ERMENİ MEZALİMİ GİBİ MAHALLE BASKISI
Mustafa Nevruz SINACI
Bu yıl (2008) aziz-mübarek Ramazan 1 Eylül “Dünya Barış Günü” nde geldi.
Bu harikulâde rastlantının üzerinde durulması ve düşünülmesi gerekir.
Zira insanlık âlemi, gerçekten her zamankinden daha çok karşılıklı barış, saygı-sevgi, anlayış, diyalog, hoşgörü ve toleransa muhtaç.
Yıllardır süren yerel-bölgesel savaşlar, haksız işgal ve ihtilaller, her ne kadar yasal ve demokratik gibi görünse de; Aslında Orta Doğu, Irak, Afganistan, Afrika, Kafkas ve Balkan örneklerinde görüldüğü gibi gerilimi sürekli arttırmakta ve dünyanın negatif enerji birikimi büyük bir patlamaya neden olabilecek boyutlara tırmanmış bulunmaktadır.
İLAHİ BİR FIRSAT
Özellikle Türk ve İslam âlemi için çok büyük bir değer ifade eden “evrensel ibadet” Ramazan, aynı zamanda barış ve olumsuz enerji birikiminden desarj imkanı oluşlturan büyük bir fırsattır. Aslında, bu fırsat “Haram Aylar” denilen, her türlü saldırı-savaş, fiili ihtilaf ve müsademenin yasaklandığı Recep, Şaban ve nihayet Ramazan aylarını kapsar.
Dünyanın içinden geçmekte olduğu şu kriz, stres, bunalım ve buhran döneminde İKO, NATO ve BM’nin öncelikli görevi bu ilahi fırsatın tıpkı bir NOEL gibi değerlendirilmesi idi.
Bu yıllardır işlendi. Sorumlu kurumlardan atılım ve açılım beklendi. Olmadı.
BARIŞ İÇİN GAYRET YOK.
YA MEZALİM VE BASKI?
İşte “o” mahalle, sokak ve cadde baskısı olabildiğince var. Üstelik bunu tıpkı organize çıkar ve suç örgütleri gibi “ben lâik’im” diye haykıran ve Ramazan ayında bir olay çıksın diye köşe bucak pusu kuran güruh yapıyor. Sanki onlara “haydi sizde oruç tutun-namaz kılın-alkol almayın içki içmeyin, açık saçık, adi ve ahlaksızca giyinmeyin” diyen varmış gibi. Yok. Yok ama sanki böyle bir baskı varmış gibi hayali varsayımlar, sanal duygusallık, içgüdü yahut kin ve nefrete dayalı düşmanlıkla inanan insanlar, mütedeyyin ve muttaki Müslümanlara karşı start almış bir saldırı, tertip, fiili ve duygusal tecavüz var.
Ramazan dolayısıyla vaki genel, lokal, kitlesel veya bireysel saldırılar ülkemizde pek yeni değil. Üstelik binlerce tertip, senaryo, komplo ve şantaj türü örnekler var. Bir o kadar da asparagas. Düzmece yalan haber. Alenen tahrik, tezyif, fesat ve tefrika…
İşte bu nedenle konu işlenmeğe değer bulunmuştur.
Fakat biraz esastan alınacak ve şekil iyice irdelenecektir.
BUNUN ADI ERMENİ MEZALİMİ’DİR.
Anadolu insanı geliş istikameti, sebep ve hikmeti meçhul ‘amacı genel’ yani topluma eziyet, zulüm ve işkence, fesat, tefrik, tahrik ve tefrika içerikli fiillere ‘Ermeni mezalimi’ faillerine de ‘Ermeni’ der.
Bahusus deyim ve söylemin çok köklü bir tarihi ve özgün nedenleri vardır.
Bu suçlama ve söylem iki tarihi nedene dayanmaktadır.
1. Neredeyse 1500 yıldır Anadolu’nun doğu ve güneydoğusu, Ortadoğu ve Kafkasya coğrafyasında patlak veren her tür isyan, anarşi, terör-tefrika, fesat gibi bölge istikrarını içten içe yozlaştıran, kemiren, çürüten güdümlü tasarruf ve menfur teşebbüslerin arkasından daima Ermeni unsurlar çıkmıştır. Keza Ermeniler bölgesel Zerdüştlük, mezdekçilik, ateşperestlik, allavilik, dinsizlik ve zındıklığın ebedi hami, usta kullanıcı ve tetikleyici unsurlarındandır.
2. Ermeniler haçlı seferlerinin sadık neferi, Hıristiyan olduklarından itibaren batı kulu-kölesi, Rus kuklası ve ‘şuurlu’ amansız Türk-İslâm düşmanıdırlar. Irki kimlik-kişilik ve ortak karakter bağlamında art niyetli, bencil, kurnaz, dessas, samimiyetsiz, imansız, sinsi, yalancı, hileci, menfaatperest, ikiyüzlü, hain, her derece-düzey kalleşlikle anılır ve ‘melanetin karanlık yüzü’ olarak bilinirler. Hani atamız Osmanlı merhamet göstererek “artık insan, millet, medeni, sakin ve iskân olurlar” ümidiyle Ermeni’ye sadık payesi vermiş, bağrına basmış, amma mukabilinde maraza maruz kalmış, kalleşçe ve kahpece ihanete uğramış, sırtından vurulmuş ve hançerlenmiştir. Bu lütuf, ülfet ve muhabbetin karşılığı ihanet, anarşi, terör, tahrip ve fesat olarak dönmüş, bu güne kadar da ASALA ve PKK olarak sürüp gelmiştir.
Türk, Müslüman ve genel olarak insanlık âleminin ispatlı kanaat nedeni budur.
Nitekim Cumhuriyetin dahi bilumum sinsi, akçeli ve şaibeli işlerinin arkasından daima üç unsur çıkmıştır. Nadiren aleni (Şellefyan) çoğunlukla gizli (kripto) Ermeni, Rum-Yunan ve Yahudi dönmeleri. Bu orijinden intikal ateist ve paganlar, dinsizler ve din tüccarları Türkiye Cumhuriyeti ve asli unsur Müslüman halkın en amansız hasım ve ebedi düşmanlarıdırlar.
Bu pratik etnik, dinsel ve soysal gibi görünen gizli-açık (legal-illegal) veya dahili ve harici bedhah bağlamlı düşmanlık sıralamasında müthiş bir “ortak hareket alanı ve istinat noktası” vardır. Misyonerlik. Masonluk ve bunların altyapı (devşirme) örgütlerini oluşturan sürüyle dernek, vakıf, talimhane, ışık-evi-aşk-evi, stabilizasyon merkezleri ve timler.
Bunlar “vatana ihanet, insana ihanet, Türk ve İslam’ı rencide için” her daim hazır ve her yerde nazırdırlar. Şu kadar ki; aşağıda temas edileceği üzere daima saklı-gizli, örtülü-kapalı, illegal, ikiyüzlü ve sahtekâr… Ancak, unutmayınız ki, “gizlilik” daima şeytani kötülük ve melânet olmakla birlikte, kötü ruhlu, çürük bedenli, yozlaşmış ve kokuşmuş “ölü canlar” için en büyük cazibedir. En büyük korkuları ise: Işık, nur, ilim, iman, insanca yaşam, fıtraten elde edili hak, adalet ahlakı ve hukuktur.
SEZARIN HAKKI
Burada bir hakikatin altını çizmek ve “Sezar’ın hakkı Sezar’a” akaidine uymak gerek.
Şöyle ki; Türk milleti alenen ve resmen Ermeni, Rum-Yunan, Yahudi kaydıyla maruf legal kesimden (istisnalar hariç) her hangi bir kötülük görmemiş, tertip, ihanet ve tasalluta maruz kalmamıştır. Resmi, bilinen ve belli olan ‘namuslu-dürüst’ hukuki azınlık masumdur.
ZANLI:
Kültür emperyalizmi, dez-enformasyon, psikolojik-sosyolojik-iktisadi-siyasi, organik-kimyasal savaş; kartel-kene-akrep-veba-taun, hırsızlık-yolsuzluk, adaletsizlik, haksızlık ve hukuksuzluk” cürümlerinin menfur unsur ve daimi failleri; Asla mensubu olmadıkları halde kendilerini Kürt, Alevi Kürt ve İslâm dışı alevi tarzında açıklayan-tanımlayan gizli Ermeni, saklı Rum-Yunan ve Yahudi dönmesi sabataist unsurlardır.
BUNLAR NE İŞ YAPAR?
NE İLE İŞTİGAL EDER?
İşte milletin esas bilmesi ve bilinç geliştirmesi gereken konu budur.
Şimdi, Türk-İslâm âleminin en aziz ve kutsal Ramazan ayından, 5 Eylül 2008 Cuma günü itibarıyla gözlenen bir kesitten nakiller yaparak açıklamaya çalışacağım. Şöyle ki: Tarihi edep, adet, terbiye ve Ramazan, kutsal Oruç’a rağmen bütün lokantalar açık, vitrin camları perdesiz, cadde ve sokak çıkışları alenen yemek yenen ve servis yapılan masalarla doluydu.
Kocatepe, Selanik, Sakarya üçgeninde öğle vakti sarhoş gezen bir garip tür... Sakarya-Kızılay çıkış koridorunda ortamı ‘duman-altı’ edecek kadar sigara içen her cinsten kalabalık bir güruh… Kızılay-Karamürsel önünde ve dahi yol boyu mini etekli, beden ve ruh kirlisi kancık şeytan aletleri ve onlarla sokak ortasında kucaklayıp oynaşacak kadar iğrençleşen alt varlık, pislik ve yaratıklar; Dolmuş durağında alenen kucaklaşıp halk içinde ve belediyenin iftar çadırı önünde cinnet gösterisi yapan hayvan altı varlıklar.
Bu güruh, çok nazik ve uyarı amaçlı bir insani müdahaleye “ben lâik’im, bana baskı yapamazsın” biçimi öfke, sinir ve saldırganlıkla tepki veriyor bağırıp-çağırıyor; Hak-adalet ve hukuk dışı, lâikliğe aykırı baskı yapıyor, Müslümanlara zulmediyor ve mezalim yapıyorlar.
İşte adına mahalle baskısı denen ermeni mezaliminin güncel versiyonu bu olsa gerek.
***
EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET MASKARALIĞI
Mustafa Nevruz SINACI
İşe çok yakınlardan başlayalım.
Örneğin Hükümet, 1,5 milyon devlet memuruna, 15 Ağustos'tan geçerli olmak üzere “ek ödeme ve iyileştirme zammı” yaptı.
Ek zamlar, hiçbir adalet, ilke ve hukuk kriteri gözetilmeksizin 126 YTL ile 200 YTL arasında kararlaştırıldı ve resen uygulandı..
Mahsup ve intibakı müteakip dışa vuran bazı haber ve havadislerse tam bir şok ve şaibe yarattır cinstendi. Vakıa açıklanan zam ile uygulananlar arasında çok büyük uçurum, adaletsizlik, haksızlık ve çelişkiler vardı. Üstelik sendikalarla mutabık kalınarak kamuoyuna ilan edilen tahakkuk ve mahsup tabloları da gerçekti bulunmadı.
Araştırın. Başta sendikalar olmak üzere, sorumlu mercii ve merkezlerde birikmiş, gazetelerin ilgili köşelerine düşmüş ve internet sayfalarında binlercesi yayınlanan itiraz, ihbar ve şikâyetler var. Piramidin tepesinde yer alan “değeri nadir” (!) gürühtan gayri hiç kimse hayatından, maaşından ve Ağustos’ta aldığı “EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET” zammından memnun değil. Bir inceleyen, araştıran, sebep ve hikmet soran oldu mu?
Duymadım. Sanmıyorum.
Kendilerini “yalan yere” asılsız, mesnetsiz ve sahtekârca “Sivil Toplum” olarak lanse edip tanıtmağa, çalışanı aptal, halkı cahil ve kamuoyunu geri zekâlı yerine koymaya alışan ve her fırsatta sözde hükümete çalım attı görüntüsü vererek; “Sarı sendikacılık” ve “Sendika ağalığını” böylece kamufle etmeye-örtmeye çalışan sendikalar hayatlarından çok memnun.
İCRAATA BAKIN!
İcraatın adı: “İNŞALLAH” eşit işe eşit ücret uygulamasına geçmeye hazırlık.
Bilinen amacı: Kıdem, ehliyet ve liyakat gibi objektif kriterleri baz alıp; İnsanca yaşam standartları, vicdani normlar, adalet ve hukuk ilkelerine uyumlu maaş ve ücret ödeme; Cari maaş ve ücretler arasında ise norm ve standart birliği sağlamak.
Sözde bu ek ödeme iyileştirmeleri 3 ya da 4 yıl boyunca devam edecek ve en geç 4 (dört) yılsonunda kamuda “eşit işe eşit ücret” ilkesi hayata geçmiş olacak
İŞTE ADALET BU! (değil mi?) DEĞİL!..
AKP ve yandaşları “işte adalet bu” diyorlar. Propaganda böyle.
Peki, çalışana ortalama 150 ytl iyileştirme zammı yapıp, kahir ekseriyeti tam bir zulüm eziyet, azap ve işkence içinde hayatını idame, hatta şeref-haysiyet, onur ve erdemini koruma mücadelesi veren “EMEKLİ” ye niçin muadil bir iyileştirme yok?
NEDEN SÜREKLİ “EMEKLİ” DÜŞMANLIĞI!
İktidar Partisi, yandaş, yoldaş, bakan ve hükümet sözcülerinin konuyla ilgili açıklama, duyuru ve deklarasyonlarına baktığımızda; Sanki personel ücret politikası, çalışma hukuku, iş barışı, maaş-ücret ilke, norm, kriter ve standardında ‘büyük bir adalet reformu’ yapılmışçasına keyifle konuşuyorlar.
Bir de; “Bunu ilk biz yaptık” demeleri yok mu?
Ne büyük bir aymazlık, dalalet, kendini beğenmişlik, cehalet ve gaflet..
EN HAKİKİ HAK SAHİBİ:
Bu eylem ve söylemi tam bir utanmazlık, aymazlık ve şımarıklıkla dillendiren zat; ülkeyi bu günlere taşıyan, eser ve nesillerin sebep ve hikmeti olan EMEKLİLER e layık gördüğü insanlık dışı muamele, haksızlık, yolsuzluk, kamu adına “görevi ihmal”, aleni yolsuzluk, istimal ve suiistimali hiç görmüyor. Yaptığı haksızlık, adaletsizlik, gasp ve irtikap suçunun farkında bile değil. Üstüne üstlük:
“EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET POLİTİKASIDIR BU” DİYOR.
Bunu böylece haykıran, Allahtan korkmayan ve kuldan utanmayan Politik-ACI’ nın; Zaten SGK bünyesinde birleşmiş olan bütün emeklilere seyyanen ve en az 150 YTL maaş artış ve iyileştirme (gerçek adı telâfi) zammı yapmalıdır ki, eylemi imanla, söylemi ilimle bir olabilsin. Aksi taktirde insanlara haksızlık ve adaletsizlik yapıp, bunu yalanla gizlemeye çalışmak mürailik, kafirlik, insan dışılık ve insanlık düşmanlığı değil de nedir?
Bunun neresi “müstakbel” EŞİT İŞE EŞİT ÜCRET politikası?
ÇOK GARİP BİR DURUM DA VAR!...
Evet. Ortada çok garip bir durum var. Anlaşılmaz derecede mantıksız. Açıklanması ve izahı kabil olamayacak biçimde esrarengiz bir vaziyet. Adeta siyasette vaki “akıl tutulması”, “mantık ve mantalite dumuru” yahut: Gizli iştirak, işbirliği ve “her şeye rağmen çıkar ortaklığı” gibi bir şey. Gerçek şu ki: Anadolu’nun deyimi ile
“ORTADA BÜYÜK BİR PUŞTLUK VAR”…
Ana muhalefeti, yavru muhalefeti, partisi-pırtısı, stk’sı dâhil kimse bu ve buna benzer binlerce haksız, yolsuz, adaletsiz, ahlaksız ve hukuksuz uygulamalarla ilgilenmiyor. Güney ve doğuda güvenlik uğruna vaki en küçük bir tasarruf insan haklarına aykırı sayılırken; Bu Karen Fog’cu, Soros’çu, “Açık Toplumcu” dernek, vakıf ve sair gönüllü-gönülsüz sivil toplumcu nam “insanlık, demokrasi, adalet, hak-hukuk ve eşitlik düşmanı” gürüh ne yapmakta?
El cevap: Bilinmiyor.
Bilinen tek şey: Türkiye de insan hakkı, adalet ve hukuk örgütü olmadığıdır.
İktidar güya adaletli olmaya veya mahsuscuktan böyle bir görüntü vermeye çalışıyor.
Hani şu anda her ne kadar AB’den icazetli olsa da, ülkesinde şaibeli, zanlı, Anayasa Mahkemesinden cezalı ve sabıkalı ya!.. Üstelik beş ay sonra yerel seçim var. O nedenle “Adalet ve hukuk” adeta bir tenezzül ve tevessül meselesi gibi akla geliyor. Adalet ahlakı konulu sanal gündem oluşturulmaya çalışılıyor. Fakat bir türlü olmuyor. Tutmuyor. Hak ve adalet konulu her teşebbüs ya bazı AKP’lilerin dişine takılıyor veya akim kalıyor. Söylemler halk tarafından takiyye, çifte standart, onur kaybı, ilkesizlik ve mürailik olarak karşılanıyor, yaşanan ıstırap çoğalıyor, güven azalıyor ve artık vaatler kabul görmüyor.
İMAN VE AMEL UYUŞMAZLIĞI
Güvensizliğin ana nedeni ilkesizlik, sorumsuzluk, yalancılık ve beceriksizlik.
Bu bir iman ve amel uyuşmazlığı, eylem ve söylem çelişkisi, yönetimde değer kaybı, kalite erozyonu, manevi ve moral çöküş, “özellikle” inisiyatif zaafiyeti ve kontrolün elden çıkmasıdır. Başka bir anlamda hâkimiyet yerini zeval ve maluliyete terk etmek üzeredir veya etmiştir. Başka türlü 2008 yılı Ocak ayından bu yana görülen derin tenakuzun vukuu kabil ve izahı mümkün değildir. Başarısızlık, adaletsizlik, haksızlık ve yolsuzluk had safhadadır.
Örneğin: Ocak ayından bu güne temel girdilere yapılan zamların mürekkep miktarı % 50’leri aşmakta bunun kümülatif yansıması % 100’e varmaktadır. 1 Ekim’den geçerli olmak kaydıyla elektriğe yapılan % 34’lük zamdan sonra ülkemiz dünyanın en pahalı ve en fakir devletleri arasına kalıcı olarak itilmiştir. Buna paralel olarak dünyanın en adaletsiz, kalitesiz, zalim ve kabiliyetsiz hükümeti de bizim hükümetimiz olmaktadır. Zira ülke eliti, çıkarcı, seçkinci, hırsız-yolsuz melanet bir azınlığın değil; Halkın kahir ekseriyeti ve tabanın zenginlik refah ve mutluluğu başarının sebebi hikmeti, onayı-tescili ve göstergesidir.
Resmi devlet kurumunun 4 kişilik aile için 225 ytl asgari geçim hesabına cüret ettiği; Ağustos ayı enflasyonunun “eksi” çıkartıldığı; Yıllık enflasyonun % 11-12 civarına çekildiği; Çalışana yapılan iyileştirmenin emekliye yapılmadığı bir ülkede erbab-ı fazilet kalmamış demektir. Şu hale nazaran bundan böyle “eşit işe eşit ücret”, “ücretin tam karşılığı hizmet”, “adalet, hakkaniyet ve hukuk”, “namuslu-dürüst piyasa serbest rekabet” gibi kelime ve yüksek değer ifade eden kavramları ağzına alabilecek “umuru devletten” insanlar; Namuslu, dürüst, demokrat, adaletli ve faziletli yöneticiler kalmamış demektir.
Yani, ülkede bir maskaralık hüküm sürmektedir. Hâkimiyet elden çıkmış gibidir.
Zira hükmün hikmeti zail olmuş ve yönetim zalimlere kalmış görünmektedir.
***
MÜSADEME-İ EFKâR VE BARİKAYİ HAKİKAT
Mustafa Nevruz SINACI
Geleneksel Türk siyaset hayatında adalet ahlâkı, hak-hukuk ve demokrasi söz konusu olduğunda “konuşan toplum” kavramı öne çıkar.
Buna “MEDENİ SİYASET” denilirdi.
“Konuşan toplum sağlıklı siyaset ve sağlam gidişat alâmetidir.” Diye bilinirdi.
Çok seslilik, kamu vicdanını dillendirmek, onurlu-erdemli ve sorumlu vatandaş olarak “Yönetimi Denetleme, hesap sorma, takip, teklif, muaheze ve müzakere hakkını kullanmak”.
Ne güzel. Aidiyette duyulan mutluluk herhalde bu haller için söylenmiş olmalı.
HİÇBİR ŞEY ESKİSİ GİBİ OLMAYACAK!..
En azından “namuslu-dürüst ve demokrat” siyasetçilerin hakim unsur ve hükümran olduğu bir toplumda ve/veya devlette insan evlâtları veya genç nesillere hitaben: (asla yalan söylediği zehabına kapılmadan ve acaba gelecekte böyle mi olacaktır kaygısı duymadan)
–Siz hiç kuşku duymayın, kaygılanmayın ve endişe etmeyin artık her şey düzelecek. Bundan böyle halk devletle, devlet halkla; Halk hükümetlerle, kamu kurum ve kuruluşları ile bürokratlarla yüzleşecek. Kamu alem hesap verecek, özeleştiri yapacak. Bir gram dahi olsa kul hakkı, yetim-öksüz, garip-guraba hakkı yemiş olan varsa misliyle iade edecek. Hesabını verecek. Cezasını çekecek. Varın siz artık rahat olun. Huzur duyun. Hiç bir şey eskisi gibi olmayacak…. Diyebilen var mı? Yok. Niçin? Çünkü: konuşan, “konuşabilen” toplum yok.
KONUŞAN TOPLUM OLABİLMEK
Konuşan toplum, bir taraftan iktidarda olan veya iktidarı paylaşan birincil muhatabı öz eleştiri bombardımanına tutarken, diğer taraftan da kendi kendini muaheze ederek tartar ve eleştirir. Bu bir nevi mukayeseli bilim, klasik politika ve fazilet anlamında umur-u siyasettir. Umur-u siyasette fazilet tezahür eder. Emniyet ana unsurdur. Namuslu ve dürüst siyasetçinin olduğu bir ülkede kesinlikle anarşi, terör, tedhiş, hırsızlık, yolsuzluk, yalan-talan, soygun ve vurgun yoktur.
Esasen ve zaten müzmin hale gelen yalan-talan, yolsuzluk, soygun-vurgun; Kalıcı olan ve kronikleşen anarşi, terör, tedhiş; Hükümet ve siyasette hakimiyet sağlandığının kanıtıdır. Bu süreğenlik meşruiyet kurumunun yok edildiğini, halkın sürekli aldatıldığını ve seçimlerin artık bir oyun ve düzenden ibaret kaldığını gösterir.
UMUR-U DEVLET VE SİYASET
Umur-u devlet ve siyaset, öncelikle ve evvela hak, adalet ve hukuk hakimiyetidir.
Umur-u siyaset aynı zamanda onurlu, erdemli, hâkim, hükümran ve sorumlu siyaset “siyaset fazilettir” anlamını taşır. Bu bir huzur, emniyet ve güven iklimidir.
Kahir ekseriyeti kokuşmamış, kire-çamura, pisliğe-necasete bulaşmamış, yozlaşmamış çürümemiş siyaset kurumlarında çok açık, net, dürüst ve mert bir “meydan okuma” gözlenir.
Kime ve neye karşı:
Yalan söyleyen, çamur atan, asılsız iddia, iftira ve isnatlarda bulunan taraflara, kurum, kuruluş, özel ve tüzel kişilere karşı, her hal-i karda tekzip müessesesi işletilir, itiraz, ispat hakkı ve dava yoluna müracaat olunur.
HUKUKİ MÜCADELE
Sonuçta: “hukukun içinde hukuk mücadelesi verilir”
Hukuk devletinde baskı, tedhiş, tehdit, örtbas, cebir-şiddet ve icbar yoktur.
Açık veya gizli misilleme, gayrimeşru darp, haksız fiil, hasım ve/veya muarıza karşı yasa dışı yaptırım, düşmanca saldırı ve tasarruf kimsenin aklının ucundan bile geçemez.
Geçerse “devlet yok”; Hükümet “gaspçı, gayrimeşru ve işgalci” demektir.
Daha açık ve net bir deyimle hukuk devletinde “haklıların güçlülüğü” (bon-sens) ilkesi hâkim; Kuvvetler ayrılığı, adalet ve hukukun olmadığı devletlerde ise baskı, sindirme, zulüm, işkence, zorbalık, kabadayılık gibi, insanlık dışı alt varlıklar, yasa dışı, koza ve kripto ağırlıklı organize çıkar-suç örgüt karakteri münhasır uygulamalar hakimdir.
Doğrusu devlette bilumum politik hareket, tasarruf, temlik ve kamusal faaliyetlerin belirli bir miyar (objektif ölçü) muvacehesinde herkes (halk) ve her kesimce müzakeresi sağlıklı siyaset, sağlam gidişat (istikrar) ve yöneten (hakim) unsur açısından teşvik edilmesi gerekir bir siyasettir ki bu, meşruiyet alametidir.
Meşru yönetimler adalet, hakkaniyet ve hukukun teminatı;
Meşruiyetini yitirmiş yönetimler ise; Gasp-irtikap, inat-ısrar, agresif karakter ve daimi tahammülsüzlük nedeniyle sürekli korku durumu ve sinsice tuzak ve saldırı konumu, saklılık-gizlilik, işgalcilik psikolojisi içine düşmüş mütegallibe (zorba. hak ve hukuka riayet etmeden hüküm ferma olmak isteyen) mesabesindedir.
KADİM ATALARIMIZ VE MEDENİ SİYASET
İşte atalarımızın sırrı buradadır. Sır nedir? "Müsademe-i efkardan Bârikayi hakikat çıkar" Konuşan (açık) toplum, eski (kadim) bir deyişle ‘müsademe-i efkâr’; Yandaş, yoldaş, karşıt ve sair bilumum fikir, kanaat, eylem, söylem ve düşüncenin; Yöneten unsur hakkında her tür eleştiri, tenkit, duyum, iftira ve iddialar dâhil her hususun korkusuzca edep, ahlâk ve hukuk çizgisinde serbestçe dile getirilmesi biçiminde telakki olunur.
Bunun özgün söylem biçimi: "Müsademe-i efkardan Bârikayi hakikat çıkar" dır.
Kısa öz olarak “müsademe-i efkâr”: Fikirlerin çarpışması, muhtelif fikirlerin birbirine karşı söylenişi; Barika-i Hakikat: Bu nedenle hasıl olan parıltı, parlak fikir. Yani Parıldayan hakikat anlamınadır.
ÖYLEYSE;
“Oysa başta elektrik, su, ekmek, akaryakıt, doğalgaz ve sair hayati tüketim unsurlarına yılbaşından bu yana en az % 50’yi bulan, yerine göre % 100’ü de aşan zamlar yapılmış iken, nasıl olur da yıllık enflasyon yüzde 10’larda dolaşabilir? Memura iyileştirme zammı yapılır emekliye yapılmaz; Seyyanen zam yerine yüzdeli zamma devam olunur. Dişliler üretilir.
AKP hükümetinin “başarısı”! Ekmeğe zam… Doğalgaza zam… Elektriğe zam… Sloganımız belli zaten: “Durmak yok, zamma pardon yola devam…”
Ne var ki işin asıl çarpıcı yanı sürekli yapılan zamlar değil, bu zamların neden yapıldığı… Daha açık soralım: Elektriğe yapılan zammın nedeni bugüne kadar uygulanan yanlış politikalar mı? Yoksa elektriğe yapılan zammın, temel bir üretim ve tüketim malı için basit bir fiyat ayarlaması olmanın ötesinde, Türkiye’deki siyasal rejimin niteliğini gösteren ve iktidarın aslında kimin emrinde olduğunu gözler önüne seren bir boyutu da var mı? Kısacası elektrik zammının ardında teknik nedenler mi var, yoksa siyasal nedenler mi?
Şimdi biraz geriye gidelim ve elektrik zammının ardındaki nedenleri anlayabilmek için 2007 yılının son aylarında geçen bazı olayları hatırlayalım.”
BIRAKIN HER ŞEY KONUŞULSUN!..
Bırakın kendinden menkul efendi adına yazan yazsın, söyleyen söylesin. Bireyler bazında halk, STK, gazeteler, partiler, sendikalar ve sair kurumlar açıkça, hiç kimseden korkmadan çekinmeden konuşsun. Yoksa! "nasıl müsademe-i efkar” olacak "bârikayı hakikat nasıl ortaya çıkacak" değil mi? Haydi kimseyi susturmayın, kimseyi durdurmayın.
Herkes eteklerindeki taşı döksün.
Halefler, Selefler, STK’lar, Kurumlar, Kuruluşlar, Sendikalar, HOLDİG’ler…
Ya şimdi konuşsun ya da ebediyyen sussun!...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder