2 Eylül 2008 Salı

Mustafa Nevruz SINACI
21. yy’da dünya en büyük üniversitelerine kavuştu. Modernite (!) dedikleri evrimci sözde müspet (?) bilim kendi zirvesine ulaştı, tavan yaptı ve bitti. Doğrusu iflâs etti. Çöktü.
Şiddetle dışlanan ve yaradılış teorisinin bütün sır, evrensel (doğal) usul ve unsurlarını açıklayan eğitim ve öğretim sistemi, yani temel öğreti “ilim” bir kenara itildi. Çöpe atıldı.
Bunu yapan kitlesel yaratık aslında kendi insanlığını (insanlık formunu) çöpe atmış ve erdemlerinden, adalet, hakikat, fazilet, mutluluk, huzur ve güven libasından da soyutlanmış, sıyrılmış oldu. Geriye ne kaldı? Bencillikle malul negatif ego…
Yani: topluma, potansiyel müşteri veya çıkar aracı yahut da, bir şekilde rüşvet-iltimas vasıtası, soyulacak kaz, sömürülecek enayi, gasp ve irtikap edilebilecek, malı-mülkü, hattâ iffeti, eseri, ürünü elinden alınabilecek, ülkesine el konulabilecek ve nihayet sırtına basa-basa canı, kanı, imkân ve kabiliyetleri meccanen veya yok pahasına kullanılabilecek pasif süje gözüyle bakan domuzlar, keneler, sülük ve benzeri mahluklar (sözde uyanıklar) türedi.
Üstelik kahir ekseriyetinin elinde üniversite diplomaları, dizi-dizi mastır ve doktora payeleri var. Makam-mevkii, kariyer-karizma, şöhret ve unvan da cabası. Habis tür her ülkede o kadar çoğaldı ki; Bunca eski bakan, başbakan, milletvekili, general, genel müdür, profesör, başkan, müdür, koordinatör, şef ve sair köşeyi bucağı tutmuş durumda. Ama insanlar mutsuz!
Saf bir vatandaş bunları duyup gördükçe, doğal olarak şöyle düşünüyor.
“Ülkede bu kadar eski cumhurbaşkanı, başbakan, bakan, milletvekili, general, genel müdür, büyükelçi, elçi, diplomat, vali, profesör, kurum-kuruluş, devasa şirketler, akil adamlar ve uzmanlar varken memleket batmaz…” Ama vatandaş mutsuz, umutsuz ve kaygılı!..
Netice malum. Tablo karanlık. Sefalet diz boyu. Küresel ısınma, açlık-kıtlık, bunalım, buhran, kaos ve kriz kapıda. Bunca tahsil görmüş “büyük adama rağmen” değil sadece ve yalnızca Türkiye’nin, bütün dünyanın aynı ve ağırlaşan sorunlarla başı dertte. İnsanlar korku, endişe, stres, sinir ve panik içinde. Herkeste ve her kesimde gelecek endişesi var.
Üstüne üstlük, hani o Atatürk ilkeleri ve Türk inkılâbından öğrendiğimiz harikulâde bilgiler itilip ötelenmekte, insan hakları, adalet-hukuk, eşitlik ve demokrasi adına ha bire yalan söylenmekte. 4 kişilik aile için açlık sınırının 225 YTL olduğu gibi deli saçması, akıl, iz-an ve mantık dışı palavralar sözde devlet kurumları tarafından üretilmekte, insanlık, adalet ve hukukun gereği olan “seyyanen maaş artışı” yerine; insanlık düşmanı, ahlâken düşük
bürokratlar ve din tüccarları tarafından hakkaniyet ve adalete aykırı “yüzdeli zam sistemi” inadına dayatılmaktadır. Sarı sendikalar da “kaynağından aidat” kaygısı içinde ne yazık!..
Bilinç Üniversitesi Rektörü Filozof Galip Baran’ın dediği gibi Bilgi çağı iflâs etti. Hem de arkasında “genelde” küresel ısınma, ekolojik-sosyolojik-psikolojik travma, açlık, yokluk, yolsuzluk, kıtlık, işsizlik, fakirlik, sefalet, zulüm, soykırım, orantısız güç kullanımı, işgal, iğfal, alçakça savaş, zulüm, işkence, soykırım, gasp, sömürü ve yozlaşma-çürüme, “özelde” alabildiğine haksızlık, adaletsizlik, eşitsizlik ve hukuksuzluk bırakarak…
Üstelik “bilgi çağı” adalet, barış, zenginlik ve mutluluk teraneleri ile gelmişti.
Yenidünya düzeni insanlığa “HABİTAT” felsefesini müjdeliyordu.
Herkese iş, herkese aş, yeterli beslenme, dünya standartlarında sağlıklı-modern barınım, dilediği gibi inanma ve inandığı gibi yaşama hürriyeti. Emirsiz-amirsiz bilişim, olabildiğince özgür, sudan ucuz iletişim ve yaşam. Ortak kullanılan kaynaklar, adaletle ve insanlık yararına işletilen global sermaye, eşitlik ve hakkaniyetle dağıtılan küresel imkânlar..
Şu an için bunların bütünüyle hain bir plan, kuyruklu yalan, sahte, apaçık makyaj ve kamuflaj amaçlı oldukları ortaya çıktı. Hem de; Cambridge, Oxford, Utrecht, Stockholm, Paris, Munich, Bristol, Sheffield, Nottingham, Birmingham, Glasgow, Liverpool ve Sussex gibi dünyanın en ileri (!) bizdeyse sayıları 100’ü bulan bilgi Üniversitelerine rağmen. Dünya ve Türkiye bu devasa bilgi kurumları ile ancak buraya kadar gelebildi ve bilgi çağı çöktü.
Çöküşün güncel belgesi mi? Hala milletvekili vasfı duran bir milyon dolarlık "RÜŞVET" zanlısı!..
***
İslamcılık Yolsuzlukla Bütünleşti…
Mustafa Nevruz SINACI
Cumhuriyet gazetesinde gördüm. Yazar İlhan Selçuk başlık atmış.
“İslamcılık Yolsuzlukla Bütünleşti…” diyor. İyi ki “İslâm yolsuzlukla bütünleşti” demiyor. Din tüccarlığının ne-menem bir lânet meşrep olduğuna vurgu yapıyor. Fakat bunu Anadolu’nun arı-duru, saf-temiz Müslüman’ı anlayamaz. Beyhude üzülür. Hicap eder. Keşke elimiz kırılsaydı da… Diye söylenir. Ne kadar utanç verici, mel’unca, alçakça bir rezillik!..
Konu şaban dişli, akp genel başkan yardımcısı, rte’nin yakını. İktidarın tepesinde. Ne yapmış? “Kentin göbeğindeki bir arsada imar durumu, bu yüzden… İşadamı dostuna, ya da yakınına sen diyorsun ki: Bu arsayı ucuza kapatalım, ben imar durumunu ayarladım mı değer ikiye katlanır… Arada bana da 1 milyon doları verdin mi, bu iş tamam…”
Adam böyle yazıyor. Olay patlayalı neredeyse 20 gün oldu.
Cumhuriyet adına bir tek Savcı bile harekete geçmedi. Demek bunlar Cumhuriyetin, halk, hak, adalet ve hukukun savcıları falan değil! Herhalde iktidarın savcıları olsalar gerek. Onca istismar etmesine rağmen CHP veya Deniz Baykal da dava açmadı.
YCBS, zaten ihtarlı, suçlu, sabıkalı ve şaibeli partinin bu son cürmü hakkında her ne hikmetse harekete geçmedi. Diyelim ki Savcılar baskı altında. Peki Cumhuriyet, adalet ve hukukun teminatı yargı neden suspus. Demokrasinin vazgeçilmez unsuru partiler ya aleni suç’u görmezden geliyorlar veya olağanüstü pişkinlik gösterip aymazlığa yatıyorlar.
Hakkında binlerce yıl hapis istemi ile yargılanan eski bir bakanı aklamak ve siyasi karar vermekle kamu vicdanını rencide eden Anayasa Mahkemesinden çıt yok.
Tekrar ediyorum: CHP, hukuken mükellef olduğu halde yargıya gitmiyor. Meclis Başkanlığı siyasi davranıyor belge vermiyor. Partisi defalarca yaptığı gibi koruma rolünde. Bu ne pis ve ne çirkin bir durum ki, birileri AKP’yi İslâm’a referans gösterip, böyle utanç ve hicap verici ithamlarla halkın % 99’unu rezil ve rencide edebiliyor.
Memleketteki Müslümanlar bir din tüccarı yüzünden ezik, mahcup ve öfkeli…
Diğer taraftan devam eden şu satırlar:
“şd üstüne üstlük bu anlaşmayı yazılı belgeye bağlamak gibi bir cüret de göstermiş. Kimden korkacak ki… Adam (!) AKP genel başkan yardımcısı…RTE’nin yakını… Silivri’ deki arsayı 3.5 milyon dolardan alıp imar durumunu da nüfuzunu kullanarak değiştirdin mi, oluyor 8.5 milyon dolar… şaban’ın payı 1 milyon dolar rüşvet…Ama dişli, olayı yazıya döküp belgeleştirdiği için CHP rüşvet olayını gündeme getiriyor, senetli sepetli, eski deyişle müdellel, somut, kör kör parmağım gözüne, elle tutulur, gözle görülür bir rüşvet olayı…
Ama Başbakan Recep Tayyip ne yapıyor: Edebiyat yapıyor…Nasıl?..
Kürsüye çıkıp diyor ki: “Tüyü bitmemiş yetimin hakkını yemedik ve yedirmeyeceğiz. Yiyen varsa içimizde barındırmayacağız. Haksız yere makam, servet, ün ve şöhret isteyen, altını çizerek söylüyorum, lütfen bizden uzak dursun” Edebiyat yapmak sözlükte şöyle: “Bir konu üzerinde içten olmayan, bir işe yaramayan, parlak, süslü sözler söylemek…”
AKP dinci-İslamcı politikayı Amerika’ya dayanarak kullanıyor, ülkeyi de bir güzel soyuyor…şd bir örnek…Bu arada son bir yılda medyanın yarısı AKP yandaşı dincilerin eline geçti…Bunlar ne yapıyorlar?..Bu medya RTE’ye hava basıyor…Son olarak manşetlerden taşan propaganda neydi?.. Gürcistan bunalımı üzerine Recep Tayyip kolları sıvadı, Kafkasya’ da istikrar planlaması için Rusya’ya uçtu…”
AKP yalnız yolsuzlukla malul değil, memura yaptığı ek zammı Emekliye yapmamak, haksızlık, adaletsizlik ve hukuksuzlukla da malul. Değilse haydi bakalım; Şu temiz eller operasyonu hemen başlatılsın, dokunulmazlık laneti kaldırılsın, işçi-memur ve emekliye yüzdeli zamdan derhal vazgeçilsin ve emeklinin hakkı insanca, adam gibi teslim ve teşmil edilsin de görelim. Her zaman diyoruz ya! “Adının adamı olmak gerek”

Hiç yorum yok: