HIRS, İHTİRAS VE KAPRİS
Mustafa Nevruz SINACI
Türkiye siyasetinin elli yıldır süregelen zaafı “ihtirasın itişi ve yetmezliğin çekişi” ile kör inat uğruna tam bir ikilem (bocalama, çelişkiler yumağı) içinde sürüklenerek olduğu yerde dönüp durmasındadır. Gerçekte ıstırap içinde kıvranan dünyanın da derdi budur.
Bilgi çağında bilgisizlik, cehalet ve safahat..Olacak şey değil!...Ama gerçek bu..
Egoizmin sınırlarını aşan çılgınlık, hırs ve ihtiras derecesine varan korkunç bencillik;
Buna mukabil, daima üç maymunları oynayan, ağır-aksak, kör, topal, sağır ve dilsiz sencilik..Kısır döngü içinde yıkılan, yok olan gelenekler, ötelenen, hor-hakir görülen insan, insanlık davası ve medeniyet…
Oysa insan olmanın, insan olarak kalmanın ebedi şartı: Adalet ahlâkı ve hukuktur…
Adalet ve hukuk evrensel bir değer. Yalnız insanları değil, bitki, hayvan, hava, su ve sair hayatın bütün unsurlarını kapsar. Yeryüzünün ortak sahibi, yaşamı paylaşan insanlık ve insan’a hizmetle memur canlı-cansız yaratıkların tamamının muhatabı adalettir.
Dolayısıyla, adalet, hukuk ve hakkaniyet cihazına sahip ve saygılı olmayan toplumlar sürü konumundadır. Sürüyü ‘kendi mod’unda sabit kılarak’ yönetme adına domuz veya kene gibi sömürenler var. Bunlar, çılgınca bir hırs, ihtiras, kapris ve menfur emellerinin zebunu müzmir mütegallibe (gizli emel ve kötü niyet sahibi işgalci, sulta, tasallut ve gayrimeşru yollarla ‘gücü elinde tutan’ unsurlar) biçiminde bilinir, medeni siyaset, kadim hukuk ve klasik sosyolojide ‘hayvan altı varlık olarak tanımlanırlar. Zira yaradılış var oluş mutlak saygı-sevgi, adalet’e sadakat ve hukuka mutlak itaat üzerine kuruludur. Hakikatte hukuk: İlimde kıdem, görevde ehliyet, insanlıkta liyakat ve (üretim) gayret oranında eşit hak esasına dayanır.
Doğrusal yönde (insanlık boyutunda) hırs, ihtiras, bencillik ve kaprise yer yoktur.
“İnsanlar eşittir ve üstünlük sadece takva (ilim-ifan ve yüksek ahlâk) iledir.
Örneğin: İslâm’ın son Peygamberi Hz. Muhammed, “Mümin olmadıkça Cennet’e giremezsiniz, sevmedikçe de asla mümin olamazsınız” derken; Yunus Emre “Yetmiş iki millete, bir gözle bakmayan; Halka Müderris (Alim, Profesör) olsa (da), hakikatte asi’dir” der. Yine Hazreti Peygamberin buyurdukları: “Allah’ın varlığı ve birliği’ne inananlar (hangi şerait ve mezhepten olurlarsa olsunlar) Müslüman’dırlar. Onların kanı ve katli haramdır. Zira onlar da sizin kardeşlerinizdir. Onlar, İslâmi muameleye müstahaktırlar” Ve nihayet, evrensel değer Hazreti Mevlâna’nın: “İster Mecusi ol, ister putperest.. İstersen 40 kez tövbe edip bozmuş ol, yine gel. Bu kapı (insanlık kapısı) ümitsizlik kapısı değildir” çağrısı, insanlığın çimentosu, asgari müşterek’i sevgi, saygı, hürmeti ve mükellef olduğu muhabbetidir.
Burada evrensel bir örnek daha vereyim.
Şöyle ki: “Temiz insan ve temiz toplum üç esas üzerine kaimdir.
1. Bireyin ruh temizliği (ahlâken yüksek, namuslu-dürüst, beden-ruh ve can üçleminde anlaşık ve kendisiyle barışık olmak)., 2. Vücudu temiz, sağlıklı ve güçlü tutmak. 3. Tertemiz bir ruh, (akıl-berrak bilinç) ve güçlü, sağlıklı bir vücut sahibi olarak yakın/uzak çevreyi tam bir titizlik, onur, erdem, ilke ve sorumlulukla temiz tutmaktır.
İşte iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel temizliğin “toplumsal ve bireysel” şartı budur.
Dikkat ederseniz tezlerin hepsi değer; Hırs, ihtiras, kapris ve egoizm (bencillik) tam bir değersizliktir. Değersizlik, insanlık âlemi, dünya ve evren için büyük tehlikedir.
Zira değersiz varlıklar hırsızlık, yolsuzluk, yoksulluk, cehalet, ahlâksızlık, onursuzluk, nedenidirler. Sorun ve sorumsuzluk üretirler. Anarşi, terör-tedhiş, yalan-talan, vurgun-soygun, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap, istismar ve suiistimal bunun doğal sonucudur.
Bu bağlam ve kapsamda 29 Mart’ta vazife nedir?
Elbette, hırs, ihtiras, kapris ve bencillik üzerine kurulu, millet iradesini hiçe sayan, bu dayatma seçimde; Açıklanan değerler ve insani ilkeler ışığında, onur-erdem ve sorumlulukla hareket ederek, parti fanatizmini aşıp, insanlık düşmanı “hırs, ihtiras ve kapris” zebunlarına asla oy yerine, acil ihtiyaçları olan “onurluluk ve sorumluluk” dersi vermektir.
"İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve kötüler kahrolsun." AMİN
******
BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI
Mustafa Nevruz SINACI
Vatandaş internette “açık mektup” yayımlamak suretiyle yakınıyor.
“Ben politikacı değilim, olmaya da niyetim yok. Ben zaten politik bile davranamam. Hatta o konuda özellikle beceriksizim. Ama anlatmam, açıklamam gerek. Yapılanların kötü olduğunu ve kötülüğün ağırlığını hissettirebilmek için..Belki görülür, anlaşılır, fark edilir diye. Bana göre tarih bu başbakan’ı asla affetmeyecektir. Çünkü: Bu toplumu adına türban denilen bir kılıçla, kese kanata, yarıp ikiye böldü. "Velev ki siyasi simge, suç mu?" sözleriyle fitili ateşledi. Meseleyi özellikle bir kan davası noktasına getirdi. Söz verdiği gibi kendisinden olmayanı da kucaklamak yerine, tokatlamayı tercih etti. Artık kimse birbirini sevmesin, saflar derinleşsin, bıçaklar bilensin istedi. Ettiği her lafla bilerek, isteyerek nefret tohumları ekti.. Öfkeli. Kendinden olmayan herkese yukarıdan bakan tavrı var. Aslında duyduğu korkunç öfkeyi maskelemek için öfkeli. Çünkü sevgisiz. Öfke bir hitabet biçimidir, savunması sadece komiklik. ‘Öfke bir hitabet biçimi olsa da asla bir yönetim biçimi olamaz’ gerçeğinden bihaber. İşte bu yüzden her öfkeyle kalktığında zararla oturmakta!.Çünkü hırsının sonu yok.
Her yer ve her şey benim olsun, herkes benden olsun istiyor. Kendisinden olmayana tahammül edemiyor, dayanamıyor, eleştirilere katlanamıyor. Bunca yıl şakşakçılara o kadar alışmış ki, AB müzakerelerine gittiğinde elinde koca bir hiç’le dönmesine rağmen “Avrupa Fatihi” manşeti atanlara öylesine güvenmiş, uçağına binenlerin hep kendisini alkışlayacağına o kadar emin ki, en ufak bir eleştiride çığırından çıkıyor, saldırganlaşabiliyor.
Çünkü o, savaşta her şeyin mübah olduğu bir ekolü temsil ediyor; Dini de, dindarlığı da, bir tek kendinden yana olanlara ait sanıyor. Onun için inanmanın tek şartı baş örtmek.
Çalan da, çırpan da, yiyen de, yediren de; satan da, sattıran da türbandan yanaysa mesele yok. Her biri bilmem kaç yüz dolarlık has ipek örtüler takmış eşleriyle İslam bir tek onlarınmış gibi davranıyorlar. Yerine göre ulema kesilip, büyük kalabalıkları saf, samimi, temiz ve yürekten inanan insanları inancından soğutuyor ve İslam’ı kendilerine mal etmeye çalışıyorlar. Ama gerçek şu ki, çok yanlış yapıyor, yapıyorlar.
Çünkü gerçekleri konuşmak yerine mazlum ve mağdur edebiyatına sığınıyor. işler ters gittiğinde ise, o yanık sesiyle, izan, insaf ve adapla ezilmiş halk kahramanını oynuyor. Eğer ezilen halkın kahramanı olmaksa niyet, kendisi ve şürekâsının gemilerini, villalarını, bitmek bilmeyen dünyalıklarını nasıl açıklıyor? Bu halk bir torba kömüre, iki dize şiire kendisini halk kahramanı yapar diye düşünüyor Çünkü bu halk aç, çaresiz, işsiz ve kimsesiz. Ama ya "Gayri yeter" derse! Bir gün gözü açılır da, o bir torba kömür karşılığı kimlere ne tavizler verildiğini görürse! O bir torba kömür için çekilen peşkeşleri fark ederse. "Neden elektriğe, suya, gaza, yola bu kadar para veriyorum?" diye sorarsa! Benzinin neden çok pahalı diye merak ederse!
Hani olur da bir gün gözü açılır da gerçekleri görürse Hiç mi korkmuyorsunuz?
Dedim ya onu tarih affetmeyecek. O ki, adaletten, hukuktan, kul hakkından korkmaz. Ama tarihten korkmalı Çünkü ellerinde Türkiye'nin kanı var. Ellerinde türbanı kılıç yaparak kanatarak, yara-yara ortasından ikiye böldüğü Türkiye'nin kanı var. İşte bu yüzden, onu tarih hiç affetmeyecek.” Bu, halktan birinin serzenişi... Mektup internette dolaşıyor okunabilir.
TC ‘karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve barış’ üzerine kurulu bir Halk Devleti’dir.
Atatürk’ün, despotizm, sulta ve zorbalık anlamına gelen ‘devrim’ yerine, toplumsal konsensüs’e dayalı ‘İnkılâp’ı tercih nedeni budur. Kanıtı TBMM’de kazılı “Egemenlik kayıtsız, şartsız Milletindir” vecizesi olup;.Devlet idaresinde “sevgi-saygı, adalet, eşitlik ve hukuk esastır "insani boyut ve bilinçli toplum" Türk halkının hakkı, bir Cumhuriyet projesi ve milletin “muasır medeniyet seviyesini aşma” idealidir. Çünkü, darbelerle dayatılan, “Bundan böyle asla, bir Atatürk çıkartamayacak (pasif, palyatif, bilinçsiz ve paralize) toplum yaratma” emeli güden, sözde “bilgi çağının baronları” fiilen bitmiş ve tükenmiş, ülkemiz ve dünyayı da tükenme noktasına getirmişlerdir. Yukarda açıklanan mektup bir örnek... Hakikat: Türk halkı’ nın sinesini parçalayan ıstırap ve çile, diğer tarafta ‘yalan-talanla’ saltanat süren baronlardır.
"İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve kötüler kahrolsun." AMİN Sadece "Özel" yazışmalar için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com/
*Bu makaleler telif yasası kapsamı dışındadır. Serbestçe yayınlanmaları için gönderilmektedir.
Mustafa Nevruz SINACI
Türkiye siyasetinin elli yıldır süregelen zaafı “ihtirasın itişi ve yetmezliğin çekişi” ile kör inat uğruna tam bir ikilem (bocalama, çelişkiler yumağı) içinde sürüklenerek olduğu yerde dönüp durmasındadır. Gerçekte ıstırap içinde kıvranan dünyanın da derdi budur.
Bilgi çağında bilgisizlik, cehalet ve safahat..Olacak şey değil!...Ama gerçek bu..
Egoizmin sınırlarını aşan çılgınlık, hırs ve ihtiras derecesine varan korkunç bencillik;
Buna mukabil, daima üç maymunları oynayan, ağır-aksak, kör, topal, sağır ve dilsiz sencilik..Kısır döngü içinde yıkılan, yok olan gelenekler, ötelenen, hor-hakir görülen insan, insanlık davası ve medeniyet…
Oysa insan olmanın, insan olarak kalmanın ebedi şartı: Adalet ahlâkı ve hukuktur…
Adalet ve hukuk evrensel bir değer. Yalnız insanları değil, bitki, hayvan, hava, su ve sair hayatın bütün unsurlarını kapsar. Yeryüzünün ortak sahibi, yaşamı paylaşan insanlık ve insan’a hizmetle memur canlı-cansız yaratıkların tamamının muhatabı adalettir.
Dolayısıyla, adalet, hukuk ve hakkaniyet cihazına sahip ve saygılı olmayan toplumlar sürü konumundadır. Sürüyü ‘kendi mod’unda sabit kılarak’ yönetme adına domuz veya kene gibi sömürenler var. Bunlar, çılgınca bir hırs, ihtiras, kapris ve menfur emellerinin zebunu müzmir mütegallibe (gizli emel ve kötü niyet sahibi işgalci, sulta, tasallut ve gayrimeşru yollarla ‘gücü elinde tutan’ unsurlar) biçiminde bilinir, medeni siyaset, kadim hukuk ve klasik sosyolojide ‘hayvan altı varlık olarak tanımlanırlar. Zira yaradılış var oluş mutlak saygı-sevgi, adalet’e sadakat ve hukuka mutlak itaat üzerine kuruludur. Hakikatte hukuk: İlimde kıdem, görevde ehliyet, insanlıkta liyakat ve (üretim) gayret oranında eşit hak esasına dayanır.
Doğrusal yönde (insanlık boyutunda) hırs, ihtiras, bencillik ve kaprise yer yoktur.
“İnsanlar eşittir ve üstünlük sadece takva (ilim-ifan ve yüksek ahlâk) iledir.
Örneğin: İslâm’ın son Peygamberi Hz. Muhammed, “Mümin olmadıkça Cennet’e giremezsiniz, sevmedikçe de asla mümin olamazsınız” derken; Yunus Emre “Yetmiş iki millete, bir gözle bakmayan; Halka Müderris (Alim, Profesör) olsa (da), hakikatte asi’dir” der. Yine Hazreti Peygamberin buyurdukları: “Allah’ın varlığı ve birliği’ne inananlar (hangi şerait ve mezhepten olurlarsa olsunlar) Müslüman’dırlar. Onların kanı ve katli haramdır. Zira onlar da sizin kardeşlerinizdir. Onlar, İslâmi muameleye müstahaktırlar” Ve nihayet, evrensel değer Hazreti Mevlâna’nın: “İster Mecusi ol, ister putperest.. İstersen 40 kez tövbe edip bozmuş ol, yine gel. Bu kapı (insanlık kapısı) ümitsizlik kapısı değildir” çağrısı, insanlığın çimentosu, asgari müşterek’i sevgi, saygı, hürmeti ve mükellef olduğu muhabbetidir.
Burada evrensel bir örnek daha vereyim.
Şöyle ki: “Temiz insan ve temiz toplum üç esas üzerine kaimdir.
1. Bireyin ruh temizliği (ahlâken yüksek, namuslu-dürüst, beden-ruh ve can üçleminde anlaşık ve kendisiyle barışık olmak)., 2. Vücudu temiz, sağlıklı ve güçlü tutmak. 3. Tertemiz bir ruh, (akıl-berrak bilinç) ve güçlü, sağlıklı bir vücut sahibi olarak yakın/uzak çevreyi tam bir titizlik, onur, erdem, ilke ve sorumlulukla temiz tutmaktır.
İşte iktisadi, sosyal, siyasal, kültürel temizliğin “toplumsal ve bireysel” şartı budur.
Dikkat ederseniz tezlerin hepsi değer; Hırs, ihtiras, kapris ve egoizm (bencillik) tam bir değersizliktir. Değersizlik, insanlık âlemi, dünya ve evren için büyük tehlikedir.
Zira değersiz varlıklar hırsızlık, yolsuzluk, yoksulluk, cehalet, ahlâksızlık, onursuzluk, nedenidirler. Sorun ve sorumsuzluk üretirler. Anarşi, terör-tedhiş, yalan-talan, vurgun-soygun, rüşvet-iltimas, gasp ve irtikap, istismar ve suiistimal bunun doğal sonucudur.
Bu bağlam ve kapsamda 29 Mart’ta vazife nedir?
Elbette, hırs, ihtiras, kapris ve bencillik üzerine kurulu, millet iradesini hiçe sayan, bu dayatma seçimde; Açıklanan değerler ve insani ilkeler ışığında, onur-erdem ve sorumlulukla hareket ederek, parti fanatizmini aşıp, insanlık düşmanı “hırs, ihtiras ve kapris” zebunlarına asla oy yerine, acil ihtiyaçları olan “onurluluk ve sorumluluk” dersi vermektir.
"İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve kötüler kahrolsun." AMİN
******
BİLGİ ÇAĞI’NIN (!) BARONLARI
Mustafa Nevruz SINACI
Vatandaş internette “açık mektup” yayımlamak suretiyle yakınıyor.
“Ben politikacı değilim, olmaya da niyetim yok. Ben zaten politik bile davranamam. Hatta o konuda özellikle beceriksizim. Ama anlatmam, açıklamam gerek. Yapılanların kötü olduğunu ve kötülüğün ağırlığını hissettirebilmek için..Belki görülür, anlaşılır, fark edilir diye. Bana göre tarih bu başbakan’ı asla affetmeyecektir. Çünkü: Bu toplumu adına türban denilen bir kılıçla, kese kanata, yarıp ikiye böldü. "Velev ki siyasi simge, suç mu?" sözleriyle fitili ateşledi. Meseleyi özellikle bir kan davası noktasına getirdi. Söz verdiği gibi kendisinden olmayanı da kucaklamak yerine, tokatlamayı tercih etti. Artık kimse birbirini sevmesin, saflar derinleşsin, bıçaklar bilensin istedi. Ettiği her lafla bilerek, isteyerek nefret tohumları ekti.. Öfkeli. Kendinden olmayan herkese yukarıdan bakan tavrı var. Aslında duyduğu korkunç öfkeyi maskelemek için öfkeli. Çünkü sevgisiz. Öfke bir hitabet biçimidir, savunması sadece komiklik. ‘Öfke bir hitabet biçimi olsa da asla bir yönetim biçimi olamaz’ gerçeğinden bihaber. İşte bu yüzden her öfkeyle kalktığında zararla oturmakta!.Çünkü hırsının sonu yok.
Her yer ve her şey benim olsun, herkes benden olsun istiyor. Kendisinden olmayana tahammül edemiyor, dayanamıyor, eleştirilere katlanamıyor. Bunca yıl şakşakçılara o kadar alışmış ki, AB müzakerelerine gittiğinde elinde koca bir hiç’le dönmesine rağmen “Avrupa Fatihi” manşeti atanlara öylesine güvenmiş, uçağına binenlerin hep kendisini alkışlayacağına o kadar emin ki, en ufak bir eleştiride çığırından çıkıyor, saldırganlaşabiliyor.
Çünkü o, savaşta her şeyin mübah olduğu bir ekolü temsil ediyor; Dini de, dindarlığı da, bir tek kendinden yana olanlara ait sanıyor. Onun için inanmanın tek şartı baş örtmek.
Çalan da, çırpan da, yiyen de, yediren de; satan da, sattıran da türbandan yanaysa mesele yok. Her biri bilmem kaç yüz dolarlık has ipek örtüler takmış eşleriyle İslam bir tek onlarınmış gibi davranıyorlar. Yerine göre ulema kesilip, büyük kalabalıkları saf, samimi, temiz ve yürekten inanan insanları inancından soğutuyor ve İslam’ı kendilerine mal etmeye çalışıyorlar. Ama gerçek şu ki, çok yanlış yapıyor, yapıyorlar.
Çünkü gerçekleri konuşmak yerine mazlum ve mağdur edebiyatına sığınıyor. işler ters gittiğinde ise, o yanık sesiyle, izan, insaf ve adapla ezilmiş halk kahramanını oynuyor. Eğer ezilen halkın kahramanı olmaksa niyet, kendisi ve şürekâsının gemilerini, villalarını, bitmek bilmeyen dünyalıklarını nasıl açıklıyor? Bu halk bir torba kömüre, iki dize şiire kendisini halk kahramanı yapar diye düşünüyor Çünkü bu halk aç, çaresiz, işsiz ve kimsesiz. Ama ya "Gayri yeter" derse! Bir gün gözü açılır da, o bir torba kömür karşılığı kimlere ne tavizler verildiğini görürse! O bir torba kömür için çekilen peşkeşleri fark ederse. "Neden elektriğe, suya, gaza, yola bu kadar para veriyorum?" diye sorarsa! Benzinin neden çok pahalı diye merak ederse!
Hani olur da bir gün gözü açılır da gerçekleri görürse Hiç mi korkmuyorsunuz?
Dedim ya onu tarih affetmeyecek. O ki, adaletten, hukuktan, kul hakkından korkmaz. Ama tarihten korkmalı Çünkü ellerinde Türkiye'nin kanı var. Ellerinde türbanı kılıç yaparak kanatarak, yara-yara ortasından ikiye böldüğü Türkiye'nin kanı var. İşte bu yüzden, onu tarih hiç affetmeyecek.” Bu, halktan birinin serzenişi... Mektup internette dolaşıyor okunabilir.
TC ‘karşılıklı sevgi, saygı, anlayış ve barış’ üzerine kurulu bir Halk Devleti’dir.
Atatürk’ün, despotizm, sulta ve zorbalık anlamına gelen ‘devrim’ yerine, toplumsal konsensüs’e dayalı ‘İnkılâp’ı tercih nedeni budur. Kanıtı TBMM’de kazılı “Egemenlik kayıtsız, şartsız Milletindir” vecizesi olup;.Devlet idaresinde “sevgi-saygı, adalet, eşitlik ve hukuk esastır "insani boyut ve bilinçli toplum" Türk halkının hakkı, bir Cumhuriyet projesi ve milletin “muasır medeniyet seviyesini aşma” idealidir. Çünkü, darbelerle dayatılan, “Bundan böyle asla, bir Atatürk çıkartamayacak (pasif, palyatif, bilinçsiz ve paralize) toplum yaratma” emeli güden, sözde “bilgi çağının baronları” fiilen bitmiş ve tükenmiş, ülkemiz ve dünyayı da tükenme noktasına getirmişlerdir. Yukarda açıklanan mektup bir örnek... Hakikat: Türk halkı’ nın sinesini parçalayan ıstırap ve çile, diğer tarafta ‘yalan-talanla’ saltanat süren baronlardır.
"İyi, Namuslu, Dürüst ve Demokrat olan kazansın. Bilerek ve 'bilinçle' KÖTÜ'lere oy verenler ve kötüler kahrolsun." AMİN Sadece "Özel" yazışmalar için adres: gercek.demokrat@hotmail.com
WEB: http://mustafanevruzsinaci.blogspot.com/
*Bu makaleler telif yasası kapsamı dışındadır. Serbestçe yayınlanmaları için gönderilmektedir.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder