin birinci sınıf dünya devletleri düzeyine ulaştırdı. Milli, moral ve manevi değerleri geliştirdi. İnsan Hakları, Adalet ve Hukuk hayata geçti.
DP mefküresi; 46 ruh-dava ve misyonu olarak, TC' nin, geleneksel ve evrensel bir devlet olma sürecini tamamladı. İçeride ve dışarıda onurlu, itibarlı ve muteber devlet trendini yakaladı. Dış politikada barış itimat ve istikrar dönemini başlattı Türkiye lehine en kalıcı, geleceğe yönelik anlaşma ve ittifakları oluşturdu. (BM-NATO-AET) Kıbrıs konusunu çözümledi. Lozan'a rağmen tekrar "Milli Dava" düzeyine taşıdı. Fakirlik, yoksulluk, yolsuzluk ve cehaleti yendi. İşsizliği sıfırladı. Sendikacılık, sosyal güvenlik sigorta ve emeklilik, iş güvenliği ve iş barışını getirdi. Endüstriyel, ekonomik ve teknolojik kalkınma ve gelişme yanında iyi insan, onurlu ve sorumlu vatandaşlık bilincini geliştirdi. Eğitim kalitesini yükseltti. ODTÜ dâhil yeni üniversite ve eğitim kuruluşları oluşturdu. Tarım-Ticaret ve Sanayi Odaları ile Meslek birliklerini kurdu. Dış ticareti ve turizmi geliştirdi. Özelleştirme, yabancı kredi, dış finansman gibi sözcükleri ilk defa iktisat ve ticaret hayatına ve devlet literatürüne kattı. Tarımdan enerjiye akıllara durgunluk veren ve 1949 a göre %500' lere varan ve %26' ları bulan bir kalkınma, yatırım üretim ve sanayileşme atılımını hayata geçirdi"
Netice itibarıyla 2007'de DYP'nin adı "Demokrat Parti" olarak değişti. AP'nin ilk logosu (kutsal) kitap'ı tekmeleyip hışımla savuran at, sırtını halka dönüp AB'ye karşı oturdu. Oysa DP'nin başvurduğu Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET) idi, sonra AT oldu… Şimdi de AB!.. Ne Atatürk'ün vasiyet ettiği buydu ve ne de Başvekil Menderes'in.
Ama CHP ve MHP'nin bile zerresinden taviz vermediği logo'ya, tüzüğe ve programa DYP samimiyet ve sadakatle sahip çıkamadı. Çıkmadı. AP'ye sahip çıkabildi mi sanki? Olay bu kadar basit değil. Örneğin: DP son 10. Olağan Büyük Kongresini 02 Mayıs 2004'de yaptı. Şu hale nazaran silsile takip edilerek, tarihe, mana ve misyona saygı duyularak bu kongrenin 11. Olağan Büyük Kongre olarak ilânı gerekti. Yine bu kongrede, (halâ umulur ve beklenir ki) büyük bir samimiyet-sadakat, geleneğe saygı, ahde vefa ve tazimle revize edilip YCBS tarafından onaylanan 2002 DP tüzüğü hayata geçsin, kongre no'su 11. olsun, "Yeter !.. Söz Milletindir" anlamına gelen logo onaylansın ve zımmi iktidarı süren DP; Beyaz Yürüyüşten sonra "İktidar Yürüyüşüne" başlasın. Bakınız! Şehit Başvekil, Merhum Adnan Menderes'in apaçık bir 'emanet, vasiyet ve dava sahiplerine işaret' anlamına gelen son sözlerine:
"Size dargın değilim. (Biz) Sizin ve diğer zavallıların iplerinin hangi efendiler tarafından idare edildiğini biliyoruz. Onlara da dargın değilim. Kellemi onlara götürdüğünüzde deyiniz ki: "-Hürriyet uğruna ortaya koyduğu başını on yedi sene evvel alamadığınız için size müteşekkirdir." İdam edilmek için ortada hiçbir sebep yok. Ölüme bu kadar metanetle gittiğimi, silahların gölgesinde yaşayan kahraman efendilerinize acaba söyleyebilecek misiniz? Şunu da söyleyeyim ki; Milletçe, bir gün kazanılacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizi yine ben, 1950'de olduğu gibi kurtarabilirdim. Dirimden çekinip korkmayacaktınız! Ancak, milletçe el ele vererek ölüm (masumiyetim-eserlerim ve naaşım) ; Ölünceye kadar sizi takip edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Buna rağmen, merhametim, yine de sizinle beraberdir." dedikten sonra yüksek sesle şahadet getirerek ruhunu teslim ederek Rahmet-i Rahman'a yürümüştür.(*)
İşte! Ülkeyi içinde bulunduğu kaos, bunalım ve buhrandan kurtaracak; Dikta, despot ve mütegallibeye "Yeter!.. Söz Milletindir" diyecek; 48 yıl sonra tekrar millet iradesini devlet idaresine taşıyacak; Cumhuriyet'i Demokrasiyle buluşturup adalet ahlâkı, hak ve hukuk'u hakim kılacak dava-misyon, gelenek ve gerçek mefküre budur. Şimdi, 'isim değiştirdiği zehabıyla' omuzlarına aldığı yükün ve yükümlülüğün farkında olmayan kadim DYP'li kardeşlerime soruyorum: "Gerçek DP olmaya var mısınız?"
* (Prof. Dr. İsa Kayacan, Mezarlık Kültürümüzden Örnekler, s: 366)
MAKALEYE 'Sebahattin KIZILTAŞ' dan BİR YORUM:
05.11.2008 tarihinde sebahattin kiziltas
Rahmetli Menderes'in vefatından sonra başımıza, bu memleketin kırk yılını yiyen mason Süleymen Demirel'i getirenlere hakkımı helal etmiyorum. Demirel, bu memleketin kırk yılını yedi. Her halde yetmedi ki onun halefleri bir kırk yıl daha istiyorlar. Artık yeter söz milletindir. Bundan sonra morrisonlar değil, bu memleketin gerçek evlatları memleketi yönetmeli. Buna da izin çıkmıyor. Hala işbirlikçiler bu memleketi yönetiyor. Millete sahip çıkanları da hemen paketleyip kenara koyuyorlar. Tıpkı Erbakan hoca gibi. Bu ne zamana kadar devam edecek?Tabiki millet uyanıncaya kadar. Millet ne zaman uyanır? İrtica yaygaralarının masonların ve onların uşaklarının yaygaraları olduğunu ve bu milleti sevenlerin irtica diye bir dertlerinin olmadığını anladıkları zaman. Bu zaman çok yakındır.
*** Fatih Terim'in Maaşı,
Hükümet ve Sosyal Adalet
Mustafa Nevruz SINACI
Türkiye Futbol Federasyonu Milli Takımlar Sorumlusu Fatih Terim'in hizmet sözleşmesi 23 Ekim 2008 tarihinde; Yıllık 3 Milyon 120 bin YTL (3 trilyon 120 milyar TL) bedel/ücretle 2012'ye kadar uzatıldı. (24 Ekim 2008 tarihli gazeteler) Bu miktar aylık olarak hesaplandığında 260 bin YTL/TL bazında 260 milyar ve günlük 8 milyar 670 milyon lira etmektedir. Yani bir bakan veya milletvekili maaşı kadar günlük ücret!...
Federasyonun dayanağı ise devlettir. Federasyon, Türkiye Cumhuriyeti devleti ve halkı adına iş görür. Benzerlik yönünden bir karşılaştırma yapacak olursak, Türkiye'nin iki yıllığına BM Güvenlik Konseyi Geçici Üyeliği'ne seçilmesi olayını gösterebiliriz. Milletçe sevinerek ve büyük ümitler beklentisiyle taktirle karşılanan bu teşebbüs sürecinde aracılar ve lobicilere 50 milyon dolar (50x1.66=83 trilyon TL) dağıtıldığı bizzat Sayın Dışişleri Bakanı tarafından açıklanmıştır. Ki bu, bütçede hiçbir karşılığı olmayan ve halkın rızası hilâfına tasarruf edilen bir rüşvettir. Tasarruf sahibi ise hükümet; Başka bir deyişle bu hükümet, salt aynı gayeye matuf mezkür maaş bağlamaya göz yumarak müsamaha etmiş olsa da, bu tasarruf bilinç yoksulu fakir-fukara ve garip-guraba Türk halkı nazarında büyük haksızlık, sosyal adalet ve eşitlik ilkelerine alenen aykırılık, apaçık bir yolsuzluk ve hovardalıktır.
Buna mukabil şu, (600'lü yılların İran hükümdarı) ateşperest Nü-şi'revan misal gâvur (!) dediğimiz Hollandalının yaptığına bir bakın: "Hollanda hükümeti, kamu kurum ve kuruluşlarıyla devletin ortak (taraf-muhatap) olduğu yarı resmi büyük şirketlerde çalışan üst düzey yöneticilerin yıllık gelirlerine 'toplumsal tepkiler nedeniyle' sınır getirdi" (Anayurt Gazetesi, 27 Ekim 2008-Pazartesi) HAYRET Kİ, NE HAYRET!..
Olağan ve doğal olarak bu jest Türk hükümetinden umulur ve beklenirdi. Zira bizde zenginler ve fakirler, memurlar, işçiler ve emekliler, üreticilerle tüketiciler, çalışanlarla yan gelip yatanlar, aracı-tefeci-komisyoncu, kayıt içi ve kayıt dışılar arasındaki uçurum akıllara ziyan. Buna yukarda örneklediğimiz taban ve tavan ücretleri, kategorik olarak çalışan ve emeklilerin kendi aralarındaki ayrıcalık, imtiyaz, akıl-mantık, hukuk ve ahlak dışı farklılıkları da eklediğimizde iş çığırından çıkıyor. Sanki ülkemizde, İnsan haklarını gözeten bir tek kurum veya kuruluş, Cumhuriyet Savcıları, Yargı, Yasama, Devlet Denetleme Kurulu ve devletin olmazsa olmaz şartı, her hangi bir "denetim" organı yok gibi… Hollanda'ya nazaran çok ayıp, utanç ve hicap verici bir durum!.. Bir tarafta 8-9 bir YTL arası aylık maaş alan (sözde) millet-vekilleri; Diğer tarafta bu miktarın günlük olarak verildiği bir federasyon görevlisi. Öteki Türkler ise, açlık ve yoksulluk sınırı altında eziliyor. İnsanca falan değil, sadece 'hayatta kalabilme' mücadelesi veriyor.
DEVLET İDARESİ VE MİLLET İRADESİ
Devletin vücut nedeni halk ve hak'tır. Hükümetlerin mutlak felsefesi de: "Milleti yaşat ki devlet yaşasın" şiarı (ilkesi) olmak zorundadır. Zira hükümetler halk için vardır. Halk'a hizmet HAK'a hizmet değil midir? Şu hale nazaran; Her fırsatta, millet iradesinin demokratik tecelli-i sonucu iktidar olduğunu haykıran Recep Tayip Erdoğan, partisi ve hükümetinin bu ve buna benzer antidemokratik, haksız-bilinçsiz, hukuk ve ahlak dışı tasarruflarının tasvip edilmesi, onaylanması ve uygun görülmesi mümkün değildir.
BAŞBAKANLIK BLOKAJI
Üstüne üstlük, Tansu Çiller ve Ana-Sol hükümetleri zamanında cadde başlarına nizamiye (güvenlik kontrol noktası) konulduğunda, Başbakanlık halka kapatıldı, milletten soyutlandı diye kıyametler kopartılmış, yer yerinden oynamıştı. Şimdi Başbakanlığın güvenliği veya Başbakan'ın geliş güzergâhıdır bahanesiyle yollar kesilmekte ve Adalet Bakanlığı'nın duvar dibinde yer alan ODTÜ, 100.Yıl dolmuş durakları dahi kapatılarak (28, 29 ve 31 Ekim) vatandaş haksız ve gereksiz yere yollarda süründürülüp perişan edilmektedir. Buna kimsenin hakkı yoktur. Müteddit defalar tekrarlanan durak kapatma olayı, başta Ankara Valisi ve belediye başkanı olmak üzere, bütün yetkili ve sorumluların ayıbıdır.
Zira hükümetin, bakanların ve millet memurlarının görevi her hususta adaletli olmak, hukuk ve ahlâk kurallarına uymak, uymayanları tedip ve terbiye etmek, ekmek parası peşinde koşan, ıstırap ve çile içinde yaşam mücadelesi veren halkımıza hayatı kolaylaştırmaktır. Kaldı ki o halkın kahir ekseriyeti açlık ve yoksulluk sınırında hayat sürmekte, kronikleşen pahalılık, ulaşım ve doğalgaz zamlarından akıl almaz derece olumsuz etkilenmekte ve günden güne daha da fakirleşip yoksulluk girdabında üzülüp-ezilmektedir.
Bu, sözde siyaset kurumları, yönetici kesim, adalet cihazı, yargı-yasama ve kayıt dışı edinim erbabı için çok utanç verici bir durum değil midir? Zira şu geldiğimiz nokta itibarıyla ülkemizde refah içinde, varlık ve bollukla yaşayan, dünya standartlarında zengin sayılan insan/aile sayısı genel nüfusun % 5'ini geçmemektedir. Sonra gelen mutlu azınlıkta fazla değildir. Çeşitli verilere göre, artık orta sınıf bağlamında telakki edilen halkın yüzdesi de en fazla ancak bunların toplamı kadardır.
YA GERİSİ !...
İş bununla da kalmamakta, yönetim adeta halkı fakirleştirmek için seferber olmuş gibi bir görüntü vermektedir. Hele şu derin çelişkiye bir bakın! Hükümet, Diyanet İşleri Başkanlığının dört kişilik bir aile için Ramazan ayında belirlediği fitre rakamlarına 6 YTL X 4 = 24 X 30 = 720 YTL'ye mukabil; Yine (yetkili) bir kamu kurumu olan DİE marifetiyle açlık sınırını aynı kategori için 225 YTL olarak tespit ve ilan edebilmekte; İlgili Genel Müdür'se bir TV kanalında "bizden istenen bu" diyebilmektedir… Açıkçası: Bu hükümete göre Türkiye'de 4 kişilik bir ailenin açlık sınırı 225 YTL'dir. Sendikalar ve STK'lara göreyse bu rakam: Açlık Sınırı'nda en az üç kat, 675 YTL, Yoksulluk Sınırı'nda da 6 kat. Yani: 1.350 YTL'dir. Şu hale nazaran mevcut hükümet ve Başbakan nasıl olur da Fatih Terim'e 260 milyar lira aylık, 8 milyar dolayında günlük ücret verebilir? Kendileri her türlü insan hakkı, demokrasi, adalet, hukuk ve ahlak norm, ilke, standart ve kriterlerine aykırı olarak 9.000 YTL (9 milyar ve asgari ücretin yaklaşık 18 katı civarında) aylık maaş alırken; Niçin? Aylık maaşları miktarınca Fatih Terim'e günlük ücret öder; Fakir-fukara ve garip-guraba vatandaşı neden süründürür ve Terim'e niye bu kadar maaş verirler? İlgilinin diğer Türk vatandaşlarına kıyasen artı değeri ve milli ekonomiye reel katkısı nedir? Eğer ülkemizde insan hakları, adalet, hukuk, sosyal sorumluluk, demokrasi ve Yargı varsa bu durum sorgulanmalı ve mutlaka yargı konusu yapılmalıdır.
NEDEN?
Çünkü! Türkiye Cumhuriyeti'ni yönetenler "yurdu ve milleti" öz'lerinden çok değil; Hiç olmazsa "ÖZ'LERİ KADAR" sevsinler, Anayasa gereği eşitlik ilkesine uysunlar ve en değerli unsurumuz olan insanlarımızı bir bütün olarak "adaletle" kalkındırsınlar-geliştirsinler, memnun ve mutlu edebilsinler diye!...
Aksi takdirde ülkemizde ne adalet, ne de hukuk ve ne de 'insan hakları' yok demektir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder