17 Eylül 2011 Cumartesi

sınır ötesi skandalı!...

Sınır ötesi için; 
İzin haaa!....
Mustafa Nevruz SINACI
13 Eylül 2011 – Salı günü açıklanan bir “wikileaks belgesi”nde, Türk hükümetlerinin; BM anayasası 51. madde (*) gereği olağan ve doğal bir hak olan meşru müdafaa, sınır ötesi kara ve hava harekâtlarında ABD’den izin aldıklarına dair ‘utanç verici’ bir belge yayınlandı. 
HABER:
“Türkiye'nin Irak'ın kuzeyine yapacağı her harekâttan önce Amerika'dan izin almak zorunda kaldığı wikileaks belgeleriyle apaçık ortaya çıktı. Belgelere göre, Türkiye kara ve hava harekâtlarında Amerika'dan belli bir süre önce izin istiyor. Yine belgelerde ortaya çıkan çarpıcı gerçek, AKP Hükümeti yetkililerinin, terörün en şiddetli zamanlarında bile, ABD’ye "biz sınır ötesi operasyon istemiyoruz" güvencesi vermesi.
Wikileaks adlı internet sitesinin yayınladığı Amerikan kripto’ları AKP Hükümeti'nin PKK'yla mücadelede Türkiye'nin elini nasıl bağladığını ortaya koyuyor. Bu belgelere göre: 17 Şubat 2010'da Ankara'dan gönderilen kripto da Türk Silahlı Kuvvetleri yetkilileriyle  Irak'taki Amerikan Güçleri Komutanı Odierno arasında geçen bir konuşmaya yer veriliyor.
Türk yetkililer, Amerika'nın, PKK hedeflerine yönelik hava harekâtına çok geç izin verdiklerinden yakınıyor ve bunun Türkiye'ye bir maliyeti olduğunu belirterek; “1984'te, Saddam Hüseyin’le yapılan güvenlik anlaşmasında elde edilen sınır ötesinde sıcak takip hakkının; (!) ABD'nin 2003'te Irak'ı işgal etmesi sonrası işlemez hale geldiğini söylüyorlar. AKP 2007, 2009 yıllarında Irak'la imzaladığı anlaşmalarda sıcak takip talebinden vazgeçiyor. 15 Ekim 2009 tarihli Amerikan kriptosunda "sıcak takip" hakkından Türkiye'nin vazgeçtiği belirtiliyor. Kriptoya göre Erdoğan, bu istekten vazgeçmiş.
18 Ekim 2007 tarihli diplomatik yazışmada Mesut Barzani ve dönemin ABD Büyük Elçisi Wilson arasındaki görüşme anlatılıyor. Barzani'nin sınır ötesi operasyon konusundaki endişelerini yatıştırmaya çalışan Büyük Elçi Wilson, Ahmet Davutoğlu'ndan aldığı bilgiyi dile getiriyor. Buna göre: Davutoğlu, Amerikan Büyükelçisi'ne "Türkiye, Irak'ın kuzeyine bir harekât yapmayı düşünmüyor" demiş. Ayrıca, Abdullah Gül'ün 2003’de Amerika Dışişleri Bakanı Powell ile yaptığı 2 s. ve 9 maddeden ibaret anlaşmanın bir maddesinde Türkiye'nin,  PKK'ya karşı yapacağı her harekâtta Amerika'dan izin alacağı hükme bağlanmaktadır.”
Korkaklık, sünepelik, vesayet ve dalkavukluk zillettir.
Aydınları (kanaat önderleri, mahalli lider ve milli dinamikleri) korkak olan milletler; Ezilmeye, üzülmeye, horlanmaya, istismar ve suiistimale; Diktatör, despot, cunta ve sultalarca alçakça sömürülmeye, soyulmaya, alenen peşkeş, hicap ve utanca mahkûmdur. 
Bakınız, Gazi Mareşal Mustafa Kemâl Atatürk ne diyor:
"Milletler, Milli hâkimiyetlerini (egemenliklerini) geçici bile olsa emanet edecekleri, meclislere gereğinden fazla inanmamalı ve güvenmemelidir. Çünkü meclisler bile despotluk yapabilir ve bu despotluk ferdi despotluktan daha tehlikeli olabilir. Meclislerin öyle kararları olabilir ki, bu kararlar millet hayatına telâfi edilmesi gayri kabil olmayan zararlar verebilir."
Meşru hak, evrensel hukuk ve dayanak:  
Eylül ayı başından bu yana, olası bir sınır ötesi kara harekâtından bahsediliyor. En çok bahis konusu eden de; Hiç üstüne vazife olmadığı ve asli vazifesini yapamadığı subut bulmuş içişleri bakanı. Keza savunma ve dışişleri bakanları ile mit başkanı da vazife malul’ü. Zira her şeyi bilen mit’e, birinci dereceden yetkili, resmen görevli ve sorumlu İçişleri, Dışişleri, Adalet ve Savunma bakanlarına;, C. Başkanı, Başbakan ve mezkür bakanlara rağmen terör, tedhiş ve tehdit amansız bir biçimde sürüyor. MİT her şeyi biliyor, güvenlik zaafta, ordu bekliyor! Sınır ötesi harekât ile alâkalı mı bilinmez; Bu en kritik dönemde Recep Usta (!) ABD’ye gidiyor!..       
(*) “Meşru Müdafaa Hakkı” kuvvet kullanımının en önemli istisnalarından biri olup;, BM Şartının 51. maddesi bu hakkı şu şekilde muhafaza eder: “Bu Antlaşmanın hiçbir hükmü, BM üyelerinden birinin silahlı bir saldırıya maruz kalması halinde, Güvenlik Konseyi uluslar arası barış ve güvenliğin korunması için gerekli önlemleri alıncaya dek, bu üyenin doğal olan ‘bireysel ya da ortak “meşru” savunma hakkına’ halel getirmez. Üyelerin bu meşru savunma hakkını kullanırken aldıkları önlemler hemen Güvenlik Konseyi'ne bildirilir ve Konsey'in işbu Antlaşma gereğince uluslararası barış ve güvenliğin korunması ya da yeniden kurulması için gerekli göreceği biçimde her an hareket etme yetki ve görevini hiçbir biçimde etkilemez”
Sonuç:
1. Hükümet, “hüküm, ilim, adalet ve hikmet’le idare ve sadece millete dayanan özgür, bağımsız, hukuk-u düvel’e nazaran (diğer dünya devletleri karşısında) tarafsız, nevi-i şahsına münhasır (objektif ve orijinal) irade” demektir. Gelenek, İslâmi-insani gerçek, ahlâki usul ve evrensel hukukun emri budur. Meşru  hak ve evrensel hukuka nazaran; Yukarda isnat ve iftira olunan ağır suç ‘biat ve izin’ (maazallah doğruysa eğer) vatana ihanettir..  
Çünkü hiçbir “namuslu, dürüst, milli ve demokrat” hükümet başka bir hükümetin izin ve iradesini, tasallut ve iktisabını kabul etmez, edemez. Karşılıklı, eşit, adil ve mütekabiliyete dayalı ittifak ve iştirak (ortaklık) antlaşmaları olmadıkça; Bilgi vermek dahi vatana ihanettir.  
2. Deşifre olan ve internet ortamına düşen “tedhiş örgütü & mit yetkilileri” görüşme kaseti tam bir skandal. Öncelikle orada, menfur melânetlere “sayın” diye hitap edecek kadar alçalma durumu var. Bu acuzelerin derhal “devletten def-i hacet edilmesi” şarttır. Ayrıca, madem ki mit her şeyi bilmektedir!... neden? müdahil olunmamakta ve tedbir alınmamaktadır. Bu bilgiye nazaran, başta iktidar partisi olmak üzere, hükümetin bütün aktör ve argümanları şaibe, şüphe ve töhmet altındadır. Vatandaş, “yoksa terör örgütü hükümeti emir, tasallut ve hizmeti altına mı aldı?!.. acaba hükümet şantaja boyun mu eğiyor?..” diye düşünebilir…
Birde, bahse konu tartışmalarda öne çıkan ‘Devlet-hükümet’ polemiği utanç verici bir cehalet eseri. Zira devlet izafi bir kavram olup, her hususta uzuv (fail) hükümettir. Hükümet, devleti fiilen temsil, izam ve idame ettiren unsurdur. Karar, hüküm ve hikmet hükümete aittir. Yani, devlette olup biten her hususun tek ve yegâne sorumlusu, muhatabı hükümettir.
3. Umur-u devlet sahibi; hakiki devlet adamlarının hâkim olduğu bir hükümet “güneş” gibidir. Ülkeyi daima aydınlatır, ısıtır, sağlık-huzur, bolluk ve bereket unsurudur. Işıklarıyla barış; Adaletiyle eşitlik; Sıcaklığıyla emniyet, güvenlik, mutluluk verir, mikropları yok eder. Güneşin ışıklarının erdiği yerde kene, kanser, habis ur, hırsız-yolsuz ve vampir barınamaz!..     
Siyaset fazilet olmaya mecbur ve mahkûmdur: 
Siyaset bilgi, basiret, fazilet, adalet ve deha üzerine kaim olmak zorundadır. 
Siyasette gizlilik olmaz. Gizlilik, kirlilik ve melânettir. Karanlık vampirler içindir.
Adalet, hüküm ve hikmet (hükümet) mutlak açıklık ve şeffaflığı zorunlu kılar.  
UNUTMAYIN!...
Ceddimiz Osmanlı “hakkaniyet, adalet, eşitlik ve meşruiyet” den asla taviz vermezdi.   
Üstelik Osmanlı “İslâmi ve insani anlamda” lâik’ti. Zira Osmanlı Türk-İslâm Devleti; Cumhuriyet, Lâiklik ve Demokrasi’nin ((“cumhur’a itaat;, millet iradesinin devlet idaresinde hâkim olması”, “şûra;, halkın en akil ve en ileri gelenleri arasından, halk tarafından seçilmiş meclis” ve akaitte “senin dinin sana, benim dinim bana / lekum dînikum veliye din” (Kâfirûn Suresi; Sure 109, Ayet 6) kuralı)) çok iyi bilinir ve fiilen yaşatılırdı...
İşte mesele bu...
Yani: Devlet izafi hükümet sahi…
Eğer bir ülkede “hükümet” gerçekten ve “hüküm-hikmet” üzere varsa; Orada anarşi, terör, tedhiş olmaz. Adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk yaşanmaz. Hırsızlık, hortumculuk, sahtekârlık, görevi kötüye kullanma, istismar, suiistimal ve yolsuzluk bilinmez. Yukarıdaki 3. maddede beyan edildiği veçhile güvenlik, emniyet ve esenlik, refah, zenginlik ve mutluluk, hak, hukuk, adalet ve eşitlik vardır. Buyurun, mevcudu bu miyar muvacehesinde muaheze ve mütalâa edin lütfen. Bakalım sonuçta ne çıkacak?...  
BİR YORUM: > Date: Fri, 23 Sep 2011 17:36:02 +0300  > Subject: Re: MNS ::: YENİ MAKALELER (EKLİ DOSYA: 1. ve 2. MAKALE) > From: ozkanoksuztepe@gmail.com  > To: gercek.demokrat@hotmail.com  > CC: fethimurat@gmail.com
Merhabalar SN. SINACI,
Göndermiş olduğunuz maili ilgiyle okudum teşekkür ediyorum öncelikle. Yazıda belirtilenler ya genel olarak bilinen ya da kenarından köşesinden tahmin etmesi pek te zor olmayan durumlar. Ancak her ne olursa olsun halkın meyda tarafından uzun bir süre boyunca AFYONLANMASI sonucu bu gibi şeyler ya görmezden gelinir ya da 'One Minute' olayında olduğu gibi çok yanlış bir persfektiften gösterilerek halk kandırılır. Diğer taraftan yandaş mühalefet ve sosyal dmokrat içerekli yayınlar ise çoğunlukla ya sesini duyuramaz yahut göz ardı edilirler. Bugün ülkede yaşanan tüm bunlara sebep olarak AB-D & Gülen Oluşumu, yaşanan ağır DARBELER bunların hepsi bir yana bizler sadece yazarak çizerek mi bu ülkede birşeyleri farkettirmeye çalışıcaz. Olumsuz sebep olarak belirttiğim etkenler yazmak, çizmek ve konuşmanın dışında daha elle tutulur eylemler yapmakta, bizim ki biraz elma ile armutu karşılaştırmak gibi geliyor bana. Eyleme geçiriş olarak ta düşündüğüm top, tüfek, isyan, boykot gibi yarım asır geriden gelen çok saygı duyduğum ancak son kullanım tarihi geçmiş '68 popüler eylemleri değil, daha modern daha eğitimci daha bireye sorumluluklar yükleyen, daha yayılmacı ve etken eylemler.
Bugün ki üniversite gençliliğinin durumu bende bir öğrenci olmama rağmen içler acısı ve yok denecek kadar az çoğu sindirilmiş korkutulmuş ailelerden kimi popüleritenin arkasında koşar adım kimi ise zaten kendinden bi-haber, uyandırılmalı, çok derin uykuda olan Gençlik ve Halk ivedilikle bu gaflet uykusundan uyandırılmalı ve bu bağlamda siz büyüklerimizin de bizlere yol göstermesi en yararlı katkı...
Saygılarımla, Özkan ÖKSÜZTEPE (23 Eylül 2011) 

 Cumhuriyet’in Savcılarına 
Suç Duyurusu
Mustafa Nevruz SINACI
Öncelikle ve başta Yargıtay Cumhuriyet Başsavcılığına, kamu vicdanı bilinci gereği hür, hâkim, hükümran ve kadim Türkiye Cumhuriyeti’nin bütün “Cumhuriyet” savcılarına, etkili-yetkili, onurlu ve sorumlularına, buradan açık “suç duyurusunda” bulunuyorum:
Yasadışı, illegal; Anarşi, terör, tedhiş ve tehdit unsurlarının legal/açık örgütü BDP’nin yöneticileri, TC Anayasasında devletin temel ilkesi üniter ulus devletin ''bölünmez bütünlüğü'' ile mevcut anayasal ve yasal düzeni yıkmak için, vatana ihanet suçu ''demokratik özerklik'' ilan etmek ve uygulamaya geçirmekle anayasal suç işlemektedirler.. Bu suç fiillerinin vurucu gücü olarak sahiplendikleri, temsil etmekle öğündükleri menfur şebeke tarafından gasp, silahlı saldırı, propaganda ve misilleme yapılması vatana ihanet, isyan ve düşmanla işbirliği suçlarını sabit kılmakta ve ağırlaştırmaktadır.
Bu nedenle; Anayasayı tebdil/tağyir, mevcut devlete isyan ve müesses nizamı silahla yıkmak suçundan derhal tutuklanmaları, yargılanmaları, cezalandırılmaları gerekir... Kaldı ki, mütemmimi oldukları eşkıyanın vaki isyan hain ve kanlı eylemleriyle ''cürmü meşhut'' halinde bulunuyorlar. Şemdinli'de bir düğünü basarak katliam yapmaları, bir öğretmen evini yakmaya teşebbüs etmeleri; Yaklaşık 50 yıl süren kalleşlik, gasp, irtikap, ihanet, vahşet; Dahası elebaşı İmralı canisinin mezkür dosyasında mevcut belge, bilgi ve itiraflar yeterli delil değil midir?..
            Devlete karşı ayaklananlar için Cumhuriyet Savcıları’nın re'sen harekete geçmesi ve Hükümetin de, “suç duyurusu” dâhil gerekli teşebbüs ve tasarruflarda bulunması anayasa ve TCK emridir. Buna rağmen; Başta YCBS olmak üzere, HSYK, Adalet Bakanlığı ve yerel C. Savcıları ile birinci derece sorumlu İçişleri Bakanlığının ilgisiz, sorumsuz, seyirci ve duyarsız kalması anlaşılır gibi değildir!. “O savcılar ki, Türkiye Cumhuriyeti'ni ve düzeni korumak için mücadele edenleri yakalatıyorlar, içeri atıyorlar ve yıllar boyu yargılatıyorlar!..” (*)
            2820 spk gereği kurulu BDP sözde ''Türkiye partisi'' ama etnik kökene dayalı ırkçılık yaparak bunu açıkça ilan ve yasayı alenen ihlâl ediyor. Türkiye'yi önce demokratik özerklikle bölmek; Sonra da ''Büyük Ermenistan’ı'' kurmak... Bütün gayeleri, dertleri, hedefleri bu...
            II. büyük kongrelerinde bu düşmanca, menfur ve yasadışı amaçları açıkça ilan edildi...
Daha düne kadar ''Siyasal çözüm için bizimle, ama terörü örgütle konuşun'' diye konuşan eş başkan SD. Kongre de ‘artık Türklerden ayrılma yolunda olduklarını, bu amaçlarını Öcalan'la, Demokrat Toplum Kongresi adını verdikleri bir çeşit meclis ile gerçekleştireceklerini ve ordu kuracaklarını’ övünerek söyledi. Bunları Kandil'le birlikte gerçekleştireceklerini, yasa dışı suç örgütü ve ''ölülerine'' (!) saygı duruşu yapıp, menfur teşekkül marşını okuyarak ilan ettiler.
            Cari hükümet ve devleti tanımıyor, açıkça meydan okuyor, tehdit ediyorlar... BDP'nin MYK toplantısında hem suçlu hem güçlü olarak şart koşmuşlar: ''kul oldukları örgüte yönelik sınır ötesi kara harekâtı olursa, 1 Ekim'de de Meclis'e gidip yemin etmek yok'' Bundan sonrası da herhalde iç savaş kıyameti... Hangi Savcı bundan fazla suç delili isteyebilir?!!
Cürümleri sürekli tekrarlanan, TC için ağır bir tehdit, tahrik ve suç unsuru haline gelen bu güruhu yargı huzuruna çıkarmayanlar, görevlerini ihmal etmekte. İktidar ve destekçileri bu açık ihanet-tahrik ve aleni suçlara rağmen, savcıları göreve davet edecekleri yerde; BDP'lileri Meclis'e davet etmekteler! Bu demokrasi, özgürlük, adalet ve hukuk değil; Bizatihi bölücülere yardım ve yataklıktır. Kısacası müsnet suçlular Türkiye Cumhuriyeti devletini yıkmaya ant içmiş aht etmişler; Akt ettikleri projelerini de icraya başlamışlar. Arkalarındaki eşkıya her gün kalleşçe can almaya ve isyana devam ediyor... Kimi melun türler de onlardan hayır bekliyor!..
            Ayrıca; Hükümetin Barzani ile Talabani'den kara harekâtı için destek ve ABD’den icazet beklediği söyleniyor. Doğruysa bu çok alçaltıcı bir rezilliktir. Seyirci kalan muhalefetin Allah belâsını versin. Dahası eşkıya başının İmralı'dan başka ceza evine nakli konu  edilmiş.. İddiaya göre Hükümet hayır dememiş; kapıyı açık bırakmış... Şimdi menfur’a af gündemde?.. Olmaz demeyin; Cumhuriyet’in Savcıları ve sorumlular bu kadar sorumsuz, gaflet, dalâlet ve aymazlık içinde olduğu sürece beklenebilir. (*) Altemur Kılıç, 15.09.2011

‘yemin edenler’ 
BİLSİN Kİ!..
Mustafa Nevruz SINACI
            Şuursuzluk (bilinçsizlik) ve kasıtlı sorumsuzluk, çok büyük bir onursuzluktur.
            12 Eylül 2011 günü ve gecesi şehir sokaklarına çıkıp, taşkın kutlamalar yapmak; Sovyet Kızıl Ordusu’nun Ermenistan’dan girerek, “istikamet sahalar denilen ve ‘önünde kapalı kapılar bulunmayan’ halkın” düşmanla birleşip; TC’ni; ASSC (Anadolu Sovyet Sosyalist Cumhuriyeti) yapmak isteyenleri unutmak, ihanet şebekelerinin bakiyesi olmak demektir.   
            Nisyan (unutmakla) Malul Hafıza-i Beşer
Lütfen hatırlayın, 12 Eylül öncesi aktörlerin; Sağ-sol diye böldükleri ülkede, taraflara silah vererek çatışmaları körüklediklerini; Dinci, solcu, mason, dönme ve devşirmelerin, kendi yarattıkları terörü gerekçe yapıp demokrasiye silah çektiklerini; Dolayısıyla kanlı-kirli oyunlar, kardeş kavgaları, soygun-vurgun, yağma ihtirası, kin ve intikam hırsının müdahaleyi zorunlu kıldığını;, Askeri müdahalenin ise, emir ve kademe zincirine uygun olarak yapıldığını; Anarşi ve terörün derhal kesildiğini, devletin avdet ettiğini, ülkede can ve mal güvenliğinin sağlıklı, kalıcı ve sağlam bir şekilde temin-tesis edildiğini asla göz ardı etmemek,unutmamak gerekir.
Dönemin ABD Başkanı Jimmy Carter'a haberi ileten CIA Ankara İstasyon Şefi Paul Henze’nin 'Bizim çocuklar başardı' dediğine dair iddia, iğrenç bir yalan ve iftiradır. Zira ABD 27 Mayısçıdır. 12 Eylül, 27 Mayıs’ı tekzip ve Türk milletini bu lânetten tenzih etmiştir.
Kaldı ki, 12 Eylül “27 Mayıs Esaret ve Anayasa Bayramı” gibi iğrenç bir yalan, iftira ve tahrik bayramını “anayasa denilen paçavrası ile birlikte” çöpe atmıştır. Ayrıca, Dünyada iki yılda “kendi iradesi ile” iktidarı halka ve sivil siyasete devreden tek örnektir. 
Siyasette boşluk;
27 Mayıs’ı sürdürme ve “boşluğu” doldurma çabaları:
Nitekim 12 Eylül’e “İslâmcı” diyen Amerikancı ve sabık 27 Mayısçılar, derhal, sivil görüntülü bir din devleti kurmak için kolları sıvadılar. Bu amaçla Kenan Evren’in eline Kuran verip meydanlara çıkartarak “hamasi” nutuklar attırdılar. Sivil siyasete geçildikten sonra da, bir tür Muaviye politikası uygulayıp; Bu gerici, yobaz, peşkeşçi ve kıyıcılığın adını da utanmadan “Atatürkçülük” koydular, bu mel’un ve müzmin, Türk İnkılâbı düşmanı 27 Mayısçılar!…
Süreçte; toplumun tarihi Türk kimliği hızla aşındırıldı. Bu kimlik eleştirildi; hatta faşist, ırkçı olarak nitelenip lânetlendi. Milli hafıza silinmek, devletin en değerli arşivleri yok edilmek istendi, milli kimlik yerine din kimliği kaim kılınınca, toplumu yönetmek kolaylaştı.
Açıkçası “hile, desise ve ABD icazeti ile” 1983’de gelenlerin ideolojisi Türk-İslam sentezi falan değil, sadece uşaklık ve din tüccarlığı idi. Zira onların dini Hz. Muhammed'in öğretisinden kaynaklanan ve Kur-an’ı Kerim’e dayalı arı-duru, halis ve hakiki İslam değil; Bir nevi Hıristiyanlığa biat etmiş uyduruk İslâmcılık, Evangelizm veya Ortodoksluktu.. 
Bu süreçte Milli Görüş denilen dinci çizginin önü açıldı. Strateji gereği yandaş darbeci paşalar; operasyonlarla (28 Şubat v.d.) bu çizgiyi mazlum ve mağdur duruma düşürüp bile bile bunlara iktidar yolunu açtılar. Yani; bu iktidar 12 Eylül darbesinden sonra kurgulanan siyasetin pırıl pırıl çocuğu olarak doğdu ve “post modern darbelemelerle” iktidara geldi.
            İşte bu nedenledir ki!...
            Cumhuriyet tarihinin en büyük kırılma, sırtından vurulma ve yere düşürülme vakıası olan 27 Mayıs’ın vesayet, despotizm, cunta ve sulta, encümen-i daniş-i veraset unsurları:
 “Devlet idaresinde, millet iradesinin hâkim kılınmasına dair” 1982 Anayasasında yer alan insan hakları, adalet ve demokrasi hükümlerini ilga ederek; Milletin vekil seçme hakkını; cebren gasp ve hileyle; ‘kinâyeten lider nam sergerdelerin keyfine terk eden’ vesayet, sulta ve cunta; “kuduz köpekler, vampirler ve köşeye sıkışmış domuzlar” gibi hırçınlaştı. Yönetime el koyduğu 1960 kalkışmasından beri, kendinden menkul her melâneti halka saçan Cumhuriyetin birikim ve milletin mallarını hayâsızca yağmalayan bu güruh; Menfur maksadını tahakkuk için keyfince atadığı ve uyduruk bir seçim ritüeli yoluyla (sözde) meşrulaştırdığı emir kulu, memur ve uşaklarına gözdağı vererek sıkıştırmaya çalışıyor. 

YENİ (sivil?!) ANAYASA’YI ÇIKARTIN!..
Mustafa Nevruz SINACI
Eğer, TBMM’de yemin ederek, zımmen millete vekil, Parlâmenter kisvesini bürünenler; münferit (bireysel) akıl-idrak, özgür irade, şahsiyet-haysiyet, namus ve şeref sahibi iseler, zaten ettikleri yemine mutlaka sadık kalacak, kaldığı kadarıyla mevcut ve cari Anayasayı ne pahasına olursa olsun sahiplenip, canları pahasına koruyacaklardır. Bu, onlar için bir namus, şeref ve soy borcudur. Yemin edenlerin başka çaresi yok!...
Gerçekten 1982 Anayasasının değişmesini; Anarşi, terör ve tedhiş unsurlarının alenen himaye gören yardım, yaltakçı, yatakçıları dâhili ve harici bedhahların (iç ve dış düşmanların) menfur isteklerine kulak verilmesini “açıkça” isteyenler zaten yemin etmediler. Bunlar, ayağını kaldırıp yemin edenlerden daha onurlu duruma yükseldiler. Her nereden güç, kuvvet ve cesaret alıyorlarsa, son derece açık, davalarında ısrarcı ve samimiler. Diğerleri gibi iki yüzlü, mürai ve çifte standart erbabı değil!.. Sonuçta: Yemin etmeyenler zaten, açıkça anayasa karşıtlarıdır.
Sap’la saman karıştı. Hani bir lâf vardır. “Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner” ve “Mahkeme Kadı’ya mülk değildir” diye!.. Şu halde suç mefhumu da, suçlu karinesi de olabildiğince birbirine karıştı. Umur-u devlette Adalet kendiliğinden tecelli etmek ve/veya Cumhuriyet’in Savcıları tarafından tecelli ettirilmek zorundadır. Fakat etmiyor. Demek ki, devlet umur-u (devlet tecrübesi, bilgi-birikim ve medeni cesareti olan hakiki devlet adamı) kalmadı. Yazık, bu devlete ve millete çok yazık!.. İşte bu nedenle millet manipülâsyonları gam etmemekte ve sabırla beklemektedir. Bu nedenle, 12 Eylül 2010 anayasa değişikliklerine evet denildi. Bir başka sebepte: “Bu son olsun, artık Anayasama dokunma” anlamınadır.     ,
Kanlarında sorun yoksa!.. Mesele yok…
Malumdur ki; Damarlarında Türk Kanı taşıyanların en belirgin vasfı: Namus, soy ve şerefleriyle temayüz etmiş, harama, yalana, talana asla tenezzül ve tevessül etmeyen;, Hırsızlık, haksızlık, yolsuzluk ve sahtekârlık yapmayan; Nostaljik “milleti sadıka sorospuları gibi” değil, gerçekten Türk milleti, Türk İnkılâbı ve mezkür yemin’de ifadesini bulan değerlere sahip, sadık ve samimi, saygılı, mert olmalarıdır.    
Bu nezih insanlara; Namuslu, dürüst ve demokrat olanlara sadece:
“Sakın bilinçsiz iş yapmayın. Makam-mevki, şan-şöhret, karı ve para sarhoşu olmayın.
Onur-erdem, insani sorumluluk, İslâmi yükümlülük ve vicdani şuurunuzu kaybetmeyin.
Daima kendinizde olun, ne yaptığınızı iyi bilin. Eyleminizin amaç, anlam ve yol açacağı sonuçların idrakinde, farkında olun, kesinlikle yalan söylemeyin, ilmi kaynağından edinin, asla başkalarının telkin, tavsiye ve baskısıyla hareket etmeyin” deriz; Eğer ki dönme, devşirme, kripto, mason-misyoner, sabetay, ajan provokatör ve hassaten “onun bunun çocuğu” değilseler, bu onlara yeter.  Zira işbu vasıf ve evsafta olanlardan ne halka vekil, yargıç, savcı veya avukat dahi olamaz. Olursa bu kariyer ve karizmalarını hiç tereddütsüz milleti soymak, 
Lâkin damarlarındaki kan bozuk; yüreklerindeki iman sahte ve genleri asaleten mankurt ise, “bu domuz yavrularını men ve tasfiye etmekten” başka çare yoktur. Bu: Halk, hak ve adalet adına “vekâlet ve takip” iddiası güden muhalefete düşer. Çünkü usulen, tefhimen de olsa millet muhalefet görevini onlara vermiştir. Muhalefet beceriksiz-basiretsiz, yetersiz-yeteneksiz, aciz ve zavallı, sünepe, dalkavuk, uşak ve korkak olmaya hakkı yoktur. Aksi takdirde mertebeleri ve millet gözündeki yerleri: Aç kalmış kuduz bir köpek, kirli kan ve leş peşindeki vampir, sülük, kene veya sırtlan derecesine düşer. Şu hale nazaran: 
“yeminli” parlâmenterleri, yemin’e esas anayasayı fesih, iptal ve ilga ile Türk, İslâm ve insanlık düşmanlarının dayattığı “bir başkasını ve yenisini yapmaktan dem vuruyor olmak” çok yaman bir çelişki, alenen anayasa suçu, vatana ihanete teşebbüs ve keza korkunç bir ironidir!.. Basiret ve bekadan bu kadar yoksunluk, bu denli “akıl tutulması” olamaz!.. Yahut kendini “millete vekil” gösterip; Anayasa düşmanlığı yapmak!..
Lütfen, bu makaleyi dikkatle okuyunuz, yorumlayınız ve mümkünse; Kişisel yorum, fikir, eleştiri ve katkılarınızı da eklemek suretiyle; Mümkün olduğu kadar adrese gönderiniz.  

“YEMİN’E” SADAKAT 
YAHUT 
VATAN’A İHANET?!…
Mustafa Nevruz SINACI
            Malum “yeni veya sivil anayasa” sürecinin üç handikap’ı var.
            Bunlardan ilki ve en önemlisi, işbu parlâmentonun tespit usulü ve seçim ritüeli olup; Bir zerre dahi insan hakları, adalet, hukuk ve demokrasi ile alâkadar değildir. Aday sıfatıyla halkın önüne konulanların halkla her hangi bir ilgisi yoktur. İsimler parti sahibi, sulta, vesayet unsuru ve cuntalarca belirlenmiştir. Bunlardan kim hangi yüzle, demokrasi kültürü, uzlaşma terbiyesi ve ahlâkla “yeni anayasa” yapmalarını isteyebilir?... İkincisi: Yeni anayasa isteminin sağlam bir temel ve gerekçeye oturtulamamasıdır. Üçüncüsü: Başta “ilga edilmek istenen anayasa üzerine yemin” olmak üzere, burada sayılması ve sıralanması sayfalar alacak bir dizi çelişki, ironi, akılsızlık, hukuksuzluk ve mantıksızlıklardır ki; Kimse bu konulara girmeye cesaret edememekte ve yanaşmamakta. Bu da bir yurttaşlık, insanlık, siyaset ve demokrasi ayıbıdır.   
Türkiye Cumhuriyeti Anayasası'nın 81. maddesinde TBMM üyelerinin, göreve başlarken edeceği yemin yazılı. Aynen şöyle:
"Devletin varlığı ve bağımsızlığını, vatanın ve milletin bölünmez bütünlüğünü, milletin kayıtsız ve şartsız egemenliğini koruyacağıma;, Hukuk’un üstünlüğüne, demokratik ve lâik Cumhuriyet’e ve Atatürk ilke ve inkılâplarına bağlı kalacağıma; Toplumun huzur ve refahı, millî dayanışma ve adalet anlayışı içinde herkesin insan haklarından ve temel hürriyetlerden yararlanması ülküsünden ve Anayasaya sadakatten ayrılmayacağıma;
Büyük Türk Milleti önünde namusum ve şerefim üzerine and içerim."
Her genel seçtirme (cebri tasdik) işleminde, oylarımızla (sözde) milletvekilliğine, ama gerçekte parlâmento memurluğuna lâyık gördüklerimiz; Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın 81. maddesinde vücut bulan “Yemin”in içeriğini yerine getireceklerine dair,  Kurucu, Yüce ve Gazi Meclisin Kürsüsünde ve kendilerini seçen halkın adeta gözlerinin içine baka, baka namus ve şerefleri üzerine ant içerler… Bu merasim, kalp ile tasdik ve dil ile ikrar “Yemin’in her hükmüne mutlaka sadık kalacağız, o’nu namusumuz pahasına koruyacağız ve ne pahasına olursa olsun uygulayacağız..” demektir.
Ya hemen sonrası?!.
Hemen sonrasında ise; edilen bu yeminlerin hemen oracıkta “milletvekillerince en tez unutulan şey” olarak buharlaştığını; Atatürk Türkiye’sinin getirildiği iç karartıcı vahim durum ve ortaya çıkan sonuçlardan pekâlâ okuyabiliriz. Çünkü bugüne kadar namus ve şerefleri üzerine yemin eden sözde milletvekillerimiz ettikleri “Yemin metni” ne bağlı kalmış olsalardı, Devletin, üniter yapısı tartışılır hale gelmez, yemin’in sebep-i hikmeti anayasa tehdit altında olmazdı… Yani, “milli devlet” in ana unsuru olan etnik farklılıklar zenginlik olarak algılanırdı ve kalkınmanın, sanayileşmenin gelişmişliği yanında; insan hakları bütün enstrümanlarıyla hayata geçirilmiş olurdu…
Menfur terör, tedhiş ve terörist başına verilen tavizlerle (!) Ülkenin sınırları ve yönetim şekli tartışılır hale gelmez, hukukun üstünlüğü yok edilmez; Demokratik-laik, tam bağımsız, bağlantısız, özgür ve hâkim cumhuriyetten vazgeçilmişçesine, ılımlı İslam cumhuriyetinin ihsas edildiği, Atatürk ilkeleri ve Türk İnkılâbının yok edildiği; Anayasa, hakkaniyet, adalet ve hukuka bağlılığın, küstahça ayaklar altına alındığı bir Türkiye görünümü sergilemezdi?!... Zira, bu yapılanların tamamı yukarda “hükümlerinin korunması ve hayat bulması” vaad ve taahhüt edilen yemin’e aykırı!..
Özellikle yemin’in namus ve şeref üzerine yapılmış olmasına rağmen, hemen oracıkta unutulup ettikleri yemini bir türlü tutmayanların neden olduğunu, bilmem tekrar etmeye gerek var mı?. Hasılı, her iki kişiden birinin (?) oy verdiği ve başına taç yaptığı siyasi oluşumla; bu ‘malumu ilân-ı’ kendilerine layık görenleri baş başa bırakıyorum. Diğer yarısına da;  Sevgili ve değerli Galip Baran Hoca’nın “Bilinçli, farkında ve kendinde olma” telkinleri yönünde her şeye rağmen dik duruşlarını cesaretle korumalarını öneriyorum.
LÜTFEN!. Bütün tertip, tasarruf ve teşebbüsleri onur, şuur ve sorumlulukla izleyiniz!..
YARGIYA MÜDAHALE(LER) KİTAP OLDU
"MİLLET Mİ? O DA KİM?"
Mustafa Nevruz SINACI
Müthiş bir ironi, ahlâki zafiyet, tarihi kaynağı/dayanağı karanlık bir kin, nefret ve kirli duygularla, üstüne basa-basa, özellikle  ‘Ergenekon’ (doğal hapis ve esaretten kurtuluş) olarak anılan; Ümraniye davasının ilk şok (birinci dalga) çilekeşlerinden; BHABER Yazarı ve Genel Yayın Yönetmeni Bekir Öztürk'ün:, Gündemi sarsan, Adalet ve hukuk’u yakından ilgilendiren teşebbüs ve tasarrufları mercek altına aldığı "MİLLET Mİ? O DA KİM?!" adlı kitabı, ‘2011 Adli Yılı’nın açıldığı gün yayınlandı. "TOGAN YAYINCILIK" tarafından çıkartılan kitapta yer alan konular, muhteva hakkında:
Doğrudan kitap takdimi ve tanıtımından alınan ayrıntılar:
            “Bu kitap bir Muhalefet Lideri ya da Milletvekili'nin “Kimse bizden yargıya müdahale etmemizi beklemesin” diyen Başbakan’a “Sizin yargıya müdahaleleriniz kitap oldu” diyerek meclis kürsüsünden gösterebileceği önemli bir çalışmadır.
            Bilindiği gibi, 12 Haziran 2011 Seçimleri, zaten sorun sarmalı haline gelen ülkemizi yeni bir sorunla karşı karşıya getirdi. “Tutuklu Milletvekilleri” Vatanseverler, Atatürkçüler, Türk Milliyetçileri, TSK Mensupları, Bilim Adamları, Siyasetçiler, Gazeteciler hukuksuzca yıllardır esir ediliyordu. Belki bu duruma tepki olarak, belki de bu operasyonların nereye ve kimlere hizmet ettiği konusunda birinci ağızdan bilgi edinmek amacıyla ‘Ergenekon’ olarak anılan Ümraniye ve ‘Balyoz’ davalarından esir edilen bazı tanınmış simalar CHP ve MHP tarafından Milletvekili adayı yapıldı.
Karşı tarafta ise KCK'dan (anarşi, terör ve tedhişten) yargılananlar vardı.
            Seçimler yapıldı ve bu isimlerden 9 tanesi "Milletin İradesi" ile Türkiye Büyük Millet Meclisine girmeye hak kazandı. "Milletin iradesi’ni” kutsayan AKP Hükümeti, kendileri ve yandaşları ile ilgili çok sayıda yasal ve anayasal düzenleme yaparken; "Milletin İradesi" ile Türkiye Büyük Millet Meclisine girmeye hak kazanan vekilleri görmezden gelerek adeta, "Millet mi? O'da kim" diyordu.
            Tutuklu Milletvekillerinin durumuyla ilgili tartışmalar yapılmaya başlandığında Başbakan ve onun ağzı ile konuşanlar koro halinde şunları söylüyordu.
            "Bu iş yargının işidir" "Kimse bizden yargının görevini beklemesin"
            "Başka aday mı kalmamıştı" 
            İşte bu kitap böyle bir zamanda ve bu ikiyüzlülüğü ortaya koymak için yazıldı.
            Kitapta neler okuyacağınızı çok kısıtlıda olsa buradan duyurmakta fayda var.”
            BİZİM MÜTALÂAMIZ:
            Yazar Bekir Öztürk, sanırım geçen yıl tahliye olmuş, uzun, yorucu, yıldırıcı ve yoğun uğraşlardan sonra, “önüne yığılan bütün engelleri; Çok yüksek bir azim, sağlam bir irade ve kararlılıkla aşarak” nihayet olağan/normal, günlük hayatına dönebilmiş nadir (Ergenekon kurbanlarından) tutuklulardan biridir. Hatırlarsanız, aynı ve müteakip dalgalarda gözaltına alınanlardan bazıları maruz kaldıkları haksızlıklara tahammül edemeyip, önce hafızalarını, sonra da hayatlarını kaybetmişlerdi.
            Bunlara nazaran Bekir Öztürk, gözaltında ve tutuklu olduğu süre içinde asla dayanma gücünü yitirmemiş, hukuki mücadelesini büyük bir sağduyu, sağlam bir inanç, iman, sükûnet, soğukkanlılık azim ve kararlılıkla vermiş;, Hapishanede olduğu süre içinde olayları, içerde ve dışarıda olup-bitenleri, duruşmaların yankılarını, yansımalarını ve “bulunduğu yerden” ülkenin durumunu, milletin ve devletin gidişatını sürekli gözlemlemiştir.
            İşte bu bakımdan, kitabın önemi ve manevi değeri çok büyüktür.
            Zira kitap hayal mahsulü değil, hakikat ve müzakere tabanlı bir gözlem sonucudur.
            Müzakere ve mütalâa edenler ise, öyle veya böyle (yorumu bize düşmez) Türkiye Cumhuriyetini bu günlere taşıyan “bir devre” damgasını vurmuş kişilerdir. Dolayısıyla bu çalışmanın bir de tarihi yönü ve değeri vardır ki, biline.
Değerli yazar’ı kutlar ve başarılarının devamını dilerim. “İyi okumalar.” 
MEĞER ADALAR 
“TARTIŞMALI” 
İMİŞ!..
Mustafa Nevruz SINACI
            Kuşadası açıklarında bulunan Eşek ve Bulamaç adalarının aidiyeti ile hali hazır Yunan işgali altında olmalarının nedeni hakkında “bilgi edinme” mücadelem aylardır sürüyor. Şu an itibarıyla elde ettiğim bilgi sadece adaların tartışmalı statüde olduğuna dair. Mademki statüleri bu, o halde 2000’li yıllarda TC vatandaşları adalara pikniğe gidilebilir iken şimdi fiili ve cebri işgal’e niçin seyirci kalınıyor. Mesele nedir. İşte gelen bilgiler ve son başvurum.
            Umarım bu ‘milli davaya’ sahip çıkılır, sır perdesi aralanır, kirli oyunlar ortaya çıkar.     
“Dışişleri Bakanlığı’na, Ankara
Aşağıda bahse konu, müteaddit ve mezkür müracaatlarıma rağmen, yeterli ve gerekli “tatminkâr" cevap alamadığım EŞEK ve BULAMAÇ adaları hakkında; Mümkün olan en kısa sürede "açık, doğru, dürüst ve net" cevap (bilgi)  verilmesini; önemle arz ve talep eylerim.
Saygılarımla.  Mustafa Nevruz SINACI
Tarih: 03 Eylül 2011/Sayı: 768704, Ankara
Bilgi ve ekler: bimer@basbakanlik.gov.tr
*
T.C. Kuşadası Kaymakamlığı
Basın ve Halkla İlişkiler Bürosu
Sayı: B054VLK4095601/622.01/2202
Konu: Mustafa Nevruz SINACI
Tarih: 23 Ağustos 2011
*
Sayın Mustafa Nevruz SINACI
İlgi: 29 Temmuz 2011 tarih ve 5399 sayılı yazınız.
İlgi tarih ve sayılı yazınız ekinde göndermiş olduğunuz başvuruya istinaden Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığından gelen cevabi yazı ilişikte sunulmuştur.
Bilgilerinizi arz ve rica ederim.
Mustafa ESEN, Kaymakam
Ek: Yazı örneği (1 sayfa)
*
T.C. Sahil Güvenlik Komutanlığı  
Sahil Güvenlik Ege Deniz Bölge Komutanlığı
Bakraklı/İzmir
HRK: 3700-33168-11/Hrk. Eğt.
Tarih: 17 Ağustos 2011, Konu: Bilgi Edinme Talebi.
KUŞADASI KAYMAKAMLIĞI’NA
İLGİ:    a) Kuşadası Kaymakamlığı’nın 01 Ağustos 2011 gün ve sayı: BO54VLK4095601/622.01./1950 sayılı “Mustafa Nevruz SINACI” konulu yazısı.
            b) Kuşadası Kaymakamlığı’nın 01 Ağustos 2011 gün ve sayı:
BO54VLK4095601/622.01./1955 sayılı “Mehmet Ali AKIN” konulu yazısı.
1. Mustafa Nevruz SINACI ve Mehmet Ali AKIN isimli şahısların 4982 sayılı Bilgi Edinme Kanunu çerçevesinde EŞEK ve BULAMAÇ adaları hakkında bilgi edinme talebinde bulundukları ilgi(a:b) yazı ile bildirilmiştir.
2. BU KAPSAMDA: Bahse konu şahısların bilgi edinme talebinde yer alan EŞEK ve BULAMAÇ Adaları’nın aidiyeti “TARTIŞMALI ADALAR” statüsünde olmasından dolayı talebe ilişkin cevabın Dışişleri Bakanlığınca verilmesinde fayda mütalâa edildiğinden, anılan şahısların söz konusu bilgi edinme taleplerini Dışişleri Bakanlığına yapması yönünde bilgilendirilmeleri hususunu, gereği ve bilgilerinize arz ederim.
İmza: SG EGE DENİZ BÖLGE KOMUTANI NAMINA
Levent ERGİN, Dz. Alb., Hrk. Şb. Md.”   

Hiç yorum yok: